Prof.
Dr. Cağfer KARADAŞ
Anne, adına
“Ana gibi yar olmaz” sözüyle tarihe not düşülen… “Ağlarsa anam ağlar gerisi
yalan ağlar” sözüyle samimiyetin ve bağlılığın sembolü kılınan… “Cennet
anaların ayakları altındadır” kutlu sözüyle kıymetin ve itibarın mihengi haline
getirilen… “Onlara öf bile demeyin…” hitabıyla ilahî himayeye mazhar olan… İşte
böyle kutlu bir varlık anne…
Bugünlerde bazı
anneler ve anne adayları bütün bu özelliklerinden sıyrılıp, bu algılardan azade
olup; kopmak, kurtulmak, uzaklaşmak ve
bireyleşmek istiyor. Bir olmayı, biricik olmayı, yegane olmayı annelik dışında
arıyor. Kendini bir cendere içinde hissediyor ve bunu anneliğe ve eş olmaya
bağlıyor…
Birey olarak
algılanmak, tek başına kalmak, müstağni ve müstakil olmak arzusu bedenini ve
ruhunu öylesine kuşatmış ki, iki kanat bulsa uçacak…
Kadın ve
erkek... Allah’ın “her ikisini bir nefisten yarattığını ve onlardan
nesillerin çoğalmasını sağladığını” bildirdiği varlık… Ama artık çağdaş kadın,
anne ve eş olmak istemiyor. Böyle anılmak ağır geliyor ona nedense? Bu durumda
erkek de artık baba ve eş olmak istemeyecektir. Ne olacak şimdi? Bunun sonu
nereye varacak be cancağızım?
Birey olmak,
bir olmak demektir. Bir olmak, yalnız kalmaktır. Yalnız kalmak ya kendinin yegane
olduğunu düşünmekten ya da bıkkınlıktandır. Bıkkınlık bir hastalık halidir ve
modern insan bu hastalığa fazlasıyla yakalanmıştır. Yegane olduğunu, başkasına
ihtiyaç duymayacağını düşünen ise kendisini yalnızlığa mahkum etmiştir. Halbuki
yalnızlık sadece ve sadece Allah’a mahsustur. Çünkü O’nun anneye, babaya,
eşe, dosta, yiyeceğe, içeceğe velhasıl hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. İnsanın
ise sayılanlar başta olmak üzere her şeye ihtiyacı vardır. İnsan, Tanrı
olamayacağına göre tanrılık havasına niye kapılır anlaşılmaz! Bilse ki, bu
havalar onu perişan eder…
Öyleyse insan,
Allah karşısındaki konumunu iyi bilmeli ve buna göre hareket etmeli değil mi
dostlar!. “Kendini bilen Rabbini bilir” düsturu bunun için söylenmiş
olsa gerek. Bu düsturun tersi olan “Rabbini bilen kendinin farkına varır”
şekli de doğrudur aslında. Allah’ı gereği gibi tanıyan ve kabul eden aslında
kendini bilme düzeyine erişmiş ve insanlığını yakalamış demektir. İhlas sûresi
bu bilince ermek isteyen için yeterlidir, vesselam…
*
İhlas Sûresi
Allah’ı ve sıfatlarını bildirir. Oradaki ifadelerin tersini düşündüğümüzde
insan çıkar karşımıza. “Allah, birdir, sameddir, doğurmayan, doğmayan ve
dengi olmayandır”. İnsan ise, bunun tam tersidir. Bir değildir; etrafında,
yanında, çevresinde kendisi gibi birçok varlık vardır. Tek olması imkansız, tek
kalması zordur. Yalnız kalınca korkar, bunalır ve sıkılır. Tek kalmak insana
göre değildir. Çünkü tek kalmak yalnızlıktır. Yalnız kalabilmek için muhtaç
olmamak gerekir. Halbuki insan muhtaç bir varlıktır. Doğduğunda anne ve babaya
muhtaç, hayatını sürdürmek için insanlara, hayvanlara, bitkilere muhtaçtır.
Ayağını basacağı bir mekana, vaktini bileceği bir zamana muhtaçtır.
Hiçbir eksiği
gediği olmayan anlamında Samed değildir insan. Bir sürü eksiği gediği
vardır. Yemek yemeli, su içmeli, evlenmeli, çocuk sahibi olmalı, işe gitmeli,
eve gelmeli. Bunlardan vazgeçmesi, yaşamaktan vazgeçmesidir. Var olması için
bir anneden doğmalıdır. Dolayısıyla doğmuştur. Bir doğuran sayesinde dünyaya
gelmiştir. Neslinin devamı, varlığının sürdürülmesi doğmaya ve doğurmaya
bağlıdır. Eşi olmalı, dostu bulunmalıdır. Eş edinmeden, komşuluk etmeden, dost
kazanmadan hayatını sürdürmesi ne mümkündür? Anne, baba, akraba, komşu,
hemşehri, vatandaş onun varlığı için oluşmuş bir çevredir. Bu çevrenin dışına
çıkamaz. Sözgelimi uzaya çıksa, tek başına ne kadar yaşayabilir bir insan?
İnsanın
serüvenini şu birkaç cümlede özetlemek mümkündür: Çamurdan yaratıldı, bel
suyundan üretildi. Çoğaldı, çok oldu. Yöneldi hidayet buldu. Sırt döndü yoldan
çıktı. Doğru oldu, doğru gitti, yolu Cennete çıktı. Yanlış yaptı, yanlış gitti,
yolu Cehenneme düştü. Yüce Rabbimiz buyurur: “Biz ona doğru yolu gösteririz.
Ya şükreden olur ya da nankör”.
*
Yalnızlık
Allah’a mahsus demiş atalar. Bu aslında “Allah birdir” ayetinin doğru ve
yerinde bir tefsiri değil midir? Ama artık ayete bakmaya onunla yetinmeye hiç
niyeti yok çağdaş insanın. Çünkü kadın için artık anne olmak, erkek için baba
olmak yetmiyor. Hatta bazıları bu iki kelimeyi duymak bile istemiyor. Onlar her
tür bağdan kurtulmak istiyor. Sıhriyet bağı oluşturacak çocuk da istemiyor. Ayakkabı
bağı bile ona bağlıymış hissi veriyor. Onu da istemiyor. Özgür olmak, kendi
kendine takılmak veya hiçbir kuralın ve bağın olmadığı bir dünya kurmak istiyor…
Vah zavallı… Niceleri helak oldu bu yolda…
Çağdaş insan,
müstağni olmak, diğer bir deyişle kimseye muhtaç olmamak peşinde. Bundan dolayı
“Sadece Allah’ın müstağni olduğu” ilkesini duymazdan geliyor. Çünkü bu yeni
yetme insan, zengin olmak, varlık sahibi olmak ve onunla her şeyi elde etmek
istiyor.
Onun kimliği
arabası, elbisesi veya sitesidir. Yanındaki kadın ya da erkek bir aksesuar
hükmündedir. Öyle ki, zenginliğin yegane varlık olduğunu ve varoluşun onunla
gerçekleştiğini zannediyor benim safım. Ataların söylediği “Namerde muhtaç
olmayalım yeter” alçakgönüllülüğü onu
kesmiyor artık.
Mutlak
ihtiyaçsızlık arayışı benliğini öyle kaplamış ki!.. Bu halin Allah’ın yerine
göz dikmek anlamına geldiğini görecek basireti çoktan kaybetmiş. Bu tavrıyla o,
“Tanrı ölmüştür. O var olsaydı, ben o olmamaya nasıl katlanırdım” diyen
tanrıtanımazın halini anımsatıyor adeta. Zihninde teorik olarak bir Tanrı
düşüncesi var ama bunun pratiğe yansıması yok. Pratikte, bir tanrıtanımazdan
onu ayırt edecek temel ayırt edicilerden yoksun hale gelmiş.
Hâlbuki insan,
ta başından anne-babaya ihtiyacı olan bir varlık. Bunu inkar etmesi de imkansız.
Bunlara ihtiyacı olmayan sadece Allah. Anne-babaya ihtiyacı olan, doğal olarak
anne veya baba olmaya adaydır ve olacaktır. Bir bilse ki, anne ve babalık
makamı insanlığın en yüce makamıdır. Çünkü bu asla yok olmaz ve asla çekip alınmaz.
Çünkü o, insanın tabii ayrılmaz parçasıdır. Diğer makamlar, mevkiler,
servetler, zenginlikler, mallar ve mülkler kaybolur gider… Kalan, kalıcı
olandır. Kalıcı olan tabii olandır. Her şey yok olacak ve sadece Allah baki
kalacaktır… Ve Allah’ın ebedi mutluluk verdikleri kurtulacak, diğerleri
kendi başına bırakılacak ve hüsrana uğrayacaklardır…
Öyle görünüyor
ki, Hz. Adem’den beri insanda değişen bir şey yok. Yüce Allah babamız Adem’i
yarattı ona cennet imkanlarını verdi. Ona her şey serbestti, tek bir şey yasaktı.
O da şeytana aldanarak tam da o yasağı çiğnedi. Yüce Allah da onu terketti ve kendi
başına bıraktı. “Allah size yardım ederse sizi yenecek kimse yoktur. Ya bir
de Allah sizi terk ederse yani yardımı keserse size O’nun dışında kim yardım
edecek? (Al-i İmran 3/160). Ve yine Adem babamız, Havva annemiz kurtuluşu,
Allah’a yönelmekte buldular… Ey Rabbimiz biz kendimize zulmettik. Eğer bizi
bağışlamaz ve bize rahmetinle muamele etmezsen biz kaybedenlerden oluruz,
diye içten ve gönülden dua ettiler… Yüce Allah da onları bağışladı. Kibirli
İblisi ise asla affetmedi. Çünkü Allah’a
yönelen, dost desteğine mazhar olur, yüz çeviren ise kendi başına bırakılır
mahvolur…
Eskiler
doğallıklarını henüz kaybetmediklerinden Ya Rab! Bizi bize bırakma, diye
dua ederlerdi.
Selam üzerinize
olsun…
0 yorum:
Yorum Gönder