TARİHÎ SÜREÇ İÇERİSİNDE ERMENİLER VE ERMENİ MESELESİ- IV
- DİNÎ KİMLİK, KİLİSE VE ERMENİ MİLLİYETÇİLİĞİNİN OLUŞUMU –
Doç. Dr. Cahit KÜLEKÇİ
Önceki yazılarımızda sıklıkla temas ettiğimiz üzere Ermenilerin millî kimliklerini oluştururken kökenlerine ilişkin anlatımların, birden fazla millete matuf olması ayrıca bu anlatımlara mitolojik unsurların eşlik etmesi Ermenilerin ulusal kimliklerini, kökenlerini açık bir şekilde ortaya konulmasını zorlaştıran bir husustur. Halen de bu zorluk aşılabilmiş değildir. Ermenilerin mitolojik tarihlerinde olduğu gibi dinlerinde de benzer durum söz konusudur. Fakat Ermeni Kilise’nin, geç tarihte de olsa oluşturulması ve müstakil kiliseler arasında değerlendirilmeye başlanması, Ermenilerde oluşan dinî kimliğin daha mutlak ifadeler taşımasını gerekli kılmaktadır.
Ermenilerin Hıristiyan olmadan önceki inanışlarına dair birden
fazla farklı görüş ileri sürülse de temelde Ermeniler ya Zerdüşt ya da puta
tapan bir millet olarak değerlendirilmektedir. Burada da Pers ve Yunan etkileri
söz konusudur. Perslilerden Zerdüştülük, Yunanlılardan da puta tapıcılık
noktasında etkilenen Ermenilerin, Hıristiyan olmadan önceki dini inanışlarını
doğal olarak tek bir başlık halinde incelemek mümkün değildir. Bu durum elbette
Ermenilerin yaşadıkları bölgelerdeki hâkim medeniyetlerin etkisi altında
olduğundan gerçekleşmiştir. Çünkü Ermeniler tarihlerinde hiçbir zaman
bulundukları bölgede tek güç haline gelememişler, bağımsız bir devlet kuramamışlar
ve dolayısıyla da siyâseten tanınmamışladır. Ancak Ermenilerin millî kilise
inşâlarından sonra kendilerine olan bakış da değişmiş, bu inşâ zaman zaman
bulundukları mahallerden göç ettirilmeleriyle sonuçlanmıştır. Kaldı ki
Hıristiyanlığa geçmelerinden evvel Hıristiyan olan sâir halk üzerinde de
çeşitli baskıların olduğu, bundan Romalıların dahi etkilendiği ifade
edilmektedir.
Öte yandan Ermeni Kilisesi, havarilere dayanmaktadır ve bu yönüyle
doğrudan apostalik kiliseler arasında sayılmaktadır. Kilisenin dayandırıldığı
havariler Tateos ve Partoğimeos’tur. Bu
münasebet bakımından da Ermeni Kilisesi ile Süryânî ve Nastûrî kiliseleri ortak
paydaya sahip olmaktadır.
Söz konusu havarilerin Ermeniler arasına girmesi ve Hıristiyanlığı
yaymaya başlaması ise 30’lu yıllarda gerçekleşmiştir ve bu bilgi de bir
efsaneyle açıklanabilmektedir. Efsâneye göre Roma İmparatoru Tiberius döneminde
Urfa kralı olan Abgar, cüzzam hastalığına yakalanmış ve İsa adında birisinin
ortaya çıktığını, hastaları iyi ettiğini duymuştur. Bunun üzerine Abgar,
adamlarından Hananya ile İsa’ya bir mektup göndermiştir. Abgar, mektubunda
İsa’nın ya ‘Tanrı’ veya ‘Tanrı’nın Oğlu’ olabileceğini inandığını belirtmiş,
bulunduğu yere gelip kendisini iyi etmesini istemiş ve Yahudilerin fenalıklarına
karşı kendisini koruyabileceğini belirtmiştir. İsa da bu mektup üzerine
kendisinin gelemeyeceğini ve havarilerinden birisini göndereceğini
belirtmiştir. Gönderilen havari de Abgar’ı tedavi etmiştir. Böylelikle Abgar
vaftiz olarak Hıristiyanlığa girmiştir. Ermeniler arasında da Hıristiyanlığın
yayılması bu hadiseden sonra başlamış ve Ermeniler 301 yılından itibaren toplu
olarak Hıristiyanlığa girmişlerdir.
Aktardığımız efsaneye göre Ermenilerin Hıristiyanlığa girişleri
Urfa kralı Abgar sayesinde gerçekleşmiş ve 301 yılından sonra da millet olarak
Ermenilerin resmî dini Hıristiyanlık olmuştur.
Bu çerçevede Ermenilerin Hıristiyanlığı kabul eden ilk topluluk olduğu
da ifade edilmektedir.
Hıristiyanlığın kabul edilmesiyle birlikte Ermenilerin, önceki
tarihlerine kıyasla daha sistemli faaliyetler yürüttüklerini söylememiz
mümkündür. Millet halinde birlikte hareket ve bulundukları bölgelerde diğer
güçlerle mücadele edebilme yetenekleri, Ermenileri erken bir tarihte olmasa da
belli dönemlerde kısa süreli bölgesel iktidarlıklara taşımış, aralarında
bulunan ahlâkî yapı sayesinde de varlıklarını korumuşlardır. Bahsettiğimiz bu
dinamiğin sağlayıcısı da şüphesiz kilise ve din adamlarıdır.
Bu çerçevede Moses Chorenensis, daha önce de belirttiğimiz üzere,
Ermenilerin millî tarihlerine ilişkin bilgi veren ilk tarih yazarlarından
birisi olarak kabul edilmektedir. Bunun yanında Moses Chorenensis, aynı zamanda
yine bir aziz olan Ermeni alfabesinin mucidi Mesrob’un da öğrencisidir. V.
yüzyılda yaşadığı ifade edilen Chorenensis’in yazdığı Ermeni tarihi, Yunan
kaynakları başta olmak üzere pek çok antik kaynağa da yer vermiş ve bu
özellikleriyle Ermenilerin millî tarihlerindeki ilk sistematik tarih kitabı
hüviyetini kazanmıştır. Ermenilerin ilk atasının ‘Hayk’ olduğu görüşü de mitolojik
anlatılardan ayrı olarak, müellifin verdiği bilgilerden anlaşılmaktadır. Zira
onun verdiği bu bilgi Ermenileri hem Frigyalılar’dan hem de Urartular’dan ayrı
bir millet konumuna, dolayısıyla müstakil bir millet haline getirmektedir.
Hatta denilebilir ki, onun telif ettiği tarih kitabı, günümüzde yazılan Ermeni
tarihleri için de bir rehber olma niteliğini korumaktadır. Ermeni tarihinin
‘babası’ olarak nitelenen Chorenensis, aynı zamanda aziz bir piskopostur ve
İncil’in Ermenice’ye çevrilmesinde, dolayısıyla Hıristiyan öğretisinin
Ermeniler arasında intişarında hayli etkisi vardır.
Önceki yazılarımızda da ismi geçen Michael Chamich de Ermenilerin
millî tarih yazarlarından birisidir ve o da bir papazdır. Ermenilerin kökenleri
hakkında en geniş bilgilerin yer aldığı eserinde Chamich, kaynak olarak genelde
Chorenensis’i gösterse de Ermenilerin millî kimliklerine dair daha açık
ifadeler kullanır. Telif etmiş olduğu ‘Ermeni Tarihi’ isimli kitabı Ermeni
milliyetçiliğinin uyanışını sağlayan kitaplardan birisi olarak
değerlendirilmektedir. Çünkü Chamich, Ermeni mehitarist birliğine mensuptur ve
kilise tarafından Orta Doğu’ya misyonerlik faaliyetleri için gönderilmiştir.
1794’te İstanbul’a da gelen Chamich, burada bir mehitarist okul açmış ve
Ermenilerde millî benliğin uyanması için çalışmalar yapmıştır. Ölümüne kadar da
İstanbul’da kalmıştır.
Ermenilerin millî kimliklerinin oluşmaya başlaması da işte bahsi
geçen mehitarist birliğinin çalışmalarının pratik bir sonucudur. Bu kimlik
Ermeniler arasında bir tür millî kaygılarla hareket etme güdüsünü de
beraberinde getirecek ve mehitaristlerin çalışmalarıyla, Ermeniler iskân
edildikleri bölgelerde, artık daha fazla millî duygularla hareket tarzına
kavuşacaktır.
Öte yandan Mehitarist Birliği her şeyden önce bir kilise birliğidir.
Kurucusu da bir Ermeni rahiptir. 1701 yılında rahip Sivaslı Mehitar [Mığhitar]
(1676-1749) tarafından Venedik’te kurulan birliğin temel amacı Hıristiyanlığı
yaymak ve Ermeni inancının daha iyi anlaşılmasını sağlayarak, Ermenilerde bir
millet olabilme boyutunu Ermenilere kazandırmaktır. Bu yönüyle birlik, Ermeni
toplumunda da kültürel bir yenilik olarak değerlendirilmekte ancak Ermeniler
arasında bile birliğin faaliyetleri kuşkuyla karşılanmaktadır. 1708 yılında
Madon’da ilk kiliselerini kuran mehitaristler, kurumsallaşmaya da burada
başlayacaklardır. Venedik’in de gözetiminde çalışmalar yürüten mehitarist
birliği kısa sürede maddî güce kavuşmuş olacak ki, hem yeni açmış oldukları
kilisenin tüm borçlarını ödeyecekler hem de buradan kazandıkları paralarla yeni
kiliseler inşâ edebileceklerdir.
Temelde Hıristiyanlık öğretisini yayma amacıyla hareket eden birlik
üyeleri aynı zamanda ibadette, dilde, ayin usullerinde ve yazıda Ermenice’ye
önem vererek, millî unsurlarına sahip çıktıklarını göstereceklerdir. Doğal
olarak bu faaliyetler Latin kilisesi ile Ermeni kilisesi arasında yaşanan bir
tür üstünlüğü kapma yarışı gibi algılanacaktır. 1705’te papayla dahi konuştuğu
ifade edilen rahip Mehitar’ın başlattığı birliğin faaliyetleri arasında sadece
kilise açmak ya da misyonerler vasıtasıyla birliğin faaliyetlerini insanlara
yaymak yoktur. Oldukça fazla sayıda neşre de imza atan birliğin neşirlerinin
ortak paydasının Ermeni ve Ermeni dili olduğu dikkat çekmektedir. 1840’ta
neşredilen ve mehitar birliğine mensup bir rahip Harcutiun Aukerian tarafından
yazılan Fransızca-Ermenice-Türkçe sözlük buna bir örnek teşkil eder. Yine rahip
Samuel Kantaryan tarafından yazılan ve 1886’da basılan sözlüğü de bir başka
örnektir. Mehitarist rahiplerden Hagopos İsaverdents tarafından yazılan ve
1874’te neşredilen ‘Ermenistan ve Ermeniler’ kitabı da mehitarist birliğinin
faaliyetleri çerçevesinde önem arz etmektedir.
Görüldüğü üzere birlik ve birliğin üyeleri, Ermenilerdeki millî
kimliğin oluşumunda etkili olabilmek için hayli çaba sarf etmişlerdir. Bunu
yapmaya çalışırken de diğer Hıristiyan milletlere yakın durmuşlar, onların
desteklerini sağlamaya çalışmışlardır. Belki de ilk aşamada Rum Ortodoks
Kilisesi ile yaşanması muhtemel gerginliklerin Papa’yla da yaşanmasını
engelleyebilmek için, birliğin kurucusu olan rahibin Papa’yla görüştüğü öne
sürülmüştür. Gerçi birliğin Venedik’te,
Roma Katolik Kilisesi’ne yakın bir alanda kurulması ve faaliyet sahasını
buradan genişletmeye başlamasıyla Katoliklerin Ermeniler’i desteklediği anlamına
gelmemelidir. Zira rahip Mehitar’ın daha çok şahsî bağlantıları sayesinde
birliğin İtalya’da tutunabildiği ifade edilmektedir. Buradan da anlaşıldığına göre Ermenilerin
müstakil bir millet olması, başka bir ifadeyle müstakil kilise olarak güçlenmeleri
ne Ortodoks ne de Roma Kilisesi’nin tasvîb edebileceği bir husus olarak
değerlendirilmemiştir.
Rahip Mehitar’ın Venedik’te başlatmış olduğu birliğin, günümüzde de
varlığını korumayı başarmış bir Ermeni cemaatini teşekkül etmesi, şehirde
kendilerine has bir yapılanmayı da beraberinde getirmiştir. Bunda rahibin,
sözünü ettiğimiz bağlantılarının etkisi açıktır. Venedik’te zor da olsa
sağlanan güven ortamından sonra rahibin ekümenik birtakım kaygılarla hareket
etmesi, Ermenilerle Roma Kilisesi arasında yeni bir gerginliğin de başlangıcı
olacaktır. Zira Roma’nın da bu manada faaliyetlerinin olduğu bilinmektedir.
Ermenilerin ekümenik anlayışlarıyla Roma Kilisesi’nin ekümenik anlayışı
arasındaki farklılık, mezkûr gerginliği arttıracak ve mehitaristlerin farklı bölgelere
doğru hareketini elzem kılacaktır. 1714’te rahip Mehitar’ın Vatikan nezdinde birtakım
teşebbüslerde bulunarak, Katolik Ermenilerle birlikte ayrı bir cemaat olarak
tanınmalarını istemesi ve Vatikan’ın böyle bir isteği geri çevirmesi de bizi,
mehitaristlerin aslında hem Vatikan hem de diğer Ermeni cemaatlerinden ayrılma
düşüncesi nedeniyle Katolik olmayan Ermeniler tarafından pek desteklenmediği
sonucuna götürmektedir.
Gerçi kendisi öğretilerini yayabilmek için daha çok küçük yaştaki
Ermenilere yönelmiş ve tüm Ermeni gençlerini çalışmalarının bir parçası haline
getirmeyi hedeflemişti. Bu hedef, ilerleyen süreçte Ermeni milleti için elbette
geri dönüşüm sağlayacaktı. Nitekim
kendisi vefat ettikten sonra mirasına özellikle Katolik olan Ermenilerin sahip
çıkması şaşırtıcı olmamalıdır.
Katoliklerin mehitaristlere verdikleri desteğin diğer Ermeni
cemaatlerince verilmemesi, birliğin kuruluş amacaı olan ‘Ermeni milletini yeniden
ihyâ etme’ fikrine oldukça zıt bir görünüm arz eder. Hatta bu durum, öncelikle
Ermeniler arasında huzursuzluğa sebep olacaktır. Ermeni Kilisesi’nin
Katolikleşerek marjinal çizgeye gelmesi ne kilisenin ve Katolik olduğu halde
Roma’nın ne de Ortodoks Ermenilerin işine gelmemektedir. Ermeni Kilisesi bu
yüzden birliğin karşısında olmuş, destek vermemiştir. Tam da burada Ermenilerin
huzursuzlukları ortaya çıkmaktadır. Çünkü birlik temelde Ermeni milletinin
hayrı gibi görünen faaliyetler içinde bulunsa da bir tür mezhep kavgasını da
peşinden sürüklemekteydi. Üstelik Roma ve diğer bazı batılı devletlerin
Ermenileri Katolikleştirerek kendi kiliselerine kazandırma çabaları da birlik
üzerinden sürdürülmekteydi. Buna göre birlik, Ermeni Katoliklerinden de
uzaklaşmış olacak ve Roma’nın koruması, iktidarı altına girmiş olacaktı.
Roma’nın mehitarist birliği üzerindeki baskılarının artmasıyla daha
çok Osmanlı topraklarına doğru yayılma temayülüne girmesi, Osmanlı Devleti’nin
de bu çerçevede tedbir almasını gerekli kılacağı elbette takdir edilebilir.
Nitekim bu konuda Osmanlı da Venedik’te yetişen papazların İstanbul’a gelerek,
neşirlerini Osmanlı topraklarında yaymamaları noktasında Ermenileri
uyaracaktır. Fakat tüm uyarı ve tedbirlere rağmen, Ermenilerin millî bilincinin
uyandırılmasını hedefleyen birliğin hem yayınları hem de fikirleri hızla
Ermeniler arasında yayılmış, hatta Ermeni piskopos Osep Argotyan III. Selim
zamanında muhayyel bir ‘Ararat Krallığı’ projesi hazırlayarak Rus çariçesi II.
Katerina’ya sunmuş ve onay da almıştır.
Elbette Ermenilerin, millî kimliklerinin oluşmaya başlaması,
aktardığımız vâkıalardan çok daha önceki bir döneme tekabül etmektedir. Nitekim
Ermeni alfabesinin icadı ve dinî kimliğin tanımlanması da ifade ettiğimiz millî
kimliğin ana unsurları arasında değerlendirilmelidir. Bu çerçevede millî kimlik
inşâsının, belirli dönemlerde gündeme geldiği, belirli dönemlerde de bu yöndeki
çalışmaların yoğunluğunu kaybettiğini söyleyebiliriz.
0 yorum:
Yorum Gönder