24 Kasım 2018 Cumartesi

Kıbrıs’ta Sultan Halamızı Ziyaret

Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ
Bismihî Teâlâ…
Rahmeti Engin Rabbimize Hamd, Gönderdiği Rahmet Elçisine Selam…
*
Efendim, O’nun halası bizim de halamız olur nitekim. O’nun halasını ziyaret etmek de, sanki kendi halamızı hatta bütün halaları ziyaret gibi olur herhalde. Halaların şahı ve feriştahı desek çok abartmış olmayız inşallah…

Evet, aziz dostlarım, Kıbrıs’ta bulunmuşluğumuz Mevlit Kandiline tesadüf edince öğrendik ki, burada Mevlit bir başka anlama bürünmüş… Öyle böyle değil adeta bayram. O günü tatil bile etmişler.  Mevlit gecesinin ertesi tatil. Yine duyduk ki, Kıbrıs’ın sultanı Hala Sultan yılda üç vakitte ziyarete izin verilirmiş. Malum orası Rum bölgesi. İki bayram ve Mevlit Kandilinde. Biz de niyetine girdik, gitmeye bütün azmimizle karar verdik. Eh yani azmedince Allah’a tevekkül etmek de gerek yani efendim. Biz de öyle yaptık ve Rabbimiz bize bu seferi ve ziyareti nasip eyledi.
Düştük yollara bir Salı sabahının erkeninde. Vardık Lefkoşa’ın terminal meydanına… İsimlerimiz Kıbrıs Din İşleri Başkanlığı tarafından daha önceden kayıt edildiği için bize hangi otobüsle gideceğimizi öğrenmek kaldı. Kıbrıs Din İşlerinin bir temsilcisinin eşliğinde yola çıktık, vardık Rum tarafının kapısına. İnceden inceye kimliklerimiz kontrol edildi. Epey bir polis arabası ve motoru eşliğinde yola koyulduk. Bütün yollar bize açık. Espri bile yaptık: Rumların ağır misafirleriyiz yani(!). Bütün yollar bize tahsis…
İtiraf etmek gerekirse Rum tarafı biraz daha mamur gibi geldi bana. Her ne kadar bizim hanım kasvetli bulsa da. Kasvetli bulması da normaldi yani. Rumun memleketini hoş bulacak hali yoktu ya. Mamur olması da normaldi efendim. Avrupası, Amerikası, İsraili, bugünlerde Sisisi hepsi bir olmuş orası için çalışıyor. Eeee… yoktur Müslümanın Müslümandan gayrı dostu. Müslümanlar ülkelerden de sadece Türkiye’nin sahip çıktığı gariban bir memleket Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti. Ama buna rağmen şöyle kabaca karşılaştırma yapıldığında Türk tarafının da her bakımdan onlardan hiç geri kalmadığını görebiliriz. Efendim, keser döner sap döner bir gün gelir hesap döner. Eee… işte hesap dönmeye başladı. İslam coğrafyasının yeniden ayağa kalkışının ilk işaretleri görüldü. Gördüm dedimse bendenizi keramet ehli sanmayın efendim. Zahir işaretten bahsediyorum ben. Bu gibi gelişmeleri bugünden yarına hemen olacak gibi beklememek lazım dostlar... Ama bir gün gelecek, gerçekleşecek, belki torunlarımız görecek o günü… Ne buyurdu Yüce Rabbimiz “Biz, günleri insanların arasında dolaştırırız” Eh… dolaşıyor yani.
Konumuzdan uzaklaşmayalım aziz dostlar… Arada bir uyarın beni. Heyecandan olsa gerek çenem düştü…
Neyse ki yaklaştık Sultan Halamızın mekânına. Ağaçların arasından orta boy ince bir minare ve güzelim bir kubbe… Dünyalar bizim oldu. Rumun memleketinin ortasında böylesi bir manzara. Türbenin hemen yanı başında küçük bir tuz gölü… Bu yüzden Tuzla demiş ceddimiz burasına. Vardık ki, ne görelim! Sadece bir türbe değil, kendi çapında bir külliye… Camisi, şadırvanı ve diğer müştemilatı ile tam tamına bir külliyeye dönüştürülmüş. Kimlerin emeği geçmemiş ki oraya. Taaa Hz. Osman’dan Osmanlı’nın sonuna kadar her dönemdeki gayretli ve gönlü nebevî aşka ermiş herkesin bir katkısı olmuş, emeği geçmiş…
Söz buraya gelmişken Sultanımız Halamızdan bahsetmeden geçmemiz olmaz. Zaten asıl konumuz da o değil mi efendim. Konuyu uzmanından Hz. Peygamber aşığı, O’nun hadîsleriyle adeta hemhal olmuş, öğrencisi olma bahtiyarlığına erdiğim muhterem Yaşar Kandemir hocamın Diyanet İslam Ansiklopedisine yazdığı “Ümmü Harâm” maddesinden takip edelim: 
Efendim bizde Hala Sultan, yazılı edebiyatta ise Ümmü Harâm diye meşhur ve maruf sahabeden bir hanım kişi. Araplar teyzeye hala dedikleri için hala kalmış namı. Aslında bizdeki teyze. Ama bizim memlekette de teyzeye hala, halaya da bibi derler efendim. Bizler Halep’i ve Antep’i geçerek Anadolu’nun Sivas vilayetine gelmiş Elbeyliler olduğumuz için böyle bir etkilenme olmuş anlaşılan.
 Hala Sultan namı diğer Ümmü Harâm, Milhân’ın kızı. Dedesi Hâlid. Ensar’dan bir hanımefendi. Medine’nin ilk Müslümanlarından. Hazrec kabilesine mensup.  İki kardeşi, Bir’i Maune olayında şehid düşmüş. Kız kardeşi, sahabenin önde gelenlerinden Enes b. Malik’in annesi. Bir erkek çocuğu olmuş, adını Muhammed koymuş. Çok manidar… Resûlullah’ın dedesi Abdülmuttalib’in annesi dolayısıyla Resûl-i Ekrem ile Ümmü Harâm arasında süt veya soy bakımından teyze-yeğen ilişkisi var. Hatta Ümmü Harâm’ın Hz. Peygamber’in süt teyzelerinden biri olduğu dahi söylenir. Bu sebeptendir ki Efendimiz kendisini bu iki kız kardeşe daha yakın hissederdi. Hatta Hicret sonrası ilk mescit olan Kubâ Mescidi’ni ziyarete gittiğinde onların evinde misafir olmuştu. Halamız Sultanımız hiç boş durmamış. Uhud Savaşında bulunmuş, Huneyn Savaşında yer almış… Yaralı gazilerin hemşiresi olmuş... Hicri 28, Miladi 648’de Kıbrıs adasında Larnaka’nın Tuzla bölgesinde şehit düşmüş ve hemen oracığa defin işlemi gerçekleşmiş. Bugün bizim için kabri, Kıbrıs’ta en geçerli tapu senedi…
Yeter mi dostlar. Kime yetmez ki bu kadar şan ve şeref…
*
Fakat bizim hikayemiz yeni başlıyor. Sabredin hele dostlar… Anlatacağız tane tane inşallah!
Bizzat Ümmü Harâm’ın kendi ağzından rivayet olunur ki, Resûl-i Ekrem onun evinde bir öğle uykusundan gülerek uyanmış, Ümmü Harâm niçin güldüğünü sorunca uykusunda kendisine ümmetinden fetih maksadıyla Akdeniz’e açılan bazı kimselerin gösterildiğini ve onların cennetlik olduğunu söylemiş. Ümmü Harâm bu fırsatı kaçırır mı? Aman ben de onlardan olayım diye dua istemiş Rahmet Elçisinden. Rahmet Elçisi bu, süt teyzeciği dua ister de, geri çevirir mi?. Dua dökülmüş onun için mübarek fem-i saadetlerinden. O dua eder de geri çevrilir mi hiç Rahmet Kapısından?
Ardından tekrar uykuya dalmış Rahmet Elçisi, yine gülerek uyanmış, Ümmü Harâm’ın bu defaki sorusu üzerine de ümmetinden bazılarının İstanbul’u fethetmek maksadıyla sefere çıkacağını, onların da günahlarının bağışlanacağını haber vermiş. Ümmü Harâm kendisinin onların da arasında bulunması için dua etmesini isteyince, Resûl-i Ekrem: Eh artık sen birinci gruptasın demiş.
Sevgili dostlar! Bu bilgiler belgesiz ve mesnetsiz değildir. En muteber hadîs kaynaklarında geçmektedir. İşte isimleri: Buhârî, “Cihâd”, 3, 8, 63, 75, 93, “İsti’źân”, 41, “Ta’bîr”, 12; Müslim, “İmâre”, 160.
İlgilisine ve meraklısına arz olunur efendim…
*
Böyle bir olay, hem de Rahmet Elçisiyle yaşanır da unutulur mu, a benim iki gözüm dostlarım?!
O da unutmamış. Sadece o mu? Eşi Ubade b. Sâmit de yanında. Düşmüşler yollara. Önce Suriye fethine katılmışlar ve Akdeniz’e en yakın yere yani Şam’a gelmişler. Eee… artık buradan Kıbrıs yakın. Hz. Ömer zamanında Şam valisi Hz. Muaviye Kıbrıs’ın fethi için izin istemiş. Hz. Ömer, deniz seferi yok demiş. Korkarmış askerin denizde telef olacağından o koca Halife… Askerine karşı o kadar müşfik. Denizleri tehlikeli bulurmuş, anlaşılan. Eee.. Deniz bu, derin mi derin, dalgası engin… Fakat Hz. Muaviye’nin kafasında Kıbrıs son derece stratejik bir yer. Devletin selameti ve emniyeti için mutlaka alınması lazım bir ada burası. Bu gün dahi öyle değil mi dostlar? Dünyanın adeta nabız bölgelerinden biri.
Hz. Muaviye, üçüncü halife Hz. Osman’ı razı etmiş ve izni koparmış. Hz. Osman da şartlı izin vermiş ona: Sadece gönüllüler katılacak bu sefere. Kim dersiniz ilk gönüllüler. İlk safta 80’lik nine Sultan Halamız Ümmü Harâm ve Eşi Übade b. Samit…
Gelirler Kıbrıs’a Larnaka kıyılarından karaya çıkarlar. Eee... seksenlik Nineyi yaya götürmek olmaz. Hem de böyle bir mübarek kadın yürütülür mü? Bir hayvanın üstüne bindirmişler… Kader bu. Hak vaki olacak ya. Olmuş da nitekim. Dua yerine gelmiş. Ümmü Harâm halamız hayvanın üzerinden düşmüş, boynu kırılmış ve oracıkta şehadet şerbetini içivermiş bir yudumda. Zahmetsiz, kedersiz. Keder ne gerek efendim, şehadet şerbetini içene. Kıbrıs adası, Larnaka şehri Tuzla bölgesi… Allah’ın rahmeti üzerine yağsın… Bize de şefaati nasip olsun…
*
Günler günleri kovalamış, aylar uçmuş gitmiş, yıllar peş peşe geçivermiş… Nasıl olmuşsa olmuş, Kıbrıs elimizden çıkmış. Sonra Osmanlı gelmiş, 1571 yılında… Sultan II. Selim ferman çıkarmış, Şeyhülislam Ebussuud Efendi fetih fetvasını yazmış ve hazırlıklar başlamış… Vezir Lala Mustafa Paşa görev emrini almış, donanma yola çıkmış. Vira bismillah, hedef Kıbrıs, fetih müyesser olur inşallah…
İslam geleneği üzere önce sulh u sükun içinde adanın teslimi istenmiş. Venedikler reddetmiş. Osmanlı’ya kafa tutmuşlar anlayacağınız. O zamanda Osmanlıya kafa tutulur mu hiç? Osmanlı da vurmuş yumruğunu masaya. Öyle olmazsa böyle olur deyip yanaştırmış koca donanmayı Kıbrıs kıyılarına. Zaten Rum ahali de bıkmış Latin istilasından. Her biri hatta papazları bile Osmanlı ordusuna gönüllü kılavuzluk etmiş. Eee… Osmanlı adaleti gelecek kim istemez ki?
Lafı uzatmayalım efendim. Osmanlı Larnaka’dan karaya çıkmış, Hala Sultan’ı bulmuş. Anlayacağınız hazinenin en hasına kavuşmuş. Kaçırılır mı böyle bir hazine. Hz. Peygamber’in Halası’nın kabrini bulur da orasını öyle bırakır mı Osmanlı? Hemen işe koyulmuşlar, kabri mamur hale getirmişler. Sonra her dönem bir şeyler eklenmiş: Türbe, şadırvan, cami ve daha bir nice müştemilat. Anlayacağınız orasını adeta bir külliyeye döndürmüşler… Allah yapandan da yaptırandan da razı olsun…
*
Bir öyle vaktiydi, oraya ulaşmamız. Ulaşır ulaşmaz, baktık bir tabela, üzerinde Hala Sultan Tekke yazıyor. Dizildik altına, bu eşsiz ânı tespit için. Kimler yoktu ki efendim. Sağdan sayayım: Hacı Mehmet Günay, Bendeniz, Ahmet Vanlıoğlu, Ömer Kara, Abdurrahman Özdemir, Abdullah Hikmet Atan… Yeter mi efendim. Yetsin şimdilik… Daha nice kişilerle nice ziyaretlere…
Kıbrıs Din İşleri Başkanı Talip Atalay bey de oraya gelmişler. Oturduk sohbet ettik. Merak ettik, sorduk: Burasının statüsü nedir? Ne zamandan beri ziyaret edilir? Efendim eskiden ziyaret edilemezmiş. Rumlar izin vermezmiş. Büyük gayret ve çabalar sonucu izin çıkartılmış. Ancak yılda üç kere: İki bayram ve Mevlit kandili. Sevinerek öğrendik ki, Kıbrıs’ın yerli olanlarına Rumlar geçiş izni verdiklerinden neredeyse her Cuma bir gurup buraya gelir ve Cuma namazı kılarlar. Zaten Larnaka’da göçmen Arap Müslümanların var olduğunu da öğrendik. Anlayacağınız her Cuma şen burası dostlar… Yetim ve mahzun değil Sultan Halamız…
Yine öğrendik ki, Rumlar tarihi kalıntı var diye külliyenin altını kazarlarmış. İsrail’in taktiğini bunlar da uyguluyor demek. İsrail Mescid-i Aksa’nın altını kazmadı mı? Tarih var bunun altında bahanesiyle… Anlaşılan işimiz çok bunlarla ey Müslümanlar! Durmak yok, çalışmaktan gayrı… Ama önce uyanık olmak, azmetmek, kararlı olmak gerek… Sonrası Allah’a kalmış. Sen hele bir azimli ol, kararlı dur! Göreceksin ki, Allah yar ve yardımcındır her daim…
Doluştuk hınca hınç külliyeye. Ziyaretimizi yaptık, Fatihalar, İhlaslar… okuduk. Buluşacağımız günü düşündük, ibret aldık…  Bir kalabalık bir kalabalık, bildiğiniz gibi değil dostlar! Kabir, mescit, bahçe her yer insan seli… Kadın, erkek, çocuk Hz. Peygamber sevdalısı herkesler burada. İçimden öyle geçiyor ki, diğer Müslümanların da gönlü burada. Görmesek de duymasak da. Burası bizim yurdumuz, aha da tapu senedimiz… Nitekim bir dostum, Bünyamin Erul bir mesaj göndermiş: “yıllar önce gitmiştik Kıbrıs’a Hala Sultana geçmek için epey çabaladık, çırpındık… Rum’dan izin alamadık, kaçak gitmeye bile razı olduk. Ama olmadı. İçimde kaldı bir ukde … Beni de duadan unutma dedi… Onun da gönlü buradaymış, diğerleri gibi… Anladınız mı şimdi? Sizin de gönlünüz burada... İsterseniz gönlünüze bir sorun…
*
Gönül hun oldu şevkinden boyandım Ya Rasulallah
Nasıl bilmem bu nirana dayandım Ya Rasulallah
Ezel bezminde bir dinmez figandım Ya Rasulallah
Cemalinle ferahnak et ki yandım Ya Rasulallah
*
Boyun büktüm, perişanım, bu derdin sende tedbiri
Lebim kavruldu ateşten döner pâyinde tezkiri
Ne dem gönlün murad eylerse taltif eyle kıtmiri
Cemalinle ferahnak et ki yandım Ya Rasulallah
*
Ben böyle güzel söyleyemem aziz dostlar. Nerdeee… Böyle ezgiler, ancak Yaman ve aşk derdiyle yanan kişilerin işidir… Yaman Dede’ymiş nitekim… Helal olsun… Rahmet bulsun… Ne güzel de söylemiş!
Sohbetleştik, halleştik ve helalleştik… Türkiye’den sırf bu ziyaret için gelen dostlar da varmış meğer, buluştuk. Kur’an’lar okundu. Salavatlar getirildi. Türkiye’den bu ziyaret için gelen Ahmet Vanlıoğlu, Kısbü Rektör Yardımcısı Abdurraman Özdemir ve KKTC Din İşleri Başkanı Talip Atalay bir kısa konuşma yaptılar cemaate. İşte vakit geldi, hep birden gönüller kıblegahımız Kabe’ye yöneldi, kadınlar yukarıda, erkekler aşağıda saflar kuruldu, Allahü Ekber tekbiriyle namaza duruldu. Bir Cuma namazı, bir bayram namazıydı adeta… Öylesine huşu, öylesine coşku…
Ayrıldık namazdan sonra, bir burukluk içinde… Herkes arkasına bakarak ayrıldı. Bir gözümüz arkamızda kaldı sanki. Sadece gözümüz mü gönlümüz de… Akla uyduk, gönlü bıraktık, döndük anlayacağınız… Orada kalan gönlümüzü almaya gideriz bir gün inşallah… Bir yerde bir şeyin kalması gerekmiş efendim, gitmek için bir kez daha oraya… Biz de, en kıymetlimiz gönlümüzü bıraktık…
Ziyaret tarihi: 12 Rebiü’l-evvel 1440/ 20 Kasım 2018
Yazı tarihi: 15 Rebiü’l-evvel 1440/ 23 Kasım 2018
Lefkoşa/ Hala Sultan Külliyesi/Kıbrıs Sosyal bilimler Üniversitesi.


1 yorum:

  1. Hocam yüreğinize, kaleminize sağlık, o güzel yerleri ziyaret etmiş gibi olduk. N. Parlak

    YanıtlaSil

Yazarlar