9 Haziran 2020 Salı

Derinleşen Bir Problem: Hocasızlık

Prof. Dr. Şaban ÖZ
İlahiyat alanındaki koordinasyon toplantılarının iki temel amacı vardı; genç kuşakla hocalarını bir araya getirmek ve bütün ülkedeki aynı ana bilim dalları arasındaki sorunlar-çözüm önerileri çerçevesinde uyumu sağlamaktı. Ancak her konuda olduğu gibi bu da maalesef gezi-gözlem ve dahi turizm seyahatlerine çevrildi. Önce eşlerimizi de getirelim taleplerine zamanla havuz, deniz seçenekleri eklendi. Denizin, havuzun ve eşli toplantıların tabi ki bir mahzuru yoktu ama öncelikli amaçlardan sonra gündeme gelseydi. Her fakülteden sadece “iki hoca”ya ayrılan kontenjanlar maalesef “büyük hocaların” eşlerine ayrılmıştı işte… Artık gündem de değişmişti. Gençler gelmiyor, gelseler de hocalarıyla görüşemiyorlardı. Dahası içerik de gitmişti. İster birilerinin bireysel kaprisleri deyin isterse bir türlü kapımızı çalmayan içerik kaliteleri… Organizasyon ise ayrı bir belaydı. Seneye nerede yapalım sorusu gündeme gelir gelmez, dekanlarımıza “haklı olarak” acil telefonlar geliyor, dışarı çıkmak zorunda kalıyorlardı. Oysa her şey bu kadar zor olmak zorunda değildi. Kış aylarında tutulacak bir otel, ücreti katılımcılardan olmak üzere… Sadece ilmi içerik isteyen fakülteye. Sonuçta birçok ana bilim dalı koordinasyon toplantısı düzenlemeyi bıraktı. İmdi her ana bilim dalı bulunduğu fakültede kendi kafasına göre takılmakta. Daha kötüsü var: Hangi fakültede hangi hoca hiçbirimiz bilmiyoruz. Bazen gelen dosyalar bazen hasbelkadar ismine tevafuk. Ne çalıştıklarını biliyoruz ne ürettiklerini dahası ne de dertlerini biliyoruz!

Oysa İslâm ilim geleneğinde “an fulân an fulân” olmadan başka bir tabirle, bir hocan olmadan “terakki” etmen pek olası değil. Efendim ben kitapları alır okur, kendimi yetiştiririm. Yetiştiremezsin efendim! Hocan, olacak, soracaksın, tartışacaksın, karşı çıkacaksın, itiraz edeceksin, tecrübesinden faydalanacaksın, düştüğü hatayı bileceksin… Veya bazen aynı hatayı yapacaksın. Geçen sevgili öğrencilerimden biri itiraz etti, “Hocam, siz bunu yazmışsınız ya!” diyerek! Sorun da işte tam burada: Yazmış olmam neyi değiştirir ki? İlimde isimlerin hiçbir anlamı yoktur. Bir yolculuktasınız ve sağınızda solunuzda bir sürü işaret. Girilmezler, çıkılmazlar, hız sınırlamaları vs. Tabi ki, sizden öncekilerin tecrübelerini deneyin demiyorum ama şahsen tavsiyem “en azından” kafayı uzatıp bakmanız. Gerekirse çıkmaz yola… Uyarı levhaları tabi ki önemlidir… Ancak söz konusu ilim. Belki yeni bir geçit bulacaksın, belki yeni bir yol, belki yeni bir keşif, belki de hiçbir şey… Sonuç ne olursa olsun o riske değer…
Unutmamak lazım hiçbir yolun hiçbir zaman bitmediğini.  Yine unutmamak lazım o yolculuğunda veya o yolun sonunda ne görmüşsen ne öğrenmişsen ne keşfetmişsen ve nereye ulaşmışsan… Aslında sadece kendi yolunun keşiflerini, sonuçlarını görmüşsündür. Demem o ki, “ey ehl-i ilm, yol bitti” çığlığı sizi komik duruma düşürecektir. Belki yanındaki duyacak kadar fısıldamak hoşgörülebilir… Sadece belki kaydıyla!  Demem o ki, azıcık tevazu güzeldir. Yaptığınız beğenmemek sizi devamlı motive edecektir bir öncekinden daha güzelini üretme konusunda. Bırakın sizinle beraber yola çıkacak olanlar rehberliğinizi takdir etsinler… 
Son bir nokta daha… Sizden önce gidenleri o kadar horlamamak lazım gibi. Tamam yanlış işaretlemişiz, tamam taşları doğru düzgün temizleyememişiz, tamam bazı levhalar da hatalı… Ancak buralar hep tarlaydı… Derdimiz, bizden öncekilerin mirasını bizden sonrakilere daha güzeliyle bırakmak mı yoksa bizden öncekilerin açığını bulup eğleşmek mi?  

4 yorum:

  1. Tebrikler Şaban Hocam. Kaleminize sağlık. Hasbilikten hesabiliğe dönen süreçteyiz.

    YanıtlaSil
  2. "Derdimiz, bizden öncekilerin mirasını bizden sonrakilere daha güzeliyle bırakmak mı yoksa bizden öncekilerin açığını bulup eğleşmek mi?" Mesele burada.. Eyvallah hocam..

    YanıtlaSil

Yazarlar