11 Ocak 2017 Çarşamba

“Muhammed Resûlullah” Filmi Üzerine Bazı Düşünceler





   Günümüzde sinema sanatının gücü ve bu alanda birçok hizmetin verilebileceği müsellemdir. İslam dünyasında da bu sanatla ilgili önemli çalışmalar yapılmalı, kültür ve medeniyetimizin insanlığa ışık tutacak birçok özelliği sinema üzerinden insanlara ulaştırılmalı, hassaten son dönemlerde İslam aleyhine oluşturulan düşmanca algıyı yıkacak çalışmalar yapılmalıdır.

İslam medeniyetinin en önemli ve etkili insanı Hz. Muhammed (sas) hakkında da filmler ve belgeseller yapılmalı, bu alanlarda hazırlanacak çalışmalarda açılım getirecek denemeler olmalıdır. Mecid Mecidî’nin ciddi bir emekle ortaya koyduğu yaklaşık üç saatlik  “Muhammed Resûlullah” filmi bu anlamda atılmış önemli bir adım olmakla birlikte beklentilerin gerisinde kalmıştır.

Film vesilesiyle İslam dünyasında, bir sanat olan sinemada tarihî ve dinî kişilikleri göstermenin olumlu ve olumsuz yönleri etraflıca tartışılmalıdır. Batı’da Hz. İsa ile ilgili çevrilen filmlerde onu oynayan oyuncuların yüzü gösterildiği için aktörlerin oyun gücü yönetmenlerin elini rahatlatmakta, sanat yönü ortaya çıkan, etkileyici filmler çevrilmektedir. İslâm dünyasında yapılan çalışmalarda Hz. Peygamber’in görüntüsünün verilmemesi/verilememesi yönetmenlerin hareket alanını kısıtlamaktadır. Bu durumda farklı anlatım yöntemleri denenmeli ve yeni yöntemler geliştirilmelidir.

Film bağlamında tartışmalardan biri doğrudan Hz. Muhammed’in (sas) bebekliğine ve çocukluğuna ilişkin yüzünün görünmediği görüntülerdir. Allah Resûlü’nün yüzünü göstermeme hususunda ciddi bir hassasiyet gösterilmişse de buna rağmen filmin bu yönüyle de tartışıldığı görülmektedir. İran’da, tasvir konusuna oldukça müsamahakâr bakılır. Yıllar önce ön kapağının iç yüzünde Hz. Muhammed’in, arka kapağının iç yüzünde ise Hz. Ali’nin resmedildiği bir Yasin-i Şerif görmüştüm. Birkaç yıl önce ise Humeyni’nin meşhur odasında Hz. Peygamber’in bir tasvirinin yer aldığını müşahede etmiştim. Bu sebeple Mecidi’nin, filmini Şiîlerden çok Sünnîleri dikkate alarak şekillendirdiği söylenebilir.

Tarihî kişiliklerle ilgili çevrilen filmlerde aktörün oynadığı kişiyle özdeşleştirilmesi gibi tehlikeli bir durum söz konusudur. Nitekim daha önce çevrilen Çağrı filminde oynayan Anthony Quinn’in birçok izleyici tarafından Hz. Hamza’yla özleştirildiği bir gerçektir. Bu risk benzer filmler için önemli çıkmazlardan biridir.

Muhammed Resûlullah filminin sanatsal niteliği ve Hz. Peygamber’in gösterilmesi meselesinin tartışılmasını işin ehline bırakarak filmi daha çok tarihî veriler açısından kritik etmeye çalışacağım. Bu arada yer yer tarihî duruma ters düştüğünü düşündüğüm konulara da işaret etmeye çalışacağım.

Öncelikle filmin başında Yönetmen’in imzasıyla yazılı olarak gösterilen ve seslendirilen metinde filmin “kesin tarihî bilgilerden” hareketle çevrildiği ifade edilmektedir ki bu ifade ciddi sorunlar taşımaktadır. Zira bu, hem tarih bilimi açısından kullanılması mümkün olmayan bir ifadedir, hem filmde işlenen rivayetler açısından söylenmesi mümkün değildir. Zira filmde anlatılan bazı olaylarla ilgili rivayetler hususunda ciddi tartışmalar ve eleştiriler mevcuttur. Hz. Peygamber’in doğumu sırasında meydana gelen olağanüstü olaylar, putların yüzüstü yere yıkılmaları, Zemzem’in taşması, gökyüzünde bir ışığın göründüğü ve bunun üzerine Yahudilerin o gün doğan peygamberi aramaya başlamaları, film boyunca Yahudilerin işin içinde gösterilmesi bunlardandır. Yahudilere atfedilen rol, oldukça abartılıdır.

Tarihî bir film mezheplerin tercihlerine göre değil, tarihçilerin danışmanlığında oluşturulan bir senaryoya göre çevrilmelidir. Kuşkusuz bu durumda da tartışmalar olabilir; ancak en azından film, bilimsel bir temele oturur.

Filmin başından itibaren Ebû Tâlib’in Müslüman olarak gösterilmesinin de “kesin tarihî bilgi” olarak değerlendirilemeyeceği gibi bu hususta Ehl-i Sünnet ile Şîa arasında görüş ayrılıkları mevcuttur. Yönetmen burada Şîa’nın görüşünü benimsemiş görünmektedir. Yönetmen’in Ebû Tâlib’in Müslüman olduğuna inanması ve bunu işlemesi de hakkıdır. Ancak bu durumda kesin bir tarihî bilgiden değil, bir tercihten söz edilmelidir.

Fil Olayı’nın tasvirinde sinema teknikleri başarılı bir şekilde kullanılmış olmasına rağmen, filmde Abdülmuttalib’in Mekke’nin lideri olarak gösterilmesi ve Kâbe anahtarlarının onda olduğunun vurgulanması da sorunlu bir yaklaşımdır. Zira Ahlâf Mutayyebûn rekabeti çerçevesinde sorun çözülürken Kâbe’nin muhafızlığı ve perdedarlığı [sidâne ve hicâbe] görevleri Abdüddâroğullarına bırakılmıştır. Bundan dolayı Kâbe’nin anahtarının Abdülmuttalib’te olduğu yaklaşımı doğru değildir.

Kaynaklarda yer alan Hz. Peygamber’in doğumu sırasında Ahmed’in yıldızının doğduğuna dair rivayet tartışmalıdır. Hz. İsa için İncil’de yer alan bir anlatımın Hz. Peygamber’in hayatına uyarlanmış hali gibi görünmektedir.

Abdülmuttalib’in Hz. Peygamber’in doğumundan haberdar oluş şekli de tarihî rivayetlere uymamaktadır. Öte yandan onun adeta Hz. Peygamber’e iman etmiş biri gibi gösterilmesi ve Hz. Muhammed’in elçi olacağını bilen yaklaşımı da tarihî rivayetlerle uyuşmamaktadır.

Filmde Emevî-Hâşimî düşmanlığı abartılmıştır. Emevî-Hâşimî rekabeti aile içi liderlik rekabeti olup Mekke’nin liderliğiyle ilgili değildir. Zira Emevîlerle Hâşimîler, Abdümenâfoğullarından olup onların rekabeti kabile içi rekabettir. Bu rekabetin Ebû Leheb’in konuşmalarında bir düşmanlık olarak sunulması da doğru değildir.

Ebû Leheb’in hanımı Ümmü Cemîl’in gizliden gizliye Abdullah’a âşık olduğu imajı verilmiştir ki buna ilişkin tarihî veriler olmadığı kanaatindeyim. Zira Abdullah’la ilgili anlatılanların büyük bir kısmı sorunludur.

Filmde dönemin şartlarına uymayan görüntüler yer almıştır. Sa’doğullarından olan Halime’nin kabilesinin göçebe olması gerekirken bir köyde yerleşik hayat yaşadıkları şeklinde bir tasvire yer verilmiştir.

Ukâz’da ya da pazarda satışı yapılan bazı ürünlerin o sırada burada bulunması pek mümkün değildir. Örneğin portakal ve elma bu bölgenin pazarında satılabilecek ürünler olmamalıdır. Nitekim portakal Ümit Burnu’nun 1488 yılında keşfinden sonra Hindistan taraflarından Avrupa’ya gelmiş, Osmanlı Devleti’ne de Portekiz’den geldiği için Portugal kelimesinden hareketle Portakal olarak isimlendirilmiştir. Elma ve portakalın Hz. Peygamber’in Medine ziyaretinde de çokça gösterildiği dikkat çekmektedir. Öte yandan Medine tasviri, Kur’an’da anlatılan cennet tasvirlerine benzemektedir.

Hz. Peygamber’in annesi Âmine’nin bir muvahhide olarak gösterilmesi de sorunlu bir yaklaşımdır. Bu konuda yeterli bilgiye sahip olmadığımız için kesin bir kanaat izhar etmek doğru değildir.

Halime’nin Hz. Peygamber’i süt çocuğu olarak alması hikâyesi kaynaklarda yer alan ve filmin senaryosu açısından daha güçlü unsurlara sahip bir anlatım yerine, daha zayıf bir kurguyla sunulmuştur. Halime’nin çocuğu almaya kocasının kesilmek üzere satmak istediği devenin yönlendirmesiyle ulaşması da bilinen yaygın rivayetin dışındadır.

Hz. Peygamber’in annesiyle yaptığı Medine seyahatinin dönüşünde bir savaşın meydana gelmesi, burada Ebû Tâlib’e abartılı bir rol verilmesi de filmde verilmek istenen mesajın bir parçası gibi görünmektedir. Hatta burada hiç yeri yokken Gadir’e gidinceye kadar kendilerine yetecek yemeğin ayrılması ve diğerinin muhtaçlara dağıtılması diyaloguna yer verilmiştir.

Filmde Ebû Süfyân’a biçilen rol, dönemin şartlarına uymamaktadır. Ebû Süfyân’ın Mekke’de öne çıkması, Bedir savaşında Mekke’nin ileri gelen liderlerinin ölmesi ve Bedir öncesi ile sonrasındaki bazı liderlerin yaşlılık ya da hastalık sebebiyle ölmelerinden sonradır. Ebû Süfyân Hz. Peygamber’den beş-altı yaş büyüktür. Hz. Peygamber Mekke’deyken ailesinden [Abdüşems’ten] Utbe b. Rebia, Şeybe b. Rebia gibi daha çok öne çıkan şahsiyetler vardı.

Rivayetlerde Hz. Peygamber ve annesinin Medine’ye yolculuklarına Ümmü Eymen de refakat ettiği halde ona ya yer verilmemiş ya da tanınmayacak kadar silikleştirilmiştir. Bunun da sonraki tarihî gelişmelerden kaynaklanan mezhebî bir yaklaşımın sonucu olması muhtemeldir.

Ebû Tâlib’in Ebvâ köyüne giderek Hz. Muhammed’i Mekke’ye götürdüğüne dair hikâyeye ilk dönem kaynaklarında rastlayamadım. Yine Hz. Peygamber’in Mekke’ye hasta olarak getirildiğine dair bilgi de ilk dönem kaynaklarındaki anlatımlarda rastlanan bir bilgi değildir.

Diri diri toprağa gömülen kız çocuğu ile ilgili anlatılan hikâyede de kahramanların ve olayların karıştırıldığını görüyoruz. Bu olaylara Hz. Peygamber’in müdahil olduğuna dair temel kaynaklara dayalı bilgiye sahip değiliz.

Filmde Hz. Peygamber’e nispet edilen bazı mucizeler, İsavarî bir Muhammed anlatımı tercih edildiğini söylememize imkân vermektedir. Sanki Hz. Peygamber’in hayatı üzerinden Hz. İsa anlatılmış gibi bir hisse kapılmamak mümkün değildir.

Filmin sonlarında gösterilen Hz. Peygamber’in güneşe kurban edilmek istenen aileyi kurtarması ve ardından denizin kabararak insanlara balık atması, ilk kaynaklarda rastlanmayan efsanevî bir anlatımdır.

Filmin sonundaki savaş sahnelerinde çok sayıda atın gösterilmesi yanlış bir algıdan kaynaklanmaktadır. Hz. Peygamber’in yaşadığı dönemde Hicaz bölgesinde atların sayısı azdı. Zira atlar, sıcak çöl ikliminde uzun yolculuklara dayanıklı hayvanlar değildir. Atlar ancak kısa yolculuklarda ve manevra kabiliyeti yüksek olduğu için savaşlarda tercih edilmekteydi. Nitekim Hz. Peygamber dönemindeki savaşlarda bir-kaç at bulunduğuna dair rivayetler mevcuttur.

Yukarıda bir kısmına değindiğimiz tercihler sebebiyle filmin Hz. Peygamber’in hayatını anlatan tarihî bir film olmaktan ziyade fantastik bir film olduğu, Hz. Peygamber’in sürekli arkadan gösterilmesinin ise onu öne çıkarmadığını bilakis, silik bir role büründürdüğünü söyleyebiliriz.

Film, hayatının her aşamasını mucizelerin ihata ettiği bir peygamber anlatımı üzerine kurgulanmıştır. Doğrusunu söylemek gerekirse -temel kaynaklarda daha az olsa da- bu anlatıma kaynaklık edecek birçok rivayet bulmak mümkündür. Ancak Hz. Peygamber’in mücadelesini bir beşer-elçi olarak anlatan çok sayıda rivayet de vardır. Allah Elçisi’nin çocukluk dönemiyle ilgili nakillerin önemli bir kısmı üzerinde ittifak mevcut olmayıp bunlara dayalı bir senaryonun tartışılması kaçınılmazdır.

Hz. Peygamber’i anlatan bir filmin dayanacağı bilgiler, Kur’ân-ı Kerim, ilk üç asırda telif edilmiş siyer ve hadis kaynakları ile tefsir kaynakları olmalıdır. Kuşkusuz bu anlatım belli bir mezhebin görüşüne göre değil, tarihî verilerden hareket etmelidir. Tarihî verilerin ise sağlam bir metodoloji ile ele alınması ve kritik edildikten sonra senaryoya dönüştürülmesi gerekir. Bu film vesilesiyle sorunun, mezhebî tarafgirlikle değil, akl-ı selimle ele alınmasını ve hayırlı sonuçlara ulaşılmasını diliyorum.

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar