Günümüzde sinema sanatının gücü ve bu alanda birçok hizmetin verilebileceği müsellemdir. İslam dünyasında da bu sanatla ilgili önemli çalışmalar yapılmalı, kültür ve medeniyetimizin insanlığa ışık tutacak birçok özelliği sinema üzerinden insanlara ulaştırılmalı, hassaten son dönemlerde İslam aleyhine oluşturulan düşmanca algıyı yıkacak çalışmalar yapılmalıdır.
İslam
medeniyetinin en önemli ve etkili insanı Hz. Muhammed (sas) hakkında da filmler
ve belgeseller yapılmalı, bu alanlarda hazırlanacak çalışmalarda açılım
getirecek denemeler olmalıdır. Mecid Mecidî’nin ciddi bir emekle ortaya koyduğu
yaklaşık üç saatlik “Muhammed
Resûlullah” filmi bu anlamda atılmış önemli bir adım olmakla birlikte beklentilerin
gerisinde kalmıştır.
Film
vesilesiyle İslam dünyasında, bir sanat olan sinemada tarihî ve dinî
kişilikleri göstermenin olumlu ve olumsuz yönleri etraflıca tartışılmalıdır. Batı’da
Hz. İsa ile ilgili çevrilen filmlerde onu oynayan oyuncuların yüzü gösterildiği
için aktörlerin oyun gücü yönetmenlerin elini rahatlatmakta, sanat yönü ortaya
çıkan, etkileyici filmler çevrilmektedir. İslâm dünyasında yapılan çalışmalarda
Hz. Peygamber’in görüntüsünün verilmemesi/verilememesi yönetmenlerin hareket
alanını kısıtlamaktadır. Bu durumda farklı anlatım yöntemleri denenmeli ve yeni
yöntemler geliştirilmelidir.
Film
bağlamında tartışmalardan biri doğrudan Hz. Muhammed’in (sas) bebekliğine ve
çocukluğuna ilişkin yüzünün görünmediği görüntülerdir. Allah Resûlü’nün yüzünü
göstermeme hususunda ciddi bir hassasiyet gösterilmişse de buna rağmen filmin
bu yönüyle de tartışıldığı görülmektedir. İran’da, tasvir konusuna oldukça müsamahakâr
bakılır. Yıllar önce ön kapağının iç yüzünde Hz. Muhammed’in, arka kapağının iç
yüzünde ise Hz. Ali’nin resmedildiği bir Yasin-i Şerif görmüştüm. Birkaç yıl
önce ise Humeyni’nin meşhur odasında Hz. Peygamber’in bir tasvirinin yer
aldığını müşahede etmiştim. Bu sebeple Mecidi’nin, filmini Şiîlerden çok Sünnîleri
dikkate alarak şekillendirdiği söylenebilir.
Tarihî
kişiliklerle ilgili çevrilen filmlerde aktörün oynadığı kişiyle özdeşleştirilmesi
gibi tehlikeli bir durum söz konusudur. Nitekim daha önce çevrilen Çağrı
filminde oynayan Anthony Quinn’in birçok izleyici tarafından Hz. Hamza’yla
özleştirildiği bir gerçektir. Bu risk benzer filmler için önemli çıkmazlardan
biridir.
Muhammed
Resûlullah filminin sanatsal niteliği ve Hz. Peygamber’in gösterilmesi meselesinin
tartışılmasını işin ehline bırakarak filmi daha çok tarihî veriler açısından
kritik etmeye çalışacağım. Bu arada yer yer tarihî duruma ters düştüğünü
düşündüğüm konulara da işaret etmeye çalışacağım.
Öncelikle
filmin başında Yönetmen’in imzasıyla yazılı olarak gösterilen ve seslendirilen
metinde filmin “kesin tarihî bilgilerden” hareketle çevrildiği ifade
edilmektedir ki bu ifade ciddi sorunlar taşımaktadır. Zira bu, hem tarih bilimi
açısından kullanılması mümkün olmayan bir ifadedir, hem filmde işlenen
rivayetler açısından söylenmesi mümkün değildir. Zira filmde anlatılan bazı
olaylarla ilgili rivayetler hususunda ciddi tartışmalar ve eleştiriler
mevcuttur. Hz. Peygamber’in doğumu sırasında meydana gelen olağanüstü olaylar,
putların yüzüstü yere yıkılmaları, Zemzem’in taşması, gökyüzünde bir ışığın
göründüğü ve bunun üzerine Yahudilerin o gün doğan peygamberi aramaya
başlamaları, film boyunca Yahudilerin işin içinde gösterilmesi bunlardandır.
Yahudilere atfedilen rol, oldukça abartılıdır.
Tarihî
bir film mezheplerin tercihlerine göre değil, tarihçilerin danışmanlığında
oluşturulan bir senaryoya göre çevrilmelidir. Kuşkusuz bu durumda da
tartışmalar olabilir; ancak en azından film, bilimsel bir temele oturur.
Filmin
başından itibaren Ebû Tâlib’in Müslüman olarak gösterilmesinin de “kesin tarihî
bilgi” olarak değerlendirilemeyeceği gibi bu hususta Ehl-i Sünnet ile Şîa
arasında görüş ayrılıkları mevcuttur. Yönetmen burada Şîa’nın görüşünü
benimsemiş görünmektedir. Yönetmen’in Ebû Tâlib’in Müslüman olduğuna inanması
ve bunu işlemesi de hakkıdır. Ancak bu durumda kesin bir tarihî bilgiden değil,
bir tercihten söz edilmelidir.
Fil
Olayı’nın tasvirinde sinema teknikleri başarılı bir şekilde kullanılmış
olmasına rağmen, filmde Abdülmuttalib’in Mekke’nin lideri olarak gösterilmesi
ve Kâbe anahtarlarının onda olduğunun vurgulanması da sorunlu bir yaklaşımdır.
Zira Ahlâf Mutayyebûn rekabeti çerçevesinde sorun çözülürken Kâbe’nin
muhafızlığı ve perdedarlığı [sidâne ve hicâbe] görevleri Abdüddâroğullarına
bırakılmıştır. Bundan dolayı Kâbe’nin anahtarının Abdülmuttalib’te olduğu
yaklaşımı doğru değildir.
Kaynaklarda
yer alan Hz. Peygamber’in doğumu sırasında Ahmed’in yıldızının doğduğuna dair
rivayet tartışmalıdır. Hz. İsa için İncil’de yer alan bir anlatımın Hz.
Peygamber’in hayatına uyarlanmış hali gibi görünmektedir.
Abdülmuttalib’in
Hz. Peygamber’in doğumundan haberdar oluş şekli de tarihî rivayetlere
uymamaktadır. Öte yandan onun adeta Hz. Peygamber’e iman etmiş biri gibi gösterilmesi
ve Hz. Muhammed’in elçi olacağını bilen yaklaşımı da tarihî rivayetlerle
uyuşmamaktadır.
Filmde
Emevî-Hâşimî düşmanlığı abartılmıştır. Emevî-Hâşimî rekabeti aile içi liderlik
rekabeti olup Mekke’nin liderliğiyle ilgili değildir. Zira Emevîlerle
Hâşimîler, Abdümenâfoğullarından olup onların rekabeti kabile içi rekabettir.
Bu rekabetin Ebû Leheb’in konuşmalarında bir düşmanlık olarak sunulması da doğru
değildir.
Ebû
Leheb’in hanımı Ümmü Cemîl’in gizliden gizliye Abdullah’a âşık olduğu imajı
verilmiştir ki buna ilişkin tarihî veriler olmadığı kanaatindeyim. Zira
Abdullah’la ilgili anlatılanların büyük bir kısmı sorunludur.
Filmde
dönemin şartlarına uymayan görüntüler yer almıştır. Sa’doğullarından olan
Halime’nin kabilesinin göçebe olması gerekirken bir köyde yerleşik hayat
yaşadıkları şeklinde bir tasvire yer verilmiştir.
Ukâz’da
ya da pazarda satışı yapılan bazı ürünlerin o sırada burada bulunması pek
mümkün değildir. Örneğin portakal ve elma bu bölgenin pazarında satılabilecek
ürünler olmamalıdır. Nitekim portakal Ümit Burnu’nun 1488 yılında keşfinden
sonra Hindistan taraflarından Avrupa’ya gelmiş, Osmanlı Devleti’ne de
Portekiz’den geldiği için Portugal kelimesinden hareketle Portakal olarak
isimlendirilmiştir. Elma ve portakalın Hz. Peygamber’in Medine ziyaretinde de
çokça gösterildiği dikkat çekmektedir. Öte yandan Medine tasviri, Kur’an’da
anlatılan cennet tasvirlerine benzemektedir.
Hz.
Peygamber’in annesi Âmine’nin bir muvahhide olarak gösterilmesi de sorunlu bir
yaklaşımdır. Bu konuda yeterli bilgiye sahip olmadığımız için kesin bir kanaat
izhar etmek doğru değildir.
Halime’nin
Hz. Peygamber’i süt çocuğu olarak alması hikâyesi kaynaklarda yer alan ve filmin
senaryosu açısından daha güçlü unsurlara sahip bir anlatım yerine, daha zayıf
bir kurguyla sunulmuştur. Halime’nin çocuğu almaya kocasının kesilmek üzere
satmak istediği devenin yönlendirmesiyle ulaşması da bilinen yaygın rivayetin
dışındadır.
Hz.
Peygamber’in annesiyle yaptığı Medine seyahatinin dönüşünde bir savaşın meydana
gelmesi, burada Ebû Tâlib’e abartılı bir rol verilmesi de filmde verilmek
istenen mesajın bir parçası gibi görünmektedir. Hatta burada hiç yeri yokken
Gadir’e gidinceye kadar kendilerine yetecek yemeğin ayrılması ve diğerinin
muhtaçlara dağıtılması diyaloguna yer verilmiştir.
Filmde
Ebû Süfyân’a biçilen rol, dönemin şartlarına uymamaktadır. Ebû Süfyân’ın
Mekke’de öne çıkması, Bedir savaşında Mekke’nin ileri gelen liderlerinin ölmesi
ve Bedir öncesi ile sonrasındaki bazı liderlerin yaşlılık ya da hastalık
sebebiyle ölmelerinden sonradır. Ebû Süfyân Hz. Peygamber’den beş-altı yaş
büyüktür. Hz. Peygamber Mekke’deyken ailesinden [Abdüşems’ten] Utbe b. Rebia,
Şeybe b. Rebia gibi daha çok öne çıkan şahsiyetler vardı.
Rivayetlerde
Hz. Peygamber ve annesinin Medine’ye yolculuklarına Ümmü Eymen de refakat
ettiği halde ona ya yer verilmemiş ya da tanınmayacak kadar
silikleştirilmiştir. Bunun da sonraki tarihî gelişmelerden kaynaklanan mezhebî
bir yaklaşımın sonucu olması muhtemeldir.
Ebû
Tâlib’in Ebvâ köyüne giderek Hz. Muhammed’i Mekke’ye götürdüğüne dair hikâyeye
ilk dönem kaynaklarında rastlayamadım. Yine Hz. Peygamber’in Mekke’ye hasta
olarak getirildiğine dair bilgi de ilk dönem kaynaklarındaki anlatımlarda
rastlanan bir bilgi değildir.
Diri
diri toprağa gömülen kız çocuğu ile ilgili anlatılan hikâyede de kahramanların
ve olayların karıştırıldığını görüyoruz. Bu olaylara Hz. Peygamber’in müdahil olduğuna
dair temel kaynaklara dayalı bilgiye sahip değiliz.
Filmde
Hz. Peygamber’e nispet edilen bazı mucizeler, İsavarî bir Muhammed anlatımı
tercih edildiğini söylememize imkân vermektedir. Sanki Hz. Peygamber’in hayatı
üzerinden Hz. İsa anlatılmış gibi bir hisse kapılmamak mümkün değildir.
Filmin
sonlarında gösterilen Hz. Peygamber’in güneşe kurban edilmek istenen aileyi
kurtarması ve ardından denizin kabararak insanlara balık atması, ilk
kaynaklarda rastlanmayan efsanevî bir anlatımdır.
Filmin
sonundaki savaş sahnelerinde çok sayıda atın gösterilmesi yanlış bir algıdan
kaynaklanmaktadır. Hz. Peygamber’in yaşadığı dönemde Hicaz bölgesinde atların
sayısı azdı. Zira atlar, sıcak çöl ikliminde uzun yolculuklara dayanıklı
hayvanlar değildir. Atlar ancak kısa yolculuklarda ve manevra kabiliyeti yüksek
olduğu için savaşlarda tercih edilmekteydi. Nitekim Hz. Peygamber dönemindeki
savaşlarda bir-kaç at bulunduğuna dair rivayetler mevcuttur.
Yukarıda
bir kısmına değindiğimiz tercihler sebebiyle filmin Hz. Peygamber’in hayatını
anlatan tarihî bir film olmaktan ziyade fantastik bir film olduğu, Hz.
Peygamber’in sürekli arkadan gösterilmesinin ise onu öne çıkarmadığını bilakis,
silik bir role büründürdüğünü söyleyebiliriz.
Film,
hayatının her aşamasını mucizelerin ihata ettiği bir peygamber anlatımı üzerine
kurgulanmıştır. Doğrusunu söylemek gerekirse -temel kaynaklarda daha az olsa
da- bu anlatıma kaynaklık edecek birçok rivayet bulmak mümkündür. Ancak Hz.
Peygamber’in mücadelesini bir beşer-elçi olarak anlatan çok sayıda rivayet de
vardır. Allah Elçisi’nin çocukluk dönemiyle ilgili nakillerin önemli bir kısmı
üzerinde ittifak mevcut olmayıp bunlara dayalı bir senaryonun tartışılması
kaçınılmazdır.
Hz.
Peygamber’i anlatan bir filmin dayanacağı bilgiler, Kur’ân-ı Kerim, ilk üç
asırda telif edilmiş siyer ve hadis kaynakları ile tefsir kaynakları olmalıdır.
Kuşkusuz bu anlatım belli bir mezhebin görüşüne göre değil, tarihî verilerden
hareket etmelidir. Tarihî verilerin ise sağlam bir metodoloji ile ele alınması
ve kritik edildikten sonra senaryoya dönüştürülmesi gerekir. Bu film vesilesiyle
sorunun, mezhebî tarafgirlikle değil, akl-ı selimle ele alınmasını ve hayırlı
sonuçlara ulaşılmasını diliyorum.
0 yorum:
Yorum Gönder