Prof. Dr. Adnan DEMİRCAN
Merhum İbn Haldun (ö. 808/1406), sosyal grupların teşekkülünü
oluşturan ana etkenin asabiyye olduğunu söylüyor. Bu kavramı dayanışma ruhu,
ortak ideal ve ülküyü oluşturan etken olarak ifade edebiliyoruz.
İnsanları bir araya getiren, birlikte hareket etmelerini ve
birbirlerini sahiplenmelerini sağlayan, çok farklı etkenler olabilir kuşkusuz.
Bunlar döneme ve bölgeye göre değişebilir. Bazı dönemlerde önce çıkan asabiyye
unsur başka bir dönemde önemsiz olabilir.
Araplar arasında İslam’dan önce temel asabiyye unsurlarından biri akrabalıktı.
Kan bağı, Arapları bir araya getiren önemli bir unsurdu ve onlar açısından
önemli bir kimlik vurgusuydu. Kan bağı, sosyal, siyasi, kültürel, ekonomik ve
dini hayatlarında önemli, bir yere sahipti. Daha yakın akrabalar arasındaki
dayanışma uzak akrabalar arasındaki dayanışmaya göre daha güçlüydü. Hatta
Araplar iç ilişkilerinde ciddi bir rekabet yaşarken başkalarıyla ilişkilerinde
yeknesak bir görünüm verirlerdi.
İslam geldiğinde asabiyye olarak akide unsuru öne çıktı. Hz.
Peygamber, akrabalık ilişkilerini tamam yok saymasa da sosyal düzenin merkezine
akide ilişkisini yerleştirdi. İlk dönemlerdeki kardeşlik ve inanç vurgusu bunun
göstergesiydi.
Asabiyyenin güçlü olduğu dönemlerde ilişkiler buna göre gelişirken aynı
sürece sürekli hale getirmek mümkün değildi. Mutlaka zamanla yaşanan yeni
gelişmeler asabiyeye zarar verir, ilişkileri yozlaştırır. Bu durumdan hiçbir
dönem, din ve millet azade değildir.
İslam tarihinin ilk dönemlerinde ortaya çıkan gelişmeleri de bu
çerçevede değerlendirebiliriz. Bir insanın hayatında değişimler ve buna bağlı
farklı duruşlar yaşanırken, nesil değişiminden kaynaklı farklılaşma
kaçınılmazdır.
Tarihte ya da günümüzde meydana gelen gelişmeleri çoğu zaman bundan
bağımsız okuyoruz. Oysa toplumsal ilişkiler statik değil. Hiçbir şey ilelebet
aynı kalmaz. Bugün önemli olan bir olgu birkaç yıl sonra önemsiz hale
gelebilir. Günümüzde çok önemsenen bir değer, başka bir zaman gündemden
düşebilir.
Sosyal, siyasi ve dini gelişmeler de bu zaviyeden
değerlendirilmeli. Bir hanedanı ele alalım. Örneğin Ümeyyeoğulları ailesini…
Çoğu zaman Ümeyyeoğullarını ele alırken onları yeknesak bir grup
olarak düşünüyoruz. Oysa onlar arasında dışarıya karşı bir dayanışma görüntüsü
var gibi görünse de başından itibaren ciddi bir rekabet vardı. Onları birlikte
hareket etmeye sevk eden asabiyyeleri çok değil, devletin kuruluşundan yaklaşık
doksan yıl sonra dayanışma içinde hareket etmelerine yetmez oldu. Ancak bu
yozlaşma daha erken başladı.
Devletin kuruluşunun üzerinden otuz yıl geçmişti ki aileden bir
olan Amr b. Said el-Eşdak (ö. 70/690) hilafet hakkının yendiğini söyleyerek Abdülmelik
b. Mervan’a karşı ayaklandı. Bu tavrını hayatıyla ödedi.
Abdülmelik’in torunları ise birbirlerini öldürecek kadar
dayanışmadan kopmuşlardı. Nitekim Emevilerin on birinci halifesi Velid b. Yezid
(ö. 126/744), akrabalarının ve amca çocuklarının bir kısmının içinde yer aldığı
bir ayaklanma sonucu öldürüldü. Onu destekleyen yakınlarından öldürülenler
olduğu gibi veliaht olarak ilan ettiği iki oğlu önce hapsedilmiş, ardından da
öldürülmüştü.
Velid’i öldürenlerden biri, kafasını gövdesinden ayırarak ardından
halife olan amcasının oğlu Yezid b. Velid’e (ö. 126/744) göndermişti. Kafatası
derisinden bir parçayı yüzen biri ise onu öldürdüğünün alameti olarak bunu
yanında saklamıştı.
Velid’in intikamını almak üzere harekete geçen Mervan halife
olduktan sonra Ömer b. Abdülaziz’in ve Hişam b. Abdülmelik’in çocuklarının
düşmanlarıyla işbirliği yaptığı bir ortamda asayişi sağlamaya çalışmıştı.
Hişam’ın oğlu Süleyman, Emeviler Devleti’ni yıkan Abbasi hareketine
de destek olmuştu. Gerçi bu durumu kelleyi kurtarmasına yardım etmemişti.
Günümüzde cemaat yapıları ya da siyasi hareketler de öyle değil mi?
Bir tarikatı düşünün. Gördüğümüz birçok örneğinde olduğu gibi küçükken daha
güçlü bağlara sahip olan yapılar büyüdükçe ve güçlendikçe ihtilaf konuları
artar ve bir süre sonra bölünmeye maruz kalır. Diğer dini gruplarda ve siyasi
partilerde de benzer durumları gözlemleriz.
Küllü men aleyhâ fân
Yer üzerinde bulunan her canlı yok olacaktır. (Rûm 55/26)
İnsanlar gibi kurumlar da öyle…
0 yorum:
Yorum Gönder