29 Nisan 2021 Perşembe

TARİHÎ SÜREÇ İÇERİSİNDE ERMENİLER VE ERMENİ MESELESİ- IV

 


TARİHÎ SÜREÇ İÇERİSİNDE ERMENİLER VE ERMENİ MESELESİ- IV

- DİNÎ KİMLİK, KİLİSE VE ERMENİ MİLLİYETÇİLİĞİNİN OLUŞUMU –

 

Doç. Dr. Cahit KÜLEKÇİ

Önceki yazılarımızda sıklıkla temas ettiğimiz üzere Ermenilerin millî kimliklerini oluştururken kökenlerine ilişkin anlatımların, birden fazla millete matuf olması ayrıca bu anlatımlara mitolojik unsurların eşlik etmesi Ermenilerin ulusal kimliklerini, kökenlerini açık bir şekilde ortaya konulmasını zorlaştıran bir husustur. Halen de bu zorluk aşılabilmiş değildir. Ermenilerin mitolojik tarihlerinde olduğu gibi dinlerinde de benzer durum söz konusudur. Fakat Ermeni Kilise’nin, geç tarihte de olsa oluşturulması ve müstakil kiliseler arasında değerlendirilmeye başlanması, Ermenilerde oluşan dinî kimliğin daha mutlak ifadeler taşımasını gerekli kılmaktadır.

Ermenilerin Hıristiyan olmadan önceki inanışlarına dair birden fazla farklı görüş ileri sürülse de temelde Ermeniler ya Zerdüşt ya da puta tapan bir millet olarak değerlendirilmektedir. Burada da Pers ve Yunan etkileri söz konusudur. Perslilerden Zerdüştülük, Yunanlılardan da puta tapıcılık noktasında etkilenen Ermenilerin, Hıristiyan olmadan önceki dini inanışlarını doğal olarak tek bir başlık halinde incelemek mümkün değildir. Bu durum elbette Ermenilerin yaşadıkları bölgelerdeki hâkim medeniyetlerin etkisi altında olduğundan gerçekleşmiştir. Çünkü Ermeniler tarihlerinde hiçbir zaman bulundukları bölgede tek güç haline gelememişler, bağımsız bir devlet kuramamışlar ve dolayısıyla da siyâseten tanınmamışladır. Ancak Ermenilerin millî kilise inşâlarından sonra kendilerine olan bakış da değişmiş, bu inşâ zaman zaman bulundukları mahallerden göç ettirilmeleriyle sonuçlanmıştır. Kaldı ki Hıristiyanlığa geçmelerinden evvel Hıristiyan olan sâir halk üzerinde de çeşitli baskıların olduğu, bundan Romalıların dahi etkilendiği ifade edilmektedir.

Öte yandan Ermeni Kilisesi, havarilere dayanmaktadır ve bu yönüyle doğrudan apostalik kiliseler arasında sayılmaktadır. Kilisenin dayandırıldığı havariler Tateos ve Partoğimeos’tur.  Bu münasebet bakımından da Ermeni Kilisesi ile Süryânî ve Nastûrî kiliseleri ortak paydaya sahip olmaktadır.

Söz konusu havarilerin Ermeniler arasına girmesi ve Hıristiyanlığı yaymaya başlaması ise 30’lu yıllarda gerçekleşmiştir ve bu bilgi de bir efsaneyle açıklanabilmektedir. Efsâneye göre Roma İmparatoru Tiberius döneminde Urfa kralı olan Abgar, cüzzam hastalığına yakalanmış ve İsa adında birisinin ortaya çıktığını, hastaları iyi ettiğini duymuştur. Bunun üzerine Abgar, adamlarından Hananya ile İsa’ya bir mektup göndermiştir. Abgar, mektubunda İsa’nın ya ‘Tanrı’ veya ‘Tanrı’nın Oğlu’ olabileceğini inandığını belirtmiş, bulunduğu yere gelip kendisini iyi etmesini istemiş ve Yahudilerin fenalıklarına karşı kendisini koruyabileceğini belirtmiştir. İsa da bu mektup üzerine kendisinin gelemeyeceğini ve havarilerinden birisini göndereceğini belirtmiştir. Gönderilen havari de Abgar’ı tedavi etmiştir. Böylelikle Abgar vaftiz olarak Hıristiyanlığa girmiştir. Ermeniler arasında da Hıristiyanlığın yayılması bu hadiseden sonra başlamış ve Ermeniler 301 yılından itibaren toplu olarak Hıristiyanlığa girmişlerdir.

Aktardığımız efsaneye göre Ermenilerin Hıristiyanlığa girişleri Urfa kralı Abgar sayesinde gerçekleşmiş ve 301 yılından sonra da millet olarak Ermenilerin resmî dini Hıristiyanlık olmuştur.  Bu çerçevede Ermenilerin Hıristiyanlığı kabul eden ilk topluluk olduğu da ifade edilmektedir.

Hıristiyanlığın kabul edilmesiyle birlikte Ermenilerin, önceki tarihlerine kıyasla daha sistemli faaliyetler yürüttüklerini söylememiz mümkündür. Millet halinde birlikte hareket ve bulundukları bölgelerde diğer güçlerle mücadele edebilme yetenekleri, Ermenileri erken bir tarihte olmasa da belli dönemlerde kısa süreli bölgesel iktidarlıklara taşımış, aralarında bulunan ahlâkî yapı sayesinde de varlıklarını korumuşlardır. Bahsettiğimiz bu dinamiğin sağlayıcısı da şüphesiz kilise ve din adamlarıdır.

Bu çerçevede Moses Chorenensis, daha önce de belirttiğimiz üzere, Ermenilerin millî tarihlerine ilişkin bilgi veren ilk tarih yazarlarından birisi olarak kabul edilmektedir. Bunun yanında Moses Chorenensis, aynı zamanda yine bir aziz olan Ermeni alfabesinin mucidi Mesrob’un da öğrencisidir. V. yüzyılda yaşadığı ifade edilen Chorenensis’in yazdığı Ermeni tarihi, Yunan kaynakları başta olmak üzere pek çok antik kaynağa da yer vermiş ve bu özellikleriyle Ermenilerin millî tarihlerindeki ilk sistematik tarih kitabı hüviyetini kazanmıştır. Ermenilerin ilk atasının ‘Hayk’ olduğu görüşü de mitolojik anlatılardan ayrı olarak, müellifin verdiği bilgilerden anlaşılmaktadır. Zira onun verdiği bu bilgi Ermenileri hem Frigyalılar’dan hem de Urartular’dan ayrı bir millet konumuna, dolayısıyla müstakil bir millet haline getirmektedir. Hatta denilebilir ki, onun telif ettiği tarih kitabı, günümüzde yazılan Ermeni tarihleri için de bir rehber olma niteliğini korumaktadır. Ermeni tarihinin ‘babası’ olarak nitelenen Chorenensis, aynı zamanda aziz bir piskopostur ve İncil’in Ermenice’ye çevrilmesinde, dolayısıyla Hıristiyan öğretisinin Ermeniler arasında intişarında hayli etkisi vardır.

Önceki yazılarımızda da ismi geçen Michael Chamich de Ermenilerin millî tarih yazarlarından birisidir ve o da bir papazdır. Ermenilerin kökenleri hakkında en geniş bilgilerin yer aldığı eserinde Chamich, kaynak olarak genelde Chorenensis’i gösterse de Ermenilerin millî kimliklerine dair daha açık ifadeler kullanır. Telif etmiş olduğu ‘Ermeni Tarihi’ isimli kitabı Ermeni milliyetçiliğinin uyanışını sağlayan kitaplardan birisi olarak değerlendirilmektedir. Çünkü Chamich, Ermeni mehitarist birliğine mensuptur ve kilise tarafından Orta Doğu’ya misyonerlik faaliyetleri için gönderilmiştir. 1794’te İstanbul’a da gelen Chamich, burada bir mehitarist okul açmış ve Ermenilerde millî benliğin uyanması için çalışmalar yapmıştır. Ölümüne kadar da İstanbul’da kalmıştır.

Ermenilerin millî kimliklerinin oluşmaya başlaması da işte bahsi geçen mehitarist birliğinin çalışmalarının pratik bir sonucudur. Bu kimlik Ermeniler arasında bir tür millî kaygılarla hareket etme güdüsünü de beraberinde getirecek ve mehitaristlerin çalışmalarıyla, Ermeniler iskân edildikleri bölgelerde, artık daha fazla millî duygularla hareket tarzına kavuşacaktır.

Öte yandan Mehitarist Birliği her şeyden önce bir kilise birliğidir. Kurucusu da bir Ermeni rahiptir. 1701 yılında rahip Sivaslı Mehitar [Mığhitar] (1676-1749) tarafından Venedik’te kurulan birliğin temel amacı Hıristiyanlığı yaymak ve Ermeni inancının daha iyi anlaşılmasını sağlayarak, Ermenilerde bir millet olabilme boyutunu Ermenilere kazandırmaktır. Bu yönüyle birlik, Ermeni toplumunda da kültürel bir yenilik olarak değerlendirilmekte ancak Ermeniler arasında bile birliğin faaliyetleri kuşkuyla karşılanmaktadır. 1708 yılında Madon’da ilk kiliselerini kuran mehitaristler, kurumsallaşmaya da burada başlayacaklardır. Venedik’in de gözetiminde çalışmalar yürüten mehitarist birliği kısa sürede maddî güce kavuşmuş olacak ki, hem yeni açmış oldukları kilisenin tüm borçlarını ödeyecekler hem de buradan kazandıkları paralarla yeni kiliseler inşâ edebileceklerdir.

Temelde Hıristiyanlık öğretisini yayma amacıyla hareket eden birlik üyeleri aynı zamanda ibadette, dilde, ayin usullerinde ve yazıda Ermenice’ye önem vererek, millî unsurlarına sahip çıktıklarını göstereceklerdir. Doğal olarak bu faaliyetler Latin kilisesi ile Ermeni kilisesi arasında yaşanan bir tür üstünlüğü kapma yarışı gibi algılanacaktır. 1705’te papayla dahi konuştuğu ifade edilen rahip Mehitar’ın başlattığı birliğin faaliyetleri arasında sadece kilise açmak ya da misyonerler vasıtasıyla birliğin faaliyetlerini insanlara yaymak yoktur. Oldukça fazla sayıda neşre de imza atan birliğin neşirlerinin ortak paydasının Ermeni ve Ermeni dili olduğu dikkat çekmektedir. 1840’ta neşredilen ve mehitar birliğine mensup bir rahip Harcutiun Aukerian tarafından yazılan Fransızca-Ermenice-Türkçe sözlük buna bir örnek teşkil eder. Yine rahip Samuel Kantaryan tarafından yazılan ve 1886’da basılan sözlüğü de bir başka örnektir. Mehitarist rahiplerden Hagopos İsaverdents tarafından yazılan ve 1874’te neşredilen ‘Ermenistan ve Ermeniler’ kitabı da mehitarist birliğinin faaliyetleri çerçevesinde önem arz etmektedir.

Görüldüğü üzere birlik ve birliğin üyeleri, Ermenilerdeki millî kimliğin oluşumunda etkili olabilmek için hayli çaba sarf etmişlerdir. Bunu yapmaya çalışırken de diğer Hıristiyan milletlere yakın durmuşlar, onların desteklerini sağlamaya çalışmışlardır. Belki de ilk aşamada Rum Ortodoks Kilisesi ile yaşanması muhtemel gerginliklerin Papa’yla da yaşanmasını engelleyebilmek için, birliğin kurucusu olan rahibin Papa’yla görüştüğü öne sürülmüştür.  Gerçi birliğin Venedik’te, Roma Katolik Kilisesi’ne yakın bir alanda kurulması ve faaliyet sahasını buradan genişletmeye başlamasıyla Katoliklerin Ermeniler’i desteklediği anlamına gelmemelidir. Zira rahip Mehitar’ın daha çok şahsî bağlantıları sayesinde birliğin İtalya’da tutunabildiği ifade edilmektedir.  Buradan da anlaşıldığına göre Ermenilerin müstakil bir millet olması, başka bir ifadeyle müstakil kilise olarak güçlenmeleri ne Ortodoks ne de Roma Kilisesi’nin tasvîb edebileceği bir husus olarak değerlendirilmemiştir.

Rahip Mehitar’ın Venedik’te başlatmış olduğu birliğin, günümüzde de varlığını korumayı başarmış bir Ermeni cemaatini teşekkül etmesi, şehirde kendilerine has bir yapılanmayı da beraberinde getirmiştir. Bunda rahibin, sözünü ettiğimiz bağlantılarının etkisi açıktır. Venedik’te zor da olsa sağlanan güven ortamından sonra rahibin ekümenik birtakım kaygılarla hareket etmesi, Ermenilerle Roma Kilisesi arasında yeni bir gerginliğin de başlangıcı olacaktır. Zira Roma’nın da bu manada faaliyetlerinin olduğu bilinmektedir. Ermenilerin ekümenik anlayışlarıyla Roma Kilisesi’nin ekümenik anlayışı arasındaki farklılık, mezkûr gerginliği arttıracak ve mehitaristlerin farklı bölgelere doğru hareketini elzem kılacaktır. 1714’te rahip Mehitar’ın Vatikan nezdinde birtakım teşebbüslerde bulunarak, Katolik Ermenilerle birlikte ayrı bir cemaat olarak tanınmalarını istemesi ve Vatikan’ın böyle bir isteği geri çevirmesi de bizi, mehitaristlerin aslında hem Vatikan hem de diğer Ermeni cemaatlerinden ayrılma düşüncesi nedeniyle Katolik olmayan Ermeniler tarafından pek desteklenmediği sonucuna götürmektedir.

Gerçi kendisi öğretilerini yayabilmek için daha çok küçük yaştaki Ermenilere yönelmiş ve tüm Ermeni gençlerini çalışmalarının bir parçası haline getirmeyi hedeflemişti. Bu hedef, ilerleyen süreçte Ermeni milleti için elbette geri dönüşüm sağlayacaktı.  Nitekim kendisi vefat ettikten sonra mirasına özellikle Katolik olan Ermenilerin sahip çıkması şaşırtıcı olmamalıdır.

Katoliklerin mehitaristlere verdikleri desteğin diğer Ermeni cemaatlerince verilmemesi, birliğin kuruluş amacaı olan ‘Ermeni milletini yeniden ihyâ etme’ fikrine oldukça zıt bir görünüm arz eder. Hatta bu durum, öncelikle Ermeniler arasında huzursuzluğa sebep olacaktır. Ermeni Kilisesi’nin Katolikleşerek marjinal çizgeye gelmesi ne kilisenin ve Katolik olduğu halde Roma’nın ne de Ortodoks Ermenilerin işine gelmemektedir. Ermeni Kilisesi bu yüzden birliğin karşısında olmuş, destek vermemiştir. Tam da burada Ermenilerin huzursuzlukları ortaya çıkmaktadır. Çünkü birlik temelde Ermeni milletinin hayrı gibi görünen faaliyetler içinde bulunsa da bir tür mezhep kavgasını da peşinden sürüklemekteydi. Üstelik Roma ve diğer bazı batılı devletlerin Ermenileri Katolikleştirerek kendi kiliselerine kazandırma çabaları da birlik üzerinden sürdürülmekteydi. Buna göre birlik, Ermeni Katoliklerinden de uzaklaşmış olacak ve Roma’nın koruması, iktidarı altına girmiş olacaktı.

Roma’nın mehitarist birliği üzerindeki baskılarının artmasıyla daha çok Osmanlı topraklarına doğru yayılma temayülüne girmesi, Osmanlı Devleti’nin de bu çerçevede tedbir almasını gerekli kılacağı elbette takdir edilebilir. Nitekim bu konuda Osmanlı da Venedik’te yetişen papazların İstanbul’a gelerek, neşirlerini Osmanlı topraklarında yaymamaları noktasında Ermenileri uyaracaktır. Fakat tüm uyarı ve tedbirlere rağmen, Ermenilerin millî bilincinin uyandırılmasını hedefleyen birliğin hem yayınları hem de fikirleri hızla Ermeniler arasında yayılmış, hatta Ermeni piskopos Osep Argotyan III. Selim zamanında muhayyel bir ‘Ararat Krallığı’ projesi hazırlayarak Rus çariçesi II. Katerina’ya sunmuş ve onay da almıştır.  Elbette Ermenilerin, millî kimliklerinin oluşmaya başlaması, aktardığımız vâkıalardan çok daha önceki bir döneme tekabül etmektedir. Nitekim Ermeni alfabesinin icadı ve dinî kimliğin tanımlanması da ifade ettiğimiz millî kimliğin ana unsurları arasında değerlendirilmelidir. Bu çerçevede millî kimlik inşâsının, belirli dönemlerde gündeme geldiği, belirli dönemlerde de bu yöndeki çalışmaların yoğunluğunu kaybettiğini söyleyebiliriz.


0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar