
Bundan yaklaşık 1000 yıl önce yaşamış ve klasik
İslam siyaset teorisyenlerinin en önemlilerinden birisi olan Ebü’l-Hasen Ali b.
Muhammed b. Habîb el-Mâverdî (364-450/974-1058), Kavânînü’l-vizâre ve siyâsetü’l-mülk adlı eserinde özellikle Müslüman siyasetçilerde
bulunması gereken adalet ilkesi hakkında şu önemli ifadeleri kaleme almıştır:
“Sen, kendi nefsini adalete yöneltirsen
insanlar sana itaate yönelirler. Bu durumda adalete bağlanacaklarından, sana
isyana yönelmez ve senden hesap sorarken adaletin dışına çıkmazlar. Her kim ki,
hesaba çekerken zulmederse, kendisi de hesaba çekilince zulme uğrar ve her kim
ki adaletli olursa ona da insafla davranılır.
Bir Arap atasözü şöyle der: “Kim, hangi
evden çıkmışsa yine o eve girecektir.” İsa b. Meryem -Allah’ın selamı onun üzerine olsun- şöyle
buyurmuştur: “Siz hangi tartıyla tartarsanız, sizin için de o tartıyla tartılır
ve size [verdiğinizden] daha fazlası verilir.” Bu konuda şairlerden biri şöyle
demiş:
Kim inanırsa ki, kötülük yapanın yaptığı
kötülüğün
Karşılıksız kalacağına, o ne de yanlış
inanmıştır.
Bil ki; [devlet] gelirlerini ancak adalet ve
iyilikle çoğaltabilirsin. Zulüm ve kötülük gibi onları azaltan hiçbir şey
yoktur. Adalet daimî bir yatırım gibi iken; zulüm ise [devletin] kökünü kurutan bir yıkıma
benzer. Bir hikmetli sözde şöyle denmiştir: “Adalet ve insaf, birarada
yaşamanın müddetini belirler.”
Fiillerinde adil olabilmen için
cezalandırman bir suç, affetmen bir tevbe karşılığında olmalıdır. Kızgınlık hâlin
iyilikleri, sevinç hâlin kötülükleri görmene engel olmamalıdır. Süleyman b.
Davud’un -selam her ikisinin üzerine olsun-
şöyle dediği rivayet edilmiştir: İnsanlara verilmiş ve verilmemiş olan çoğu şey
bana verildi, insanlara öğretilen ve öğretilmemiş olan birçok şey bana
öğretildi. Bana ihsan edilen en faziletli şeyler; öfke ve rıza hâlinde haktan
ayrılmamak, fakirlik ve zenginlik halinde iktisatlı olmak, gizli veya açıkta Allah’tan
korkmaktır.
Hikmet sahiplerinden birisi şöyle demiştir: “Kızmayı
hak eden bazı kimselerden razı olmak, razı olmayı hak eden bazı kimselere
kızmak saltanatın sarhoşluklarındandır.” İyilikle kötülük nasıl ki eşit değilse
iyilik yapan ile kötülük yapan da eşit değillerdir. Bu konuda şöyle denmiştir:
“İnsanların en kötüsü, iyiliklerle kötülükleri bir tutandır.”
Yaptığın işlere uygun karşılık görmeyi
bekle. Senin vereceğin karşılık da, gerektiği kadar olsun. Sevap gerektiren
iyiliğe ve günah gerektiren kötülüğe vereceğin ceza ve mükâfat, yapılan o
fiillere denk olsun. [İyilik sahiplerine mükâfat vermede] memnuniyetin bir
sınırı olsa bile o sınırı aşıp daha fazlasıyla [iyilik sahiplerini]
mükâfatlandırabilirsin. Bu, o iyiliğin mükâfatı olmaktan çıkıp iyilik sahibine
bağışta bulunma sayılır. Hülasa, bu şekilde davranmakta serbestsin. Ancak,
[mükâfatlandırmada] belli kriterlerin altına inemezsin; zira [yapılan iyiliğe
karşı] misliyle karşılık vermeye mecbursun. Hasan el-Basrî şöyle der: “Mümin, sevmediği kişiye
zulmedemez, sevdiği kişiyi neden seviyor, diye de suçlanamaz.”
Yukarıdaki sözleri ile yöneticide evvela
adalet vasfının bulunması gerektiğini salık veren el-Mâverdî, yönetilenlerin
yöneticiye itaatinin önkoşulunun da yöneticinin adalet özelliğine sahip olması
olduğunu ileri sürmüştür. el-Mâverdî, yöneticilerin her halükarda adil olmaları
gerektiğini vurgulamış ve onlara adeta “adil olun ki size de adaletle
davranılsın” demeye getirmiştir. Yöneticilerin, makbul yönetilenlerden razı
olmaları ve onlardan güzel işler yapanlara istedikleri kadar mükafat
vermelerini doğal gören el-Mâverdî, suç işleyen veya itiraz edip muhalefette
bulunanlara karşı ise haddi aşmamayı telkin etmektedir. Zira adalet bunu
gerektirir.
el-Maverdî, sözkonusu kitabında siyasetin
adil olabilmesi için ise siyasetçilere şu altın öğütleri sunmuştur:
“1- Nefsini, kötülüklerden arındır
ki sana tabi olanlar da iyi olsunlar. Nefsini nezih kıl ki yardımcıların da
kendilerini nezih kılsınlar. Aç gözlülükten sakın. Çünkü o kazanamadığında seni
hırslı olmaya, kazandığında ise seni daha fazla istemeye sürükler.
2- Sırf
senin isteğine uymuş olmak için devamlı seni onaylayan kişi ile istişarede
bulunma. Bu kişi sana muhalefet etmeyi senden kopmak olarak algılar. Buna
karşılık sen, senin lehine ve aleyhine de olsa sana hakkı söyleyebilene güven
ve onunla istişare et.
3- Yalaka
tiplerin methetmelerinden (övgülerinden) sakın. Onların tabiatlarına nifak,
yerleşmiştir. Seni övmek onlara kolay ve basit gelir. Eğer sen onların bu
nifakvari övgülerine aldanırsan kendi kendini kandırır, kendine karşı dürüst
davranmamış olursun. Bu durumda senin için şu hikmetli söz geçerli olur: “Nifak
çarşısı, devamlı nefaktır (kesattır).”
4- Mazlumun
duasından sakın ve kaçın. Sana beddua ederse ona yumuşak davran ki gurura
kapılıp ona sert davranırsan bu senin azgınlığını ve zulmünü artırır. Unutma ki
Allah’ın kendisine sana karşı yardım edeceği bir kişi sana karşı mutlaka galip
gelir. Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Mazlumun
duasından korkunuz. Zira o, Allah’tan hakkını istiyor. Allah ise hiçbir hak sahibinin
hakkını bırakmaz.” Şehvetlerin esiri olmamak için şehvetlerden daima uzak dur.
Zira şehvetin kendisini mağlup ettiği kişi, şehvetin kulu olur. Şehvetin kulu
olan kişi ise artık onunla alçaldıkça alçalır.
5- Sen,
kendi nefsini adalete yöneltirsen insanlar da kendilerini sana itaate
yöneltirler. Bu durumda adalete bağlanacaklarından, sana isyana yeltenmez ve
senden hesap sorarken adalet dışına çıkmazlar. Kim ki hesaba çekerken
zulmederse, kendisi de hesaba çekilince zulme uğrar ve her kim ki insaflı (adaletli)
olursa ona da insaflı davranılır. İsa b. Meryem de -Allah’ın selamı onun ve annesinin üzerine
olsun- şöyle buyurmuştur: “Siz hangi tartıyla tartarsanız, sizin için de o
tartıyla tartılır ve daha fazlası.”
6. Lokman,
oğluna şöyle demiştir: “Ey oğlum, kötülüğü terk et ki, kötülük de seni terk
etsin. Zira kötülük, kötülük için yaratılmıştır.” İlk inen [kutsal] sayfalarda
şöyle yazılmıştır: “Kötü adamın şerri, kendisinin aleyhinedir.” Hasan b. Sehl,
Lokman Hekim’in şöyle bir sözüne rastladım der: “Üç şey vardır ki, ne yapılırsa
yapılsın zararlı oluşları önlenemez: akrabalar arasındaki düşmanlık, birbirine
denk olanların kıskançlığı ve yöneticilerin zaafları. Üç şey vardır ki, ne
yapılırsa yapılsın faydalı oluşları engellenemez: âlimlerin ibadet etmeleri,
basiret sahiplerinin kanaatkârlığı ve varlıklı kişilerin cömertliği. Üç şey de
vardır ki onlara doyulmaz: hayat, sağlık ve mal.” Şairlerden biri şöyle
demiştir: “Zamana güvenmeyin, eğer hür birine zulmetmişseniz, Zira kerem sahibi
bir mazlumun gecesi asla uykuya dalmaz.” el-Buhtürî de şöyle demiştir: “Zaman
(kaderin) seni takip ederken ey habire mal toplayan, Bunun için şu kapıyı mı bu
kapıyı mı çalayım diye habire düşünen. Habire mal mülk topladın, diyelim. Peki,
hiç düşündün mü ki? Malları harcayabileceğin günleri de toplayabildin mi?”
7.
Zaman farklı farklı renklere bürünür, yumuşaklığının ardından sertleşir;
verdiğini hep geri alır ve birleştirdiklerini ayırır (topladıklarını dağıtır).
Ebû Hazm, Ebû Bekir’den (r.a.) Hz Peygamber’in (sav) şöyle buyurduğunu rivayet
etmiştir: “Kimlerin evlerinde oturduğunuza, kimlerin topraklarını ekip
biçtiğinize ve kimlerin yollarında yürüdüğünüze bir bakın.”
Hikmet sahiplerinden biri şöyle demiş: “Dünya öyle
bir yerdir ki o sana kalsa bile sen ona kalmazsın.” Bir hikmetli meselde şöyle
denmiştir: “Kim ki zamanı şikâyet ederse, onun şikâyeti uzadıkça uzar ve kim ki
belalara karşılamazsa, belalar onu karşılar.
Bazı beliğler şöyle demişlerdir: “Dünyanın gelişi,
çokça arzulayan kişinin gelişi gibidir; ama gidişi, kaçan kişinin (sırtını
dönerek) gitmesi gibidir.” O hiçbir zaman aynı kalmaz ve durmadan değişir. Bir
tarafı bozarak diğer tarafı düzeltir ve bir dostunu üzerek diğer bir dostunu
sevindirir. Dünyaya meyletmek tehlikedir ve ona güvenmek ise ancak bir
aldanmadır. Kays b. Hatîm şöyle demiş: “Günlerin adetidir ki onun
getirdikleri, bir taraftan sevindirirken, diğer taraftan üzer.”
Kendini çirkin işler yapmaktan alıkoymalı ve
ellerini kötü işlere bulaştırmamalısın. Bunun ile günahların felaketinden ve
kötü şeylerin başına gelmesinden kurtulursun. Sonuçta korku ve hatalarından
emin olursun. Gücüne güvenerek ve kendini emniyette görerek gafil olma ki bir
bakarsın çepeçevre kuşatılıp götürülmüşsün.
el-Maverdî,
yöneticilere yönelik birinci nasihatinde yönetenin kendisini her türlü şaibeli
işlerden ve açgözlülük gibi basit sıfatlardan uzak tutması gerektiğini ifade
etmiştir. Zira bu onun yönetiminin devamlılığı için elzemdir. Bu meyanda Emevi
halifelerinden Ömer b. Abdülaziz örnek olarak görülebilir. O, halifelik yaptığı
yaklaşık 3 yıllık bir süreden sonra halife olmadan önceki durumundan daha kötü
bir durumdaydı. Hem maddi yönden daha kötü bir durumdaydı hem de bedenen de çok
zayıflamıştı. Öyle ki Halife Ömer, kul hakkı konusunda kendi işlerini yaparken
devlet çırağını kullanmayacak kadar hassastı.
İkinci
nasihatinde yöneticilerin yalaka ve yağcı kimselerle asla istişare etmemeleri
gerektiğini belirtmiştir. Çünkü onlar, doğru ve hak olanı değil, ancak
yöneticinin gönlüne uygun ve hoşuna gideni dillendirirler. Onlar için elde
etmiş oldukları makam ve gelir her şeyden önemlidir ve güya bunları korumak adına
asla yönetici ile ters düşmek istemezler.
Üçüncü
nasihatinde el-Maverdî, yöneticinin sözüedilen yalaka ve yağcı tiplerin
övgülerini kabul etmemesi gerektiğini vurgulamıştır. Zira bu, yöneticinin kendi
kendisine karşı dürüst olmaması sonucunu doğurur.
Dördüncü
nasihatte ise mazlumların duasından sakınmak ve şehvetlerin esiri olmamak
gerektiğinden sözedilmiştir. Zira malum olunduğu üzere mazlumun duası ile Yüce Allah
arasında perde yoktur. Atalarımız da alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste
demişlerdir. Bu bağlamda el-Maverdî, yöneticilerin şehvetlerin esiri olmamaları
gerektiğinden de sözetmiştir. Zira
şehvetler bir kez içine düşüldüğünde insanı kendisine köle yapar ve alçaltıkça
alçaltır.
Beşinci
nasihatte ise el-Maverdî, ne yaparsanız karşılığını alırsınız babında
yöneticinin adilane davranmasının yönetilenlerin de ona karşı adilane
davranması sonucunu doğuracağını belirtmiştir. Yine atalarımız ne ekersen onu
biçersin veya rüzgar eken fırtına biçer gibi sözleri ile bu manayı çok güzel ve
özlü bir şekilde ifade etmişlerdir.
Altıncı ve
yedinci nasihatlerde yöneticinin tüm günah ve kötülüklerden uzak durması
gerektiği ve bunun gerekçeleri anlatılmaya çalışılmıştır. Zira yönetici de diğer
insanlar gibi kısacık bir ömür sonunda ölümü tadacaktır. Bu yüzden vakit herkes için olduğu gibi onun
için de değerlidir. Atalarımızın da dediği gibi “siz vakti kesmesseniz eğer, o
sizi keser”. Yani yönetici de bu kısacık hayat dilimi içinde kötülüklerden
mümkün olduğu kadar uzak durmalı ve pişman olmayacağı bir hayat yaşamış olmak
için hayır ve iyiliklere yönelmelidir. “Kötülük kötülük getirir, iyilik ise
iyilik getirir” cümlesi ile altıncı ve yedinci nasihatler özetlenebilir.
Kaynak
Eser: Ebü’l-Hasen Ali b. Muhammed b. Habîb el-Mâverdî, Bilge Yöneticinin Elkitabı
Edebü’l-vezîr, trc. İbrahim Barca, (İstanbul: Klasik Yay., 2014), s. 53.
Konu başlıklı yazınızı okudum. Güzel ve yerinde tespitlerle dile getirmişsiniz. Yani önce insan sonra ne olursak olalım, faydalı kul ve yerinde işleri gerçekleştirilmiş oluruz. “Sen, kendi nefsini adalete yöneltirsen insanlar sana itaate
YanıtlaSilyönelirler. Bu durumda adalete bağlanacaklarından, sana isyana yönelmez ve senden hesap sorarken adaletin dışına çıkmazlar. Her kim ki, hesaba çekerken zulmederse, kendisi de hesaba çekilince zulme uğrar ve her kim ki adaletli olursa ona da insafla davranılır. Vs.” Dile getirdiğin ve insanlardan özellikle yönetici konumunda bulunanların titizlikle hareket edilmelerine vurgu yapmaktadır.
Hikmet sahiplerinden birisi şöyle demiştir: “Kızmayı hak eden bazı kimselerden razı olmak, razı olmayı hak eden bazı kimselere kızmak saltanatın sarhoşluklarındandır.” Günümüzde en pervasızca karşılaştığımız durumlardandır. Hatta benden, benden değil mantığı hâkimdir.
Hadis: Yöneticileri zengin olan halkı fakir, yöneticileri fakir olan halkı zengindir. Örneklerle belirtiğin nesihatlarda bu durum daha da bariz hal alıyor. Layıkıyla hareket eden yönetici sultan, duruma göre hareket eden sorumlular ise rezil olur deyişi hepimizce malumdur.