Prof.
Dr. Cağfer KARADAŞ
Bismihî Teâlâ…
Rahmeti Engin Rabbimize
Hamd, Gönderdiği Rahmet Elçisine Selam…
*
Efendim, O’nun
halası bizim de halamız olur nitekim. O’nun halasını ziyaret etmek de, sanki
kendi halamızı hatta bütün halaları ziyaret gibi olur herhalde. Halaların şahı
ve feriştahı desek çok abartmış olmayız inşallah…
Evet, aziz
dostlarım, Kıbrıs’ta bulunmuşluğumuz Mevlit Kandiline tesadüf edince öğrendik
ki, burada Mevlit bir başka anlama bürünmüş… Öyle böyle değil adeta bayram. O
günü tatil bile etmişler. Mevlit
gecesinin ertesi tatil. Yine duyduk ki, Kıbrıs’ın sultanı Hala Sultan yılda üç
vakitte ziyarete izin verilirmiş. Malum orası Rum bölgesi. İki bayram ve Mevlit
Kandilinde. Biz de niyetine girdik, gitmeye bütün azmimizle karar verdik. Eh
yani azmedince Allah’a tevekkül etmek de gerek yani efendim. Biz de öyle yaptık
ve Rabbimiz bize bu seferi ve ziyareti nasip eyledi.
Düştük yollara
bir Salı sabahının erkeninde. Vardık Lefkoşa’ın terminal meydanına… İsimlerimiz
Kıbrıs Din İşleri Başkanlığı tarafından daha önceden kayıt edildiği için bize
hangi otobüsle gideceğimizi öğrenmek kaldı. Kıbrıs Din İşlerinin bir
temsilcisinin eşliğinde yola çıktık, vardık Rum tarafının kapısına. İnceden
inceye kimliklerimiz kontrol edildi. Epey bir polis arabası ve motoru eşliğinde
yola koyulduk. Bütün yollar bize açık. Espri bile yaptık: Rumların ağır
misafirleriyiz yani(!). Bütün yollar bize tahsis…
İtiraf etmek
gerekirse Rum tarafı biraz daha mamur gibi geldi bana. Her ne kadar bizim hanım
kasvetli bulsa da. Kasvetli bulması da normaldi yani. Rumun memleketini hoş bulacak
hali yoktu ya. Mamur olması da normaldi efendim. Avrupası, Amerikası, İsraili,
bugünlerde Sisisi hepsi bir olmuş orası için çalışıyor. Eeee… yoktur Müslümanın
Müslümandan gayrı dostu. Müslümanlar ülkelerden de sadece Türkiye’nin sahip
çıktığı gariban bir memleket Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti. Ama buna
rağmen şöyle kabaca karşılaştırma yapıldığında Türk tarafının da her bakımdan
onlardan hiç geri kalmadığını görebiliriz. Efendim, keser döner sap döner bir
gün gelir hesap döner. Eee… işte hesap dönmeye başladı. İslam coğrafyasının
yeniden ayağa kalkışının ilk işaretleri görüldü. Gördüm dedimse bendenizi
keramet ehli sanmayın efendim. Zahir işaretten bahsediyorum ben. Bu gibi
gelişmeleri bugünden yarına hemen olacak gibi beklememek lazım dostlar... Ama
bir gün gelecek, gerçekleşecek, belki torunlarımız görecek o günü… Ne buyurdu
Yüce Rabbimiz “Biz, günleri insanların arasında dolaştırırız” Eh…
dolaşıyor yani.
Konumuzdan
uzaklaşmayalım aziz dostlar… Arada bir uyarın beni. Heyecandan olsa gerek çenem
düştü…
Neyse ki
yaklaştık Sultan Halamızın mekânına. Ağaçların arasından orta boy ince bir
minare ve güzelim bir kubbe… Dünyalar bizim oldu. Rumun memleketinin ortasında
böylesi bir manzara. Türbenin hemen yanı başında küçük bir tuz gölü… Bu yüzden
Tuzla demiş ceddimiz burasına. Vardık ki, ne görelim! Sadece bir türbe değil,
kendi çapında bir külliye… Camisi, şadırvanı ve diğer müştemilatı ile tam
tamına bir külliyeye dönüştürülmüş. Kimlerin emeği geçmemiş ki oraya. Taaa Hz.
Osman’dan Osmanlı’nın sonuna kadar her dönemdeki gayretli ve gönlü nebevî aşka
ermiş herkesin bir katkısı olmuş, emeği geçmiş…
Söz buraya
gelmişken Sultanımız Halamızdan bahsetmeden geçmemiz olmaz. Zaten asıl konumuz
da o değil mi efendim. Konuyu uzmanından Hz. Peygamber aşığı, O’nun
hadîsleriyle adeta hemhal olmuş, öğrencisi olma bahtiyarlığına erdiğim muhterem
Yaşar Kandemir hocamın Diyanet İslam Ansiklopedisine yazdığı “Ümmü Harâm”
maddesinden takip edelim:
Efendim bizde
Hala Sultan, yazılı edebiyatta ise Ümmü Harâm diye meşhur ve maruf sahabeden
bir hanım kişi. Araplar teyzeye hala dedikleri için hala kalmış namı. Aslında
bizdeki teyze. Ama bizim memlekette de teyzeye hala, halaya da bibi
derler efendim. Bizler Halep’i ve Antep’i geçerek Anadolu’nun Sivas vilayetine
gelmiş Elbeyliler olduğumuz için böyle bir etkilenme olmuş anlaşılan.
Hala Sultan namı diğer Ümmü Harâm, Milhân’ın
kızı. Dedesi Hâlid. Ensar’dan bir hanımefendi. Medine’nin ilk Müslümanlarından.
Hazrec kabilesine mensup. İki kardeşi,
Bir’i Maune olayında şehid düşmüş. Kız kardeşi, sahabenin önde gelenlerinden Enes
b. Malik’in annesi. Bir erkek çocuğu olmuş, adını Muhammed koymuş. Çok manidar…
Resûlullah’ın dedesi
Abdülmuttalib’in annesi dolayısıyla Resûl-i Ekrem ile Ümmü Harâm arasında süt
veya soy bakımından teyze-yeğen ilişkisi var. Hatta Ümmü Harâm’ın Hz.
Peygamber’in süt teyzelerinden biri olduğu dahi söylenir. Bu sebeptendir ki
Efendimiz kendisini bu iki kız kardeşe daha yakın hissederdi. Hatta Hicret
sonrası ilk mescit olan Kubâ Mescidi’ni ziyarete gittiğinde onların evinde
misafir olmuştu. Halamız Sultanımız hiç boş durmamış. Uhud Savaşında
bulunmuş, Huneyn Savaşında yer almış… Yaralı gazilerin hemşiresi olmuş... Hicri 28, Miladi 648’de Kıbrıs adasında
Larnaka’nın Tuzla bölgesinde şehit düşmüş ve hemen oracığa defin işlemi
gerçekleşmiş. Bugün bizim için kabri, Kıbrıs’ta en geçerli tapu senedi…
Yeter mi dostlar. Kime yetmez ki bu kadar şan ve şeref…
*
Fakat bizim hikayemiz yeni başlıyor. Sabredin hele dostlar…
Anlatacağız tane tane inşallah!
Bizzat Ümmü Harâm’ın kendi ağzından rivayet olunur ki, Resûl-i
Ekrem onun evinde bir öğle uykusundan gülerek uyanmış, Ümmü Harâm niçin
güldüğünü sorunca uykusunda kendisine ümmetinden fetih maksadıyla Akdeniz’e
açılan bazı kimselerin gösterildiğini ve onların cennetlik olduğunu söylemiş. Ümmü
Harâm bu fırsatı kaçırır mı? Aman ben de onlardan olayım diye dua istemiş
Rahmet Elçisinden. Rahmet Elçisi bu, süt teyzeciği dua ister de, geri çevirir
mi?. Dua dökülmüş onun için mübarek fem-i saadetlerinden. O dua eder de geri
çevrilir mi hiç Rahmet Kapısından?
Ardından tekrar uykuya dalmış Rahmet Elçisi, yine gülerek
uyanmış, Ümmü Harâm’ın bu defaki sorusu üzerine de ümmetinden bazılarının
İstanbul’u fethetmek maksadıyla sefere çıkacağını, onların da günahlarının
bağışlanacağını haber vermiş. Ümmü Harâm kendisinin onların da arasında
bulunması için dua etmesini isteyince, Resûl-i Ekrem: Eh artık sen birinci
gruptasın demiş.
Sevgili dostlar! Bu bilgiler belgesiz ve mesnetsiz
değildir. En muteber hadîs kaynaklarında geçmektedir. İşte isimleri: Buhârî,
“Cihâd”, 3, 8, 63, 75, 93, “İsti’źân”, 41, “Ta’bîr”, 12; Müslim, “İmâre”, 160.
İlgilisine ve meraklısına arz olunur efendim…
*
Böyle bir olay, hem de
Rahmet Elçisiyle yaşanır da unutulur mu, a benim iki gözüm dostlarım?!
O
da unutmamış. Sadece o mu? Eşi Ubade b. Sâmit de yanında. Düşmüşler yollara.
Önce Suriye fethine katılmışlar ve Akdeniz’e en yakın yere yani Şam’a
gelmişler. Eee… artık buradan Kıbrıs yakın. Hz. Ömer zamanında Şam valisi Hz.
Muaviye Kıbrıs’ın fethi için izin istemiş. Hz. Ömer, deniz seferi yok demiş.
Korkarmış askerin denizde telef olacağından o koca Halife… Askerine karşı o
kadar müşfik. Denizleri tehlikeli bulurmuş, anlaşılan. Eee.. Deniz bu, derin mi
derin, dalgası engin… Fakat Hz. Muaviye’nin kafasında Kıbrıs son derece
stratejik bir yer. Devletin selameti ve emniyeti için mutlaka alınması lazım
bir ada burası. Bu gün dahi öyle değil mi dostlar? Dünyanın adeta nabız
bölgelerinden biri.
Hz.
Muaviye, üçüncü halife Hz. Osman’ı razı etmiş ve izni koparmış. Hz. Osman da
şartlı izin vermiş ona: Sadece gönüllüler katılacak bu sefere. Kim dersiniz ilk
gönüllüler. İlk safta 80’lik nine Sultan Halamız Ümmü Harâm ve Eşi Übade b.
Samit…
Gelirler
Kıbrıs’a Larnaka kıyılarından karaya çıkarlar. Eee... seksenlik Nineyi yaya götürmek
olmaz. Hem de böyle bir mübarek kadın yürütülür mü? Bir hayvanın üstüne
bindirmişler… Kader bu. Hak vaki olacak ya. Olmuş da nitekim. Dua yerine gelmiş.
Ümmü Harâm halamız hayvanın üzerinden düşmüş, boynu kırılmış ve oracıkta
şehadet şerbetini içivermiş bir yudumda. Zahmetsiz, kedersiz. Keder ne gerek
efendim, şehadet şerbetini içene. Kıbrıs adası, Larnaka şehri Tuzla bölgesi…
Allah’ın rahmeti üzerine yağsın… Bize de şefaati nasip olsun…
*
Günler günleri kovalamış, aylar uçmuş gitmiş, yıllar peş
peşe geçivermiş… Nasıl olmuşsa olmuş, Kıbrıs elimizden çıkmış. Sonra Osmanlı
gelmiş, 1571 yılında… Sultan II. Selim ferman çıkarmış, Şeyhülislam Ebussuud
Efendi fetih fetvasını yazmış ve hazırlıklar başlamış… Vezir Lala Mustafa Paşa
görev emrini almış, donanma yola çıkmış. Vira bismillah, hedef Kıbrıs, fetih
müyesser olur inşallah…
İslam geleneği üzere önce sulh u sükun içinde adanın
teslimi istenmiş. Venedikler reddetmiş. Osmanlı’ya kafa tutmuşlar anlayacağınız.
O zamanda Osmanlıya kafa tutulur mu hiç? Osmanlı da vurmuş yumruğunu masaya.
Öyle olmazsa böyle olur deyip yanaştırmış koca donanmayı Kıbrıs kıyılarına.
Zaten Rum ahali de bıkmış Latin istilasından. Her biri hatta papazları bile
Osmanlı ordusuna gönüllü kılavuzluk etmiş. Eee… Osmanlı adaleti gelecek kim
istemez ki?
Lafı uzatmayalım efendim. Osmanlı Larnaka’dan karaya çıkmış,
Hala Sultan’ı bulmuş. Anlayacağınız hazinenin en hasına kavuşmuş. Kaçırılır mı
böyle bir hazine. Hz. Peygamber’in Halası’nın kabrini bulur da orasını öyle
bırakır mı Osmanlı? Hemen işe koyulmuşlar, kabri mamur hale getirmişler. Sonra
her dönem bir şeyler eklenmiş: Türbe, şadırvan, cami ve daha bir nice
müştemilat. Anlayacağınız orasını adeta bir külliyeye döndürmüşler… Allah
yapandan da yaptırandan da razı olsun…
*
Bir öyle vaktiydi, oraya ulaşmamız. Ulaşır ulaşmaz, baktık
bir tabela, üzerinde Hala Sultan Tekke yazıyor. Dizildik altına, bu
eşsiz ânı tespit için. Kimler yoktu ki efendim. Sağdan sayayım: Hacı Mehmet
Günay, Bendeniz, Ahmet Vanlıoğlu, Ömer Kara, Abdurrahman Özdemir, Abdullah Hikmet
Atan… Yeter mi efendim. Yetsin şimdilik… Daha nice kişilerle nice ziyaretlere…
Kıbrıs Din İşleri Başkanı Talip Atalay bey de oraya
gelmişler. Oturduk sohbet ettik. Merak ettik, sorduk: Burasının statüsü nedir?
Ne zamandan beri ziyaret edilir? Efendim eskiden ziyaret edilemezmiş. Rumlar
izin vermezmiş. Büyük gayret ve çabalar sonucu izin çıkartılmış. Ancak yılda üç
kere: İki bayram ve Mevlit kandili. Sevinerek öğrendik ki, Kıbrıs’ın yerli
olanlarına Rumlar geçiş izni verdiklerinden neredeyse her Cuma bir gurup buraya
gelir ve Cuma namazı kılarlar. Zaten Larnaka’da göçmen Arap Müslümanların var
olduğunu da öğrendik. Anlayacağınız her Cuma şen burası dostlar… Yetim ve
mahzun değil Sultan Halamız…
Yine öğrendik ki, Rumlar tarihi kalıntı var diye külliyenin
altını kazarlarmış. İsrail’in taktiğini bunlar da uyguluyor demek. İsrail
Mescid-i Aksa’nın altını kazmadı mı? Tarih var bunun altında bahanesiyle… Anlaşılan
işimiz çok bunlarla ey Müslümanlar! Durmak yok, çalışmaktan gayrı… Ama önce
uyanık olmak, azmetmek, kararlı olmak gerek… Sonrası Allah’a kalmış. Sen hele
bir azimli ol, kararlı dur! Göreceksin ki, Allah yar ve yardımcındır her daim…
Doluştuk hınca hınç külliyeye. Ziyaretimizi yaptık,
Fatihalar, İhlaslar… okuduk. Buluşacağımız günü düşündük, ibret aldık… Bir kalabalık bir kalabalık, bildiğiniz gibi
değil dostlar! Kabir, mescit, bahçe her yer insan seli… Kadın, erkek, çocuk Hz.
Peygamber sevdalısı herkesler burada. İçimden öyle geçiyor ki, diğer
Müslümanların da gönlü burada. Görmesek de duymasak da. Burası bizim yurdumuz,
aha da tapu senedimiz… Nitekim bir dostum, Bünyamin Erul bir mesaj göndermiş: “yıllar
önce gitmiştik Kıbrıs’a Hala Sultana geçmek için epey çabaladık, çırpındık…
Rum’dan izin alamadık, kaçak gitmeye bile razı olduk. Ama olmadı. İçimde kaldı bir
ukde … Beni de duadan unutma dedi… Onun da gönlü buradaymış, diğerleri gibi…
Anladınız mı şimdi? Sizin de gönlünüz burada... İsterseniz gönlünüze bir sorun…
*
Gönül hun oldu şevkinden boyandım Ya
Rasulallah
Nasıl bilmem bu nirana dayandım Ya Rasulallah
Ezel bezminde bir dinmez figandım Ya Rasulallah
Cemalinle ferahnak et ki yandım Ya Rasulallah
Nasıl bilmem bu nirana dayandım Ya Rasulallah
Ezel bezminde bir dinmez figandım Ya Rasulallah
Cemalinle ferahnak et ki yandım Ya Rasulallah
*
Boyun büktüm, perişanım, bu derdin
sende tedbiri
Lebim kavruldu ateşten döner pâyinde tezkiri
Ne dem gönlün murad eylerse taltif eyle kıtmiri
Cemalinle ferahnak et ki yandım Ya Rasulallah
Lebim kavruldu ateşten döner pâyinde tezkiri
Ne dem gönlün murad eylerse taltif eyle kıtmiri
Cemalinle ferahnak et ki yandım Ya Rasulallah
*
Ben
böyle güzel söyleyemem aziz dostlar. Nerdeee… Böyle ezgiler, ancak Yaman ve aşk
derdiyle yanan kişilerin işidir… Yaman Dede’ymiş nitekim… Helal olsun… Rahmet
bulsun… Ne güzel de söylemiş!
Sohbetleştik,
halleştik ve helalleştik… Türkiye’den sırf bu ziyaret için gelen dostlar da
varmış meğer, buluştuk. Kur’an’lar okundu. Salavatlar getirildi. Türkiye’den bu
ziyaret için gelen Ahmet Vanlıoğlu, Kısbü Rektör Yardımcısı Abdurraman Özdemir
ve KKTC Din İşleri Başkanı Talip Atalay bir kısa konuşma yaptılar cemaate. İşte
vakit geldi, hep birden gönüller kıblegahımız Kabe’ye yöneldi, kadınlar
yukarıda, erkekler aşağıda saflar kuruldu, Allahü Ekber tekbiriyle namaza
duruldu. Bir Cuma namazı, bir bayram namazıydı adeta… Öylesine huşu, öylesine
coşku…
Ayrıldık
namazdan sonra, bir burukluk içinde… Herkes arkasına bakarak ayrıldı. Bir
gözümüz arkamızda kaldı sanki. Sadece gözümüz mü gönlümüz de… Akla uyduk, gönlü
bıraktık, döndük anlayacağınız… Orada kalan gönlümüzü almaya gideriz bir gün
inşallah… Bir yerde bir şeyin kalması gerekmiş efendim, gitmek için bir kez
daha oraya… Biz de, en kıymetlimiz gönlümüzü bıraktık…
Ziyaret tarihi: 12 Rebiü’l-evvel 1440/ 20 Kasım
2018
Yazı tarihi: 15 Rebiü’l-evvel 1440/ 23 Kasım
2018
Lefkoşa/ Hala Sultan Külliyesi/Kıbrıs Sosyal
bilimler Üniversitesi.
Hocam yüreğinize, kaleminize sağlık, o güzel yerleri ziyaret etmiş gibi olduk. N. Parlak
YanıtlaSil