Artık
ey millet-i merhume, sabah oldu uyan!
Sana
az geldi ezanlar diye ötsün mü bu çan?
Ne
Araplık, ne Türklük kalacak, aç gözünü!
Dinle
peygamber-i Zişan’ın ilahi sözünü
Türk
Arabsız yaşayamaz. Kim ki “yaşar” der, delidir!
Arab’ın,
Türk ise hem sağ gözü, hem sağ elidir
Değil
mi ki cephemizin sinesinde iman bir
Sevinme
bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir
Değil
mi ki koşan Çerkez’in, Laz’ın, Türk’ün
Arab’la,
Kürt ile bakidir ittihadı bugün
“Mü’minin,
mü’mine karşı durumu, birbirini perçinleyen (muhkem) bir bina gibidir.” inananların
kardeş olduğu, dayanışma içerisinde olmaları gerektiği vurgusu yapılan onlarca
ayet ve hadis olmasına rağmen bugün İslam dünyasının hali pürmelâli gündeme geldiğinde
dikkat çeken ilk husus; Müslümanların parçalanmışlığı, olmaktadır.
Amerika’daki
11 Eylül olaylarının ardından Müslümanlar 21. yüzyılda yeni fitnelerle karşı
karşıya kalmışlardır. Müslümanların yaşadığı topraklar; “böl, parçala, yönet”
kuralı gereğince uzun yıllara mal olacak ve çok ağır bedeller ödenecek olan bir
bozgunculuk dönemini içerisindedir. Planları dışarıda hazırlanan, silahları
dışarıdan verilen, ölenin de öldürenin de aynı fabrikalarda üretilen silahları
kullandığı, Müslümanların figüran olmaktan öte geçemediği bir dönemin
içerisindedir. Paramparça olan İslam dünyası ve Müslümanlar, ülkelerini,
mukaddesatını işgal eden Batı’yla mücadele etmek yerine birbirleriyle
çatışmaktadır. Eline biraz güç geçiren kim varsa bunu, ilk önce kendilerine en
yakın gurupları yok etmek için kullanmaktadır. Kendi varlıklarını, izzetlerini
başkalarının zilletinde aramaktadırlar. Günlük hesaplar ve anlık öfkelerle
silahlarını birbirlerine doğrultanlar yüzünden masum insanların canları ve tüm
dünyaları yok olup gitmektedir. Küffarın verdiği zararı, acıyı atlatmak
kolaydır. Çünkü bu, beklenen bir durumdur. Fakat insanı en çok sarsan, nerden
geleceğini tahmin etmediği yumruktur.
Günümüzde
siyasî, itikadî ve dinî anlaşmazlıklar, Müslümanları parçalayıp guruplara ayrılmalarına
sebep oldu. Her gurup, mensup olduğu mezhebinin, cemaatinin veya üstadının
kitaplarından muhaliflerine deliller getirdi, bu da ihtilaf konusunu Kitap ve
Sünnet’e götürüp hakem kılmanın önünü kapattı. Hâlbuki ihtilaf edilen konuları
Kur’an ve Sünnet’e götürmemiz emredilmektedir. Selef-i salihîn, ihtilaf
edebiyle ve ilmiyle ahlaklanmışlardı. O edep sınırından bir parmak ucu kadar
dahi olsa ayrılmazlardı. Bugün ise gurupçuluk, saygısız ve seviyesiz bir
ihtilaf ve bilgisizce bir çekişme, gereksiz bir kibirlenme vesilesi oldu, bu da
haliyle vahdeti değil tefrikayı doğurdu.
Hasan
el-Benna, Ramazan ayında gittiği bir mescitte teravih namazı yüzünden
birbirleriyle kavga eden iki taife ile karşılaşır. Onlara: “Teravih namazı farz
mıdır, sünnet midir?” diye sorar. Cemaat: “Sünnet” olduğunu söyler. Hasan
el-Benna tekrar sorar: “Müslümanların ihtilaf etmemeleri ve vahdet içinde tek
yumruk olmaları farz mıdır, sünnet midir?” Onlar da: “Farz” olduğunu söylerler.
O da bunun üzerine kavga eden cemaate: “Siz farzı bırakıp bir sünnet yüzünden
birbirinize girip kavga ederek günah işliyorsunuz, bu mescidi kapatın, teravih
kılmayın ve evlerinize gidin!” der. İşte bu fıkıhtır.
İslam
dünyasının hali pür melali ortadayken, Müslümanlar kendilerinden beklenen
tevhidî duruşu sergilemekten uzaktır. Bir vücudun azaları, bir binanın
tuğlaları olması gereken ümmetin evlatları, birçok etnik ve mezhebi
farklılıklara ayrılarak kardeşleriyle aralarına kalın duvarlar örebilmekteler.
Kendi aralarında merhametli ve hoşgörülü, kâfirlere karşı ise izzetli ve onurlu
olmaları gerekirken tam aksi bir tavır sergileyebilmekteler. İslam dünyası iç
savaşlarla, sapıklıklarla, ihtilallerle, kavgalarla çalkalanıp
durmaktadır.
Maalesef
İslam dünyası, aşikâre işlenen büyük günahlarla, riba, zina ve binayla, en
çirkin fısk ve fücurlarla, isyan ve tuğyanlarla çalkalanmaktadır. Bir yanda
öldürülen, aç kalan, perişan olan milyonlarca masum Müslümanlar; öbür yanda
Nemrut ve Firavunlara taş çıkartacak lüks, israf, sefahat, fısk u fücur,
hayasızlık ve debdebe içinde yaşayan mütegallibe güruhu diyebileceğimiz altın,
gümüş, dolar, euroya tapan beyinsizler. Kudüs’ü Haçlıların elinden alan
Selahaddin Eyyûbi vefat ettiğinde on ülkenin sultanı idi, ama terekesinden
cenaze masraflarını karşılamaya yetecek miktarda parası çıkmamıştı.
İslam;
adalet, güvenlik, istikamet (doğruluk-dürüstlük), hikmet (bilgelik), hakiki
medeniyet dinidir, bugünkü İslam dünyasında bunlar var mıdır?
Müslümanlara
sorulduğunda düşman bellidir: Batı.
Sakın
Batı’nın propagandasını yapıyorum gibi anlaşılmasın. Ama burada bir şey sormak
istiyorum. Neden her yıl ilan edilen uluslararası şeffaflık, temizlik ve
dürüstlük listesinde, başı Danimarka, Yeni Zelanda, Finlandiya, İsveç,
Singapur, İsviçre, Avustralya, Norveç, Kanada, Hollanda gibi Hıristiyan ülkeler
çekerken, neden İslam ülkeleri listenin sonlarında yer alıyor? Neden yolsuzluk,
rüşvet, ahlâksız yayınlar içeren web sitelerine giren ülkeler arasında İslam
ülkeleri ilk onda yer almaktadır?
Bütün
bunlar biz Müslümanlar için utanılacak göstergeler ne yazık ki. Bu tablolar da
gösteriyor ki Türkiye dâhil, İslam Dünyası tam anlamlıyla bir çıkmazda. Hem de
devasa bir çıkmazda. Bu berbat tabloları görünce insanın aklına ister istemez
bazı sorular geliyor. Mesela; İslam ülkelerinin “Müslüman” idarecileri günah ve
haramdan korkmuyorlar mı acaba? Âhirette yaptıklarının hesabının sorulacağına
inanmıyorlar mı yoksa? Müslümanlık sadece inanç ve ibadetten mi ibaret?
Doğruluk, dürüstlük Müslüman olanlara lazım değil mi? Hatta neden çoğunluğu
Müslüman olan ülkelerde rüşvet, yolsuzluk, hırsızlık, sahtekârlık, iftira, gasp
bu kadar revaçta?
Müslümanlar
her şeyin sorumlusu olarak Batı’yı görmek ve göstermek yerine önce kendi
yaşantılarında kaybettikleri Kur’an, Sünnet, ilim, irfan, irade, azim, sebat,
adalet, istikameti bulmalıdırlar, diye düşünüyorum. Zira günümüz Müslümanları
benimsedikleri kültür ve zihniyetleriyle, parçalanmışlıklarıyla, ahlâklarıyla
büyük bir felakete doğru ilerlemektedir.
Müslümanların
dikkatinin şu an yaşadıkları vahim durumu, yüzleştikleri problemleri,
aralarındaki vahdet ve birliğin bozulmasını, zaruri olmayan meselelerde boşuna
ihtilafa düşmeyi ortadan kaldırmaya yönelmesinin zamanı çoktan gelmiştir. Zira
Müslümanlar parlak geçmişlerinde sahip oldukları Kur’an ve Sünnet’e bugün de
sahiptirler. Müslümanları sırat-ı müstakimde sabitleştirecek temel bir etken
vardır ki, o da vahdettir. Buna göre de içerisinde yaşadığımız bu asır mutlaka
Müslümanların uyanış asrı olmalıdır. Zamanın getirdiği zillet, tefrika ve
parçalanmışlığın verdiği zarara dikkat ettiğimizde, yaşananlar vahdet
meselesinin ehemmiyetini bize hissettirmektedir. Açıkça anlatmaktadır ki,
kurtuluş yolu yalnız ve yalnız Allah’ın ipine yapışmakta ve birlikteliktedir.
Bu yüzden de İslam mezhepleri arasında var olan ortak prensiplere dayanıp
sevgi, dostluk ve vahdete engel olacak küçük ve gereksiz ihtilaflara son
verilmelidir.
Ümmet
arasına sokulan tefrikanın illetinin nelere mal olacağını bilen milli şairimiz
Mehmet Akif, “İslam Birliği” düşüncesini, sloganik olarak zikretmese de
şiirlerinde açıkça ifade etmektedir. Müslüman toplumların birbirine dayanmadan
yaşayamayacağını, daha ileri giderek birbirlerinin olmazsa olmazı olduklarını
belirtir. Nasıl bir vücut; el, ayak, gözsüz olamazsa birbirinin eli, ayağı, gözü
durumunda olan İslam toplumları da bu konumlarını anlayıp birliğe, dayanışmaya
koşmak, ayrılıkçılığı dışlamak zorundadırlar.
Hz.
Ömer (r.a.), Kudüs’ü Rumlardan teslim almak üzere Medine’den ayrıldıktan sonra
şöyle demiştir: “Hamdolsun O Allah’a ki bizi İslam ile aziz kıldı. Bizi imanla
şereflendirdi. Peygamberi (a.s.) ile bizi özel kıldı. Bizi dalâletten
(kurtarıp) hidayete ulaştırdı. Dağınıklıktan sonra ‘takva sözü’ üzere bizi bir
araya getirdi. Kalplerimizi birleştirdi. Düşmanlarımıza karşı bize yardım etti.
Memleketlerinde yerleştirip bize kudret verdi. Bizleri, (Allah için) birbirini
seven kardeşler kıldı. Ey Allah’ın kulları! Bu bol nimetten ve açık ihsanlardan
dolayı Allah’a hamdedin! Zira Allah, katında bulunanlara rağbet edip daha fazla
isteyenlere (nimetlerini) artırır ve şükredenler üzerinde nimetini
tamamlar.”
Hz.
Ömer (r.a.) efendimizin zikrettiği ve bundan dolayı Allah’a şükrettiği o
nimetlerden bu asırda yaşayan ve her geçen gün perişanlıkları artan bu aciz
kullarına da lütfetmesini Rabbimizden niyaz ediyoruz. Âmin.
0 yorum:
Yorum Gönder