26 Aralık 2016 Pazartesi

Şu Bizim Suriye

İslam tarihi alanındaki eserleriyle bilinen İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Adnan Demircan, tarih boyunca geniş bir kültür mozağinin merkezi olan Suriye’nin bugün geldiği durumu yazdı.

PROF. DR. ADNAN DEMİRCAN

Suriye toprakları Emevi Devleti’nin kurulduğu; Abbasîlerin, Tolunoğullarının, Selçukluların, Zengilerin, Eyyûbîlerin, Memluklerin ve Osmanlı’nın yönetiminde stratejik önemi devam etmiş olan bir bölgedir. Eski dünyanın önemli geçiş güzergâhlarından biri olan Suriye hem dinî hem de kültürel çoğulculuğa sahip olagelmiştir. Farklı dinî ve etnik kökenlere mensup insanlar bu topraklarda asırlar boyunca bir arada yaşamış ve bu tecrübe bir hoşgörü kültürü oluşturmuştur. Ancak Osmanlı Devleti’nin dağılma sürecinde, ithal ideolojilerle de beslenen dâhilî potansiyeli kullanan Batı’nın ektiği fitne tohumu bir cinnet halini beslemiştir. Öyle ki asırlardır bir arada yaşayan insanlar birbirlerine düşman olmuşlardır.

Uzak coğrafyalardan değil, geçen asır ülkemizin parçası olan yanı başımızdaki topraklardan söz ediyoruz. Suriye’de, hassaten Halep’te yaşayan Suriye vatandaşlarının önemli bir kısmının ülkemizle doğrudan ya da dolaylı ilişkisi vardır. Suriye ile sınırı olan bölgelerimizde bu ilişki daha yoğundur. Zira sınırlar belirlendikten sonra akraba olan insanların bir kısmı Türkiye’de, bir kısmı Suriye’de kaldı. Yapacak pek bir şey yoktu, hayat devam ediyordu. Türkiye ile Suriye arasında bir dönem ilişkiler kopma noktasına gelmişse de siviller arasındaki ilişki hep devam etti. Bayramlarda sınır kapıları birkaç günlüğüne açılıyor ya da pasaporta gerek duyulmaksızın kaymakamlık izniyle akraba ziyaretine gidilebiliyordu. Bugün ise küçülen dünyada artık emperyalistlerin çizdiği sınırların bizi birbirimizden ebediyen kopardığını zannettiğimiz dönemleri geride bıraktık.

MOZAİĞİ ESAD BOZDU

Bilindiği gibi Osmanlı Devleti’nin diğer bölgelerinde olduğu gibi Suriye’de de farklı dinlere ve etnik kökenlere mensup insanlar yaşıyordu. Bu mozaiği, iç çatışma çıkarmak için kullanan emperyalist güçlerin desteğiyle azınlık durumundaki gruplardan biri olan Nusayrilerden Hafız Esed, 1970 yılında darbeyle iktidara geldikten sonra bozdu ve kendisine bağlı bir azınlık oluşturdu.

Hafız Esed, çoğunluğu oluşturan Sünnîler dâhil olmak üzere diğer grupların kendisine alternatif olmasına izin vermedi. Muhalefetin yaşatılmadığı ülkede maruz kaldıkları yoğun baskılara karşı yıllar önce ayaklanan Suriyeliler kanlı bir katliama maruz kaldı.   2 Şubat 1982’de meydana gelen Hama katliamında on binlerce insan katledildi. Dünyanın sessiz kaldığı bu katliamdan sonra da muhaliflere yönelik sistematik baskı ve işkenceler devam etti. Ülkede on binlerce insan, onlarca yıl yargılanmadan, işkence merkezleri haline getirilen hapishanelerde tutuldu. Binlerce insan yoğun işkencelere maruz kaldı ve hayatını kaybetti. Muhalifler, yurtdışında takip edilerek infaz edildi.

Suriye ve çevredeki diğer ülkeler, Batı’nın çıkarları ve onların Orta Doğu’daki ileri karakolu durumundaki İsrail’in güvenliği dikkate alınarak çeşitli müdahalelere maruz kaldı. Ülkeyi baskıyla yöneten Hafız Esed’in yerine geçmesi için yetiştirdiği büyük oğlu Basil’in kuşku uyandıran bir trafik kazasında ölmesi üzerine diğer oğlu Beşar liderliğe hazırlandı.

Hafız Esed’in 2000 yılında ölümünün ardından, anayasadaki yaş engeli kaldırılarak formaliteden bir seçimle Cumhurbaşkanlığına getirilen Beşar, halkı baskıyla yöneten babasından sonra ortaya koyduğu bazı küçük açılımlarla başlarda büyük bir teveccüh gördü. Ancak babası döneminde büyük mağduriyetlere maruz kalan insanların haklarının iade edileceğine dair beklentilerini neticede karşılamadı. Her ne kadar bu dönemde bazı konularda rahatlama meydana gelmişse de özgürlüğe ve demokratik hakların kullanılmasına yönelik talepler karşısında takınılan tutum, Suriye yönetiminin samimi olmadığını gösterdi.

Muhalefetin yaşatılmadığı Suriye’de maruz kaldıkları yoğun baskılara karşı yıllar önce ayaklanan Suriyeliler kanlı bir katliama maruz kaldılar.

Büyük bir istihbarat şebekesine sahip; kadınların eşlerine, çocukların babalarına güvenmediği bir ülkede insanların huzur içerisinde yaşamaları pek mümkün değildi. Ancak şu anda içinde bulunulan durum da ne yazık ki geçmişten iyi değildir. Hatta bazı insanlara sorarsanız ülkede yaşanan iç savaşın getirdiği yıkım sebebiyle geçmişi arayacak duruma gelmişlerdir. Yüz binlerce insanın hayatını kaybettiği, milyonlarca insanın göçmen durumuna düştüğü ve maddi varlıklarını yitirdiği bir ülkede yönetimi elinde bulunduran azınlık, uluslararası bazı güçleri arkasına alarak yönetimi elinde tutmaya devam etmekte, bunun için katliamlar yapmaktan kaçınmamaktadır.

Savaş süreci, Batı’nın ikiyüzlülüğü sebebiyle daha da içinden çıkılmaz bir hal almıştır. Ne yazık ki nüfusları iki milyara yaklaşan Müslümanların ülkü birliğine sahip olmaması, bölgemizle ilgili hesap yapan başka ülkelerin iştahını kabartmaktadır. Suriye’de yaşanan iç savaş, Rusya ve İran’ın da bölgeye ilgilerinin görünenden daha derin olduğunu Suriyelilere acı bir şekilde göstermiştir.

Gözü dönmüş, gasp eder durumdaki bir azınlığın, ellerindeki iktidarı kaybetmemek için on binlerce kişinin hayatını kaybetmesine ve milyonlarca insanın yurtlarından olmasına sebep olan işgalleri karşısında, geçmişte yapılan haksızlıkların sonlandırılmasını ve adil seçimlerle oluşturulacak bir yönetimi talep edenlerin suçlanması anlaşılır bir durum değildir. Ülkenin resmi adında bulunan “Cumhuriyet” ifadesinin tahakkukunu talep eden sivillerin üzerine ateş açan canilerin yönetici olmaya devam etmesi nasıl kabul edilebilir?

TÜRKİYE’NİN TARİHİ MİSYONU

Suriye’deki insanlık dramına karşı duyarsız kalmayan ülkemiz, tarihte saygıyla anılacak bir misyon üstlenmiştir. Zalim ve despotlardan yana değil, gerçek hak sahibi mazlumlardan yana olmak, saygı duyulması gereken erdemli bir davranıştır.

Sonucu belli, rakibi olmayan seçimlerle yönetimi gasp eden azınlık, er geç mağlup olmaya mahkûmdur. Bu yıkıcı savaş onların mağlubiyetiyle sonuçlanacaktır. Zira “küfür devam eder, ama zulüm devam etmez.” Suriye gasıpların değil, ümmetin topraklarıdır ve inşallah ilelebet böyle kalacaktır. Ancak iç savaşı besleyen, insanların kanı üzerinden çıkar elde etme peşinde olan bazı ülkelerin, ülkemizi bir bataklığın içine sürüklemeye çalıştıkları, uluslararası büyük bir oyunun oynandığının farkında olmamız gerekir. Burayı karıştıran, siyasî ve askerî duruşları çıkarlarına bağlı olan ülkelerin hiçbiri Suriye’yle bizim kadar tarihî bağa sahip değildir. Suriye’de olanlardan etkilenmeyecek kadar uzak olan ülkelerin buradan çıkar sağlamaya yönelik –ve İsrail’in güvenliğini hesaba katan- müdahaleleri işi içinden çıkılmaz bir duruma sürüklerken Suriye’de iş başında olan taşeron örgütler, başta aziz dinimiz olmak üzere bütün değerlerimizi çirkin emellerine alet etmektedirler. Suriye topraklarını mesken edinen dinî ya da etnik hedefleri vitrinlerine koyan bazı örgütlerin Batı’nın beslemeleri oldukları açıktır. Bunun farkında olmak, içerideki sorunun ve çatışma potansiyelinin dikkatten uzak tutulmasını gerektirmez.

Nüfusları iki milyara yaklaşan Müslümanların ülkü birliğine sahip olmaması, bölgemizle ilgili hesap yapan başka ülkelerin işhatını kabartıyor.

Duygularımızı es geçmeden, akl-ı selimle adaletin ve hakkaniyetin mihmandarlığında bir barışın tesisi için var gücüyle çalışmak hepimizin görevidir. Gelecekte meyveleri devşirilmek istenen mezhepçilik fitnesine karşı uyanık olmak ve toptancı bir bakış açısıyla genellemeler yaparak emperyalistlerin oyununa gelmekten sakınmak gerekir. Hâsılı işimiz zor ve fakat misyonumuz yücedir. Rabbim ülkemizi, dünyalarını din edinen şerirlerin, hainlerin ve zalimlerin kötülüklerinden korusun.

http://www.karar.com/gorusler/su-bizim-suriye-350296

Yazarlar