14 Eylül 2017 Perşembe

Siyerdeki Abbas Portresi-III

Prof. Dr. Mehmet Azimli
Mekke Fethi
Abbas’ın son hicret eden sahabi olduğu belirtilir.[1] Ancak bunu kabul etmek pek mümkün gözükmemektedir. Doğrusu Abbas son ana kadar Hz. Peygamber’le birlikte olmayı kabullenmemişti ve ona karşı devam eden mücadele içinde yer almıştı.[2] Artık Mekke’nin düşeceğini anlayınca kulvar değiştirip Hz. Peygamber’in yanında saf tutmak amacıyla onu karşılamak üzere yola çıktı. Esasen buna hicret denemez. Çünkü o hicret etmemiştir. Hatta Mekkelilerin göreceği zararı en aza indirmek üzere Mekkeliler tarafından gönderilmiş olması kuvvetli ihtimaldir.
Abbas’ın, Hz. Peygamber’in hareketini yavaşlatmak ve Mekke’deki Ebu Sufyan b. Harb gibi dostlarının ölümden kurtulmasını sağlamak amacıyla Mekkeliler veya en azından Ebu Sufyan tarafından öncü olarak gönderildiği de söylenebilir. Zaten Mekkeliler Hudeybiye antlaşmasını ihlal ettikleri için Hz. Peygamber’den bir karşılık geleceğini seziyorlardı ve bekliyorlardı. Nitekim bu konuyu destekleyen rivayetler bulunmaktadır. Kureyş müşrikleri, Ebu Sufyan b. Harb’i, haberler araştırmak üzere göndermekte söz birliği ettiler ve ona “Muhammed’le buluşursan, ondan bizim için eman sözü al. Ancak, onun ashabını gevşek görürsen savaşılacağını kendilerine bildir” dediler.[3]
Bu anlamda Abbas, hicret için değil, Mekkeliler için ricada bulunmak üzere gitmiş olmalıdır. Zaten rivayetlerde olay sanki önceden planlanmış bir senaryo olduğu anlaşılıyor.[4] Abbas önden gidiyor, sonra Ebu Sufyan ordugaha yaklaşıyor, Müslüman nöbetçilerin eline düşüyor, her nedense on bin kişilik ordu içinde Abbas derhal orada bulunuveriyor ve Ebu Sufyan’ı himayesine alıyor, çadırında koruyor. Bütün bunların tesadüf olması mümkün görünmüyor.
Burada bir de Abbas ile Ömer arasındaki diyaloğu inceleyelim. Abbas’ın Ebu Sufyan’ı koruyup Hz. Peygamber’in çadırına getirmesi üzerine Hz. Ömer, Hz. Peygamber’den Ebu Sufyan’ı öldürmek için izin ister. Ancak Abbas derhal söze girerek “bu şahsın Ömer’in sülalesi olan Adiyoğullarından biri olsa Ömer’in bu tavrı göstermeyeceğini, Ebu Sufyan’ın Hz. Peygamber’in akrabası olan Abdimenafoğullarından olduğu için böyle davrandığını” söyler. Böylece Hz. Ömer’in adeta Hz. Peygamber’in sülalesine düşman olduğu izlenimini vermek ister. Buna Hz. Ömer ise şu tarihi cevabı vermiştir: “Sus ey Abbas! Vallahi, babam Hattab sağ olup da Müslüman olsaydı, ona senin Müslüman olduğun gün sevindiğim kadar sevinmezdim!”[5] İşte bu sözler, Abbas ile Hz. Ömer arasındaki derin Müslümanlık farkını gösteren en önemli belgedir. Birisi Cahiliyye değerleriyle konuşurken, diğeri İslam’ın getirdiği değerler adına konuşmaktadır. Esasen Abbas ile Ömer’in zihniyet olarak birbirinden çok farklı olduğu açıktır. Ancak nedense rivayetler Abbas ile Ömer’i özellikle hilafeti döneminde yakın göstermeye gayret ederler. Bu da Hz. Ali ve taraftarlarına karşı Hz. Ömer’i denge unsuru olarak ortaya çıkarma sebebiyle bir Abbasi gayretinden kaynaklanmış olabilir.
Mekke fethinde anlatılan bir rivayet çok ilginçtir. Buna göre Hz. Peygamber, Abbas’a Ebu Sufyan’ı bir tepeye götürmesini ve İslam ordusu Mekke’ye girerken seyrettirmesini ister. Abbas, -neresi olduğu net belli olmayan- bu tepede Ebu Sufyan’a ordu geçtikçe, geçen askerlerin kimler olduğunu detaylıca tanıtır. Sonunda Ebu Sufyan “Ey Abbas! Kardeşinin oğluna pek büyük bir saltanat verilmiş. Bunlara, hiç kimse dayanamaz ve güç yetiremez! Vallahi, Fadl’ın babası! Kardeşinin oğlunun saltanatı pek büyümüş!” der. Buna karşılık Abbas “Ey Ebu Sufyan! Bu (saltanat değil), Nübüvvetttir!” der.[6] Bu rivayete bakınca Ebu Sufyan’ın (zaten ilerde çocuklarının yaptığı gibi) saltanatçı bir zihne sahip olduğunu, Abbas’ın ise nübüvveti gayet iyi bilen biri olarak Ebu Sufyan’a nübüvveti öğrettiğini(!) görüyoruz.[7]
Rivayet birçok açıdan problemlidir. Başka bir varyantta Hz. Peygamber abdest alırken sahabenin ona olan hürmetini görmesi üzerine Ebu Sufyan ile Abbas arasında bu diyalog geçmektedir. Ayrıca esas problem Hz. Peygamber’in Ebu Sufyan’ı Mekke’ye göndermesine rağmen, bu rivayet gereği Ebu Sufyan’ın Mekke’ye gitmeyip Mekke’ye giren İslam ordusunu seyretmek üzere bir tepeye çıkartılmasıdır.[8] Bu durumda Hz. Peygamber’in “Ebu Sufyan’ın evine giren emniyettedir” şeklindeki ilanı yerine getirilmemiş olacaktır. Bunlar rivayetin açmazlarıdır. Yine İslam ordusunun Mekke’ye ayrı yönlerden girdiği bilinen bir gerçektir. Bu durumda Ebu Sufyan’ın ordunun hepsini görmesi mümkün olmamalıdır.
Ayrıca bu rivayete göre; daha yeni Müslüman olan Abbas’ın, geçen kabileleri, hatta yüzleri kapalı olan askerleri bile bütün detaylarıyla bilmesine karşılık Mekke lideri Ebu Sufyan’ın bilememesi de ilginçtir. Abbas’ın yeni katıldığı bu ordudaki grupları bu kadar ayrıntılı vermesinin dikkatle düşünülmesi gerekir. Yine bu rivayetler, Abbas’ın düşmanını bile kurtarmaya çalışacak kadar merhametli birisi olduğunu telmih eden Abbasilerin Emevilere yönelik zulümlerini kapatmaya yönelik ortaya atılmış olmalıdır. Bu katliamlardan bir örnek verirsek onlar özellikle Şam’ı işgal ettiklerinde Emevileri yemeğe davet edip tamamını katletmiş, katledilen Emeviler can çekişirken üzerlerine oturup yemek yemişlerdi. Bu katliamlardan çok az Emevi kurtulabilmişti.[9]
Rivayetlerde anlatılan Ebu Sufyan portresi de çok problemlidir. Örneğin gece Abbas’ın çadırında kalan Ebu Sufyan, Müslümanların sabah namazına kalkmalarından endişe ediyor ve onların ne yaptıklarını soruyor, Abbas da namaz kıldığını söylüyor. 13 yıl boyunca Mekke’de Hz. Peygamber’in namaz kılışını seyreden, yine Medine’ye elçi olarak geldiğinde onların topluca namazını seyreden Ebu Sufyan’ın namazdan bu kadar habersiz olması mümkün değildir. Ayrıca rivayetlerdeki korkak Ebu Sufyan ile Hz. Peygamber’in geldiği haberini kendi başına cesur bir şekilde Mekke’ye götüren Abbas portresi de problemlidir.[10] Sonuçta aynı zamanda Müslüman olmalarına rağmen Mekke fethine kadar İslam’a girmeyen Ebu Sufyan kötü, ancak kabilesi gereği İslam karşıtlığı dozu farklı olan ve yeni İslam’a giren Abbas’ın iyi olarak tanıtılması, Abbasilere yaranma veya onlardan korkma gereği ortaya çıkan bir durum olmalıdır.[11]
Bu noktada Abbas’ın Müslümanlığı konusunu bir karşılaştırma ile izah etmek istiyoruz. Mekke’de Ebu Sufyan kabile kurallarına tabi olup Hz. Peygamber’e düşmanlık yapıyordu. Abbas da kabile kuralları gereği düşmanlık yapmıyordu. Bu açıdan aralarındaki fark sadece budur. Zaten Cahiliyye döneminde içki arkadaşlığı yapan Ebu Sufyan ile Abbas’ın birçok konuda birbirini kolladıkları, beraber hareket ettikleri anlaşılmaktadır.[12] Nitekim ikisinin menfaat için ne tür yalanlar söyleyebileceklerini şu rivayet anlatır: “Kindelilerin Hz. Peygamber ile aralarında akrabalık bağı olduğunu söyledikleri sözü, Hz. Peygamber’e ulaşınca Hz. Peygamber şöyle demiştir: “Bu söz, Abbas ile Ebu Sufyan’ın Medine’ye geldikleri zaman Medinelilerden eman alabilmek için[13] söyledikleri yalan bir sözdür. Biz babalarımızı inkar etmiyoruz. Biz Nadr b. Kinaneoğullarıyız.”[14] Bu rivayet, zihniyet, anlayış ve karakter olarak aralarında çok da fark bulunmayan iki kişinin (Ebu Sufyan-Abbas) durumunu anlatmaktadır.
