Ebû Ömer b. Dâvud
Tanıdığım bütün insanlar, zaman zaman geçmişlerinde yaşadıkları güzel olayları hasretle anlatırlar. Bir süre önce Adnan Demircan Hoca bazı anılarını anlatmaya başlayınca -laf aramızda kendisinden daha genç ve yakışıklı olan- Mehmet Azimli Hoca, gençlerin hayal kurduklarını, yaşlıların ise anılarını anlattığını söyleyerek yaş meselesini gündeme getirdi. Yaşın önemli bir faktör olduğu bir hakikat ise de geçmişe öykünme sadece yaşla ilgili değil. Belki de insanlar yaşadıkları an yapamadıklarını geçmişe öykünerek ifade etmeye çalışırlar. Acaba Adnan Hoca şimdi yapamadıklarını geçmiş üzerinden mi anlatmaya çalışıyor, bilemiyorum, ancak Azimli Hoca’nın eline fırsat geçmiş adamın yaşını gündeme getiriyor. Hâlbuki bizim kültürümüzde yaşlılara hürmeten bazı yanlışlıkları dahi görülmez. Neyse konuyu dağıtmayayım.
Geçmişe öykünmek önemlidir, ancak
geçmişi yüceltmenin anlatılmak istenene bağlı hakikati saptıran bir boyutu var.
Bireysel olarak hatıralarımızı dilediğimiz gibi yaşatmamızda bir mahzur yok.
Anılarımızdan dilediğimizi hatırlayıp dilediğimizi unutabilir ya da unutmuş
gibi yapabiliriz. Ancak geçmişe öykünerek ilmî tez savunuluyor ve iddialar tez
olmaktan çıkıp ilmî bir hakikat olarak sunuluyorsa işte burada büyük bir
sorunla karşı karşıyayız demektir.
Gerçek şu ki, bugün birey ve toplum
hayatımızda yaşadıklarımıza benzer şekilde geçmişte doğruların yanı sıra
yanlışlar da vardı. Zulüm her zaman mevcuttu. Adaleti tesis etmeye çalışanlar
da… İnsana değer verenler de vardı, onu alçaltmaya çalışanlar da…
Bir savaşı düşünelim. Ordular karşı
karşıya gelmiş. Bir tarafta desteklediğimiz bir ordu, karşı tarafta ise düşman
gördüğümüz bir başka ordu… Savaşın sonunda galip geldiğimizde zaferimizi
rakamlarla anlatırız. Şu kadar düşman askeri öldürüldü, şu kadar ganimet ele
geçirildi, şu şehirler fethedildi, şu kadar insan esir edildi, köle
pazarlarında satıldı, diye anlatırız. Bizim zaviyemizden bu anlatımlar
doğrudur, ancak olanların tamamını yansıtmaz. Mesela iki orduda yer alan
askerler hangi saiklerle orada bulunuyorlar? Bir taraf kazanırken diğer tarafın
kaybetmesinin yakın ve uzak etkileri nelerdir? İki taraftan da savaşta doğrudan
bulunma iradesi olmayan insanların maruz kaldıkları mağduriyetler yok mudur?
Yetim kalan çocukların yaşayacakları mağduriyetler birbirine benzemiyor mu? Bir
yöneticinin kararının sonucu neden kararda etkisi olmayan binlerce ve hatta
milyonlarca insanı etkiliyor?
Geçmişi düşündüğümüzde sadece zafer,
başarı de doğruların olmadığını, hezimet, yenilgi ve yanlışların da mevcut
olduğunu görürüz. Hatta zaferlerin içinde acı, mağlubiyetlerin içinde başarı
hikâyelerinin olduğunu da…
Tarih, inanç ve otoritelerin bizim
için oluşturdukları şablonlarla düşünmeyi bir yana bırakırsak geçmişi yüceltici
bir dille anlatmak yerine anlamaya çalışırız, ancak bu hiç de kolay değildir.
Zira gerçekler çoğu zaman acıtır.
Yaşanan olaylardan bazılarını
seçerek bir geçmiş inşa etmeye kalkışmaz da hoşumuza gitmeyen olayları da
görebilirsek sadece geçmişe ilişkin ayakları yere basan bir değerlendirme
yapmış olmayacak, aynı zamanda günümüzde karşılaştığımız gelişmeleri daha
serinkanlı bir şekilde anlayabileceğiz.
Bugün ne kadar karmaşıksa geçmiş de
o kadar karmaşıktır. Bugün ne kadar anlaşılmaz ise geçmiş de o kadar
anlaşılmazdır.
27.01.2017
ebuomerbindavud@gmail.com
0 yorum:
Yorum Gönder