DAVA VE LİDER-II: İKİ
ÖZELİK VE İKİ GÖREV
Cağfer KARADAŞ
أعوذ بالله، بسم الله...
وَالْعَصْرِۙ اِنَّ الْاِنْسَانَ لَفٖي خُسْرٍۙ اِلَّا الَّذٖينَ اٰمَنُوا
وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ
“Asra yemin ederim ki, insan kayıptadır. İman edenler; iyi, güzel ve yararlı işler yapanlar ile birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler başkadır. İşte onlar bu kayıptan kurtulanlardır.” (Asır 103/1-3)
HAYATI ANLAMAK VE DEĞERLENDİRMEK
“Dünya ahiretin tarlasıdır” (Buharî “Rikâk”, 3)
buyurmuş Rahmet Peygamberi. Şayet insan içine doğduğu tarlayı sadece
oyun-eğlence veya piknik alanı olarak kullanırsa hiçbir ürün elde edemez, günün
sonunda eli boş ve hüsrana uğramış bir halde kalır; eğer tarlayı eker-biçer ve ürün
elde ederse eli dolu ve kazançlı bir şekilde harman yerine yani adalet
terazisinin kurulduğu büyük toplantı yerine döner. Zaten başka dönüş yeri de
yoktur.
Demek ki dünya hayatı önemli. Ürün almak, kazanç elde
etmek, çevreye yararlı olmak, dünya ve ahiret mutluluğunu yakalamak ancak bu
hayatta ve bu hayatla gerçekleşir. Dünyayı kazançlı kılacak da hüsranla
sonuçlandıracak da insanın bu hayatı değerlendirmesine bağlıdır.
İnsan zamanın bir noktasında dünya gelir, ömür
süresince yaşar, kültür edinir, şahsiyet kazanır, iş yapar, iz bırakır ve yine
zamanın bir noktasında dünyandan ayrılır. Ona verilen süre bellidir. Sadece bir
ömürdür. Bir ömür de bir gün gibidir. İkindi vakti adeta bu sürenin son demidir;
son dönüş, son çıkış, son kurtuluş anıdır.
Yüce Allah “asra yemin olsun ki” uyarısıyla tam da bu
gerçeği hatırlatmaktadır. “İnsan kayıptadır” yargısının muhatabı bu son anı
dahi değerlendiremeyen, burnunun doğrultusunda giden, insanlıktan kopan,
insanlardan uzaklaşan, hüsranda ve isyanda ısrar eden kişidir.
İşte bu hüsrandan kurtuluş iki özelliği kazanmaya ve iki görevi yerine getirmeye bağlıdır.
İKİ ÖZELLİK VE İKİ GÖREV
İki özellikten birincisi gönülden ve kalpten Yüce Allah’a inanan
kul olmak, ikincisi ise O’nun rızasına uygun düşecek ve insanlığın yararına
olacak iyi ve güzel işler yapan şahsiyet kazanmaktır. Kur’an kavramlarıyla mümin,
muttaki, muhlis ve muhsin olmaktır. Türkçesi Allah’a inanmak, O’nun koyduğu
sınırları gözetmek, rızasına uygun yaşamak ve emirleri doğrultusunda bir tutum
ve davranışı benimsemek; kalple ve kalıbı uyumlu, düşünceyle yaşantıyı tutarlı
kılmak; eskilerin tabiriyle ilmiyle âmil, amelinde ihlas sahibi olmaktır.
İki göreve gelince, birincisi hak ve hakikate davet etmek,
ikincisi ise kötüler ve kötülüklere karşı sabır ve metanetle direnme çağrısı
yapmaktır. Yani ulaşabildiğin ve ulaşılabilir olan herkesi iyiliğe teşvik
etmek, kötülüğe karşı uyarmaktır. Tek başına değil hep birlikte, fert olarak
değil cemaatle, bencil duygularla değil, dostluk ve muhabbetle; herkesi
düşünen, duasına ortak eden ve tüm insanlığın kurtuluşu için çaba ve çalışma
içinde, ayrımsız ve ayrıcalıksız bir hareket oluşturmaktır.
“Tek çiçekle bahar olmaz” atalar sözü insanın tek
başına değil, çevresiyle yani ailesi, toplumu ve insanlarla birlikte iyi ve
güzeli yakalamanın ve yansıtmanın tecrübesine işaret eder. Bu noktada Kur’an’ın
ilahî bildirimi, fıtratını yitirmemiş insanlığın tecrübesiyle örtüşmektedir.
Zaten bozulmamış ve hüsran yoluna girmemiş fıtrî akılla ilahî vahiy arasında
çelişki bulunmaz.
LİDERLİK, DAVA ADAMLIĞI VE DAVA ERLİĞİ
İşte liderlik, dava adamlığı ve dava erliği tam
da bu iki özelliği yakalamak ve iki görevi yerine getirmekle gerçekleşir.
Davasına inanan, onu hayatının anlamı haline getiren, topluma yansıtan, gelecek
nesillere intikal ettirme gayretinde olan ve davasının toplumsal planda varlığı,
görünürlüğü ve devamı için sabır ve sebat gösteren kişi gerçek anlamda dava
adamıdır, lider veya dava eridir.
DAVANIN DÖRT TEMEL ESASI
1. “İman etmek” liderin ve dava erlerinin davaya gönülden
bağlanması ve sağlam irade ortaya koyması,
2. “Sâlih amel” bu inancın ve iradenin dava liderinin ve
dava erlerinin hayatlarına yansıması ve yaşantılarının parçası haline gelmesi,
3. “Hakkı tavsiye” davanın toplumsal tabanının ve
atmosferinin oluşturulması,
4. “Sabrı tavsiye” davanın gelecek nesillere intikali ve
devamlılığı için gerekli ve güvenli ortamın sağlanması, irade zafiyeti veya olumsuzluklara
karşı maddî ve manevî tüm tedbirlerin alınması, sabır ve sebat bilinciyle
kişisel ve toplumsal düzeyde bir irade direnci ve seddi oluşturulmasıdır.
MEHMET AKİF’İN UYARISI
Sömürge döneminde karanlık gecelerinin sabahını
arayana millî şairimiz Mehmet Akif, Sahafat’ın Âsım kitabında Asır
Suresi üzerinden dava yolunda tökezleyen ümmeti uyarmış:
“Hâlikin nâ-mütenâhî
adı var en başı Hak
Ne büyük şey kul için
hakkı tutup kaldırmak
Hani ashâb-ı kirâm
ayrılalım derlerken
Mutlaka sûre-i
ve’l-Asr’ı okurmuş bu neden?
Çünkü meknûn o büyük
sûrede esrâr-ı felâh
Başta îmân-ı hakîkî
geliyor sonra salâh
Sonra hak sonra sebât:
İşte kuzum insanlık
Dördü birleşti mi
yoktur sana hüsrân artık”
(Safahât, İstanbul: Kültür Bakanlığı Yayınları 1990, s. 349-350).
Küçük Sözlük:
Hâlık: Kâinatın yegâne yaratıcısı,
yöneticisi ve hükümranı olan Yüce Allah.
Nâ-mütenâhî: Başlangıcı ve sonu
bulunmayan, zaman ve mekanla sınırlı olmayan, zaman ve mekândan münezzeh.
Ashâb-ı kirâm: Hz. Peygamber’in
dostları, öğrencileri, vahyin inişine şahit olan ve uygulamasına iştirak eden İslam
ümmetinin öncüleri, en hayırlı ilk nesil.
Sûre-i Vel-Asr: Kur’an’ın 103’üncü
Asır Suresi
Meknûn: Surenin ifade ettiği
gerçek, taşıdığı ve içerdiği anlam.
Esrâr-ı felâh: Kurtuluş işaretleri/sırları,
zulmetten nura çıkışın, hüsran girdabından kurtuluşun ipuçları.
İmân-ı hakîkî: Gerçek iman. Rahman
ve rahîm olan Yüce Allah’a, alemlere rahmet gönderilen Elçisine ve
getirdiklerine kalbiyle inanma, kalıbıyla teslim olma.
Salâh: İyi, güzel ve faydalı;
doğru, dürüst ve istikamet üzere olan
Sebât: Bela ve musibete
direnmek, görevi yerine getirmede kararlı olmak, irade direnci ve iman bilinci kazanmak.
Hüsrân: Kaybetmek, mutlak zarara uğramak; dünya hayatını
oyun, eğlence ve geçici menfaatler uğruna harcamak; doğruluk, dürüstlük ve
istikametten ayrılmak; iyiliği, güzelliği ve yararlı olan terk etmek; kötülüğü
ve zararlı olanı tercih etmek, kötülerin ve zalimlerin tarafında yer almak ve
onları alkışlamak; şaşırıp yoldan sapmak, azgınlaşıp yoldan atılmak.
19 Muharrem 1446 / 25
Temmuz 2024
0 yorum:
Yorum Gönder