Abbas, İslam’ın hakimiyetinin gerçekleşmemesi için sonuna kadar Mekkelilerle birlikte hareket etmişti.[15] Onlarla birlikte Hz. Peygamber’e karşı savaşlara katılmış, bu uğurda para harcamıştı. Ancak siyer kaynaklarında Abbasilerin etkisi ile Abbas göklere çıkartılırken, Ebu Sufyan aşağılanır. Bundaki başat amil onun Emevilerin kurucusu Muaviye’nin babası olmasındandır. Doğrusu ikisi de (Ebu Sufyan ve Abbas) Mekke fethi öncesi mecburen Müslüman olan Tuleka’dan sayılmalıdır. Ancak siyerciler ısrarla Abbas’ı bu Tuleka listesine dahil etmezler.[16] Bu noktada gerek Mekke fethi sırasında gerek Huneyn savaşı sırasında Ebu Sufyan’ı aşağılayan Abbas’ı yücelten rivayetlere de dikkat etmek gerekir.[17]
Abbas, Mekke fethi sonucunda menfaatini nasıl artırabileceğini düşünerek elinde bulunan Rifade ve Sikaye görevleri dışında, Kabe anahtarlarına sahip olma görevini de Hz. Peygamber’den istemiş ve bu konuda ısrar etmişti. Ancak vefasıyla meşhur Hz. Peygamber bu görevi yine eski sahipleri olan Abduddaroğullarına geri vermişti.[18] Abbas, ayrıca Arabistan’da önemi artan Hz. Peygamber ile yakınlığını daha da artırabilmek için baldızı Meymune’yi Hz. Peygamber’e teklif etmiş ve evliliğin gerçekleşmesini sağlamıştı.[19]
Abbas, İslam’a girmesine rağmen İslam’ın vecibelerini de yerine getirmeyen birisidir. Hz. Peygamber döneminde döneminin en zenginleri arasında olmasına karşılık kendisine gelen zekat memurlarına zekat vermemiştir. Onun bu tavrı karşısında Hz. Peygamber, memurlara “Onun vermesi gereken zekatı ben üzerime alıyorum” demek zorunda kalmıştır.[20] Onun bu mal hırsından dolayı Hz. Peygamber Abbas’ın valilik veya zekat amili olma isteğini reddetmiş[21] ve ona şu nasihatte bulunmuştur: “Bir kişiyi kurtarman hesabını veremediğin emirlikten iyidir.”[22] Yine Abbas’ın çocuklarının zekat amili olması için Hz. Peygamber’e yaptığı ısrarı da reddedilmiştir.[23] Bütün bunlara rağmen Abbasi baskısı ile şu tür rivayetler üretilebilmiş, Abbas’ı sevmek itikat meselesi yapılmıştır: “Abbas’ı Allah ve rasulunden dolayı sevmedikçe kalbine kamil iman girmez.”[24]
Hz. Peygamber dönemindeki Abbas portresini iyi anlatan bir rivayetle bu dönemi bitirip Dört Halife dönemine göz atmak istiyoruz:
Hz. Peygamber’e Bahreyn’den mal getirildi. Hz. Peygamber “mescide dökün” buyurdu. Bu mal Resulullah’a şimdiye kadar gönderilen en bol mal idi. Akabinde Resulullah namaza çıktı ve o mala dönüp bakmadı. Namazı bitirdikten sonra geldi ve malın yanına oturdu. Her kimi gördü ise muhakkak (o maldan bir miktar) verdi. Derken Abbas geldi ve “Ya Resulullah, bana da ver. Çünkü ben hem kendim için hem de Akil için (Bedir’de) fidye vermiştim” dedi Resulullah ona “al!” buyurdu. O da avuç avuç bezinin içine boşalttı. Sonra onu kaldırıp yüklenmeye davrandı, fakat kaldıramadı. Bunun üzerine, “Ya Rasûlallah, birine emret de onu sırtıma kaldırsın” dedi. Hz. Peygamber “Olmaz!” dedi. Abbas, “öyleyse onu üzerime sen kaldırıver” dedi. Hz. Peygamber yine “olmaz!” buyurdu. Bunun üzerine Abbas ondan birazını döktü de sonra tekrar kaldırmağa davrandı. Yine, “Ya Rasûlallah, birisine emret de bunu üzerime kaldırsın” dedi. Resulullah “olmaz!” buyurdu. Abbas “öyleyse bunu üzerime sen kaldır” dedi. Hz. Peygamber yine “olmaz!” buyurdu. Bunun akabinde ondan birazını daha döktü. Sonra onu kaldırıp sırtının üzerine attı ve yürüyüp gitti. Hz. Peygamber, onun hırsına olan taaccübünden dolayı gözden kayboluncaya kadar arkasından bakıp durdu. Hz. Peygamber o maldan bir dirhem bile bırakmadan dağıttı.[25]
Hz. Peygamber onun bu mal hırsını ve durumunu bildiği halde sessiz davranıp hoş görmüştü.[26] Abbas’ın Hz. Peygamber’in vefatı sırasında bütün sahabe dururken ayetler okuyarak Hz. Peygamber’in vefat ettiği konusunda onları ikna etmesi konusu da dikkat çekicidir.[27] Hz. Ebu Bekir’i ön plana çıkaranlara karşı o kargaşalıkta en tutarlı, akıllı belki de halifeliğe layık kimsenin Abbas olacağına vurgu yapmak adına olmalıdır.







[1]       İbnü’l-Esir, II, 243.

[2]       Armostrong, 217.

[3]       Vakıdi, 814.

[4]       Dozy, 84.

[5]       Vakıdi, 817.

[6]       Vakıdi, 822.

[7]       Rodinson, 248.

[8]       İbnü’l-Esir, II, 245.

[9]       İbnü’l-Esir, V, 429.

[10]      Vakıdi, 816.

[11]      Kaynaklarda aktarılan Ebu Sufyan’ın eşi Hint b. Utbe hakkındaki bilgiler de çok problemlidir. Örneğin Uhut savaşı sonrası Hassan b. Sabit’in Hint hakkındaki ağza alınmaz ifadeleri kaynaklarda yer bulabilmesinin sebebi Abbasilere hoş görünmek amaçlı olmalıdır, Bkz, Taberi, I, 394.

[12]      Zehebi, II, 80.

[13]      Medineliler ile Kindeliler, Güney Araplarından olmaları hasebiyle akrabalık bağı bulunuyordu.

[14]      İbn Kesir, II, 208.

[15]      Armostrong, 217.

[16]      Bkz. Zehebi, II, 79.

[17]      İbnü’l-Esir, II, 264.

[18]      Vakıdi, 837.

[19]      İbnü’l-Esir, II, 310.

[20]      Muslim, Zekat, 11.

[21]      Nitekim Hz. Peygamber’in Abbas’ın çocuklarına valilik görevini vermemesinde ne kadar haklı olduğu sonraları ortaya çıkmıştır. Hz. Ali’nin halifelik döneminde Basra valisi olan İbn Abbas’ın Beytulmal’den yolsuzluk yaptığı ve bu sebeple halife tarafından görevinden alındığı zikredilir, Taberi, V, 142.

[22]      İbn Sad, IV, 27.

[23]      Muslim, Zekat, 167.

[24]      Belazuri, III, 14; ayrıca “Abbas hakkında hukukuma riayet ediniz” Abbas benden ben ondanım.” gibi rivayetler için bkz. Murat Sarıcık, Kavram ve Misyon olarak Ehl-i Beyt, İstanbul 1997, 133-142.

[25]      Buhari, Salat, 42.

[26]      İbn Sad, IV, 16.

[27]      İbn Sad, II, 267.

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar