Prof. Dr. Mehmet Azimli
Mekke Fethi
Abbas’ın son hicret eden sahabi olduğu belirtilir.[1]
Ancak bunu kabul etmek pek mümkün gözükmemektedir. Doğrusu Abbas son ana kadar
Hz. Peygamber’le birlikte olmayı kabullenmemişti ve ona karşı devam eden
mücadele içinde yer almıştı.[2]
Artık Mekke’nin düşeceğini anlayınca kulvar değiştirip Hz. Peygamber’in yanında
saf tutmak amacıyla onu karşılamak üzere yola çıktı. Esasen buna hicret
denemez. Çünkü o hicret etmemiştir. Hatta Mekkelilerin göreceği zararı en aza
indirmek üzere Mekkeliler tarafından gönderilmiş olması kuvvetli ihtimaldir.
Abbas’ın, Hz. Peygamber’in hareketini yavaşlatmak ve Mekke’deki Ebu Sufyan b. Harb gibi dostlarının ölümden kurtulmasını sağlamak
amacıyla Mekkeliler veya en azından Ebu Sufyan tarafından öncü olarak
gönderildiği de söylenebilir. Zaten Mekkeliler Hudeybiye antlaşmasını ihlal
ettikleri için Hz. Peygamber’den bir karşılık geleceğini seziyorlardı ve
bekliyorlardı. Nitekim bu konuyu destekleyen rivayetler bulunmaktadır. Kureyş
müşrikleri, Ebu Sufyan b. Harb’i, haberler araştırmak üzere göndermekte söz
birliği ettiler ve ona “Muhammed’le buluşursan, ondan bizim için eman sözü al.
Ancak, onun ashabını gevşek görürsen savaşılacağını kendilerine bildir”
dediler.[3]
Bu anlamda Abbas, hicret için
değil, Mekkeliler için ricada bulunmak üzere gitmiş olmalıdır. Zaten
rivayetlerde olay sanki önceden planlanmış bir senaryo olduğu anlaşılıyor.[4]
Abbas önden gidiyor, sonra Ebu Sufyan ordugaha yaklaşıyor, Müslüman nöbetçilerin eline
düşüyor, her nedense on bin kişilik ordu içinde Abbas derhal orada
bulunuveriyor ve Ebu Sufyan’ı himayesine alıyor, çadırında koruyor. Bütün
bunların tesadüf olması mümkün görünmüyor.
Burada bir de Abbas ile Ömer
arasındaki diyaloğu inceleyelim. Abbas’ın Ebu Sufyan’ı koruyup Hz. Peygamber’in çadırına getirmesi üzerine
Hz. Ömer, Hz. Peygamber’den Ebu Sufyan’ı öldürmek için izin ister. Ancak Abbas
derhal söze girerek “bu şahsın Ömer’in sülalesi olan Adiyoğullarından biri olsa Ömer’in bu tavrı göstermeyeceğini, Ebu
Sufyan’ın Hz. Peygamber’in akrabası olan Abdimenafoğullarından olduğu için böyle davrandığını” söyler.
Böylece Hz. Ömer’in adeta Hz.
Peygamber’in sülalesine düşman olduğu izlenimini vermek ister. Buna Hz. Ömer
ise şu tarihi cevabı vermiştir: “Sus ey Abbas! Vallahi, babam Hattab sağ olup
da Müslüman olsaydı, ona senin Müslüman olduğun gün sevindiğim kadar sevinmezdim!”[5]
İşte bu sözler, Abbas ile Hz. Ömer arasındaki derin Müslümanlık farkını
gösteren en önemli belgedir. Birisi Cahiliyye değerleriyle konuşurken, diğeri İslam’ın getirdiği
değerler adına konuşmaktadır. Esasen Abbas ile Ömer’in zihniyet olarak
birbirinden çok farklı olduğu açıktır. Ancak nedense rivayetler Abbas ile
Ömer’i özellikle hilafeti döneminde yakın göstermeye gayret ederler. Bu da Hz.
Ali ve taraftarlarına karşı Hz. Ömer’i denge unsuru olarak ortaya çıkarma
sebebiyle bir Abbasi gayretinden kaynaklanmış olabilir.
Mekke fethinde anlatılan bir rivayet çok ilginçtir. Buna göre Hz.
Peygamber, Abbas’a Ebu Sufyan’ı bir tepeye götürmesini ve İslam ordusu Mekke’ye
girerken seyrettirmesini ister. Abbas, -neresi olduğu net belli olmayan- bu
tepede Ebu Sufyan’a ordu geçtikçe, geçen askerlerin kimler olduğunu detaylıca
tanıtır. Sonunda Ebu Sufyan “Ey Abbas!
Kardeşinin oğluna pek büyük bir saltanat verilmiş. Bunlara, hiç kimse dayanamaz
ve güç yetiremez! Vallahi, Fadl’ın babası! Kardeşinin oğlunun saltanatı pek
büyümüş!” der. Buna karşılık Abbas “Ey Ebu Sufyan! Bu (saltanat değil),
Nübüvvetttir!” der.[6]
Bu rivayete bakınca Ebu Sufyan’ın (zaten ilerde çocuklarının yaptığı gibi)
saltanatçı bir zihne sahip olduğunu, Abbas’ın ise nübüvveti gayet iyi bilen
biri olarak Ebu Sufyan’a nübüvveti öğrettiğini(!) görüyoruz.[7]
Rivayet birçok açıdan
problemlidir. Başka bir varyantta Hz. Peygamber abdest alırken sahabenin ona
olan hürmetini görmesi üzerine Ebu Sufyan ile Abbas arasında bu diyalog geçmektedir. Ayrıca esas problem Hz.
Peygamber’in Ebu Sufyan’ı Mekke’ye göndermesine rağmen, bu rivayet gereği Ebu
Sufyan’ın Mekke’ye gitmeyip Mekke’ye giren İslam ordusunu seyretmek üzere bir
tepeye çıkartılmasıdır.[8]
Bu durumda Hz. Peygamber’in “Ebu Sufyan’ın evine giren emniyettedir” şeklindeki
ilanı yerine getirilmemiş olacaktır. Bunlar rivayetin açmazlarıdır. Yine İslam
ordusunun Mekke’ye ayrı yönlerden girdiği bilinen bir gerçektir. Bu durumda Ebu
Sufyan’ın ordunun hepsini görmesi mümkün olmamalıdır.
Ayrıca
bu rivayete göre; daha yeni Müslüman olan Abbas’ın, geçen kabileleri, hatta
yüzleri kapalı olan askerleri bile bütün detaylarıyla bilmesine karşılık Mekke
lideri Ebu Sufyan’ın bilememesi de ilginçtir. Abbas’ın yeni katıldığı bu
ordudaki grupları bu kadar ayrıntılı vermesinin dikkatle düşünülmesi gerekir.
Yine bu rivayetler, Abbas’ın düşmanını bile kurtarmaya çalışacak kadar
merhametli birisi olduğunu telmih eden Abbasilerin Emevilere yönelik
zulümlerini kapatmaya yönelik ortaya atılmış olmalıdır. Bu katliamlardan bir
örnek verirsek onlar özellikle Şam’ı işgal ettiklerinde
Emevileri yemeğe davet edip tamamını katletmiş, katledilen Emeviler can
çekişirken üzerlerine oturup yemek yemişlerdi. Bu katliamlardan çok az Emevi
kurtulabilmişti.[9]
Rivayetlerde anlatılan Ebu
Sufyan portresi de çok problemlidir. Örneğin gece Abbas’ın çadırında kalan Ebu
Sufyan, Müslümanların sabah namazına kalkmalarından endişe ediyor ve onların ne
yaptıklarını soruyor, Abbas da namaz kıldığını söylüyor. 13 yıl boyunca
Mekke’de Hz. Peygamber’in namaz kılışını seyreden, yine Medine’ye elçi olarak
geldiğinde onların topluca namazını seyreden Ebu Sufyan’ın namazdan bu kadar
habersiz olması mümkün değildir. Ayrıca rivayetlerdeki korkak Ebu Sufyan ile
Hz. Peygamber’in geldiği haberini kendi başına cesur bir şekilde Mekke’ye
götüren Abbas portresi de problemlidir.[10]
Sonuçta aynı zamanda Müslüman olmalarına rağmen Mekke fethine kadar İslam’a girmeyen Ebu Sufyan kötü, ancak
kabilesi gereği İslam karşıtlığı dozu farklı olan ve yeni İslam’a giren
Abbas’ın iyi olarak tanıtılması, Abbasilere yaranma veya onlardan korkma gereği
ortaya çıkan bir durum olmalıdır.[11]
Bu noktada Abbas’ın Müslümanlığı
konusunu bir karşılaştırma ile izah etmek istiyoruz. Mekke’de Ebu Sufyan kabile kurallarına tabi olup Hz. Peygamber’e düşmanlık
yapıyordu. Abbas da kabile kuralları gereği düşmanlık yapmıyordu. Bu açıdan
aralarındaki fark sadece budur. Zaten Cahiliyye döneminde içki arkadaşlığı
yapan Ebu Sufyan ile Abbas’ın
birçok konuda birbirini kolladıkları, beraber hareket ettikleri
anlaşılmaktadır.[12]
Nitekim ikisinin menfaat için ne tür yalanlar söyleyebileceklerini şu rivayet
anlatır: “Kindelilerin Hz. Peygamber ile aralarında akrabalık bağı olduğunu
söyledikleri sözü, Hz. Peygamber’e ulaşınca Hz. Peygamber şöyle demiştir: “Bu
söz, Abbas ile Ebu Sufyan’ın Medine’ye geldikleri zaman Medinelilerden eman
alabilmek için[13]
söyledikleri yalan bir sözdür. Biz babalarımızı inkar etmiyoruz. Biz Nadr b.
Kinaneoğullarıyız.”[14]
Bu rivayet, zihniyet, anlayış ve karakter olarak aralarında çok da fark
bulunmayan iki kişinin (Ebu Sufyan-Abbas) durumunu anlatmaktadır.
Abbas, İslam’ın hakimiyetinin
gerçekleşmemesi için sonuna kadar Mekkelilerle birlikte hareket etmişti.[15]
Onlarla birlikte Hz. Peygamber’e karşı savaşlara katılmış, bu uğurda para
harcamıştı. Ancak siyer kaynaklarında Abbasilerin etkisi ile Abbas göklere
çıkartılırken, Ebu Sufyan aşağılanır.
Bundaki başat amil onun Emevilerin kurucusu Muaviye’nin babası olmasındandır.
Doğrusu ikisi de (Ebu Sufyan ve Abbas) Mekke fethi öncesi mecburen Müslüman olan
Tuleka’dan sayılmalıdır. Ancak siyerciler ısrarla Abbas’ı bu Tuleka listesine dahil etmezler.[16]
Bu noktada gerek Mekke fethi sırasında gerek Huneyn savaşı sırasında Ebu Sufyan’ı aşağılayan Abbas’ı yücelten rivayetlere de dikkat
etmek gerekir.[17]
Abbas,
Mekke fethi sonucunda menfaatini nasıl artırabileceğini düşünerek elinde
bulunan Rifade ve Sikaye görevleri dışında,
Kabe anahtarlarına sahip olma görevini de Hz. Peygamber’den istemiş ve bu
konuda ısrar etmişti. Ancak vefasıyla meşhur Hz. Peygamber bu görevi yine eski
sahipleri olan Abduddaroğullarına geri
vermişti.[18]
Abbas, ayrıca Arabistan’da önemi artan Hz. Peygamber ile yakınlığını daha da
artırabilmek için baldızı Meymune’yi Hz. Peygamber’e
teklif etmiş ve evliliğin gerçekleşmesini sağlamıştı.[19]
Abbas, İslam’a girmesine rağmen İslam’ın vecibelerini de yerine
getirmeyen birisidir. Hz. Peygamber döneminde döneminin en zenginleri arasında
olmasına karşılık kendisine gelen zekat memurlarına zekat vermemiştir. Onun bu
tavrı karşısında Hz. Peygamber, memurlara “Onun vermesi gereken zekatı ben
üzerime alıyorum” demek zorunda kalmıştır.[20]
Onun bu mal hırsından dolayı Hz. Peygamber Abbas’ın valilik veya zekat amili
olma isteğini reddetmiş[21]
ve ona şu nasihatte bulunmuştur: “Bir kişiyi kurtarman hesabını veremediğin
emirlikten iyidir.”[22]
Yine Abbas’ın çocuklarının zekat amili olması için Hz. Peygamber’e yaptığı
ısrarı da reddedilmiştir.[23]
Bütün bunlara rağmen Abbasi baskısı ile şu tür rivayetler üretilebilmiş,
Abbas’ı sevmek itikat meselesi yapılmıştır: “Abbas’ı Allah ve rasulunden dolayı
sevmedikçe kalbine kamil iman girmez.”[24]
Hz. Peygamber dönemindeki
Abbas portresini iyi anlatan bir rivayetle bu dönemi bitirip Dört Halife
dönemine göz atmak istiyoruz:
Hz. Peygamber’e
Bahreyn’den mal getirildi. Hz. Peygamber “mescide dökün” buyurdu. Bu mal
Resulullah’a şimdiye kadar gönderilen en bol mal idi. Akabinde Resulullah
namaza çıktı ve o mala dönüp bakmadı. Namazı bitirdikten sonra geldi ve malın
yanına oturdu. Her kimi gördü ise muhakkak (o maldan bir miktar) verdi. Derken
Abbas geldi ve “Ya Resulullah, bana da ver. Çünkü ben hem kendim için hem de
Akil için (Bedir’de) fidye vermiştim” dedi Resulullah ona “al!” buyurdu. O da
avuç avuç bezinin içine boşalttı. Sonra onu kaldırıp yüklenmeye davrandı, fakat
kaldıramadı. Bunun üzerine, “Ya Rasûlallah, birine emret de onu sırtıma
kaldırsın” dedi. Hz. Peygamber “Olmaz!” dedi. Abbas, “öyleyse onu üzerime sen
kaldırıver” dedi. Hz. Peygamber yine “olmaz!” buyurdu. Bunun üzerine Abbas
ondan birazını döktü de sonra tekrar kaldırmağa davrandı. Yine, “Ya Rasûlallah,
birisine emret de bunu üzerime kaldırsın” dedi. Resulullah “olmaz!” buyurdu.
Abbas “öyleyse bunu üzerime sen kaldır” dedi. Hz. Peygamber yine “olmaz!”
buyurdu. Bunun akabinde ondan birazını daha döktü. Sonra onu kaldırıp sırtının
üzerine attı ve yürüyüp gitti. Hz. Peygamber, onun hırsına olan taaccübünden
dolayı gözden kayboluncaya kadar arkasından bakıp durdu. Hz. Peygamber o maldan
bir dirhem bile bırakmadan dağıttı.[25]
Hz. Peygamber onun bu mal
hırsını ve durumunu bildiği halde sessiz davranıp hoş görmüştü.[26]
Abbas’ın Hz. Peygamber’in vefatı sırasında bütün sahabe dururken ayetler
okuyarak Hz. Peygamber’in vefat ettiği konusunda onları ikna etmesi konusu da
dikkat çekicidir.[27]
Hz. Ebu Bekir’i ön plana
çıkaranlara karşı o kargaşalıkta en tutarlı, akıllı belki de halifeliğe layık
kimsenin Abbas olacağına vurgu yapmak adına olmalıdır.
[1] İbnü’l-Esir,
II, 243.
[2] Armostrong,
217.
[3] Vakıdi,
814.
[4] Dozy,
84.
[5] Vakıdi,
817.
[6] Vakıdi,
822.
[7] Rodinson,
248.
[8] İbnü’l-Esir,
II, 245.
[9] İbnü’l-Esir,
V, 429.
[10] Vakıdi,
816.
[11] Kaynaklarda
aktarılan Ebu Sufyan’ın eşi Hint b. Utbe hakkındaki bilgiler de çok
problemlidir. Örneğin Uhut savaşı sonrası Hassan b. Sabit’in Hint hakkındaki
ağza alınmaz ifadeleri kaynaklarda yer bulabilmesinin sebebi Abbasilere hoş
görünmek amaçlı olmalıdır, Bkz, Taberi, I, 394.
[12] Zehebi,
II, 80.
[13] Medineliler
ile Kindeliler, Güney Araplarından olmaları hasebiyle akrabalık bağı
bulunuyordu.
[14] İbn
Kesir, II, 208.
[15] Armostrong,
217.
[16] Bkz.
Zehebi, II, 79.
[17] İbnü’l-Esir,
II, 264.
[18] Vakıdi,
837.
[19] İbnü’l-Esir,
II, 310.
[20] Muslim,
Zekat, 11.
[21] Nitekim
Hz. Peygamber’in Abbas’ın çocuklarına valilik görevini vermemesinde ne kadar
haklı olduğu sonraları ortaya çıkmıştır. Hz. Ali’nin halifelik döneminde Basra
valisi olan İbn Abbas’ın Beytulmal’den yolsuzluk yaptığı ve bu sebeple halife
tarafından görevinden alındığı zikredilir, Taberi, V, 142.
[22] İbn
Sad, IV, 27.
[23] Muslim,
Zekat, 167.
[24] Belazuri,
III, 14; ayrıca “Abbas hakkında hukukuma riayet ediniz” Abbas benden ben
ondanım.” gibi rivayetler için bkz. Murat Sarıcık, Kavram ve Misyon
olarak Ehl-i Beyt, İstanbul 1997, 133-142.
[25] Buhari,
Salat, 42.
[26] İbn
Sad, IV, 16.
[27] İbn
Sad, II, 267.
0 yorum:
Yorum Gönder