21 Eylül 2018 Cuma

-Hz. Ömer'den Yavuz Sultan Selim'e- Kudüs'te İnanç ve İbadet Özgürlüğü


Öğr. Gör. Abdullah ÇAKMAK[1]
İslâm devletlerinin yöneticileri tarafından herhangi bir mevzuda alınan kararların ve uygulanan politikaların arka planında İlahî hükümler ve bu hükümlerin ilk uygulayıcısı olan Hz. Muhammed'in hayatından izler görülür. Bu durum, gayrimüslimlere tanınan inanç ve ibadet hürriyeti bakımından da böyledir. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de geçen "Dinde zorlama yoktur, artık hak ile batıl iyice ayrılmıştır."[2] ayetinde gayrimüslimlere nasıl bir yaklaşım sergileneceği bildirilmektedir. Buna dair Hz. Muhammed'in uygulamalarına bakılacak olursa, onun Hudeybiye dönüşünde (m. 628), içlerinde dönemin iki süper gücü Bizans imparatoru ve Sasani kisrâsının da yer aldığı altı devlet yöneticisine gönderdiği mektuplarda, öncelikli olarak Allah'a ve O'nun kulu ve elçisi olan Hz. Muhammed'e inanmalarını tebliğ ettiği görülmektedir. Sadece tebliğ ile yetinilmesi ve bu konuda herhangi bir zorlamada bulunulmaması, "Ey Muhammed! Sen öğüt ver, çünkü sen ancak öğüt verirsin. Onların üzerine zorlayıcı değilsin."[3] ayeti ile bu mealdeki diğer ayetlerin bir gereğidir. Bunun yanında Müslümanların hâkimiyetlerine aldıkları bölgelerde ise, diğer din mensuplarının can ve mal güvenliğinin sağlanacağı kendilerine bildirilmiştir. "Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe inanmayan Allah ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın."[4] ayetinin inmesiyle birlikte artık Müslümanların hâkimiyetini tanıyan, ancak kendi inancında kalmayı tercih edenler ödedikleri cizye karşılığında inanç ve ibadet hürriyetine sahip olmuşlardır. İşte gayrimüslimlerin inanç ve ibadet hürriyetini konu edinen bu açık hükümler, Hz. Muhammed'den başlayarak ondan sonra gelen bütün İslâm yöneticileri tarafından tarihin her döneminde kesintisiz olarak uygulanmıştır.

Tarihsel perspektifimizi mekân ve zaman olarak sınırlandırarak Hz. Ömer ve Yavuz Sultan Selim hâkimiyetinde Kudüs'te yaşananlara bakıldığında yukarıda zikrettiğimiz hususlar daha iyi anlaşılacaktır.
Kuruluş tarihi MÖ 4000'li yıllara kadar uzanan kadim şehir Kudüs, Müslümanların hâkimiyetine ilk olarak Hz. Ömer zamanında geçmiştir. Amr b. el-As ve Ebû Ubeyde'nin komutanlığında muhasara edilen Kudüs, direniş gösteremeyeceklerini anlayan şehir ileri gelenleri tarafından kan dökülmeden teslim edilmiştir. Bunun üzerine m. 638 yılında şehre davet edilen Hz. Ömer ilk icraat olarak Kudüs'te Tûr-ı Zeytun'da bulunan Patrik Sophronios'a Hıristiyan halkın inanç ve ibadet özgürlüğüne dair maddelerin yer aldığı bir ahitname vermiştir. Buna göre Kudüs'te yer alan Kamame Kilisesi, Hz. İsa'nın doğum yeri olan ve büyük kilisenin yer aldığı Beytüllahm ile diğer kutsal mekânlar, buraları ziyarete gelen Gürcü, Habeş, Kıpti, Süryani, Ermeni, Nasturi, Yakubi ve Marunî Hıristiyanlarınca zimmilik hükümlerine uydukları müddetçe ziyaret edilebilecek ve bu kimselere herhangi bir müdahalede bulunulmayacaktır. Ayrıca cizyeden de muaf tutulan bu kimselerin sadece Kamame'yi ziyarete geldiklerinde, burada bulunan patriğe üç gümüş dirhem ödeyecekleri bildirilmektedir.
Hz. Ömer tarafından Kudüs Hıristiyanlarına verilen ahitnamenin muhtevası genel hatlarıyla böyle iken, konumuz itibarıyla burada ahitnamede yer alan iki hususa dikkat çekmek istiyoruz. Bunlardan ilkinde "Zira ol tâʼifenin cümlesine Nebiyy-i Kerîm ve Mürsel mine'llah olan Habîbullah cânibinden emân iʽtâ ve hatm-i yed-i kerîmeleriyle şeref-yâb oldular ve onlara dâʼimâ nazar ve hürmet ve emân ve hımâyetle emr buyurdular. Onun gibi bizler ki müʼminleriz ol tâʼifeye ihsân eden Fahr-ı Âlem'e ikrâmen bizler dahi ihsân ederiz."[5] ifadeleriyle Hıristiyanların can ve mal güvenliği ile inanç ve ibadet özgürlüğünün sağlanmasında Hz. Muhammed'in uygulamalarının esas alındığının belirtilmesidir. İkinci bir husus ise, bu uygulamanın daha sonra gelecek olan bütün Müslüman devlet adamlarınca devam ettirilmesidir. "Ve bizlerin ve bizlerden sonra gelüp veliyyü'l-emr olanların tarafından zikr olunan tâʼifenin huzûʽ ve itâʽatleri cârî ve müstemirr olduğu muktezâsınca esbâb-ı havâyicleri onlardan katʽ olunmaya, yaʽnî redd ü dirîğ olunmaya."[6] ifadeleri gayrimüslimlerin İslâm devletine itaat ettikleri müddetçe dinî ayinlerini icra ve kutsal mekânlarını ziyaret etme haklarının teminat altına alındığını göstermektedir. Dikkat çektiğimiz bu iki husus, özelde Kudüs Hıristiyanlarının inanç ve ibadet özgürlüğünü mevzubahis etmesinin yanında genelde bütün gayrimüslimleri kapsamaktadır. Ayrıca geçmişteki dayanak noktası bildirilen bu hak ve imtiyazların geleceğe yönelik de geçerli olduğu da vurgulanarak uygulama evrensel bir boyut kazanmaktadır.
Peki, bu aşamada tarih projeksiyonumuzu yedinci yüzyıldan on altıncı yüzyıla, yani Osmanlı Devleti'nin Kudüs'ü kendi topraklarına ilhak ettiği döneme çevirdiğimizde neyle karşılaşacağımıza bir bakalım. Yavuz Sultan Selim, 1516 Mercidabık zaferinin ardından Mısır'a karşı harekâtına devam kararı aldıktan hemen sonra, Şam'dan Mısır'a doğru giderken Remle civarında, Gazze'nin Han Yunus mevkiinde gerçekleşen savaşın zaferle sonuçlandığı haberini aldı[7].    Han Yunus zaferiyle birlikte Filistin bölgesini tamamen hâkimiyeti altına alan I. Selim, Mısır’a doğru ilerlemek için öncelikle Kudüs yolunu emniyete almayı planlıyordu. Hem Kudüs yol güvenliğini sağlamak hem de kutsal yerlerin ziyaret edilmesi için gerekli düzenlemeleri yapmak üzere Veziriazam Yunus Paşa’yı bir miktar askerle birlikte buraya gönderdi. Yunus Paşa da zaten Han Yunus savaşında bölgedeki hâkimiyetini iyice kaybeden Memluklerin herhangi bir direnişiyle karşılaşmadan Kudüs’ü emniyet altına aldı[8]. Daha sonra Remle’de üç gün kalan Padişah, yanına aldığı muhafız birliği ve birkaç bey ile birlikte 31 Aralık 1516’da Kudüs’ü ziyaret etti. Kudüs’e girdiğinde âlimlere ve fukaraya bolca ihsanda bulundu. Mescid-i Aksa, Kubbetü’s-sahra, Halilurrahman ve diğer kutsal mekânları ziyaret etti[9].
Yavuz Sultan Selim, Kudüs'e yaptığı bu ziyaretin ardından ilk olarak Ermeni Patriği Serkiz ve Rum Patriği Attalya'nın talebi üzerine iki ferman hazırlattı. Bu iki fermanın Hz. Ömer'in ahitnamesinden ayrılan tek yönü, iki milletin Kudüs'te kutsal saydıkları mekânların birtakım farklılıklar göstermesinden dolayı bunların her iki fermanda ayrı ayrı zikredilmesidir. Hz. Ömer'in ahitnamesindeki Hıristiyanların inanç ve ibadet özgürlüğüne dair tanınan hak ve imtiyazların geçmişte bir dayanağı olduğu ve geleceği de kapsadığı hususları, Yavuz Sultan Selim'in bu iki fermanında da aynı şekilde yer almaktadır. Geçmişteki dayanak noktası Ermenilere verilen fermanda "Hazret-i Ömer radıyallahu teâlâ anh hazretlerinden olan ahidnâme-i hümâyûn ve merhûm Melik Selâhaddin zamânından berü verilen evâmir-i şerîfeleri mûcibince zabt u tasarruflarında olan”[10] şeklinde; Rumlara verilen fermanda ise “Hazret-i Ömer radıyallahu teâlâ anh hazretlerinden olan ahidnâme-i hümâyûn ve selâtîn-i mâziyyeden olan evâmir-i şerîfeleri mûcibince zabt u tasarruf eylemek"[11] şeklinde ifade edilmektedir. Verilen bu hakların gelecekte de aynen tanınmasına yönelik ifadeler ise küçük bazı farklarla her iki fermanda da "ol-bâbda evlâd-ı emcâdımdan veyâhud vüzerâ-yı izâmımdan ve sulehâ-yı kirâmdan ve kadılardan ve beğlerbeği ve sancakbeği ve mîr-i mîrân voyvodaları ve beytülmâl ve kassâm adamları ve subaşıları ve züʽamâ ve erbâb-ı timâr ve mübâşirîn-i aʽmâl ve iş erleri ve mutasarrıfîn-i emvâl ve sâʼir kapım kullarımdan ve gayrıdan muhassalen vazîʽ ve refîʽ ve sagîr ve kebîrden hiç ferd-i efrâd-ı âferîdeden kâniyen min-kân bi-vechin mine'l-vücûh ve sebeben mine'l-esbâb dahl u taʽarruz kılmayup tebdîl ve tagyîr eylemeyeler."[12] şeklinde ifade edilmektedir.
Hz. Ömer'in ahitnamesinde ve Yavuz Sultan Selim'in fermanıyla ilgili vurgulamak istediğimiz husus, Kudüs'te yaşayan gayrimüslimlerin inanç ve ibadet özgürlüğüne dair kendilerine tanınan hak ve imtiyazların temel dayanağının İlahî hükümler olduğudur. Bunun yanında her iki devlet başkanı da kendilerinden önce gayrimüslimlere verilen hak ve imtiyazları ibka etmiş ve kendilerinden sonra gelecek olan devlet adamlarına da aynı hususun devam ettirilmesine yönelik tavsiyelerde bulunmuşlardır. Elbette Kudüs Hıristiyanlarına tanınan inanç ve ibadet özgürlüğüne dair örnekler bu ikisiyle sınırlı olmayıp Eyyûbî Sultanı Selâhaddin, Mısır sultanları Tahir es-Seyfî ve Eşref es-Seyfî[13], Osmanlı sultanları Fatih Sultan Mehmed[14], Kanuni Sultan Süleyman[15], IV. Murad, İbrahim, IV. Mehmed, II. Süleyman, III. Osman, III. Mustafa[16] ve II. Mahmud'a[17] ait fermanlarda da bürokrasideki bu ortak dili görmek mümkündür. Adeta birbirine kenetlenmiş bir zincirin halkaları gibi teselsül eden bu uygulamanın asırlar boyu sürdürülmüş olması İslâm devlet geleneğinin bir tezahürü olarak görülebilir.

