18 Nisan 2021 Pazar

KUTSAL MEKÂNLARIN TAHRİBİNİN TOPLUMSAL HAFIZA ÜZERİNE ETKİSİ

 

KUTSAL MEKÂNLARIN TAHRİBİNİN TOPLUMSAL HAFIZA ÜZERİNE ETKİSİ*

Metin BOZAN**

Giriş

Dini literatürümüzde mescitler, türbeler ve benzeri ziyaretgahların konumu ve ziyaret edilirse nelere dikkat edilmesi gerektiğine dair detaylı bilgiler ve uyarılar mevcuttur. Ancak uyarılara rağmen toplumların bu hususu ihmal ettiği de bir vakıadır. Nitekim dikkatlice tetkik edildiğinde görülecektir ki, toplumsal hafızadaki kutsal, dini literatürdeki kutsalı kapsayan; ancak ilavelerle zenginleştirilen bir olgudur. Bir başka ifadeyle toplumsal hafızadaki kutsal, gerçekte olması gereken değil de “toplumun algısında olan” şeklinde karşımıza çıkmaktadır. İşte bu nedenle çalışmamızda kutsal mekân kavramıyla gerçekte dini ilmi literatürdekiler değil, vakıayı; yani toplumun yaşamındaki kutsal olan ve kendisine anlam yüklenenler esas alınacaktır. Bu nedenle araştırmada hadiseler ya da karizmatik kişilikler ele alınırken bunların doğru veya yanlışlığı tartışılmayacaktır. Belli bir dönemde belli grup, gelenek, mezhep, dini yapılanma vb. tarafından tarihi hadiselere ve kişiliklere yüklenilen anlam dünyası üzerinde durulacaktır. Yine araştırmada toplumsal hafıza “hatırlama” veya “unutma” ile kastedilecek olan, belirli değerler etrafında birleşen grup, cemaat, mezhep, dini yapılanma vb.nin “bellek”inin “hatırladığı” şey olacaktır.

1.     Geçmiş ve Toplumsal Hafıza: “Hatırlama”nın Oluşturulması Bağlamında İnşa Edilen “Tarihsel Algılar”

Geçmiş dediğimiz şey bir olgudur. Buna “yaşanmış gerçeklik” dememiz de mümkündür. Geçmişte yaşanan hadiseler çeşitli ihtilaflara yol açmış bu ihtilaflar süreç içerisinde kurumsallaşarak geleneklerin/dini yapılanmaların ortaya çıkmasına neden olmuşlardır. Her ne kadar gelenekler/dini yapılanmalar vuku bulan hadiselerin yorumlanmasının ürünü ise de kurumsallaşma süreçlerinde ya da daha sonraki aşamalarda söz konusu geleneklerin/dini yapılanmaların geçmiş ile hesaplaşması söz konusu olmuştur. Zira görüşlerin sistematize edilmesi sürecinde ortaya çıkan bazı zorunlu/sorunlu durumlar ya da muhaliflerin yönelttikleri kimi eleştiriler, geçmişe dönük bir yeni faaliyeti ortaya çıkarmıştır. Buna göre “geçmiş” yeniden yorumlanarak bazı verilerin ihmali ve bazılarının ise daha fazla ön plana çıkarılmasıyla dini yapılanmaların/geleneklerin aklına uygun bir tarih inşa edilmeye başlanmıştır. Yani “geçmiş”, gelenekler içerisinde yeniden anlamlandırılarak yeni forma/formlara sokulmuştur.

Geçmişin inşasında dikkat çeken husus, bu faaliyetin geçmiş ile ilgilenmek kadar; hatta ondan daha ziyade “şimdi ve gelecek” ile ilgilenmesi ve onları şekillendirme arzusunda olmasıdır. Bu nedenle gelenekler ve dini yapılanmalar, gelecekte “biz” (ve bazen de “ötekiler”) üzerinden nasıl bir algı oluşturmak istemişlerse, geçmişi buna uygun bir forma sokmuşlardır.

İyi-kötü/güçlü-zayıf olduğuna bakılmaksızın girişilen söz konusu faaliyetler ikna edici midir? Bu sorunun cevabı belirsizdir. Lakin “Geçmiş”in algılar üzerinden aktarılmasının muhalifleri ikna etmekten ziyade kendi müntesiplerinin bağlılıklarını pekiştirme amacına yönelik olduğunu söylemek mümkündür. Bu şekilde müntesiplerin başka görüş ve inançlara kayması engellenmeye çalışılmıştır. Bu bağlamda müntesiplerinin aidiyet bilinçlerini pekiştirmeye yönelik söylem geliştirilirken çoğu kere “ötekileştirici” bir dil kullanılarak muhaliflerin kötülenmesi/düşmanlaştırmasına da özen gösterilmiştir.

Gelenek ve dini yapılanmalar, kendi müntesiplerinin bağlılıklarını sağlayan “aidiyet bilinçlerini” oluşturmada çeşitli argümanlar kullanmaktadırlar. Bunların en önemlileri tarihte yaşamış dini-manevi önderler veya geleneklerin korunması ve yaşatılması için mücadele etmiş tarihi şahsiyetlerdir. Söz konusu manevi veya tarihi şahsiyetler sayesinde “hak” olan dava yok olmamış; günümüze kadar ulaşabilmiştir. Bu şahsiyetlerin sonraki nesillere aktarımı esnasında kullanılan dil ise muzaffer veya mağlup olmayla paralellikler arz etmiştir.  Bu bağlamda muzaffer toplumların ya da hâkim geleneklerin tercih ettiği dil genelde kahramanlıklar olmuştur. Mağluplar veya muktedir geleneklerin ötekileştirdikleri gelenek veya dini yapılanmalar ise bunu genelde acılar üzerinden geliştirmeye çalışmışlardır. Yani ötekileştirilenler, özellikle de ötekileştirilmiş etnik kimliklerle özdeşleşmiş gelenekler veya dini yapılanmalar, aidiyet bilinçlerini daha çok Kerbela benzeri seçilmiş travmalar üzerinden oluşturmuşlardır.

Söz konusu gelenekler ve dini yapılanmaların pek çoğu, aidiyet bilinçlerini pekiştirmek maksadıyla “hafıza” oluşturmada kadim din ve kültürlere, bazen de efsanelere müracaat etmiş; hatta bazen gerçekte var olmayan mitolojik şahsiyetler üretmişlerdir.

Görülmektedir ki, dini değerler, kahramanlıklar, acılar, kutsallıklar, mitolojiler, kadim din ve kültürler üzerinden bir toplumsal bellek/toplumsal hafıza oluşturulmaktadır.

2.     Toplumsal Hafıza Bağlamında Kutsal Mekânlar

Toplumsal hafızanın yani “ortak bellek”in en önemli unsuru “hatırlama”dır. “Hatırlama”nın sonraki nesillere aktarımı sözlü, yazılı ve anıt mekanlar olmak üzere üç temel kaynak üzerinden gerçekleştirilir. (Goody, 2009: 128-132) Konumuz olan kutsal mekanlar ise bunlardan daha fazla bir şey ifade etmektedir. Zira kutsal mekanlar (Hiyerofani), somut tarihsel yönleri olması nedeniyle orijine işaret etme bağlamında geçmişin bir hayal olmadığı şuurunu oluşturma gücüne sahiptirler. (Eliade, 2005: 433) Öte yandan sözlü anlatılarla süslenen kutsal mekânlar, yer yer kitabe ve sembol/şekillere de sahiptirler. Böyle durumlarda kutsal mekanlar sözlü, yazılı ve mekânsal olarak üç boyutla zihinlere hitap etmektedirler. Dolayısıyla aidiyet bilincini oluşturan “ortak bellek”in yani “hafıza”nın en önemli unsuru olan “hatırlama”nın aktarımının en güçlü yollarından birisi, kutsal mekanlardır, denilebilir. (Assman, 2015: 23, 52)

Söz konusu kutsal mekanların bir kısmı açık alanlardadır. Bunlar bazen tabiatın ortasında azametiyle duran muhteşem kayalar, taş duvarlar, kutsal yollar, su kaynakları, ağaç ve koruluklar ya da dağlar veya tepelerdir. Öte yandan açık alanlardaki kimi mezarlıklar ve bu mezarlıklarda bulunan türbeler de doğal kutsal mekanlardır. Nitekim eski dinlerde mezarlar, ölüler kültünün merkezi olarak kabul edilmektedir. Nitekim insanlık tarihi kadar eski olan dağ ve tepe kültlerine Bektaşi Menakıpnamelerinde, Kızılbaşlar, Nusayriler ve Yezidiler’de de rastlamak mümkündür. Tasavvuf tarihinde de dağlar daha ziyade inziva, ibadet ve riyazât ile ilişkili olarak zikredilmektedirler. Kutsal mekanların önemli bir kısmı ise kapalı mekanlardır. Bazı mağara ve inler, evler, mabet ve türbeler bu kapsamdadır. Söz konusu yapılar, ibadet ve ayin yerleri olarak takdis edilirken bazen de kutsal kabul edilen bir din adamının yahut velinin uzlete çekildiği mekân kutsallaştırılabilmektedir. (Bkz. Yörükan, 1998: 262, Ocak, 1983: 114 vd.; Sarıkçıoğlu, 2011: 88 vd.)

Bazı kutsal mabetlerin ziyaret yeri olarak genişlemesi ve etrafının imar edilmesi ile etraflarında şehirler dahi inşa edilmiştir. Kudüs ve Kerbela bunun tipik örnekleridir. Öte yandan Necef, Kum, Şiraz ve Meşhed kentleri orada bulunan türbeler sayesinde kutsallık kazanmış ve nüfus açısından gelişmişlerdir. Bununla beraber bazı şehirler de evliya türbeleri nedeniyle yoğun olarak ziyaret edilmektedir. Abdulkadir Geylânî’nin türbesinin bulunduğu Bağdat, Mevlânâ Celaleddin Rumi’nin türbesinin bulunduğu Konya bu türlere örnek olarak verilebilir.

3.     Kutsal Mekanların Fonksiyonları

Kutsal mekanların çok ciddi bir işlevselliği vardır. Zira oluşturulan kutsal mekanlarla hatırlanması istenen zamanın hadiseleri veya o dönemde yaşamış/yaşadığı kabul edilen mümtaz şahsiyetlerin cisimleştirilmesi arzu edilir. Burada kültürel bellekteki unsurlar, dış nesnelerle ilişkilendirilerek somutlaştırılır. (Asmann, 2015: 49, 65) Onları ziyaret etmenin faziletleri zikredilir, bazıları için Hac ibadeti kadar sevap kazanılacağı ifade edilir. Bazen de Haccın bizzat ifa edildiği mekâna dönüştürülür. (Bkz. Bozan, 2012: 106 vd.) Oraları ziyaret edenlerin günahlarından arınacağı; cennete girmeyi hak edeceği müjdelenir. Bu bağlamda kutsal mekanlara has ritüeller ihdas edilir. Efsane ve hikayeler üzerinden söz konusu türbelerin gizemi arttırılır. Özellikle mabed ve tapınakları ziyaret edenler o mekânda bulunan kutsiyetler üzerinden Tanrılarıyla samimi ve içten iletişime geçip sorunlarını paylaşır. Yapılan ibadetler, sunulan kurban ve adaklarla dilekler iletilir. Bu şekilde toplumlar, başlarına gelmiş acı çaresizlikleri aşmak veya gelecek musibetlere karşı korunmak için bu manevi kişilerin gücüne sığınır ve onların kendilerine yardım edeceğine inanır. Uhrevi taleplerinin yanı sıra insanlar, şifa bulma, kısmet açılması, çocuk sahibi olma vb. dertlerine deva gibi dünyevi isteklerde de bulunur. Bazen de buralarda istihareyle gayb aleminden güzel bir işaret aranır. Söz konusu kutsal yerler sığınak görevi de görür. Nitekim kimi zaman buralara sığınan tehdit altındaki masum veya suçlu kimseler için bir bu mekanlar, “iltica” yerine dönüşür. Kısacası halk, çevrenin manevi koruyucusu işlevi yüklenen söz konusu kutsal mekanlarda kendisini güven içerisinde hisseder. 

Kutsal mekanların ortak yaşam alanı işlevi de vardır. Nitekim bazı toplumlarda kutsal mekanlar hayatın o kadar içindedir ki, bayram ve matem gibi törenlerin yanı sıra festivaller ve düğün gibi türlü eğlence aktiviteler buralarda düzenlenir. Bazen yeni evlenenler, bazen askere gönderilenler öncelikle bu mekanları ziyaret eder. Kimi zaman kutsal mekanlar etrafında aşevleri ve eğitim merkezleri kurulur. Dini/mezhebi inanç esaslarının aktarılmasında da bu merkezlerin işlevselleştirilebildiğine rastlanır. (Demir, 2017: 243) Bu bağlamda kutsal mekanlar etrafında yaşayanlar, kendilerini bu mekanlarla özdeşleştirir. Sonraki nesiller de bu mekanları ziyaret ederek kendi değerlerini yaşatır. Çocuklar bu mekanların etrafında oynayıp kutsal kişiliklerin efsane ve menkıbelerini dinleyerek büyür. Toplumun sosyal ve psikolojik yönlerini anlatan bu efsane veya menkıbelerde Allah’a en yakın kabul edilen velinin ya da kahramanın üzerinden sosyal veya ahlaki değerler sistemi aktarılır. (Helimoğlu, 1990: 21) Bu şekilde onların etrafında toplumun özlemini çektiği ideal bir dünya oluşturulur. Zira değerler en mükemmel şekliyle bu kişilerde yaşanmıştır.

Tüm bunları göz önüne alırsak kutsal mekanlar geçmişi hatırlamada, kültürel belleği pekiştirmede ve kimlik oluşturmada çok önemli rollere sahiptir, denilebilir. Nitekim Necef, Kum Şiraz gibi şehirlerde şehrin Şii kimliğinin kazanılması ve sonraki kuşaklara aktarılmasında türbeler etkin rol oynamıştır. (Bkz. Demir, 2017: 122) Zira türbe, anıt ve mabed gibi kutsal mekanlar üzerinden aidiyet bilincini oluşturan bilgiler, görsele de hitap ettiği için hafızada daha canlı tutulabilirler. Bu yolla geçmiş ile bugün birleştirilir. “Şimdiki zamanın ufkuna bir başka zamanın görüntüleri” ve ufku aktarılır. Duygu ve değerlerle yüklü anlamlar kurulur. Sosyal ideolojik ve mezhebi aidiyetler ve sorumlulukların devamlılığı sağlanır. Yani var olan ya da oluşturulan mekanlar üzerinde neyi “hatırlamamız”; diğer bir ifadeyle neyi unutmamamız gerektiği öğretilir. (Bkz. Assman, 2015: 23, 38, 47, 49, 68). Özellikle mabed ve türbelerin işlevleri o kadar güçlüdür ki, oralarda yaşayan toplumlar kendilerinden sonraki kuşaklara bu mekanlar üzerinden toplumsal hafızalarını aktarırlar.

4.     Kutsal Mekanların Tahribinin Olumsuz Etkileri

Yukarıdaki değerlendirmelerden de anlaşıldığı gibi toplumsal hafızanın yapı taşları olan öğelerin muhafazası ve sonraki nesillere intikalinde kutsal mekanlar hayati önemi haizdir. Zira bunlar toplumsal değerlerin orijinine işaret etmektedir. Onların yok edilmesi, toplumsal hafızanın yok edilmesi ve dolayısıyla yaşamı anlamlı kılan “değerler”i ortadan kalkma tehlikesini beraberinde getirmektedir. Ancak bir vakıadır ki, tarihsel süreç içinde doğal afetler, çatışmalar veya kasti tahripler sonucu toplumlara aidiyet bilinci kazandıran pek çok kutsal mekân yıkılmıştır. Nitekim kimisi bulundukları yerde tarihsel dini kimlik oluşturan Irak, Suriye, Bahreyn, Pakistan, Afganistan, Mısır, Libya, Fas, Mali, ve Somali’de Peygamberler, Sahabe ve Tabiun’a nispet edilen türbeler dahil pek çok Sünni, Şii, Kakai, Yezidi ve diğer din mensuplarına ait kutsal mekan tahrip edilmiştir. (Bkz. http://arkeofili.com/?p=1099)

Tamamen yıkılan veya yok edilen pek çok kutsal mekân bir iki neslin yaşam müddetince soyut olarak işlevini sürdürse de daha sonraları kaybolup gitmektedir. Özellikle savaş ortamında kutsal mekanlar üzerinden hikayeleri sonraki nesillere aktaran kimseler de öldürülebilmektedir. Kutsal mekanlar ve onların sözlü aktarıcılarının yok edilmesiyle efsaneler, menkıbeler birkaç nesil sonra unutulabilmektedir. Toplumsal hafıza küllerin ve yıkıntıların altında kalmaktadır.

Halk bazında teorik anlatımdan ziyade menkıbe ve efsaneler üzerinden gerçekleştirilen toplumsal hafızanın aktarımına vurulan darbeyle de hafıza silinebilmektedir. Ancak insan tabiatı boşluk kabul etmemektedir. Sonraki nesiller, bu yönden de dış kültürel tesirlere açık hale gelmektedir. Nitekim günümüzde küreselleşme ile somut bir şekilde batı görsel mitolojilerinin hikâye ve efsanelerimizin yerini almış olması bunun somut bir örneğidir.

Sonuçta savaşlar, yıkımlar ve tarihi yapılara yönelik bilinçsiz müdahaleler sadece maddi kayıp ve can kaybıyla sınırlı değildir; toplumun hafızasını da tahrip etmektedir. Sonraki kuşakları kimliksiz bırakabilmekte; aidiyet bilinçlerini derinden sarsmaktadır. Özellikle Ortadoğu’da son dönemde yaşananlar, Haçlılar ve Moğolların yaptıkları tahribatla kıyaslanabilecek hale gelmiştir. Unutulmamalıdır ki, sağlık ve teknolojik olarak maddi dünyayı bire bir şekilde yeniden inşa etmek mümkündür. Ama kültürel belleği oluşturan değerleri “hatırlama”nın güçlü araçları olan, kimisi 3 ya da 5 bin yılda doğal olarak inşa edilen şehirlerin ve şehirlere kimliğini veren kutsal mekanların tahribiyle ortaya çıkan/çıkacak olan durumun telafi edilmesi hemen hemen olanaksızdır ve bunun etkileri muhtemelen çok uzun yıllar kendisini hissettirecektir.

*Bu yazı Metin BOZAN, Kutsal Mekanların Tahribinin Toplumsal Hafıza Üzerine Etkisi, e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi, Aralık-2018 Cilt:10 Sayı:4 (22), Sayfa:1228-1237. Makalesinden hulasa edilmiştir.

** Prof. Dr. Metin BOZAN, Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Mezhepleri Tarihi Öğretim Üyesi.

Kaynakça

ASSMAN, Jan, Kültürel Bellek, Çev. Ayşe Tekin, Ayrıntı, İstanbul 2015.

BOZAN, Metin, Şeyh Adi B. Müsafir, Hayatı, Menkıbevi Kişiliği ve Yezidi İnancındaki Yeri, Nubihar, İstanbul 2012

DEMİR, Habip, Horasan’da Şiilik İran’da Şiiliğin Tarihsel Kökleri, Otto, Ankara 2017

ELİADE, Mircea, Dinler Tarihi, Serhat Kitabevi, Konya 2005

GOODY, Jack, “Sözlü Kültür”, Millî Folklor, 2009, Yıl 21, Sayı 83, S. 128-132.

HELİMOĞLU Yavuz, Muhsine, Diyarbakır Efsaneleri, Doruk Yay., Ankara 1990

OCAK, Ahmet Yaşar, Alevi ve Bektaşi İnançlarının İslam Öncesi Temelleri, İletişim Yay. İstanbul 1983.

ONAT, Hasan “Kerbela’yı Doğru Okumak http://www.hasanonat.net/index.php/81-kerbela-y-dogru-okumak

SARIKÇIOĞLU, Ekrem, Din Fenomolojisi, Fakülte Kitabevi, Isparta 2011.

YÖRÜKAN, Yusuf Ziya, Anadolu’da Aleviler ve Tahtacılar, T. C. Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1998. http://arkeofili.com/?p=1099

 


0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar