Asıl
adı Remle olup, ilk çocuğunun adı sebebiyle Ümmü Habîbe ismiyle
tanınmıştır. Mekke’nin en önemli kabilelerinde olan Beni Ümmeyye’ye
mensup Ebû Süfyan’ın kızıdır. Annesi de aynı sülâleden Ebu’l-Âs’ın kızı
Safiyye’dir. Bu hanım aynı zamanda Hz. Osman’ın (ra) da halasıdır.[1]
Remle
bint. Ebû Süfyan ilk evliliğini Hz. Peygamber’in (sav) halası Ümeyme
bint. Abdülmuttalib’in oğlu olan Ubeydullah b. Cahş ile gerçekleştirdi.
Ubeydullah, soy anlamında Kuyeş asıllı olmayıp, Esed b. Huzeyme
kabilesindendir. Onun ailesi İslâm’dan önce Kureyş kabilesinin köklü
ailelerinden Ümeyyeoğulları’nın himayesine girmek suretiyle Mekke’ye
yerleşmiştir.[2]
Ümmü
Habîbe (rah), Hz. Peygamber’in (sav) İslâm’ı tebliğinin başlangıcı
aşamasında kocası Ubeydullah ile birlikte ilk Müslümanlar arasına dâhil
oldu.[3]
Aynı dönemde Mekke müşrikleri gerek Hz. Peygamber’e (sav), gerekse onun
davetine cevap veren Müslümanlara karşı alay ve hakaretten başlayıp
öldürmeye varan kadar her türlü psikolojik, ekonomik ve fizikî baskı ve
işkence tatbik etmeye başlamışlardı. Bu faaliyetleri gerçekleştiren
Kureyş kabileleri arasında geçmişten beri Hz. Peygamberin (sav) soyu
Haşimoğulları’na düşmanlık besleyen Ümmü Habîbe’nin (rah) soyu
Ümeyyeoğulları da bulunuyordu. Onlar Hz. Peygamber’in (sav) davasını
Kureyş idaresinde bir değişiklik talebi olarak görmüşler, muhtemel bir
değişikliğin kendilerinin aleyhine olacağı düşüncesiyle ellerinden
geldiğince İslâm’ın yayılmasını ve Müslümanların taraftar kazanmasını
engellemeye çalışmışlardır. Başta Utbe b. Rebia, Şeybe b. Rebia ve Ebû
Süfyan olmak üzere kabile önderleri Müslümanlara karşı her türlü
faaliyetin içinde yer almışlardır.[4]
Ümeyyelilerin muhalefet tavrı, Hz. Peygamber’i (sav) davasından
vazgeçirmek hususunda iknaya çalışmaktan başlayıp, onunla bizzat
savaşmaya varıncaya kadar derece derece şiddetlenmiştir. Onlar,
Mekke döneminde özellikle siyasî baskıyı ön plâna çıkarmışlar, Hicret
sonrasında ise Medine üzerine gerçekleşen bütün saldırıları bizzat
organize etmişlerdir. [5]
Mekke
müşrikleri, Hz. Peygamber’e (sav) olduğu gibi onun çağrısına cevap
veren müminlere karşı da her türlü psikolojik, ekonomik ve fizikî baskı
ve işkence tatbik etmişlerdir. Onlar, Mekkelilerden herhangi birinin
müslüman olduğunu duyduklarında derhal yanına giderek, onu Muhammed’in
(sav) dininden daha üstün olan babasının dinini terk etmekle
suçlamışlardır. İslâm’a giren kişi bir tüccar ise, onu ticarî
faaliyetlerini engelleme ve sermayesini yok etmekle korkutmaya
çalışmışlar; şayet köle, fakir ve korumasız bir kimse ise ona karşı
aşırı şiddet uygulamışlardır. Bu muamelelerden öncelikli olarak
müşriklerin kendi kabilelerinden Müslüman olanlar nasibini almıştır.
Ümmü Habîbe (rah) ile eşi Ubeydullah b. Cahş da diğer Müslüman
kardeşleri gibi bizzat ailelerinin sistematik baskılarıyla
karşılaşmışlardır.[6]
Ashâbının
mâruz kaldığı zulüm ve işkenceleri engellemeye gücü yetmeyen, üstelik
onların ölüm korkusu sebebiyle dinlerini terk etmelerinden endişelenen
de Allah Rasûlü (sav), özellikle kendi ailelerinin şiddetli baskısına
uğrayan ve kabile himayesinden mahrum bırakılan Müslümanlara geçici bir
sığınma yeri olarak Habeşistan’a hicret etmeleri tavsiyesinde bulundu.[7]
Bunun üzerine Miladi 615 yılında on bir erkekle dört kadından oluşan
ilk kafile Habeşistan’a gitti. Gidenler arasında Ümmü Habîbe’nin (rah)
kabilesi Ümeyyeoğulları’nda Hz. Osman (ra) ile eşi Rasûlüllah’ın (sav)
kızı Rukıyye (rah) de bulunuyordu. İlk hicretten yaklaşık bir yıl sonra
Ca‘fer b. Ebû Tâlib (ra) başkanlığında 82 erkek ve 18 kadından
müteşekkil yeni bir Müslüman topluluk ikinci Habeşistan hicretini
gerçekleştirdiler. Ailesinin yoğun baskısına tahammül edemeyen Ümmü
Habîbe (rah), eşi Ubeydullah b. Cahş ile birlikte, kızları Habîbe’yi de
yanlarına alarak bu kafile içinde Habeşistan’a hicret etti.[8]
İbn Sa’d’da geçen başka bir rivayete göre ise Ümmü Habîbe (rah) hicret
yolculuğunu hamile olarak gerçekleştirmiş, kızını Habeşistan’da dünyaya
getirmiştir.[9] Önceki muhâcirler gibi onlar da, Habeş kralı tarafından güzel karşılandılar ve burada güvenlik içinde hayatlarının sürdürdüler.[10]
Habeşistan’da
muhacir Müslümanlar huzur içinde yaşarken, Ümmü Habîbe’nin (rah)
hayatını olumsuz etkileyen beklenmedik bir hadise gerçekleşti. Dini
uğruna her türlü sıkıntıya katlanan, nihayet bu yolda yurdunu terk etme
fedakârlığı gösteren eşi Ubeydullah b. Cahş, Müslümanlığı seçmeden önce
benimsemiş olduğu Hıristiyanlık dinine dönmek istediğini açıkladı. Bu
gelişme karşısında şaşıran ve son derece üzülen Ümmü Habîbe (rah) bütün
gayretlerine rağmen eşini kararından çeviremedi. Üstelik kocasından
kendisinin de Hıristiyanlık dinini benimsemesi konusunda baskı gördü.
Karşılıklı anlaşmazlık ailenin parçalanmasını zorunlu hale getirince
Ümmü Habîbe (rah) eşinden ayrıldı.[11]
Ubeydullah ise dinini terk edip Hıristiyan olduktan sonra çok içki
içmesinden dolayı alkolik bir kişi haline geldi, kısa süre sonra da
öldü.[12]
Yurdunda
uzakta yaşamak zorunda kalan Ümmü Habîbe (rah), hayat arkadaşının
kendisini terk etmiş olmasından dolayı son derece mahzun oldu. Üstelik
yabancı bir ülkede olduğu için korunmaya muhtaç duruma da düşmüştü.
Esasında kendisi Mekke’nin en soylu ve zengin ailelerinden birine mensup
olması sebebiyle Habeşistan’a göç eden ancak kısa süre sonra çeşitli
sebeplerle geri dönen Müslümanlarla Mekke’ye ulaşması mümkündü; ancak
orada da sığınabileceği bir kapı bulamayacaktı. Zira Mekke reislerinden
olan babası Ebû Süfyan, Müslümanlara dinlerinden dönmeleri hususunda en
fazla baskı yapanların başında bulunuyordu. Ya gurbet yurdunda tek
başına sıkıntılı bir hayat sürecek, ya da Mekke’ye dönüp babasının