Kitâbü Ömer ibni'l-Hattâb radıyallâhu anh
Bismillahirrahmanirrahim
Hamd ü senâ ol zât-ı ecell ve aʽlâya mahsûsdur ki bizleri İslâmla azîz eyledi ve bizlere îmânla ikrâm eyledi. Ve Peygamberi olan Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâm sebebiyle merhamet eyledi ve dalâletden bizi kurtarup hidâyet eyledi. Ve dağınık iken bizi cemʽ ile cemâʽat eyledi ve kulûbumuzu teʼlîf ve aʽdâmıza gâlib ve mansûr eyledi. Ve bizi bilâd ü kasabâtda temkîn eyledi ve biri birimize mahabbetlü ihvân eyledi. Ey ıbâdallah! İşbu niʽmet mukâbili sizler dergâh-ı Hudâ'ya hamd ü senâya müdâvemet edesiz. İşbu kitâb Ömer bin Hattâb radıyallahu anh hazretlerinin ahd ü mîsâkı hâvî nâmeleridir, ki millet-i Melkitiye-i Nasârâ'nın mübeccel ve mükerrem patrikleri olan ‘Safronyos’-nâm patrike Tûr-ı Zeytûn'da kâʼin makâm-ı Kuds-i Şerîf'de iʽtâ eyledi, ki cemîʽ-i reʽâyâ ve papas ve râhib ve râhibeler nerede olurlar ise ve nerede bulunurlar ise tarafımızdan onlara emân olup ve bir zimmî ahkâm-ı zimmeti hıfz u riʽâyet eyler ise, bizler ki hâlâ müʼminleriz ve bizlerden sonra gelüp mütevellî-i ümûr olan ehl-i îmân tarafından ol zimmîyi sınâyet ve emânla vikâyet eylemek vâcib olduğunu müştemildir. Ve bizlerin ve bizlerden sonra gelüp veliyyü'l-emr olanların tarafından zikr olunan tâʼifenin huzûʽ ve itâʽatleri cârî ve müstemirr olduğu muktezâsınca, esbâb-ı havâyicleri onlardan katʽ olunmaya, yaʽnî redd ü dirîğ olunmaya. Ve onlara ve cümle kilise ve diyârlarına ve dâhilen ve hâricen bi'l-cümle ziyâretgâhlarına, ki Kamame ve mevlid-i Îsâ aleyhi's-selâm olan Beytü'l-Lahm ve kenîse-i kübrâ ve kıble, ve şimâlî ve garbî üç bâbı müştemil mağâradır ve mahall-i mezbûrda mevcûd olan Gürcü ve Habeş ve sâʼir ziyârete gelen Efrenc ve Kıbtî ve Süryânî ve Ermenî ve Nastûrî ve Yaʽkûbî ve Marûne tâʼifesi ki batrik-i mezkûra tâbiʽlerdir, bi'l-cümle onlara ve bakıyye-i ecnâs-ı Nasârâ'ya emân olsun ve ol patrik onların mecmûʽuna mütekaddim ve muktedâ olsun. Zira ol tâʼifenin cümlesine Nebiyy-i Kerîm ve Mürsel mine'llah olan Habîbullah cânibinden emân iʽtâ ve hatm-i yed-i kerîmeleriyle şeref-yâb oldular ve onlara dâʼimâ nazar ve hürmet ve emân ve hımâyetle emr buyurdular. Onun gibi bizler ki müʼminleriz ol tâʼifeye ihsân eden Fahr-ı Âlem'e ikrâmen bizler dahi ihsân ederiz. Ve ol patrik ve rehâbîneler cizyeden ve gadr ve sâʼir mevâcibden muʽâf ve berr ü bahrde kâffe-i belâyâdan müsellem olalar. Ve Kamamaye ve sâʼir ziyâretgâhlarına dâhil olur iken onlardan bir nesne ahz olunmaya. Ve amma Kamame'ye ziyârete gelen Nasârî patriklerine fizzadan üç dirhem edâ eyleye ve her müʼmin ve müʼmine bizim bu emrimizi hıfz u riʽâyet eylesün. Gerek sultân ve gerek hâkim ve hükmü arzda cârî vâlî olsun ve gerek ganî ve gerek fakîr bi'l-cümle müʼminîn ve müʼminât bu emrimize mürâʽât eylesün. Ve işbu mersûm emân ol tâʼife-i Nasârâya Abdullah ve Osman bin Affân ve Saʽd bin Zeyd ve Abdurrahman bin Avf ve sâʼir ıhve-i sahâbe-i kirâm huzûrunda iʽtâ olundu. İşbu kitâblarımızda şerh u beyân eylediğimiz ahd ü emâna iʽtimâd ve onunla amel ve eydî-i Nasârâ'da ibkâ oluna. Fî 20 Rebîʽu'l-evvel sene 15.
Ve bir müʼmin ki işbu mersûmumuzu kırâʼet ve mazmûnununa hâlen ve kıyâmete kadar muhâlefet eyleye ahdullâhı nâkız ve Habîbullâh olan Rasûl-i Ekrem'e bâgız olur[18].




Ek I: Başbakanlık Osmanlı Arşivi Hatt-ı Hümayun Tasnifi (BOA. HAT.) 1516/47 (5).




[1] Afyon Kocatepe Üniversitesi, İslami İlimler Fakültesi, İslam Tarihi ve Sanatları A.B.D.
[2] Bakara 2/256.
[3] Gaşiye 88/21-22.
[4] Tevbe 9/29.
[5] Başbakanlık Osmanlı Arşivi Hatt-ı Hümayun Tasnifi (BOA. HAT.) 1516/47 (5).
[6] BOA. HAT. 1516/47 (5).
[7] Solakzâde Mehmed Hemdemi, Solakzâde Tarihi, (İstanbul: Mahmud Bey Matbaası, 1297),  s. 389; Hoca Sadeddin, Tacü’t-Tevârîh, (İstanbul: Matbaa-i Amire, ty.), II, s. 337-349.
[8] Mustafa Güler, Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1994), s. 67.
[9] Hoca Sadeddin, s. 349-351; Lütfi Paşa, Tevârîh-i Âl-i Osman, (İstanbul: Matbaa-i Amire, 1341), s. 255.
[10] BOA. HAT. 1516/47 (10).
[11] BOA. HAT. 1516/47 (11).
[12] BOA. HAT. 1516/47 (10-11).
[13] BOA. HAT. 1516/47 (7).
[14] Fatih Sultan Mehmed, İstanbul'u fethettikten sonra Kudüs-i Şerif'te Rumların patriği olan Atnasyos'un talebi üzerine Hıristiyanlara bölgedeki ibadet özgürlüklerini koruma altına alan bir ferman vermiştir. 1458 tarihli fermanın bir sureti için bkz. Başbakanlık Osmanlı Arşivi Bâb-ı Defterî Kilise Defterleri (BOA. A.DVN. KLS.d.) 8, s. 6.
[15] BOA. A.DVN. KLS.d. 8, s. 8.
[16] Zikri geçen Osmanlı Sultanlarının Kudüs Hıristiyanlarına dair fermanları için bkz. BOA. A.DVN. KLS.d. 8, s. 9-25.
[17] II. Mahmud'un Kudüs Rum ve Ermeni milletlerine verdiği ferman için bkz. BOA. HAT. 1516/47 (14-15).
[18] BOA. HAT. 1516/47 (5).

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar