Prof. Dr. Bayram Ali Çetinkaya
Değişim aracı para, özgürlük ve bağımsızlığın, yani “istiklal ve
istikbal”in simgesidir. Medeniyetimizde fethedilen yerlerde hükümranlığın
ifadesi olarak, ilk yapılan icraat, hükümdarın kendi adına hutbe okutması ve
para bastırmasıdır. Günümüzde de, para, ülkelerin, diğer devletler karşısındaki
egemenliğinin bir göstergesi ve sembolü olarak varlığını korumaktadır.
Genelde İslâm dünyası, özelde Türkiye, ekonomik ilişkilerinde kendi
paralarını kullanabilme imkânından yoksunlar. Bu sadece Müslüman dünya
devletleri için geçerli olmayıp, hemen hemen tüm dünya halkları için de geçerli
olan bir husustur.
Dünyanın emperyal güçleri, sömürü çarkını, para (dolar)
üzerinden gerçekleştirmektedirler. Dünya Bankası ve İMF (Uluslaraarası Para
Fonu) gibi, âdeta çok uluslu şirketlerin işlevini yerine getirmekteler. Yabancı
paralara endeksli millî paralar, bağımsızlık sembolü olma fonksiyonlarında
zorlanmaktadırlar. Zira ulusal paraların değerlerini ve karşılıklarını
belirleyen, uluslararası banka ve kuruluş olmaktadır.
Gelişmemiş ülkeler, varlıklarını ve geleceklerini, aldıkları borç paralar
üzerine bina etmek zorunda kalmaktadır. Dolayısıyla bu devletlerin ekonomik
sistemlerini, borç aldıkları ülke veya kuruluşlar belirlemektedirler. Çok
uluslu iktisadî güç odakları, sadece ekonomileri değil, ulusal ve uluslararası
politikaları da yönlendirmektedirler.
Son üç yüzyıllık tarihimiz, bizim iktisadî ve askerî alanlarda gerileme ve
duraklama dönemlerini yaşadı. Özellikle Kırım Savaşı’nın maliyetini karşılamak
ve kriz içinde olan hazinesi düzene koyabilmek amacıyla devlet borç almak
zorunda kaldı. 24 Ağustos 1854 yılında Londra’da Palmer, Paris’te Goldschimith
kurumlarından üç milyon İngiliz lirası borç alan Osmanlı İmparatorluğu ve
akabinde Türkiye Cumhuriyet Devleti, dışarıdan ve onların ülke içindeki
temsilciliklerinden borç almayı sürdürmüşlerdir. Yine bu çerçevede, gayri
müslim Osmanlı vatandaşlarından müteşekkil Galata Bankerleri’ni de, borç alınan
merciler olarak zikretmek gerekmektedir.
Nihayetinde Türkiye’nin 14 Mayıs 2013 tarihinde İMF’ye olan borcunun son
taksidinin ödemesini yaptı. Son elli yılda toplam yaklaşık elli milyar dolar
olarak gerçekleşen İMF’ye olan borç, böylece kapatılmış oldu.
Ekonomi, sağlık, ulaşım, iletişim ve sosyal sahalarda önemli ilerlemeler
kaydedilen ülkemizin, son aylarda içeriden ve dışarıdan maruz kaldığı saldırı,
baskı, taciz ve sıkıştırmalar, özgürlüğün büyük bir bedeli olduğunu bize
yakından göstermiştir(mektedir). Bu dönemde devlet olarak dış borcumuzun
olmaması, bağımsızlık ve özgürlük açısından büyük bir güç potansiyeli olarak
belirginleşmektedir. Aksi takdirde borç alan ülkelerin boynuna geçirilen
kelepçelerin baskısı ve etkisi bizi de çok derinden etkileyecekti.
Bugün ülkede önemli bir ekonomik ve siyasî kriz olmamasına rağmen, Türk
Lirası’nın dolar karşısında değer kaybetmesi, bir başka ifadeyle doların lira
karşısında spekülatif ve manipülatif bir şekilde aşırı yüksel(til)mesi,
ekonominin doğal rasyonel akışı içinde gerçekleştiği söylenemez.
Yöneticilerimizin de ifade ettiği gibi, küresel bir güç olma aşamasındaki
Türkiye, son üç yüzyılın iktisadî ve askerî sahada en güçlü dönemini
yaşamaktadır. Hegomanik bir güç olmaması için yapılan akla hayale gelmedik her
türlü engel ve baskıya rağmen, ülke ve millet olarak büyük şanlı ve şerefli bir
direnç yaşamaktayız.
Dünyanın ilk on ekonomisinden biri olmak, 2023, 2053 ve 2071 hedeflerinin
olduğu bir ülkeye, dünyanın diğer güç ve devletleri olumlu bakmayacaktır.
Türkiye’nin güçlenmesi ve ilk on ekonomi içinde olması, başka ülkelerin
çıkarlarına ters düşecek gelişmelere sebep olacaktır. Dolayısıyla büyük güç ve
ekonomilerden biri olmayı istemek, aynı zamanda dünyadaki sistem ve değişmekte
olan konjonktür açısından bedeller ödemeyi de zorunlu kılmaktadır. Hiç
kimsenin, küresel güç olmanın kazasız, belasız, meşakkatsiz bir şekilde
kendiliğinden gerçekleşeceğini düşünmemesi gerekmektedir.
Vahdet ve tevhidi gerçekleştirerek yaşadığımız sosyal, siyasal ve ekonomik
krizlerin üzerinden gelmek pekâlâ mümkündür. Yeter ki, bir ve beraber olalım.
Yirmi birinci yüzyıl Türkiye’nin ve dolayısıyla İslâm dünyasının asrı
olacaktır.
Doğu ve batı, kuzey ve güney petrol ve doğal gaz enerji kaynaklarının
yarısı, ülkemizin üzerinden geçmektedir. Yani petrol ve doğal gazımız sınırlı
olsa bile, enerji kaynaklarının boru hatlarının ve dolayısıyla vanalarının
bizim elimizde olması, en büyük güçtür.
Son yüzyıl içerisinde petrol ve doğal gazın kendisi,
bulundukları/çıkarıldıkları ülkelere büyük sıkıntı ve yıkıntılar getirmektedir.
Boru hatlarının riski, enerjinin kendisini sahip olmak kadar tehlikeli
değildir. Bilakis enerji hatları, Türkiye için, emniyet sibobu işlevini
görmektedir. Çünkü büyük finansman ve kaynak gerektiren boru hatlarının
güvenliği, bulundukları ülkelerin de güvenlik içerisinde bulunmasını
gerektirmektedir.
Türk lirası karşısında doların, hak etmediğinden daha fazla değerli
yapılmaya çalışılıp, spekülatif oyunlar oynanması, birinci lig devletlerin
aralarında olmanın getirdiği ağır faturalardan sadece birisidir.
En büyük güç, bize ve ülkemize yapılan saldırılar karşısında bir, iri ve
diri olma bilinç ve şuurunu göstermektir.
0 yorum:
Yorum Gönder