Öğr. Gör. Abdullah ÇAKMAK[1]
İslâm
devletlerinin yöneticileri tarafından herhangi bir mevzuda alınan kararların ve
uygulanan politikaların arka planında İlahî hükümler ve bu hükümlerin ilk
uygulayıcısı olan Hz. Muhammed'in hayatından izler görülür. Bu durum,
gayrimüslimlere tanınan inanç ve ibadet hürriyeti bakımından da böyledir.
Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de geçen "Dinde zorlama yoktur, artık hak ile
batıl iyice ayrılmıştır."[2] ayetinde gayrimüslimlere
nasıl bir yaklaşım sergileneceği bildirilmektedir. Buna dair Hz. Muhammed'in
uygulamalarına bakılacak olursa, onun Hudeybiye dönüşünde (m. 628), içlerinde
dönemin iki süper gücü Bizans imparatoru ve Sasani kisrâsının da yer aldığı
altı devlet yöneticisine gönderdiği mektuplarda, öncelikli olarak Allah'a ve
O'nun kulu ve elçisi olan Hz. Muhammed'e inanmalarını tebliğ ettiği
görülmektedir. Sadece tebliğ ile yetinilmesi ve bu konuda herhangi bir zorlamada
bulunulmaması, "Ey Muhammed! Sen öğüt ver, çünkü sen ancak öğüt
verirsin. Onların üzerine zorlayıcı değilsin."[3] ayeti ile bu mealdeki
diğer ayetlerin bir gereğidir. Bunun yanında Müslümanların hâkimiyetlerine
aldıkları bölgelerde ise, diğer din mensuplarının can ve mal güvenliğinin
sağlanacağı kendilerine bildirilmiştir. "Kendilerine kitap
verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe inanmayan Allah ve Resûlünün haram
kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle,
küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın."[4] ayetinin inmesiyle
birlikte artık Müslümanların hâkimiyetini tanıyan, ancak kendi inancında
kalmayı tercih edenler ödedikleri cizye karşılığında inanç ve ibadet hürriyetine
sahip olmuşlardır. İşte gayrimüslimlerin inanç ve ibadet hürriyetini konu
edinen bu açık hükümler, Hz. Muhammed'den başlayarak ondan sonra gelen bütün
İslâm yöneticileri tarafından tarihin her döneminde kesintisiz olarak
uygulanmıştır.
Tarihsel
perspektifimizi mekân ve zaman olarak sınırlandırarak Hz. Ömer ve Yavuz Sultan Selim
hâkimiyetinde Kudüs'te yaşananlara bakıldığında yukarıda zikrettiğimiz hususlar
daha iyi anlaşılacaktır.
Kuruluş
tarihi MÖ 4000'li yıllara kadar uzanan kadim şehir Kudüs, Müslümanların
hâkimiyetine ilk olarak Hz. Ömer zamanında geçmiştir. Amr b. el-As ve Ebû
Ubeyde'nin komutanlığında muhasara edilen Kudüs, direniş gösteremeyeceklerini
anlayan şehir ileri gelenleri tarafından kan dökülmeden teslim edilmiştir.
Bunun üzerine m. 638 yılında şehre davet edilen Hz. Ömer ilk icraat olarak Kudüs'te
Tûr-ı Zeytun'da bulunan Patrik Sophronios'a Hıristiyan halkın inanç ve ibadet
özgürlüğüne dair maddelerin yer aldığı bir ahitname vermiştir. Buna göre Kudüs'te
yer alan Kamame Kilisesi, Hz. İsa'nın doğum yeri olan ve büyük kilisenin yer
aldığı Beytüllahm ile diğer kutsal mekânlar, buraları ziyarete gelen Gürcü,
Habeş, Kıpti, Süryani, Ermeni, Nasturi, Yakubi ve Marunî Hıristiyanlarınca zimmilik
hükümlerine uydukları müddetçe ziyaret edilebilecek ve bu kimselere herhangi
bir müdahalede bulunulmayacaktır. Ayrıca cizyeden de muaf tutulan bu kimselerin
sadece Kamame'yi ziyarete geldiklerinde, burada bulunan patriğe üç gümüş dirhem
ödeyecekleri bildirilmektedir.
Hz.
Ömer tarafından Kudüs Hıristiyanlarına verilen ahitnamenin muhtevası genel
hatlarıyla böyle iken, konumuz itibarıyla burada ahitnamede yer alan iki hususa
dikkat çekmek istiyoruz. Bunlardan ilkinde "Zira ol tâʼifenin cümlesine
Nebiyy-i Kerîm ve Mürsel mine'llah olan Habîbullah cânibinden emân iʽtâ ve
hatm-i yed-i kerîmeleriyle şeref-yâb oldular ve onlara dâʼimâ nazar ve hürmet
ve emân ve hımâyetle emr buyurdular. Onun gibi bizler ki müʼminleriz ol
tâʼifeye ihsân eden Fahr-ı Âlem'e ikrâmen bizler dahi ihsân ederiz."[5] ifadeleriyle
Hıristiyanların can ve mal güvenliği ile inanç ve ibadet özgürlüğünün sağlanmasında
Hz. Muhammed'in uygulamalarının esas alındığının belirtilmesidir. İkinci bir
husus ise, bu uygulamanın daha sonra gelecek olan bütün Müslüman devlet
adamlarınca devam ettirilmesidir. "Ve bizlerin ve bizlerden sonra gelüp
veliyyü'l-emr olanların tarafından zikr olunan tâʼifenin huzûʽ ve itâʽatleri
cârî ve müstemirr olduğu muktezâsınca esbâb-ı havâyicleri onlardan katʽ
olunmaya, yaʽnî redd ü dirîğ olunmaya."[6]
ifadeleri gayrimüslimlerin İslâm devletine itaat ettikleri müddetçe dinî
ayinlerini icra ve kutsal mekânlarını ziyaret etme haklarının teminat altına
alındığını göstermektedir. Dikkat çektiğimiz bu iki husus, özelde Kudüs
Hıristiyanlarının inanç ve ibadet özgürlüğünü mevzubahis etmesinin yanında
genelde bütün gayrimüslimleri kapsamaktadır. Ayrıca geçmişteki dayanak noktası
bildirilen bu hak ve imtiyazların geleceğe yönelik de geçerli olduğu da
vurgulanarak uygulama evrensel bir boyut kazanmaktadır.
Peki,
bu aşamada tarih projeksiyonumuzu yedinci yüzyıldan on altıncı yüzyıla, yani
Osmanlı Devleti'nin Kudüs'ü kendi topraklarına ilhak ettiği döneme çevirdiğimizde
neyle karşılaşacağımıza bir bakalım. Yavuz Sultan Selim, 1516 Mercidabık
zaferinin ardından Mısır'a karşı harekâtına devam kararı aldıktan hemen sonra,
Şam'dan Mısır'a doğru giderken Remle civarında, Gazze'nin Han Yunus mevkiinde
gerçekleşen savaşın zaferle sonuçlandığı haberini aldı[7]. Han
Yunus zaferiyle birlikte Filistin bölgesini tamamen hâkimiyeti altına alan I.
Selim, Mısır’a doğru ilerlemek için öncelikle Kudüs yolunu emniyete almayı
planlıyordu. Hem Kudüs yol güvenliğini sağlamak hem de kutsal yerlerin ziyaret
edilmesi için gerekli düzenlemeleri yapmak üzere Veziriazam Yunus Paşa’yı bir
miktar askerle birlikte buraya gönderdi. Yunus Paşa da zaten Han Yunus
savaşında bölgedeki hâkimiyetini iyice kaybeden Memluklerin herhangi bir
direnişiyle karşılaşmadan Kudüs’ü emniyet altına aldı[8]. Daha sonra Remle’de üç
gün kalan Padişah, yanına aldığı muhafız birliği ve birkaç bey ile birlikte 31
Aralık 1516’da Kudüs’ü ziyaret etti. Kudüs’e girdiğinde âlimlere ve fukaraya
bolca ihsanda bulundu. Mescid-i Aksa, Kubbetü’s-sahra, Halilurrahman ve diğer
kutsal mekânları ziyaret etti[9].
Yavuz
Sultan Selim, Kudüs'e yaptığı bu ziyaretin ardından ilk olarak Ermeni Patriği
Serkiz ve Rum Patriği Attalya'nın talebi üzerine iki ferman hazırlattı. Bu iki
fermanın Hz. Ömer'in ahitnamesinden ayrılan tek yönü, iki milletin Kudüs'te
kutsal saydıkları mekânların birtakım farklılıklar göstermesinden dolayı bunların
her iki fermanda ayrı ayrı zikredilmesidir. Hz. Ömer'in ahitnamesindeki
Hıristiyanların inanç ve ibadet özgürlüğüne dair tanınan hak ve imtiyazların
geçmişte bir dayanağı olduğu ve geleceği de kapsadığı hususları, Yavuz Sultan
Selim'in bu iki fermanında da aynı şekilde yer almaktadır. Geçmişteki dayanak
noktası Ermenilere verilen fermanda "Hazret-i Ömer radıyallahu teâlâ
anh hazretlerinden olan ahidnâme-i hümâyûn ve merhûm Melik Selâhaddin
zamânından berü verilen evâmir-i şerîfeleri mûcibince zabt u tasarruflarında
olan”[10]
şeklinde; Rumlara verilen fermanda ise “Hazret-i Ömer radıyallahu teâlâ anh
hazretlerinden olan ahidnâme-i hümâyûn ve selâtîn-i mâziyyeden olan evâmir-i şerîfeleri
mûcibince zabt u tasarruf eylemek"[11]
şeklinde ifade edilmektedir. Verilen bu hakların gelecekte de aynen tanınmasına
yönelik ifadeler ise küçük bazı farklarla her iki fermanda da "ol-bâbda
evlâd-ı emcâdımdan veyâhud vüzerâ-yı izâmımdan ve sulehâ-yı kirâmdan ve
kadılardan ve beğlerbeği ve sancakbeği ve mîr-i mîrân voyvodaları ve beytülmâl
ve kassâm adamları ve subaşıları ve züʽamâ ve erbâb-ı timâr ve mübâşirîn-i
aʽmâl ve iş erleri ve mutasarrıfîn-i emvâl ve sâʼir kapım kullarımdan ve
gayrıdan muhassalen vazîʽ ve refîʽ ve sagîr ve kebîrden hiç ferd-i efrâd-ı âferîdeden
kâniyen min-kân bi-vechin mine'l-vücûh ve sebeben mine'l-esbâb dahl u taʽarruz
kılmayup tebdîl ve tagyîr eylemeyeler."[12]
şeklinde ifade edilmektedir.
Hz.
Ömer'in ahitnamesinde ve Yavuz Sultan Selim'in fermanıyla ilgili vurgulamak
istediğimiz husus, Kudüs'te yaşayan gayrimüslimlerin inanç ve ibadet
özgürlüğüne dair kendilerine tanınan hak ve imtiyazların temel dayanağının İlahî
hükümler olduğudur. Bunun yanında her iki devlet başkanı da kendilerinden önce
gayrimüslimlere verilen hak ve imtiyazları ibka etmiş ve kendilerinden sonra
gelecek olan devlet adamlarına da aynı hususun devam ettirilmesine yönelik
tavsiyelerde bulunmuşlardır. Elbette Kudüs Hıristiyanlarına tanınan inanç ve
ibadet özgürlüğüne dair örnekler bu ikisiyle sınırlı olmayıp Eyyûbî Sultanı Selâhaddin,
Mısır sultanları Tahir es-Seyfî ve Eşref es-Seyfî[13], Osmanlı sultanları Fatih
Sultan Mehmed[14],
Kanuni Sultan Süleyman[15], IV. Murad, İbrahim, IV.
Mehmed, II. Süleyman, III. Osman, III. Mustafa[16] ve II. Mahmud'a[17] ait fermanlarda da
bürokrasideki bu ortak dili görmek mümkündür. Adeta birbirine kenetlenmiş bir
zincirin halkaları gibi teselsül eden bu uygulamanın asırlar boyu sürdürülmüş
olması İslâm devlet geleneğinin bir tezahürü olarak görülebilir.
Kitâbü Ömer ibni'l-Hattâb radıyallâhu anh
Bismillahirrahmanirrahim
Hamd ü senâ ol zât-ı ecell ve aʽlâya
mahsûsdur ki bizleri İslâmla azîz eyledi ve bizlere îmânla ikrâm eyledi. Ve
Peygamberi olan Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâm sebebiyle merhamet eyledi
ve dalâletden bizi kurtarup hidâyet eyledi. Ve dağınık iken bizi cemʽ ile
cemâʽat eyledi ve kulûbumuzu teʼlîf ve aʽdâmıza gâlib ve mansûr eyledi. Ve bizi
bilâd ü kasabâtda temkîn eyledi ve biri birimize mahabbetlü ihvân eyledi. Ey
ıbâdallah! İşbu niʽmet mukâbili sizler dergâh-ı Hudâ'ya hamd ü senâya müdâvemet
edesiz. İşbu kitâb Ömer bin Hattâb radıyallahu anh hazretlerinin ahd ü mîsâkı
hâvî nâmeleridir, ki millet-i Melkitiye-i Nasârâ'nın mübeccel ve mükerrem
patrikleri olan ‘Safronyos’-nâm patrike Tûr-ı Zeytûn'da kâʼin makâm-ı Kuds-i
Şerîf'de iʽtâ eyledi, ki cemîʽ-i reʽâyâ ve papas ve râhib ve râhibeler nerede
olurlar ise ve nerede bulunurlar ise tarafımızdan onlara emân olup ve bir zimmî
ahkâm-ı zimmeti hıfz u riʽâyet eyler ise, bizler ki hâlâ müʼminleriz ve
bizlerden sonra gelüp mütevellî-i ümûr olan ehl-i îmân tarafından ol zimmîyi
sınâyet ve emânla vikâyet eylemek vâcib olduğunu müştemildir. Ve bizlerin ve
bizlerden sonra gelüp veliyyü'l-emr olanların tarafından zikr olunan tâʼifenin
huzûʽ ve itâʽatleri cârî ve müstemirr olduğu muktezâsınca, esbâb-ı havâyicleri
onlardan katʽ olunmaya, yaʽnî redd ü dirîğ olunmaya. Ve onlara ve cümle kilise
ve diyârlarına ve dâhilen ve hâricen bi'l-cümle ziyâretgâhlarına, ki Kamame ve
mevlid-i Îsâ aleyhi's-selâm olan Beytü'l-Lahm ve kenîse-i kübrâ ve kıble, ve
şimâlî ve garbî üç bâbı müştemil mağâradır ve mahall-i mezbûrda mevcûd olan
Gürcü ve Habeş ve sâʼir ziyârete gelen Efrenc ve Kıbtî ve Süryânî ve Ermenî ve
Nastûrî ve Yaʽkûbî ve Marûne tâʼifesi ki batrik-i mezkûra tâbiʽlerdir,
bi'l-cümle onlara ve bakıyye-i ecnâs-ı Nasârâ'ya emân olsun ve ol patrik
onların mecmûʽuna mütekaddim ve muktedâ olsun. Zira ol tâʼifenin cümlesine
Nebiyy-i Kerîm ve Mürsel mine'llah olan Habîbullah cânibinden emân iʽtâ ve
hatm-i yed-i kerîmeleriyle şeref-yâb oldular ve onlara dâʼimâ nazar ve hürmet
ve emân ve hımâyetle emr buyurdular. Onun gibi bizler ki müʼminleriz ol
tâʼifeye ihsân eden Fahr-ı Âlem'e ikrâmen bizler dahi ihsân ederiz. Ve ol
patrik ve rehâbîneler cizyeden ve gadr ve sâʼir mevâcibden muʽâf ve berr ü
bahrde kâffe-i belâyâdan müsellem olalar. Ve Kamamaye ve sâʼir ziyâretgâhlarına
dâhil olur iken onlardan bir nesne ahz olunmaya. Ve amma Kamame'ye ziyârete
gelen Nasârî patriklerine fizzadan üç dirhem edâ eyleye ve her müʼmin ve
müʼmine bizim bu emrimizi hıfz u riʽâyet eylesün. Gerek sultân ve gerek hâkim
ve hükmü arzda cârî vâlî olsun ve gerek ganî ve gerek fakîr bi'l-cümle müʼminîn
ve müʼminât bu emrimize mürâʽât eylesün. Ve işbu mersûm emân ol tâʼife-i
Nasârâya Abdullah ve Osman bin Affân ve Saʽd bin Zeyd ve Abdurrahman bin Avf ve
sâʼir ıhve-i sahâbe-i kirâm huzûrunda iʽtâ olundu. İşbu kitâblarımızda şerh u
beyân eylediğimiz ahd ü emâna iʽtimâd ve onunla amel ve eydî-i Nasârâ'da ibkâ
oluna. Fî 20 Rebîʽu'l-evvel sene 15.
Ve bir müʼmin ki işbu mersûmumuzu kırâʼet
ve mazmûnununa hâlen ve kıyâmete kadar muhâlefet eyleye ahdullâhı nâkız ve Habîbullâh
olan Rasûl-i Ekrem'e bâgız olur[18].
Ek I: Başbakanlık Osmanlı Arşivi Hatt-ı Hümayun
Tasnifi (BOA. HAT.) 1516/47 (5).
[1] Afyon Kocatepe Üniversitesi,
İslami İlimler Fakültesi, İslam Tarihi ve Sanatları A.B.D.
[2] Bakara 2/256.
[3] Gaşiye 88/21-22.
[4] Tevbe 9/29.
[5] Başbakanlık
Osmanlı Arşivi Hatt-ı Hümayun Tasnifi (BOA. HAT.) 1516/47 (5).
[6] BOA. HAT. 1516/47
(5).
[7] Solakzâde Mehmed
Hemdemi, Solakzâde Tarihi, (İstanbul: Mahmud Bey Matbaası, 1297), s. 389; Hoca Sadeddin, Tacü’t-Tevârîh,
(İstanbul: Matbaa-i Amire, ty.), II, s. 337-349.
[8] Mustafa Güler, Yavuz
Sultan Selim’in Mısır Seferi, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi,
1994), s. 67.
[9] Hoca Sadeddin, s.
349-351; Lütfi Paşa, Tevârîh-i Âl-i Osman, (İstanbul: Matbaa-i Amire,
1341), s. 255.
[10] BOA. HAT. 1516/47
(10).
[11] BOA. HAT. 1516/47
(11).
[12] BOA. HAT. 1516/47
(10-11).
[13] BOA. HAT. 1516/47
(7).
[14] Fatih Sultan Mehmed,
İstanbul'u fethettikten sonra Kudüs-i Şerif'te Rumların patriği olan
Atnasyos'un talebi üzerine Hıristiyanlara bölgedeki ibadet özgürlüklerini
koruma altına alan bir ferman vermiştir. 1458 tarihli fermanın bir sureti için
bkz. Başbakanlık Osmanlı Arşivi Bâb-ı Defterî Kilise Defterleri (BOA. A.DVN.
KLS.d.) 8, s. 6.
[15] BOA. A.DVN. KLS.d.
8, s. 8.
[16] Zikri geçen
Osmanlı Sultanlarının Kudüs Hıristiyanlarına dair fermanları için bkz. BOA.
A.DVN. KLS.d. 8, s. 9-25.
[17] II. Mahmud'un
Kudüs Rum ve Ermeni milletlerine verdiği ferman için bkz. BOA. HAT. 1516/47
(14-15).
0 yorum:
Yorum Gönder