27 Ocak 2017 Cuma

Ebû Ömer b. Dâvud Yazdı: Geçmiş

Ebû Ömer b. Dâvud
   
Tanıdığım bütün insanlar, zaman zaman geçmişlerinde yaşadıkları güzel olayları hasretle anlatırlar. Bir süre önce Adnan Demircan Hoca bazı anılarını anlatmaya başlayınca -laf aramızda kendisinden daha genç ve yakışıklı olan- Mehmet Azimli Hoca, gençlerin hayal kurduklarını, yaşlıların ise anılarını anlattığını söyleyerek yaş meselesini gündeme getirdi. Yaşın önemli bir faktör olduğu bir hakikat ise de geçmişe öykünme sadece yaşla ilgili değil. Belki de insanlar yaşadıkları an yapamadıklarını geçmişe öykünerek ifade etmeye çalışırlar. Acaba Adnan Hoca şimdi yapamadıklarını geçmiş üzerinden mi anlatmaya çalışıyor, bilemiyorum, ancak Azimli Hoca’nın eline fırsat geçmiş adamın yaşını gündeme getiriyor. Hâlbuki bizim kültürümüzde yaşlılara hürmeten bazı yanlışlıkları dahi görülmez. Neyse konuyu dağıtmayayım.
    Geçmişe öykünmek önemlidir, ancak geçmişi yüceltmenin anlatılmak istenene bağlı hakikati saptıran bir boyutu var. Bireysel olarak hatıralarımızı dilediğimiz gibi yaşatmamızda bir mahzur yok. Anılarımızdan dilediğimizi hatırlayıp dilediğimizi unutabilir ya da unutmuş gibi yapabiliriz. Ancak geçmişe öykünerek ilmî tez savunuluyor ve iddialar tez olmaktan çıkıp ilmî bir hakikat olarak sunuluyorsa işte burada büyük bir sorunla karşı karşıyayız demektir.
    Gerçek şu ki, bugün birey ve toplum hayatımızda yaşadıklarımıza benzer şekilde geçmişte doğruların yanı sıra yanlışlar da vardı. Zulüm her zaman mevcuttu. Adaleti tesis etmeye çalışanlar da… İnsana değer verenler de vardı, onu alçaltmaya çalışanlar da…
    Bir savaşı düşünelim. Ordular karşı karşıya gelmiş. Bir tarafta desteklediğimiz bir ordu, karşı tarafta ise düşman gördüğümüz bir başka ordu… Savaşın sonunda galip geldiğimizde zaferimizi rakamlarla anlatırız. Şu kadar düşman askeri öldürüldü, şu kadar ganimet ele geçirildi, şu şehirler fethedildi, şu kadar insan esir edildi, köle pazarlarında satıldı, diye anlatırız. Bizim zaviyemizden bu anlatımlar doğrudur, ancak olanların tamamını yansıtmaz. Mesela iki orduda yer alan askerler hangi saiklerle orada bulunuyorlar? Bir taraf kazanırken diğer tarafın kaybetmesinin yakın ve uzak etkileri nelerdir? İki taraftan da savaşta doğrudan bulunma iradesi olmayan insanların maruz kaldıkları mağduriyetler yok mudur? Yetim kalan çocukların yaşayacakları mağduriyetler birbirine benzemiyor mu? Bir yöneticinin kararının sonucu neden kararda etkisi olmayan binlerce ve hatta milyonlarca insanı etkiliyor?
    Geçmişi düşündüğümüzde sadece zafer, başarı de doğruların olmadığını, hezimet, yenilgi ve yanlışların da mevcut olduğunu görürüz. Hatta zaferlerin içinde acı, mağlubiyetlerin içinde başarı hikâyelerinin olduğunu da…
    Tarih, inanç ve otoritelerin bizim için oluşturdukları şablonlarla düşünmeyi bir yana bırakırsak geçmişi yüceltici bir dille anlatmak yerine anlamaya çalışırız, ancak bu hiç de kolay değildir. Zira gerçekler çoğu zaman acıtır.
    Yaşanan olaylardan bazılarını seçerek bir geçmiş inşa etmeye kalkışmaz da hoşumuza gitmeyen olayları da görebilirsek sadece geçmişe ilişkin ayakları yere basan bir değerlendirme yapmış olmayacak, aynı zamanda günümüzde karşılaştığımız gelişmeleri daha serinkanlı bir şekilde anlayabileceğiz.
    Bugün ne kadar karmaşıksa geçmiş de o kadar karmaşıktır. Bugün ne kadar anlaşılmaz ise geçmiş de o kadar anlaşılmazdır.
27.01.2017
ebuomerbindavud@gmail.com

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar