2 Eylül 2019 Pazartesi

Müzdelife’de Bir Gece

Prof. Dr. İhsan Süreyya SIRMA
Yıl 1988,        Zilhicce ayının 9’unu 10’una bağlayan gece… Arabistan’ın bozkır çöllerinde, Arafat’tan süzülmüş binlerce insan, Yaratıcılarının rızasını kazanmak için yürüyor, yürüyorlardı. Kefeni andıran iki beyaz bez parçasına bürünmüş, başları açık erkekler ve değişik örtüler içinde binlerce kadın, çoluk-çocuk aynı hedefe doğru yürüyor, her biri dünyanın değişik yöresinden gelmiş bu insan seli değişik dillerde dualar ediyorlardı. Kim bilir ne arzular, dilekler saklıydı bu insan selinin dualarında. Kimileri devletlerinin, Müslüman oldukları için kendilerine uyguladıkları zulümden kurtulmak için, kimileri, emperyalist Batı devletlerinin aralarına zerk etmiş olduğu milliyetçilik zehrinden dolayı yitirilen binlerce Müslüman gencinin cehaletlerinin kurbanı olarak, haki veya sivil giysiler içerinde dağların uçurumlarında yok yere ölümlerine ağlıyor, onlar için Yüce Yaratıcı’dan af diliyorlardı. Adeta bir dua ve af dileme nehri akıyordu Müzdelife’ye doğru…

Ve aralarında birisi vardı ki, en düşünceli ve en çok dua okuyanlardandı... Bazen duruyor, “Allah! Allah!” deyip kendine gelmek istiyor, bazen de, “Ya Rabbi Senin emrin olduğu için başımı örttüğüm şu bez parçasının, benim(!) devletime ne zararı vardır ki, asırların mirası olan bu devlet, bu bez parçası ile mücadele etmeyi, devletin ilkesi olarak kabul etmiş, devletin onca sorunu varken; anarşi, devletin kaynaklarını talan etme; devletin, beceriksizlikten ve de hainlikten dolayı adeta vatandaşlarına hizmet etme yerine, ona zulmetmeyi ilke kabul etmesinin sonucu olarak, insanların, bu zulmün neticesinde neredeyse devletlerine düşman olacakları, insanların insanlıktan uzaklaşmaya başladığı bir ortamda, başörtüsüyle uğraşıyorlar; başörtülü üniversite öğrencilerine hayat hakkı tanımıyorlar!”
Gece iyice ilerlemiş, büyük insan seliMüzdelife’ye varmıştı. Hacı adaylarının tamamı, orada geçirecekleri birkaç saat içinde kalacakları uygun bir yer arıyorlardı… Herkes tatlı bir telaş içerisindeydi. Kimi abdest tazeleme derdinde, kimi sabahleyin insanlığın baş düşmanı, Allah’a ilk isyan eden, daima kâfirlerin safında yer alan, kötülük sembolü olan Şeytan denen mel’ȗnu sembolik olarak taşlamak için taş topluyor, kimisi de çıkınından çıkardığı ekmeği yemeğe çalışıyordu. Kıbleye yönelmiş, Allah için namaz kılanların çoğu, ibadetlerinin bu kutsal makamında ağlıyor; akıllarından geçen günahlarının affedileceğini umuyor, rükû ediyor, secde ediyorlardı.
Bu satırların sahibi Tarihçi de, en çok müminlerin düşmanı olan Şeytan’ı recmetmek için taşlarını toplamış, beraber getirdiği eşine Haccın faziletini, zengin-fakir bu insan selinin, sırf Allah’ın rızasını kazanmak için bu çöllere düştüklerini, her şeye kadir olan Allah’ın, kullarını boş çevirmeyeceğini, Müslümanlara, ülkelerinde yapılan zulümlere,  mutlaka son vereceğini; ama bunun için Allah’a gerektiği gibi ve hurafelerden uzak bir şekilde, samimi olarak kulluk yapılmasının gerektiğini anlatıyordu. 
Tarihçi, kendisiyle birlikte Hacca gelmiş olan eşine bunları anlatırken, onlarla beraber Hacca gelmiş ve hanım hacı adayları içerisinde en çok ağlayanlardan olan birisi de Tarihçinin hanımı gibi bir taşın üzerine oturmuş, anlatılanları dinliyordu…
Artık vakit iyice ilerlemiş, hacı adayları yorgunluktan başlarını koyup yatacakları bir yer arıyorlardı.
Tarihçinin eşiyle oturmakta olan hanım hacı adayı,
-      Hocam! Biz de herkes gibi başımızı bir taşa koyup biraz kestirebilir miyiz? Bu şekilde uyumak caiz mi? Çünkü çok yoruldum. dedi.
Tarihçi,
-      Tabi ki! Hatta, Allah rızası için buraya gelenlerin uykuları da ibadettir! Benim hanım gibi, şu taşın üzerine başınızı koyup, biraz uyuyun! dedi.
-      Beş dakika geçmemişti ki, herkes gibi o da uyandı ve yola devam etmek üzere, tarihçinin hanımıyla abdest tazelemeye gitti…
İşte bu hanımefendi, İslâm düşmanlarına karşı davası için büyük mücadele vermiş ve geçtiğimiz günlerde Rahmet-i Rahman’a kavuşmuş olan Şule Yüksel Şenler Hanımefendiydi.
Allah nur içinde yatırsın. Amin


0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar