Prof.
Dr. Cağfer Karadaş
Efendim,
geçenlerde bir dostum. “Cağfer hoca sen kerameti mi inkar ediyorsun?” diye
sordu. Dedim, düğün değil bayram değil, eniştem beni niye öptü. “Hayırdır,
nereden çıktı bu, benim sana geçen gönderdiğim yazıyı okumamışın anlaşılan”,
dedim. Çünkü o dosta gönderdiğim yazıda keramet meselesinden bahsediyordum.
Dostum, bana
birisi senin Anahatlarıyla Ehl-i Sünnet Akaidi kitabınla ilgili fotoğraflar gönderdi, dedi. (O
birisinin ismini de verdi ama şimdi söylemeyim, fitne fücuru dökülmesin ortaya)
Bu kitapta tehlikeli fikirler varmış, kerameti inkar ediyormuşsun, okunması
sakıncalı kitapmış.
Dedim ona, gönder
o fotoğrafları bana. Gönderdi. Anaaa… bu da ne? Allah’ım dünyada böyle tipler
de varmış. Adam, idam fermanımı yazmış, sonra gerekçe aramaya koyulmuş. Aman ne
gerekçeler!?
Acele etmeyin
efendim hepsini yazacağım. Ta ki bu madrabazı siz dahi tanıyın. Size de
bulaşabilir bir şerri. Allah korusun! Allah beni, sizi, bütün Müslümanları,
hatta dinimizi ve şerefimizi bunlardan korusun! Bunlarda şeref kıtlığı çeken
varlıklardır, efendim.
Evet efendim!
Neymiş bu beni darağacına gönderecek 10 (on) madde? Madrabaz herifin yazdığı
gibi yazıyorum, berbat yazısını okuyabildiğim kadarıyla. Sonuna fotoğrafları da
koyacağım imkan olursa inşaallah.
Kitaptaki
sakıncalı yerler:
1.
S.
29. Zarurat-ı diniyye eksik tanımlanıyor.
2.
S. 30. Küfür tanımı?
3.
S. 30-32. Kafir, mümin, münafık dememişken hal anlatmış. Küfür…
4.
S. 94. Kıyamet alametleri çok yetersiz.
5.
S. 96. Sadece peygamberlerin şefaati demiş, insanlar için yok
demek.
6.
S. 99. Küfür gerektiren haller varsa bunu ortadan kaldıran varsa…
orada şek olmak (nasıl bir anlatmadır?)
7.
S. 101. İnsanı söz, fiil ve yazdıklarından tekfir etmek fitnedir.
8.
S. 68. Kaç peygamber belli değil
9.
S. 53. Çaktırmadan kerameti inkar
10.
S. 53. Kader niteleme şeklinde hüküm koyma şeklinde değil
Buyurun efendim. Siz söyleyin ne anladınız bunlardan?
Ama bitmedi. Kitabın kapağına hem dikkat işareti yapıp hem de
yazıyla dikkat yazdıktan sonra şu veciz (!) ifadeyi yazmış: “Çok
sakıncalı yer var.” Herhalde yukarıdaki on (10) maddeyi kast ediyor. Daha da
var efendim. İlave etmiş: “Ayet hadis dışında çoğu yerde (çoğunlukla)
kaynaksız”
Demek istiyor ki, on (10) maddede hatan var, ayet ve hadis dışında bir
de kaynak vermemişsin. Senin yatacak yerin yok.
Siz karar verin efendim ben bu densize ne deyim. Her neyse, ben
gene de cevabımı vereyim.
Yalnız, lütfedip izin verirseniz kitabımın kısaca hikayesini
anlatayım önce:
Sen 1990. Henüz Yüksek Lisans derslerine başlamışken arkadaşlarım
benden Akaidle ilgili bir seminer istediler. Bendeniz de İmam-ı A’zam Ebu
Hanife’nin el-Fıkhu’l-Ekber; Teftazanî’nin Şerhu’l-Akaid; Ömer Nasuhi
Bilmen’in, Muvazzah İlm-i Kelam ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu;
Ahmet Saim Kılavuz’un Ana Hatlarıyla İslam Akaidi ve Kelam’a Giriş
kitaplarını esas alarak bir seminer hazırladım. Seminer çok beğenildi ve bunu
bastıralım dendi. O zaman Seha Neşriyat’a teklif ettik onlar da kabul ettiler
ve kitap 1991 yılında Anahatlarıyla Ehl-i Sünnet Akaidi adıyla Seha Neşriyat yayınları
arasında basıldı. Yıl 2017, Otto yayınları sahibi Veli Aknar beyle bir
karşılaşmamızda. Hocam sizin Akaid kitabınızı ben lisede öğrenci iken okudum
çok beğenmiştim. Eğer izin verirseniz basmak isterim dedi. Ben de kitabın bir
iki nüshası kaldı. Bilgisayar ortamında yazılı bir metni de yok, oturup onu
tekrar yazmam çok zor, dediğimde. Hocam bir nüsha ver, ben yazdırırım dedi ve
hakikaten yazdırdı. Bana gönderdi. Ben de yaklaşık üzerinde bir ay çalıştım ve
eskiyi bozmadan yeni bir takım ilavelerle kitabı tamamladım ve teslim ettim. O
da yayınladı. Kitap bir çok şehirde binlerce dağıtıldı. Benzer şikayete hiç
rastlamadım. Rastlanmaz da, akıl var izan var, böyle itiraz mı olur? Halbuki
kul yazısı hata olabilir. Var da, ama öyle bir kin ve garezle kitabı okumuş ki,
hataları değil de, hata olmayanları görmüş zavallı. Zaten var olan bir iki
yazım hatasını düzeltilmek üzere yayıncıya da gönderdim.
Efendim, kitap cep boy, 107 sayfa halka yönelik sade ve anlaşılır
bir dille anlatma çabasının ürünü. Bu bir akademik / bilimsel çalışma olmaktan
öte, adından da anlaşılacağı gibi kısa ve öz olarak Akaid konularını anlatma
derdinde…
İlk defa böylesine rastlıyorum dostlar… Yaşadıkça neler göreceğiz.
Ne deyim? Aklıma mukayyet ol Ya Rabbi! Eee… bunlara cevap vereceğiz elbet. Takdir
edersiniz ki meydanı bu madrabazlara bırakmak olmaz.
CEVAPLARIM
Cevapların madrabazın diline doladığı kitabın kendinden efendim…
1.
Cevap (S. 29. Zarurat-ı diniyye eksik
tanımlanıyor.)
Kitapta zarurat-ı diniyye kavramının geçtiği kısım şöyledir:
“Mümin,
zarûrât-ı diniye denilen dinin kesin hükümlerinden hiç birini de inkâr
etmemelidir. Öte yandan dinî hükümlerin yerine getirilmesi hususunda inatçılık,
büyüklenme ve kendini beğenmişlik tavrı göstermemelidir.” (S. 29)
Hacmi böylesi küçük
kitapta daha ne yazabilirim ki?!
2.
Cevap (S. 30. Küfür tanımı?)
Kitapta
küfürle ilgili kısım da şöyle:
“1. Küfür
Sözlük anlamı örtmek ve kapatmak
olan küfrün dinî anlamı, Hz. Peygamber’in (sav) tebliğ buyurduğu kesinlikle
sabit olan şeyleri yalanlamak veya tevatüren bize ulaşan esaslardan birini veya
bir kaçını inkâr etmektir.”
Daha ne dememi istiyorsa?!
3.
Cevap (S. 30-32. Kafir, müşrik, münafık
dememek için hal anlatmış. Küfür…)
Konunun başlığı “İmana Aykırı Haller” alt başlıkları da “küfür,
şirk ve nifak” şeklinde. Allah aşkına bir insan bu kadar mı, tosun altında buzağı arar? Allah’ım aklıma
mukayyet ol. Küfrü taşıyan kafir değil midir? Be adam!
4.
Cevap (S. 94. Kıyamet alametleri çok yetersiz.)
Buyurun
muhtasar bir kitabın kıyamet alametleri kısmını bizzat siz okuyun.
“B. KIYAMET
ALAMETLERİ
Küçük alâmetler: Hz. Peygamber’in (sav) son
peygamber olarak gönderilişi, İslâmî ilimlerin yok olmaya yüz tutması ve
âlimlerin bulunmaması, cehaletin yayılması, fuhşun artması, içki kullanımının
açıktan yapılması, fitnenin kol gezmesi...
Büyük alâmetler: Hz.Peygamber (sav) kıyametin büyük alâmetleri
olarak, şu on hususu zikretmiştir: Duman, dâbbetü’l-arz, güneşin batıdan
doğuşu, Hz.Îsâ’nın (a.s.) inişi, Ye’cüc, Mecüc’ün çıkışı, doğuda yer batması,
batıda yer batması, Arab yarımadasında yer batması, Yemen’de ateş çıkması.(Müslim,
“Fiten ve Eşrâti’s-sâa” 13) (S. 94)
Allah’tan bu zat, Müslim ve Tirmizi’de geçen Cibril hadisinin
sonunda Hz. Peygamber (sav) tarafından zikredilen kıyamet alametlerini okumamış!?
Çünkü orada birkaç tane alamet geçmekte. Oraya bile itiraz edip sakıncalı
damgası vurabilirdi.
5.
Cevap
(S. 96. Sadece peygamberlerin şefaati demiş, insanlar için yok demek.)
Şefaatle ilgili yazdıklarım şöyledir:
“Şefaat: Müminlerin günahkârları için, Hz.Peygamber’in ve ümmetin
büyüklerinin, Allah’dan istekte bulunmalarıdır. Hz.Peygamber’in (sav)
bütün insanlara, bir an evvel mahkemelerinin kurulması için, yapacağı şefaata
“şefaat-ı uzma”, bundan dolayı Hz. Peygamber’in nail olduğu makama da “makam-ı
Mahmud” denilir. Kur’an’da, “Bunlar, O’nun (Allah’ın) rızasına ermiş olandan
başkasına şefaat edemezler” buyrulmuştur. Hz. Peygamber (sav) de “Şefaatim,
ümmetimden büyük günah işleyenler içindir.” (Tirmizî, “Kıyâmet”, 12)
buyurmuştur. Çünkü o günde şefaate en çok ihtiyaç duyanlar büyük günah işlemiş
olan müminlerdir. Ancak Hz. Peygamber’i şefaatçi kılan da kime şefaat
edileceğine karar veren de Yüce Allah’tır. Dolayısıyla orada her şey Allah’ın
takdirine bağlıdır.” (S. 96)
Metni okuyun lütfen! Bu
zatın dediği gibi anlayan varsa beri gelsin…
6.
Cevap (S. 99. Küfür gerektiren haller varsa bunu ortadan kaldıran varsa…
orada şek olmak)
Ne demek istediği çok net
anlaşılmıyor. Anlaşılan tekfir konusunda yazdıklarımı beğenmemiş, buyurun bir
de sizler okuyunuz:
“TEKFİR MESELESİ
Küfr, lügat itibariyle bir şeyi örtmek, ıstılahî bakımdan ise, Allah’ın
birliğini, dinin temel esaslarını ve peygamberliği inkâr manasına gelir. Mutlak
olarak kâfir kelimesi, yukardaki üç şeyden birini inkâr eden kişi için
kullanılır. (kaynak: İsbahânî, Müfredat, İstanbul 1986, s.653).
Tekfir ise, bir kimseyi kâfir ilân
etmek, kâfir olduğunu söylemektir. Müslüman iken kâfir olana “mürted” yani
dinden dönen, yaptığı işe ise “irtidat” denilir.
Küfrünü söz ve fiil ile açıklamayan bir kimsenin küfrüne fetva
verilmez. Çünkü hiç kimsenin kalbi bilinmez. Herhangi bir müslümanın sözü,
güzel bir şekilde tefsir ve yoruma tabi tutulabiliyorsa, fena ve kötü yöne
göndermek câiz değildir. Yine, küfrü gerektiren birçok yönler bulunduğu halde,
küfrü ortadan kaldıran bir yön varsa, o bir yöne göre fetva verilmesi uygun
düşer. Kişinin sorumlu tutulabilmesi için, küfrünü ya sözle ya da fiille bizzat
kendisinin açıklaması gerekir. (kaynak: Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuku
İslâmiyye ve Istılâhât-ı Fıkhıyye Kamusu, İstanbul 1985, 4/7-8)
7.
Cevap
(S. 101. İnsanı söz, fiil ve yazdıklarından tekfir etmek fitnedir.)
İtiraz ettiği
husus şu aşağıdaki kısım. Buyurun okuyun efendim:
“İnsanların söz, fiil ve yazıp çizdiklerinden yola çıkarak onları
tekfir etmek yani kafir saymak, dün olduğu gibi bugün de Müslüman toplumlar
için ciddi bir tehlike ve tehdittir. Nitekim zihniyet dünyamıza pimi çekilmiş
bir bomba gibi düşen ve Müslüman toplumu paramparça eden ilk iç fitne
tekfirciliktir. Bu günde bu silah, aşırı gruplarca sıklıkla kullanılmaktadır.
Tarihte ilk tekfirci anlayışla ortaya çıkan Hariciler adeta “Kim kafir?”
sorusuyla Müslüman toplum içinde kafir avına çıkmışlardır. Bunların karşısında
yer alan büyük kitle bu fitneyi durdurmak için “Kim Müslüman?” sorusuyla
şekillenen bir birleştiricilik formülü bulmaya çalışmıştır. Bu formülün adı
Ehl-i Sünnet ve Cemaat idi. Onların amacı “kim kafir?” sorusuyla dışlanan
Müslümanları, yeniden İslam şemsiyesi altında buluşturmaktı. Zamanla görüldü
ki, birleştiricilik noktasında önemli işlev gören Ehl-i Sünnet çerçevesi yine
de bazı Müslümanların dışarıda kalmasına engel olamıyordu. Bunun üzerinde Ehl-i
Sünnet anlayışını benimsemiş olan büyük kitle, Haricilerin zihniyetinin tam
tersini yansıtan “kim kafir değil?” sorusuyla yeni ve daha geniş bir şemsiye
açtı. Bu sorunun cevabı “kıble ehli” olan, kabeyi kıble bilen hiçbir Müslüman
asla kafir sayılamaz, ötekileştirilemez ve dışlanamazdı. Böylece Müslümanlar
arasında ihtilaflardan kaynaklanan dışlamalar sonlandırılmaya ve bir arada
yaşama kültürü en geniş çerçeveye oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu anlayış aynı
zamanda Ehl-i Sünnet olmanın şiarı yani sembolü olmuştur. Bununla ihtilafın
değil, tefrikanın önüne geçme çabası güdülmüştür. Çünkü ihtilaf zihinsel ve
kültürel bir zenginlik, tefrika ise kültürü içten çürüten, toplumun güven
duygusunu yıkan ve bireylerin dürüst yaşama imkanını yok eden bir zehirdi.
Bunun panzehiri ihtilafı, bir zenginlik, genişlik ve yeni alanlar açma imkanı
olarak görmek ve böylece düşünce farklılıkları ile birlikte herkesin güven ve
huzur içinde yaşayacağı bir ortamı oluşturmaktır.”
Bu yazdıklarımın sonuna kadar arkasındayım. Bu madrabazların kin,
haset ve nefretlerine rağmen. Akl-ı selim Müslüman büyük kitlenin, böylesi
birkaç okuduğunu anlamaz, kendini bilmez, geçmişinden bi haber madrabazlara teslim
olmayacağı hususunda Rabbimin inayetine güveniyorum.
8.
Cevap (S. 68. Kaç peygamber belli değil)
Peygamberlerin
sayısı konusundaki yazdıklarım kaynakları ile birlikte şöyledir:
“E. PEYGAMBERLERİN SAYISI
Yüce Allah rahmeti gereği kullarını
sürekli hidayet yolunda tutmak veya doğruya sevk etmek için tarihin
başlangıcından itibaren her dönemde her mekana peygamber göndermiştir. Bu ilahî
işlem son peygamber Hz. Muhammed’in (sav) gönderilmesine kadar sürmüştür. O’nun
gönderilmesiyle birlikte peygamberlik zinciri tamamlanmıştır. Çünkü o son halka
ve peygamberliğin bitişinin mührüdür. Bundan dolayı O’na Kur’an’da
hâtemü’l-enbiyâ yani nebilerin sonuncusu veya peygamberlerin son mührü sıfatı
verilmiştir.
Her dönemde her mekana peygamber
gönderildiği bilinmekle birlikte Yüce Allah’ın son peygamber Hz. Muhammed’e
(sav) kadar kaç peygamber gönderdiğine dair elimizde açık ve somut bir bilgi ve
belge bulunmamaktadır. Bu yüzden de alimlerimiz, peygamberlerin sayılarını zikretme
hususunda ihtiyatlı davranılması gerektiğini salık vermişlerdir. Çünkü
verilecek rakamların fazla olması durumunda peygamber olmayanın peygamber
sayılması sakıncasının yanında, rakamın az olması durumunda da peygamber olan
bir şahsın dışarıda tutulması sakıncası bulunmaktadır. En doğrusu,
peygamberlerin sayılarını Allah’a havale edip kesin bir rakam söylememektir.
Çünkü Yüce Allah Kur’an’da “Peygamberlerin hikâyelerinden sana
anlattıklarımızın yanında, anlatmadıklarımız da vardır.” buyurmakta
ve gönderdiği ve görevlendirdiği bütün peygamberleri bize bildirmediğini beyan
etmektedir. Her ne kadar bazı haberlerde 124 bin veya 224 bin şeklinde rakamlar
geçiyorsa da bunlar, haber değeri bakımından kesinlik düzeyine çıkmadığı için
bu rakamları kesin kabul edip inanç haline getirmek uygun değildir. (Kaynak:
bk. Teftazânî, Şerhu’l-Akâid, Kestelî Haşiyesi, İstanbul 1316, s.
214-215.)
Peygamberlerin sayısı konusunda
bildiğimiz en kesin rakam Kur’an’da isimleri zikredilen peygamberlerdir. Hz.
Adem’den (as) Hz. Muhammed’e (sav) kadar peygamberlerin toplam sayısı 25 ile
sınırlıdır. Bu sayıya peygamberliği konusunda ihtilaf edilen Hz. Lokman ve Hz.
Zülkarneyn gibi isimler dahil değildir. Bu isimler konusunda çoğunluğun görüşü
onların peygamber değil, veli oldukları şeklindedir.
Kur’an’da geçen peygamberlerin
isimleri için şu âyetlere bakınız: En’âm 6/83-86, Âl-i İmrân 3/33, A’raf 7/65,
Hûd 11/61, 84, Enbiyâ 21/85, Ahzâb 33/40.” (s. 68-69).
9.
Cevap (S. 53. Çaktırmadan kerameti inkar)
“Zaman ve mekan öncelikle insan
zihninde sınırlılık fikrini oluşturur. Zaman bakımından insan şimdiki zaman ile
sınırlıdır. Geçmiş ve gelecek ona kapalıdır. Ne geçmişe dönebilir ne de
geleceği şimdiki zaman içinde kavrayabilir. Mekan bakımından da yine bulunduğu
yer ile sınırlıdır. Bulunduğu yerin dışındaki mekanları ne bilebilir ne de
oralara bulunduğu yerden müdahale edebilir. Bir mekandan diğerine intikali
belli bir zaman içinde gerçekleşir. Tek bir zaman diliminde, birden fazla
mekanda olamaz. Böylece insan, Yaratıcısı olan Allah karşısında sınırlı ve aciz
bir varlık olduğunun idrakine varır. “Kendisini bilen Rabbini bilir” sözü ile
ifade edilmek istenen de bu olsa gerektir. Yani insan bu sınırlı varlığını
bilirse, Allah’ın sınırsız varlığını daha iyi kavrar.”
Burada nasıl çaktırmadan kerameti
inkar ediyor muşum? Ben anlayamadım, anlayan beri gelsin. Kitapta keramet hakkında
şunları yazdım. Buyurunuz okuyunuz:
“Kerâmet: Şeriatın tamamına uyma hususunda gayretli olan ümmetin
büyüklerinden zuhur eden hârika olaylardır. Kerâmet ile mûcize arasında bir
takım farklar vardır. Mûcize, bir istek üzerine peygamberin gönderildiği kavme
karşı meydan okumasıdır. Keramette ise ne istek olur, ne de meydan okuma.
Kerâmet bir peygamberin ümmetinden olan bir kimsede zuhur eder. Dolayısıyla,
velîlerde olagelen kerâmetler tâbi oldukları peygamberin birer mûcizesidir.”
Bunları
yazan bendeniz, nasıl oluyor da, kerameti inkar etmiş oluyorum.
Bir de
bu “çaktırmadan inkar” nasıl bir şey oluyor. Bu zat, yeni bir inkar çeşidi
buldu anlaşılan…
10.
Cevap
(S. 53. Kader niteleme şeklinde hüküm koyma şeklinde değil)
Bu adam ne
demek istiyor anlayamadım. Benim kitabımda yazdığım aşağıdaki gibidir:
“Bu
durumda kader,
Allah’ın olacak şeylerin zaman ve mekânım, niteliklerini ve özelliklerini bilip
ezelde takdir etmesidir. İmam Ebû Hanîfe, bu konuda şöyle der: Dünyada olacak
şeylerin tamamı Allah’ın dilemesiyledir ve bilgisi dahilindedir. Allah onları
Levh-i Mahfuz’da yazmıştır. Ancak bu yazması niteleme şeklindedir, yoksa hüküm
koyma şeklinde değildir. (kaynak: Ebû Hanife, el-Fıkhu’l-ekber, s.2)
Yani, Allah, “şu şöyle şöyle olacak” diye yazmıştır. Değilse, “Şu şöyle şöyle
olsun” diye hüküm vermemiştir. Eğer hüküm vermiş olsaydı, kul fiilinde zorlama
altında olurdu.( Kaynak: Ali el-Kârî, Şerh ale’l-Fıkhı’l-ekber,
İstanbul ts., s.41; Ebu’l-Muntehâ, Şerh ale’l-Fıkhı’l-ekber, İstanbul
ts., s.11) Nitekim şu ayetler kader inancına işaret etmektedir: “O’nun katında
her şey bir ölçüyledir.” Allah herşeyi yaratmış ve her birine belirli bir düzen
vererek, onun kaderini tayin ve takdir etmiştir.” “Şüphesiz ki, Biz, her şeyi
bir takdir ile yarattık.” ” (s. 53-54)
Bu zat itirazını, İmam-ı A’zam Ebu Hanife’ye yapmalı. İmamın
söylediğini bile beğenmeyen bu zata ben diyebilirim ki. İmamın beğenmediği
metnini gözlerinize ve görüşlerinize arz ediyorum:
خلقَ اللهُ تعالى الأشياءَ لا منْ شىءٍ. وكانَ اللهُ تعالى عالماً في الأزَلِ
بالأشياءِ قبلَ كونِـها، وهوَ الذي قدّرَ الأشياءَ وقضاها، ولا يكونُ في الدنيا ولا
في الآخرةِ شىءٌ إلا بمشيئتِهِ وعلمِهِ وقضائِهِ وقَدرِهِ وكَتْبِهِ في اللَّوحِ المحفوظِ
ولكنْ كتبُهُ بالوصفِ لا بالحكمِ والقضاءُ والقدرُ والمشيئةُ صفاتُهُ
في الأزلِ بلا كيفٍ.
Altı çizili kısım hakkında Ali el-Kari’nin açıklaması ise şöyledir:
أي كتب الله كل شيء بأنه سيكون كذا وكذا، ولم يكتب بأنه لِيكن كذا وكذا، (على
القاري)
*
Bırak! Allah nasıl biliyorsa öyle muamele etsin!
Ne buyuruyor Rabbimiz Felak Suresinde:
“De ki: Felakın Rabbine sığınırım
Yarattığı şeylerin şerrinden
Çöktüğü zaman karanlığın şerrinden
Düğümlere üfleyenlerin şerrinden
Haset ettiklerinde hasetçilerin şerrinden”
Vesselam…
Lefkoşa/Kıbrıs
30 Safer 1440/8 Kasım 2018
0 yorum:
Yorum Gönder