MODERN ZAMAN NÖBETİ
Cağfer KARADAŞ
Bu dünyaya her gelen, kendi nöbetini devralır. Bize de modern zamanların nöbeti düşmüş. Modern zamanlar, insanlığın adeta bir alt üst oluş halini yaşadığı ya da yaşamaya çalıştığı bir dönemin adı. Geleneksel bakış açılarının değişmesi bir yana bugün olanın yarına nasıl intikal edeceği, nasıl bir algı operasyonuna uğrayacağı ve kimin hangi yüzüyle karşımıza çıkacağı konusunda bütün öngörülerimizi ve beklentilerimizi yitirmiş durumdayız.
Doğrudur, insan
öngörülemeyen bir varlıktır. Ancak bu kadar öngörülememesi ve her şeyin adeta tersine
dönmesi, insanın bedeninin ruhunun kaldırabileceği bir yük değildir. Bu yüzden
her nerede ne konumda ne durumda olursa olsun insanın zihinsel, bedensel ve
ruhsal bir çöküntü yaşadığı bir gerçektir bu çağda.
Savaşların olduğu
yerlerdeki maddî yıkım ile olmadığı yerlerdeki manevî yıkım neredeyse aynı
oranda. Bu yıkımlar karşısında insan, o kadar kendi derdine düştü ve kendi içine
kapandı ki, çaresizlik içinde kıvranan çocuklar, kadınlar ve yaşlılar bile
kapsama alanının dışında kaldı. Kendini kurtarma kaygısı gözünde o kadar büyüdü
ki, kendi derdi üstüne dert tanımaz hale geldi insan. En büyüğünün kendi derdi
olduğuna inandı veya inandırıldı; büyüklük ve küçüklüğü aynı anda yaşamanın
gerilimi bütün benliğini kuşattı. Hemcinsleri karşısında büyük, yıkım
karşısında küçük…
Zavallım, bu müthiş
gerilim içinde kıvrım kıvrım kıvranıyor. Adını da tabipler koymuş: Psikolojik
çöküntü.
“Kardeşin
kardeşten, çocuğun anne babadan, kocanın karısından ve çocuklarından kaçtığı
günün” (80/34-36) provasını yaşıyoruz deyim yerindeyse. Bir volkan
patlamasının önündeki korku, bir fırtına karşısındaki savrulmuşluk, bir
karanlıklar içinde kaybolmuşluk ve bir koca dalgaların önünde çaresizlik hali
yaşıyoruz.
Her şeyi tartışıyor
hiçbir şeyi çözemiyoruz. Ha bire düğüm atıyoruz. Elimiz, ayağımız, gözümüz,
kulağımız her yerimiz düğüm oldu. Zihnimiz kilitlendi; gözümüze ve kulağımıza
perdeler indi, kalbimiz bizden saklanıyor…
Ne olacak halimiz...
“Ya Rab! Bu karanlık gecelerin yok mu sabahı?”
Eski kitapların
önsözlerini okurken gençliğimde onları kınardım. Ne çok kendi zamanlarından şikâyet
ediyorlar diye. Yaşım ilerledikçe onları anlamaya başladım. Meğer gençlikte
eskilerin diğerkâmlık dediği duygudaşlık biraz zayıf oluyormuş. Daha keskin,
daha bıçkın ve daha müsamahasız…
Gençlik bu.
Delikanlılık hali. Başında kavak yellerinin estiği, kalbinin pıt pıt attığı,
gönül tellerinin titrediği, sevda türkülerinin dinlendiği coşkulu hal… Telli
duvaklı gelin bekleyen veya gelin olma hayali kuran gençlik… Bir de içinde
kabaran her duyguyu aşk zanneden garibim… Bu da gençlik rüzgârının yol açtığı
gribal hal olsa gerek.
*
Hacivat’ın “yar bana
bir eğlence” diyen nakaratının yerine “yar bana bir teselli” diyesim geliyor.
Bu kadar derdin içinde ne çok teselliye ihtiyacımız var!
Tefsirleri okurken,
“teselli ayetleri” diye bir tabir sık sık karşımıza çıkar: Müfessirler işte bu
ayet, Hz. Peygamber’e gelmiş teselli ayetidir derler. Kim teselli ediliyor? O koca Peygamber (sav).
Aslında o teselli ayetleri O’nun şahsında bizleri teselli için olsa gerek.
Çünkü esas teselliye muhtaç bizleriz. Bu yıkıntı ve çöküntü altında, bitmişlik
ruh halimizle, sürünen ruhumuzu taşıyan bedenimiz içinde… Allah aşkına, kim daha
çok teselliye muhtaç. En güzel teselli, Allah’ın ayetlerinde aranan tesellidir.
Çünkü O’nun dışında varacak kapımız, tutunacak dalımız, sığınacak yerimiz yok. Öyleyse
gelin O’na sığınmakla başlayalım işe.
“Sabahın aydınlığının
Rabbine sığınırım…” (Felak 113/1)
“Bütün insanların
Rabbine sığınırım…” (Nas 114/1)
Sığınmak sağlam bir
kulpa tutunmak, yıkılmaz bir güce dayanmak, o gücün yanında olduğuna
güvenmektir. Çünkü güven, ruhun en büyük takviye gıdasıdır. Olmadı mı, ruh
çöker bedeni de ıhtırır. İşte bunun adı tevekküldür.
“Allah’a tevekkül
et.” (Nisa 4/81)
“Onlara karşı Allah
sana yetecektir. O işitendir ve bilendir” (Bakara 2/137)
“Eğer yüz
çevirirlerse, onlara de ki: Allah bana yeter. Zaten O’ndan başka ilah yoktur.
Ben O’na dayandım. O, büyük arşın sahibidir” (Tevbe 9/129)
Bu kapıda ümitsizlik
yoktur. Yoktur bu kapıda kötümserlik duygularına yer. Öyleyse gel, rahmete gel!
“Ey kendi aleyhlerine
aşırılığa giden kullarım!” Günaha batmış bocalayan, ruhsal çöküntü içinde
kıvranan, eziklik ve tükenmişlik hali yaşayan sizler! Sakın ha “Allah’ın
rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Bilin ki, Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü Allah her daim bağışlayan ve bütün
kullarına rahmetiyle muamelede bulunandır.” (39/53)
Demek ki, sıkıştığımızda
hangi kapıya varacağımızın, hangi mercie başvuracağımızın ve kime yöneleceğimizin
adresi belli.
*
Fakat şeytan azılı
bir düşman, becerikli bir ayartıcı, her konumda saptırıcı ve her malzemeyle
baştan çıkartıcı… En uç noktada da Allah ile aldatma becerisi… İşte, tam bu
noktada daha çok uyanık olmak lazım:
“Ey İnsan! Seni kerim
olan Rabbin ile aldatan nedir? Biz insana vermedik mi iki göz, bir dil ve iki
dudak, göstermedik mi ona iki de yol” (90/8-10)
“İnsana ve onu
yaratana, ona iyi ve kötüyü gösterene yemin olsun ki, kendini temizleyen kişi kurtuluşa
ermiştir, günaha sapan da hüsranın dibini bulmuştur…” (91/7-10)
Öyleyse önce kalpten
O’ndan başkasını silmek lazım. Orayı arındırmak lazım. Bunun için tövbe etmek,
istiğfarda bulunmak ve azmetmek lazım…
Babamız Hz. Âdem,
annemiz Hz. Havva şeytanın vesvesesiyle yasak ağaca yaklaşmış ve bulundukları
cennetten çıkarılmışlardı. Bir çaresizlik hali yaşıyorlardı. Ne yardım
isteyecek kimseleri ne de gidecek bir kapıları vardı. İşte bu hal içindeyken ilahî rahmet
imdatlarına yetişti. Büyük bir pişmanlık ve içtenlikle şu duayı yaptılar: “Ey
Rabbimiz biz kendimize zulmettik. Eğer bağışlamaz ve rahmetinle muamele
etmezsen, biz hüsrana uğramışlardan oluruz.” (7/23)
Onların bu hali bizim
için hem ibret hem de rehberdir. Öyleyse buyurun duaya.
“Ey Rabbimiz! Bizi
doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi kaydırma. Bize katından rahmet ihsan
et. Sen her daim tövbeleri kabul edensin…” (3/8)
“Ey Rabbimiz, ‘iman
edin’ diye seslenen bir davetçiyi işittik ve hemen iman ettik. Rabbimiz,
günahlarımızı bağışla. Kötülüklerimizi sil. Sonumuzu iyi ve güzel kullarının
sonu gibi eyle. Ey Rabbimiz peygamberler vasıtasıyla bildirdiğin vaatlerini ver
bize. Kıyamet günü bizi utandırma. Sen asla sözünden caymazsın.” (3/193-194).
*
Ne demiştik adres
belli… Öyleyse dur divana, uy Kur’an’a, yönel Kabe’ye… Tıpkı Rahmet Peygamberi
ve O’nun güzel dostları gibi; sıddîklar, sâlihler, şehitler ve peygamberlerin varisleri
alimler gibi…
“Rabbimiz! Sadece sana ibadet eder ve yalnız
senden yardım isteriz.
Bizi doğru yola ilet.
Nimet verdiğin kullarının yoluna…
Gazabına uğramış ya
da sapmış olanların yoluna değil…” Âmin…
*
Not: Bu yazı Nisan
2021’de Türkiye Gençlik Vakfı Yayınları arasında çıkan Çağdaş
İnanç Problemleri adlı kitabımızın önsözünden.
19 Ramazan 1442 / 1
Mayıs 2021
0 yorum:
Yorum Gönder