2023 Yılı Hac Yolculuğunda Hisler ve Hatıralar- V
Dr. Ramazan YILDIRIM
Müzdelife
Akşam güneş batar batmaz Arafat’tan Müzdelife’ye intikal etmek için arabalarımıza doğru harekete geçtik. Ortam gerçekten kalabalık ve izdiham çok fazla. Aynı anda dört milyondan fazla insan burayı boşaltmak durumunda. Önceki yıllarda her kafileye bir sıra verilir ve genel olarak, Arafat’a en son gelen kafile dönüş yolunda ilk sıraya alınırdı. Fakat bu yıl kimse herhangi bir sıra bilgisi vermedi, bir miktar bu bilginin gelmesini bekledik ancak gelmeyince kendimiz gerekli kontrolleri yaparak kafilemizi dağıtmadan turnikeye doğru aldık. Normalde üç otobüsle seyahat eden kafilemize burada iki tane otobüs ancak düşebiliyor. Bu iki otobüsü tam doldurup Müzdelife’ye doğru hareket ediyoruz. Araçlar, koltukları ve ara boşlukları tam dolu olarak düşüyor yollara, yolların her tarafı tıka-basa dolu, araçlar sırt sırta mesafe alabiliyor. Araçların yanları, önleri, arkaları yürüyen yaya insanlarla dolu, dağ taş insan… Müzdelife sınırına girince araçlarda ciddi bir azalma oluyor ve yaya insanlardan oluşan mahşeri bir kalabalık ortaya çıkıyor. Burada insanlar yürümüyor, gerçekten akan bir nehir gibi adeta akıyor.
Vakfe
Müzdelife, genişliği fazla olmayan, doğu-batı yönünde her iki ucu
arasında takriben 4,5 km uzunluk bulunan bir mekân. Kur’an’ın bahsettiği ve
Peygamberimiz (sav) daha dünyaya gelmeden önce vuku bulan Fil Hadisesinin
meydana geldiği mekanlar. Bundan dolayı bazı rivayetlere göre Efendimiz (sav)
ashabıyla buralardan geçerken acele etmiş ve ilahi azabın tecelli ettiği bu
yerlerden hızlıca geçmeyi tavsiye etmiştir. Bizi getiren arabalar bu mekânın,
Mina yönündeki son sınırında bulunan çadırlara bırakıyor, dolayısıyla yürüme
mesafemiz biraz daha kısalmış oluyor. Vardığımız zaman çadırda kimse yoktu ve
klimalar sonuna kadar açık olduğundan gayet güzel ve serin bir hava vardı. Kısa
zaman içerisinde abdestlerimizi tazeledikten sonra Akşam ve Yatsı namazlarını
cem’ ederek yatsı vaktinde kıldık. Namazdan sonra vacip olan Müzdelife
vakfemizi yaparak sonunda kafilemizle beraber dualar ettik. Takriben yarım
saatlik bir dinlenme molası verdik, böylece kafilemiz abdestlerini tazelemiş ve
bir miktar dinlenmiş oldu. Zira bundan sonraki süreçte artık uzun bir yürüyüş
bizleri beklemektedir.
Mina
Müzdelife vakfesinden sonra kafilemiz dinlenmiş ve artık yola revan
olma vakti gelmişti. Onlara bu yerlerin önemini ve uzun, meşakkatli bir
yolculuğun bizleri beklediği konusunda kısa bir konuşma yaptıktan sonra yola
çıktık. Tabi bu arada büyük bir insan kalabalığı buralardan akmaya devam
ediyor, kafilemizin dağılmaması ve hacılarımızın kaybolmaması için her bir
görevlimiz kafilenin bir cenahına geçiyor, bizler de önde, elde kafilemizin
pankartı gece yürüyüşümüz başlamış oldu. Hava gündüze göre nispeten serin,
izdiham büyük, enva-i türlü milletlerden insanların dillerinde telbiye, tekbir,
tehlil, salavat ve ezkarlar… bazen hızlı, bazen yavaş ilerlemeye çalışıyoruz.
