AİLE GERÇEĞİ VE VAZGEÇİLMEZLİĞİ
Cağfer KARADAŞ
Aile insan için olmazsa olmaz ihtiyaç ve zorunluluktur. Bu gerçeklik, yüzyılların tecrübesiyle sabit olduğu gibi Yüce Allah’ın ilahî bildirimleriyle de tasdik edilmiştir. İlk insanlar olan Hz. Âdem ve Hz. Havvâ’nın kadın ve erkek olarak yaratılması ve bir aile kuracak şekilde donatılması bunun göstergesidir. Geçmişten bugüne hemen her toplumda aile kurumu var olmuş ve hala varlığını sürdürmektedir. Bugün özellikle modern dünyada yaşanan psikolojik ve sosyolojik insani krizlerin en temel nedeni, zihinlerin yapay ve sanal gündemlerle meşgul edilerek zihniyetlerde meydana gelen boşalma ve yerinin dijital oyunlarla parlatılmış sanal ütopyalarla doldurularak aile kurumunun zayıflaması ve ailevî değerlerin aşınmasıdır. Aile kurumunun tekrar güçlendirilmesi ancak bireylerin inanç, eylem ve ahlak bakımından tutarlı bir zihin yapısına kavuşturulması, desteklenmesi ve sürdürülebilir doğal/fıtrî insanî ortamın oluşturulmasına bağlıdır.
İslam’ın aileye verdiği önemin göstergesi
Kur’an’da bize örnek gösterilen peygamberlerin hayatlarında ve Yüce Allah’ın
kendi yegâneliğini ve müstağniliğini anlattığı ayetlerde kimi zaman doğrudan
kimi zaman dolaylı olarak ifade edilmiştir. Hz. Âdem’den Hz. Muhammed
Mustafa’ya (sav) kadar birçok peygamberin aile hayatlarından verilen kesitler
doğrudan anlatmanın örnekleridir. Bu anlatımlarda sağlam aile kurumunun nasıl
olması gerektiğinin yanında aile içinde meydana gelebilecek problemlere işaret
edilmiş ve çözüm yolları gösterilmiştir. Kur’an kıssalarını okurken rahatlıkla
bunları görmek mümkündür. Öte yandan Nisâ Sûresinde aile bireylerinin görev,
sorumluluk ve haklarının ayrıntılı olarak anlatılmasının yanında ailesiz kalan
yetim çocukların bakımı, büyütülmesi ve yetiştirilmesinin önemi vurgulanmıştır.
Ailesiz kalan çocuklara bu kadar önem verilmesi
aslında ailenin önemine işarettir. Çünkü çocuğun yaşayacağı en doğal ortam
ailedir. Bu doğal ortamın korunmasının önemi, bugün dahi babasız, annesiz veya
her ikisinden mahrum çocukların yaşadıkları psikolojik ve sosyal problemlere
bakarak anlaşılabilir.
Bir başka açıdan aile, hak ve sorumlulukların
kavrandığı, öğretildiği ve kişiliklerin kazanıldığı ilk ortamdır. Ailenin
yaşaması, hak ve sorumlulukların öğrenilmesini, karşılıklı tanınmasını ve
sürdürülmesini beraberinde getirecektir. Günümüz dünyasında yaşanan hak ve
sorumluluk karmaşası ve sorumluluktan kaçan bireylerin artış göstermesi aile
kurumunun zayıflığıyla açıklanabilir. Bu zayıflık neticesinde aile yerini
bireysellikler almış, varoluş ve başarı bunun üzerinden kurgulanır olmuştur.
Artık modern dünyada sorumluluk almadan hak etme, çalışmadan kazanma, kurgu
dünyasındaki “bir el çırpma veya burun kıvırmayla” pembe dünyalara açılma
hayalleri ön plana çıkmıştır.
Yüce Allah’ın yegâneliği ve müstağniliğinin
anlatıldığı İhlas Suresinde ise aile kurumunun yapısı ve önemi dolaylı yoldan
anlatılmaktadır. Bu surede ailenin en önemli unsurları olan anne-baba, çocuk ve
eş tek tek sıralanmakta, birbirleriyle irtibat ve ihtiyaç noktalarına değinilmektedir.
Surenin başında ifade edilen Allah’ın birliği tamda bu unsurların birbirine
ihtiyacından ve insanların biricik olamayacaklarından yola çıkılarak anlatılmıştır.
Daha açık ifadeyle Allah ile insan arasındaki en temel fark insanın aileye
muhtaç olması, Yüce Allah’ın ise böyle bir ihtiyacının bulunmamasıdır. Aile
aynı zamanda insanın başlangıcını ve sonunu göstermektedir. Aile de doğan çocuk
başlangıcı ifade ederken yaşlanan anne baba sonluluğa işaret etmektedir.
Çocuğun varlığını sürdürebilmesi için anne-babaya ihtiyaç duyması ile
anne-babanın yaşlandığında ve bitkin düştüğünde çocuklara ihtiyaç duyması, daha
da önemlisi neslin devamı için bunun gerekli olması insanoğlunun bir ihtiyaç
sarmalı içinde yaratıldığının göstergesidir.
İşte bu surede Yüce Allah, insanın en yakın
tecrübe alanı olan kendisi üzerinden örnek vererek birliğini, yegâneliğini ve
müstağniliğini ifade etmiştir. Dikkatli bir şekilde baktığında insan kendi
gerçekliğini, ailenin gerekli ve zorunlu bir ihtiyaç olduğunu anlar ve son
noktada Yüce bir Yaratıcı ve Yöneticinin varlığını kavrar. Demek ki aileyi
kavramak ve ona olan ihtiyacı görmek hem kul olma bilincine ermeye hem de Yüce
Allah’ın varlığını ve birliğini bilmeye götürmektedir. Halkımızın “Yalnızlık
ancak Allah’a mahsustur” sözü tarihî bir tecrübenin ifadesi olmasının yanında
İhlas Suresindeki “Allah birdir, hiçbir şeye ihtiyaç duymayan, anne-baba ve
çocuğu bulunmayan ve kendine denk eşi olmayan” mealindeki ayetlerin bir
tercümesidir. Çünkü insan topluluk içinde yaşayan, her şeye muhtaç olan,
varlığı anne-babaya bağlı bulunan, çocuk yapmak suretiyle neslinin devamını
sağlayan ve bunu da kendi cinsinden karşıt bir eşle yapabilen bir varlıktır. Öyleyse
kendi gerçekliğini bilen hem Rabbini hem de aile gerçeğini ve önemini kavrar.
Aile yapısındaki bozulmalar veya aileyi meydana
getiren unsurlar arasındaki uyumsuzluklar, kurumsal yapının işleyişine zarar
vermesinin yanında insanın varlığını tehdit eden bir boyuta ulaşmasını da
beraberinde getirir. Kur’an’da Lut kavminden çeşitli vesilelerle sıkça
bahsedilmesi aile kurumunun korunmasına yöneliktir. Bugün modern dünyada Lut
kavminin içinde bulunduğu insan doğasına aykırı yaklaşımın normalleştirilmesi
hatta teşvik edilmesi başta aile kurumu olmak üzere insan neslinin devamına
zarar vermeye adaydır. Bu ve benzeri gelişmeler neticesinde modern dünyada
tehlikeli boyuta ulaşmış nüfus gerilemesi de buna işaret etmektedir. Artık bir
zamanlar moda olan nüfus planlaması gündemden düşmüş, yerini nüfusu
artırmaya yönelik önlemler ve çağrılar almaya başlamıştır.
Adını koymak gerekirse dünya genelinde olduğu
gibi ülkemiz insanın yaşadığı en önemli sorun, insanın doğallıktan/fıtrattan
uzaklaşması ve parçası olduğu aile kurumundaki yozlaşmadır. Aile içerisinde
özellikle gençlerin yeni ve farklı olana temayülleri, yozlaşmanın hem nedeni
hem de tetikleyici unsurudur. Aslında bu yeni ve farklı olana yönelme doğal bir
temayüldür, ancak bu temayül olumlu ve yararlı olana yönlendirilmezse olumsuz
ve zararlı olana kendiliğinden kanalize olması kaçınılmazdır.
Sonuç olarak insanın
doğumuna, yaşamasına, yetişmesine ve kişilik kazanmasına zemin teşkil eden
ailenin vazgeçilmez olduğu aşikârdır. Nitekim Yüce Allah’ın Nisa Suresinin hemen
başında “insanı kadın ve erkek olarak aynı cinsten yarattığı ve o ikisinden
diğer insanları meydana getirdiği” (en-Nisâ
4/1) ifadesi insanı
yaratmasıyla birlikte onun aile kurmasını da takdir ettiğini göstermektedir. Bu
durumda aile insan için biyolojik, psikolojik ve sosyolojik bir gerçeklik ve
zorunluluktur. Hz. Âdem ve Hz. Havvâ’nın anne babasız, Hz. İsa’nın ise babasız
yaratılışı adetullahın dışında mucizevî bir olay olduğuna göre olağan olan
yaratılış bir erkek ve kadının bir araya gelmesiyle gerçekleşir. Aile
kurmaksızın çocuk meydana getirmek her ne kadar biyolojik olarak mümkünse de
toplumsal olarak hala olağan kabul edilmeyen ve çocuğun sorumluluğunu
karşılamada yeterli görülmeyen bir durumdur. Çünkü günümüzde sadece cinsel
birlikteliği yerine getirmek gibi nedenlerle yapılan evliliklerde bile çocuk
yapmaktan kaçınma eğilimi gözlemlenmektedir. Kürtajın bir hak gibi sunulmasının
ve normalleştirilmesinin en temel nedeni işte bu sorumluluk ve tahammülden
kaçmadır. Hâlbuki insanı insan yapan kolaylığı istemesi ve hak ettiğini elde
etmesi kadar sorumluluğunu ve görevini bilmesi ve gerektiğinde zorluklara karşı
tahammül göstermesidir.
28 Şevval 1443 / 29
Mayıs 2022
0 yorum:
Yorum Gönder