İnsan izdihamı, mekân ve zamanın ahengi geceye bambaşka gizemli bir hava
katıyor. Aklımda, kıyametten sonra kabirden çıkan insanların mahşer alanına
koşarak, yürüyerek, sürünerek, bir şekilde bir alana toplanmak için
koşuşturmaları geliyor ve gözümde canlanıyor. Gecenin ayrı bir havası var,
yürüyemez, zorlanır dediğimiz kişiler bile nerdeyse kafilenin ön kısmında
ilerliyor.
Geçtiğimiz mekanlar dedemiz İbrahim (as) ile oğlu İsmail’in (as) imtihan
edildiği ve büyük bir sınavdan geçtikleri tarihi yerler. Fırsat buldukça,
kalabalıktan sesimizi duyabilen hacılarımızla o peygamberlerin tevhid
mücadelesi ve karşı karşıya kaldıkları imtihanın zorluğuna rağmen pes
etmemeleri ve şeytanın oyununa gelmemeleri konusunda hasb-i hal ediyoruz. Yürüyüşümüz
uzadıkça insanların yorgunluk belirtileri yavaş yavaş kendini göstermeye
başlıyor. Zaten kalabalıktan dolayı çok rahat yürüme imkanının olmaması da
insanı yoruyor. Kafilemizdeki hacıların, arka taraftan gelen yavaş olun,
bazen de niye yürümüyorsunuz, yürüsenize sesleri arasında derken
kendimizi Cemerat’ta (şeytana taş atma yeri) buluyoruz. Gece saat 01.00 civarı,
burada şimdi sadece büyük şeytana yedi taş atıp devam edeceğiz. Taşlarımızı
attıktan sonra yürüyen merdivenlerle beş katlı cemeratın zemin katına iniyoruz.
Sıcak hava ve kalabalık içinde uzun zaman yürümekten bunalan hacılarımızın soğuk
suya içmek için hücum etmelerini unutamıyorum, o kadar yürüyüş ve yorgunluktan
sonra buradaki soğuk su çok iyi gelmişti.
Burada biraz nefeslendikten sonra daha önce ayarladığımız
otobüslere binmek için o tarafa doğru yürümeye devam ettik. Ortam her açıdan
tam bir mahşer gibi gerçekten, araba veya herhangi bir vasıta bulmak mümkün
değil, her tarafta izdiham ve koşuşturma. Önceden konuşmuş ve saatini ayarlamış
olmamıza rağmen şoförün telefonu ulaşılamıyordu. Birkaç defa denedikten sonra
araba işinin olmayacağını anlayınca hem bizde hem de hacılarımızda kısa bir
hayal kırıklığı ve şimdi ne yapacağız şaşkınlığı oluştu. Fakat hacılarımızı
hemen müsait bir yerde bir araya getirerek ne yapacağımızı konuştuk ve artık
yolumuzun kalan kısmını da yürümeye karar verdik. Zaman ilerlemiş gece saat 03
civarına gelmişti. Kafilemize, bu gece ihramlı iken yapılması gereken görevleri
daha önce detaylı bir şekilde anlatmış olmamız işimizi kolaylaştırdı. Bundan
sonra kafilemiz biraz dağıldı ve herkes kendine göre bir plan dahilinde hareket
etti. Biz de bizimle kalanlarla beraber tünellerden geçerek Ka’be’ye vardık.
Ka’be’ye vardığımızda sabah namazı vakti girmek üzere idi. Hemen
abdestlerimizi tazeleyerek namazımızı kılmak, bizim için güzel bir dinlenmeye
vesile oldu. Namazdan sonra metaf alanına giderek ziyaret tavafımızı bitirdik,
ardında sa’yimizi tamamladık ve yürüyerek otelimize vardıktan sonra tıraşlarımızı
olup ihramdan çıktık. Bu, tabi anlatıldığı kadar kolay olmamıştı, otele
vardığımızda saat sabah 09.00 civarıydı, gerçekten yürümekten ayaklarımızın
altı şişmiş, son derece yorgun ve bitkin düşmüştük. Telefonumdaki yürüme
programının kayıtlarını birleştirdiğimde o gece toplamında 35 km’ye yakın yol
yürüdüğümüz ortaya çıktı, tabi tavaf ve sa’y dahil. Ancak ilk işimiz
hacılarımızı sormak oldu, görevli arkadaşlarımızla konuşarak bütün
hacılarımızın salimen dönüp dönmediğini, bizzat her birini arayarak veya
odasını kontrol ederek netleştirdik, hamdolsun hiçbir problem olmadan hepsi o
geceki görevlerini tamamlayıp otele dönmüştü. Artık birer çorba içtikten sonra
dinlenmeye geçtik ve o günümüz büyük ölçüde dinlenme ile geçti.
Bayramın ikinci günü bir toplantı yaparak hacılarımızla
bayramlaştık ve Arafat yolculuğunun genel olarak değerlendirmesini yaptık ve bundan
sonra yapmamız gereken hususları paylaştık. Her bir hacımız yaşadığı yorgunluğu
dile getirse de gözlerde sorumluluklarını yerine getirmenin sevinci okunuyordu.
Bu bayramlaşmadan sonra grup görevlisi arkadaşlarımız her bir hacımıza
görevlerini tam yapıp yapmadığı ile ilgili sorular sorarak, bize daha önce bu
konu ile ilgili verilen çeteleleri doldurdu. Artık bu iki gün yapmamız gereken
şey kısmen dinlenmek, Ka’be’deki tavaflarımıza devam etmek ve şeytan
taşlamaktır. Kaldığımız otel açısından bakıldığında şeytan taşlama konusunda
işimiz birazcık zor gibi çünkü Cemerat’ın ters istikametinde kalıyoruz.
Şeytan Taşlama
Hac ibadetinin en zor kısmı olan Arafat yolculuğunu geride
bırakmıştık ancak kısmen zor olan şeytan taşlama görevi önümüzde bekliyordu.
Şeytan, büyük, orta ve küçük olmak üzere Mina’daki bir mekânda temsili olarak
yapılan üç tane sütundur. Eskiden burası tek katlı olduğundan, giden ve gelen
insanların oluşturduğu izdiham nerdeyse her yıl bazı insanların hayatına mal
oluyordu. Fakat sonraki yıllarda bu sütunlar yükseltilerek beş katlı devasa bir
yapı inşa edildi ve girişte farklı katlara yönlendirilen insanların, bir
taraftan gidip taşlarını attıktan sonra devam edip diğer taraftan da dönmeleri
sağlandı. Bu, büyük rahatlama getirdi ve eski izdiham manzaralarını ortadan
kaldırdı. Biz ilk gün Arafat’tan dönerken büyük şeytana yedi tane taş atmıştık
zaten, ikinci ve üçüncü günlerde de her bir şeytana yedişer taş atacak ve
toplamında kırk dokuz tane taş atmış olacağız. Bugünlerde otobüs servisleri
iptal edildiğinden kendi imkanlarımızla servisleri ayarladık ve her iki gün de
şeytan taşlama görevimizi hacılarımızla beraber yaparak otelimize dönmüş olduk.
Hac, her tarafı sembollerle
dolu olan bir ibadettir. Şeytan taşlamak da aslında kendi nefsimizdeki hırs ve
kötülükleri kınamak, yermek, tabiatımızda bulunan ve bizimle Allah arasına
giren her şeyden uzak durmak konusunda Allah’a söz vermektir. Âdem babamız ve
şeytan arasında geçen mücadelenin sadece tarihte geçen bir olay olmadığını,
canlı olduğunu ve şimdi de kesintisiz bir şekilde devam ettiğini bizlere
hatırlatmaktadır. O gün Âdem babamız ve eşine Cennetteki bir ağaca yaklaşmayı
yasaklayan Rabbimiz bugün de Adem’in oğul ve kızlarına; inkâr, küfür, nifak, yalan,
gıybet, içki, faiz, başkasının hakkına tecavüz… gibi birçok ağaçtan uzak
durmayı emretmiyor mu? O gün kendisine yasaklanan ağaçtan yiyerek Allah’ın
emrini çiğneyen Âdem babamız ve eşi Cennetten kovulup yeryüzüne sürgün edildiği
gibi bugün yasaklanan ağaçlardan yiyenler de ebedi ve sonsuz Cenneti
kaybediyor. Ayrıca bu taşlama, dedemiz İbrahim (as) ile oğlu İsmail (as) bu
mekânda yaşadıkları büyük imtihanı hatırlatarak, sürekli tetikte bekleyen
şeytanın oyununa gelmemek gerektiğini hatırlatıyor bizlere.
Veda
Şeytan taşlama görevini de yerine getirdikten sonra artık Ka’bede
yapacağımız tavafları arttırmaktan başka bir vazifemiz kalmıyor ve
hacılarımızla dönüş moduna giriyoruz. Son günlerimizi ibadete daha çok
yoğunlaşarak geçirmemiz gerekiyor, bu mübarek mekanları ziyaret etmek bir daha
nasip olur mu bilemiyor insan. Bütün ısrarlara rağmen zamanının bir kısmını
çarşı-pazarda geçirip hediye almaya giden hacılarımız da oluyor maalesef ve bu,
son günlerde giderek artıyor. Dönüş zamanı yaklaşınca son toplantımızı yaptık
ve kalan günlerimizde neler yapacağımızı, dönüşümüzün nasıl olacağını
anlattıktan sonra kafilemizdeki herkes birbiriyle helalleşti, çok duygulu
olmuştu ve çoğumuz ağlamadan duramadık. Son hazırlıklarımızı yaptık ve dönüş
gününden bir gün önce Veda tavafımızı yaptıktan sonra, bir tarafa çekilerek
hacılarımızla topluca dualar ederek Ka’be’mizle vedalaştık. Bu öyle kolay
olmamıştı, sanki yıllardan beri yaşadığımız bir mekândan, evimizden
ayrılıyorduk, insanın içine bir hüzün çöküyor, gözler yaşlı ve buğulu,
kalplerde hüzün… Sahi ne çabuk geçmişti zaman daha dün gelmiş gibiydik.
Cidde
Ayrılık günü geldiğinde herkesi yolculuk telaşı ve artık hacı
olarak memlekete dönerek çoluk-çocuğuyla buluşma heyecanı sarmıştı. Saat 11,00
civarında otellerimizden çıkarak otobüslere bindik ve Cidde havaalanına doğru
yola çıktık. Takriben yüz kilometre gideceğimiz yola çıkınca mutad olduğu üzere
her otobüsün görevli hocası Kur’an tilaveti etti ve ardından ilahi, ezgi ve
sohbetlerle devam edildi. Şimdi Mekke’den, Ka’be’den ayrılmanın ne olduğunu
anlatmak gerekiyordu ve öyle yaptık. Efendimizin (sav) hicreti geliyor insanın
aklına… Elli üç yıl yaşadığı Mekke’sinden ayrılmak zorunda bırakıldığı o zor
günleri… Ve giderken Ka’be’yi görebildiği son noktada dönüp omuz üzerinden Ka’be’ye
bakarken hüzünle mırıldandığı; Ey Ka’be senin kokun ne güzeldir, kadrin,
şerefin ne yücedir. Vallahi sen ey Mekke, Allah’ın en hayırlı ve Allah’a en
sevimli olan beldesisin. Senden zorla çıkarılmamış olsaydım asla seni terk etmezdim,
anlamındaki sözlerini duyar gibi oluyor insan. Evinden çıkıp gurbete giden
bir insanın halet-i ruhiyesine bürünüyor insan. Cidde havaalanında eşyalarımızı
teslim ettik. Vakit namazlarımızı kıldık ve sonra beklemekten başka yapacak bir
şey yoktu ancak bekleme yerimiz çok fazla serindi öyle ki üşüyorduk. Nitekim
gece saat 01.00 kalkacak olan uçağımız rötarlı bir şekilde sabaha doğru kalktı.
Gaziantep
Sabahın erken saatlerinde Gaziantep havaalanına indik. Uçaktan
salona geçerken Müftülüğümüzün organizesi ile, içerisinde Büyükşehir Belediye
Başkanı ve İl Müftümüzün olduğu karşılama ekibi bizleri gül ve çiçeklerle
karşıladı bu, hacılarımız için güzel bir jest oldu. Eşyalarımızı teslim alıp
dışarı çıktığımızda sıcak havaya rağmen yüzlerce kişinin bizleri beklediğini
gördük, neredeyse her hacıyı karşılamaya bir -iki aile gelmiş, aşırı bir
kalabalık vardı. Hacılarımızı evlerine, çoluk-çocuğuna sağ-salim teslim etme
sevincinin tarifi yok sanırım. Adeta bir aydan fazla bir süredir sırtımızda
taşıdığımız ağır bir yükü yere koymak ve ondan kurtulmak gibi insanı
rahatlatıyor, hamdolsun. Böylece bir Hac mevsiminin daha sonuna gelmiş
oluyorduk.
Genel
Bizim buraya kadar yazdıklarımız basitçe ele alınmış hatıra
cümleleridir. Her yıl olduğu gibi bu yılki Hac organizasyonu ve ibadeti de
birçok açıdan ele alınıp değerlendirilebilir ve bu konuda çok şey yazılıp
çizilebilir. Genel olarak organizasyonumuz güzeldi ancak ben ziyaret ettiğimiz
mekanlarla alakalı bir-iki cümle kurmadan bu yazıyı bitirmek istemiyorum: Üzülerek
ifade etmeliyim ki; ziyaret ettiğimiz her iki şehirde de Hz. Peygamber (sav)
döneminden kalma hiçbir orijinal eser yok gibiydi. Bu iki şehre yakın yerler
iskana açılıp, insanlar oralarda misafir edilse ve bu iki mekân Efendimiz’in
(sav) döneminde olduğu gibi bırakılsaydı ve sadece ziyaret ve dini vazifeleri
yerine getirmek için açık olsa olmaz mıydı? Niye biz, Dar’ul Erkamı, Ebu Kubeys
tepesini göremeyelim? Efendimiz’in (sav) şereflendirdiği mübarek cadde ve
sokaklarda yürümeyelim? O havayı teneffüs etmeyelim? Aklen, fikren, hayalen o
tarihe gidemeyelim? Yeri geldiğinde en basit bir tarihi çeşmeyi, köprüyü,
yapıyı vs. koruma altına alan insanlık neden gelmiş-geçmiş en üstün insan olan
Hz. Muhammed’in hatırasını canlı tutmayı gerekli görmedi veya görülmedi. Mekân
olgusundan mahrum bırakılan bir fikir zaman içerisinde ne hale gelir? Nitekim
biz bugün bile hacılarımıza olayı anlatırken epey zorlanıyoruz ama mekânı olan
bir Uhud’u veya Hendek’i nasıl da rahat ve coşkulu anlatabiliyoruz. Bence
yetkililer buna kafa yormalı ve çözüm bulmalıdır.
Hocam o günleri bize sanki yeniden yaşatınız gözlerimizi nemlendirdiniz Allah razı olsun çok güzel günlerdi çok güzel anılarda kaabedeydik mescidi nebevideydik bundan güzel ne olabilirdi Allah sizden ve tüm hacı arkadaşlarımızdan razı olsun
YanıtlaSilOrganize biraz daha iyi olsaydı.Benim açıdan daha iyi bir haç yapmış olurdum
YanıtlaSilHocam emeğinize sağlık tek tek bütün aşamaları anlatmışsınız bizleride sizler gibi o yolculuğa ortak etmişssiniz rabbim sizlerden razı olsun . Özellikle yazının sonunda belirttiğiniz gibi oranın ilk günkü gibi özgün kalması en büyük temennimiz olur. ( Kenan uzun) hacı Hanifi uzun un oğlu selametle
YanıtlaSilHocam Allah razı olsun bizleri tekrar oralara götürdünüz gözlerimin yaşlarıyla okudum
YanıtlaSil