dinini terk etmesi için yapacağı baskılarla baş etmeye çalışacaktı. Bu
çaresizlik ortamında çile doldururken onun gönlünü ferahlatacak, aynı
zamanda da şahsen onurlandıracak bir haber geldi: Hz. Peygamber (sav)
Habeşistan muhacirleri arasında himayesiz bir şekilde kalmış bulunan
Ümmü Habîbe (rah) ile evlenme kararı vermişti. Nitekim onun emriyle
Medine’den gelen elçisi Amr b. Ümeyye ed-Damrî (ra), Necâşî’den Ümmü
Habîbe’nin (rah) Hz. Peygamber’le (sav) nikâhlanmasını talep etti. Habeş
Muhacirlerinden olan aynı zamanda kendisi gibi Ümeyyeoğullarına mensup
bulunan Hâlid b. Sa‘îd’in (ra) kıydığı nikâh ve Necâşî’nin şahsî
hesabından ödediği dört yüz dinar mehir ile gıyabî evlilik akdi
gerçekleştirildi.[13]
Hz. Peygamber (sav) bu girişimi ile İslâm adına birçok fedakârlıkta
bulunan bu muhacire hanımı taltif etmiş, onu müminlerin annesi olma
payesiyle şereflendirmiştir.[14]
Ümmü Habîbe (rah), bu hadiseyi ve esnasında yaşadığı duygularını şu şekilde anlatır:
“Habeşistan’a
iken, Necâşî'nin elçisi Ebrehe adındaki cariyenin getirdiği haber kadar
hiç bir şey beni hayatta heyecanlandırmadı. Ebrehe, bir gün bana
‘Allah Rasûlü bizim krala seninle evlenmek istediğini bildiren bir
mektup yazmış’ dedi. Ben de sevincimde ona ‘Allah sana da hayırlı
müjdeler versin’ dedim. Bununla birlikte söylediklerinden emin olmak
için sözlerini birkaç sefer tekrarlattım. Nihayetinde cariye bana ‘Kral
nikâhını kıymak için bir vekil tayin etmeni istiyor’ dedi. Bunun üzerine
hemen Hâlid b. Said’i çağırıp onu kendime vekil tayin ettim. O kadar
sevinmiştim ki, bana haberi getiren Ebrehe’ye yanımda ne kadar takı
varsa hepsini hediye ettim. Ertesi günü Necâşî, Cafer b. Ebî Tâlib’e
orada bulunan bütün Müslümanları toplamasını istedi. Kısa bir konuşma
yaptıktan sonra ‘Rasûlüllah’ın isteği üzerine Ebû Süfyan’ın kızı Ümmü
Habîbe’yi kendisine nikâhladım’, dedi. Bu teklif, vekilim Hâlid b. Saîd
b. Âs tarafından da kabul edilince evlilik akdi resmileştirilmiş oldu.[15]
Necâşî, mehir olarak tesbit edilen 400 dinarı Hâlid b. Saîd’e teslim
ettikten sonra kalkmak üzere olan ashâb-ı kirama ‘nikâhtan sonra yemek
vermek peygamberlerin sünnetidir’ diyerek düğün yemeği (velime) ikram
etti”.[16] İbn Abdilberr, Ümmü Habîbe’nin (rah) düğün yemeğini Hz. Osman’ın (ra) verdiğini rivayet eder.[17]
Hz.
Peygamber (sav) ile Ümmü Habîbe’nin (rah) nikâhlanmasından kısa bir
süre sonra Habeşistan’da kalan muhacirlerin Medine’ye getirilmeleri
kararı alındı. Bu amaçla Hicretin 7. yılında (M628) yılında Habeş
kralının yardımı ile Hz. Peygamber’in (sav) elçisi Amr b. Ümeyye
ed-Damrî (rah) vasıtasıyla Müslümanlar Hayber Fethi’nin gerçekleştiği
esnada Arap Yarımadası’na geri döndüler. Ümmü Habîbe (rah) de kızı
Habîbe ile birlikte Medine’ye geldi.[18] Rasûlüllah (sav) Habeş muhacirlerini karşısında görünce “Hayber’in fethinin mi yoksa kardeşim Ca‘fer’in gelmesinin mi daha sevindirici olduğunu bilemiyorum” diyerek memnuniyetini beyan etmiş, ayrıca Hayber’de alınan ganimetlerden Habeşistan muhacirlerine de hisse vermiştir.[19]
Hz.
Peygamber’in (sav) bu evliliğinin Ümmü Habîbe’nin (rah)
onurlandırılması kadar, Müslümanlığın yayılması ve Mekke-Medine
birliğinin sağlanması noktasında da önemli bir rol îfâ ettiği
unutulmamalıdır. Her şeyden önce bu izdivaç sebebiyle Hz. Peygamber
(sav), en büyük muhalifi durumunda olan Ebû Süfyan’a damat olmak
suretiyle onunla akrabalık kurmuştur. Esasında Arap örf ve adetlerine
göre kendisiyle evlenmek istenen kadın için önce babasına, o yoksa
amcasına veya amcasının oğullarına müracaat edilmesi gerekirdi. Ancak,
Hz. Peygamber’in (sav), Ümmü Habîbe (rah) ile evlendiği dönemde Ebû
Süfyan henüz İslâm’a girmediği için bu evlilikten haberi bile
olmamıştır. Kızının kendisine danışılmadan en büyük düşmanıyla
evlenmesinin, Ebû Süfyan’ın rahatsızlığına sebep olacağı beklenirken,
aksine onun bu gelişmeden dolayı memnun olduğu görülür. Zira, kızının
evliliği haberini alınca Hz. Muhammed (sav) için “O, reddedilmeyecek bir erkektir” diyerek gerçekleşen izdivacı tasvip etmiş, gıyaben onaylamıştır.[20] Mümtehine Sûresi'nde geçen, “Umulur ki, Allah aranızda düşmanlık bulunan kimselerle sizin aranızda bir dostluk tesis eder” âyetinin bu gelişmeyle ilgili olduğu rivayet edilir.[21]
Geçekten de, Ümmü Habîbe’nin (rah) evliliğinden sonra Ebû Süfyan’ın
gerek Hz. Peygamber (sav), gerekse diğer Müslümanlara karşı tavır ve
davranışlarından belirgin bir yumuşamanın olduğu aşikârdır.[22]
Ebû
Süfyan’ın kızı ile evlenmiş olması Hz. Peygamber’in (sav) de Mekkeliler
ile yakın ilişkiler kurmasına imkân vermiş, bu vesile ile Mekke-Medine
gerginliği azalma sürecine girmiştir. Bunu destekleyen tarihî
rivayetlere sahibiz:
Yemâme
reislerinden Sümâme b. Usâl, müslüman olduktan sonra Umre için Mekke’ye
gitmişti. Bu durumu öğrenen müşrikler üzerine saldırıp onu öldürmek
istediler. Bir Mekkelinin Sümâme’yi serbest bırakmalarını, aksi halde
Mekke'nin tahıl ihtiyacının Yemâme’den geldiğini söylemesi üzerine ancak
canını kurtarabildi. Kendisine yapılanlar sebebiyle Kureyş’e kin tutan
Sümâme, Rasûlüllah’ın (sav) izni olmadan onlara bir tahıl tanesi bile
göndermeyeceğini ilân etti.[23]
Yurduna döndüğünde dediğini yapın Mekke’ye gerçekleşen zahire
nakliyatını durdurdu. Kısa süre sonra da Kureyş’te gıda sıkıntısı baş
gösterdi. Bunun üzerine Ebû Süfyan, ambargonun kaldırılması için bizzat
Medine’ye gelerek Hz. Peygamber’den yardım talebinde bulundu.[24] Hz. Peygamber (sav) de derhal bir mektup göndererek Sümâme’nin Mekke’ye uyguladığı ambargonun kaldırılmasını temin etti.[25]
Rasûlüllah (sav) bu yakınlaşmadan istifadeyle Mekke’de bulunan
akrabalarına başka maddî yardımlarda da bulundu. Ayrıca özel izin
vererek Mekke ticaret kervanlarının Müslüman topraklarından rahatlıkla
geçmelerine imkân tanıdı. Bu uygulamadan bizzat Ebû Süfyan da istifade
etmiş ve kervanıyla ticaret için Suriye’ye gitmiştir.[26]
Müslümanlar
ile Mekke müşrikleri arasında imzalanan Hudeybiye Barış Antlaşması’nın
hükümlerine göre Kureyş kabilesinin dışında kalan diğer kabileler, ya
Hz. Muhammed’in (sav) veya Kureyş kabilesinin emniyet ve garantisini
kabul etmede serbest bırakılmışlardı. Buna göre Huzaa kabilesi
Müslümanları, Benî Bekr ise Mekke Müşriklerini tercih etti. Halbuki bu
iki kabile arasında eskiden beri düşmanlık vardı. Benî Bekr kabilesi,
intikam almak niyetiyle Kureyş’in de desteğiyle hicretin sekizinci
senesi Şaban ayında bir gece vakti Benî Huzaa’ya hücum etti. Baskın
esnasında Kureyş’in ileri gelen reisleri Safvân b. Ümeyye, İkrime b.
Ebû Cehil, Süheyl b. Amr, Huveytib b. Abdi'l-Uzza gibi kimseler de
onlara yardım etmişlerdi. Saldırı sonucunda Huzaa kabilesinden 23 kişi
öldürüldü. Geri kalanları ise Harem’e sığınmak suretiyle canlarını
kurtarabildiler. Gelişmenin Hz. Peygamber’e (sav) haber verilmesinden
sonra, sözlerini tutmadıkları ve antlaşmayı bozdukları, bu yüzden de
Müslümanların hücumuna uğrayacaklarından endişe duyan Kureyşliler, Ümmü
Habîbe’nin (rah) babası Ebû Süfyan’dan özür dilemek ve antlaşmayı
yenilemek için Hz. Peygamber’e (sav) gitmesini rica ettiler. Ebû
Süfyan, pek istekli ve sonucundan ümitli olmamakla birlikte Mekkelilerin
aşırı ısrarı sebebiyle Medine’ye geldi. Allah Rasûlü (sav) kendisiyle
hiç ilgilenmedi. Başta Hz. Ebû Bekir (ra), Hz. Ömer (ra), Hz. Osman (ra)
ve Hz. Ali (ra) olmak üzere ashab ileri gelenlerinden de yüz bulamadı.
Bunun üzerine ricacı olması için kızı ve Hz. Peygamber’in (sav) hanımı
olan Ümmü Habîbe’nin (rah) yanına gitmeye karar verdi. İçeri girdiğinde
odadaki yatağa oturmak istedi. Ancak kızı süratle yatağı altından
çekerek kaldırdı. Her haliyle oturmaya hazırlanmış olan Ebû Süfyan
düşmekten zor kurtuldu. Bunun üzerine “Kızım, yatağı mı benden esirgedin, yoksa beni mi yataktan?” diye sitem edince, Ümmü Habîbe’den (rah) şu cevabı aldı: “O, Allah Rasûlü’nün yatağıdır. Sen ise bir müşriksin”. Bunun üzerine Ebû Süfyan “Kızım, benden sonra sana hiçte iyi olmayan haller olmuş, sana şer bulaşmış” diyerek evi terk etti.[27]
Hudeybiye
Barış Antlaşmasının geçersiz kalmasına sebep olan saldırı hadisesi kısa
süre sonra gerçekleştirilecek Mekke fethi için hukukî gerekçe teşkil
etmiştir. Nitekim kısa süre sonra da Mekke Müslümanlar tarafından
fethedildi. Fetihten hemen önce Rasûlüllah (sav) “Ebû Süfyan’ın evine giren emniyettedir. Kâbe’ye sığınan emniyettedir. Kendi evinden çıkmayan güvendedir” ilânı ile Ebû Süfyan’ın gönlü alınmış[28],
onun önce Müslüman olması, ardından da hemşehrilerini Müslümanlara
karşı direnmeme konusunda ikna etmesiyle Mekke’nin zaptı en az insan
kaybıyla tamamlanabilmiştir. [29]
Hz.
Peygamber’le (sav) dört yıl evli kalan Ümmü Habîbe (rah), onun
vefatından sonra otuz yıl daha ömür sürdü. Bu dönemde gerçekleşen siyasî
hadiselerden ve fitne ortamından uzak kalmaya çalıştı. Halife Hz.
Osman’ın (ra) evini muhasara altına alan asilerin, kuşatmanın on
sekizinci günü onun yiyecek ve suyunu kesmeleri üzerine, erzak yüklü bir
katırı halîfenin evine götürmeye teşebbüs etmiş, ancak asiler saygısız
bir şekilde ona engel olmuşlardır.[30]
Bazı kaynaklarda Ümmü Habîbe’nin (rah), Hz. Osman’ın (ra) şehit
edilmesinden sonra onun kanlı gömleğini Ensâr’dan Numan b. Beşir
vasıtasıyla Şam’da bulunan kardeşi Muaviye’ye gönderdiği rivayet edilir.[31]
Ümmü
Habîbe (rah) daha sonraki hayatını Medine’de tamamlamıştır. Bununla
birlikte kardeşinin halifeliği esnasında Emevîlerin başkenti olan
Dimaşk’ı ziyaret ettiği de kaydedilmektedir.[32]
Hatta bu sebeple onun Şam’da vefat ettiği iddia edilmiştir. Nitekim
Dimaşk’ın Bâbu’s-Sağîr kabristanında pek çok sahabe mezarının yanında
Ümmü Habîbe’nin (rah) bir türbesi bulunmaktadır. Ancak tarihi hadiseler
onun Şam’da vefat ettiği görüşünü doğrulamamaktadır.[33]
Zira kaynakların ekseriyetine göre Ümmü Habîbe (rah), kardeşi
Muaviye’nin hilafeti (H.41-60/M.661-680) devrinde yetmiş yaşında iken
hicretin 44. yılında (M. 664) Medine’de vefat etmiştir.[34]
Nitekim Hz. Ali’nin torunlarından Ali b. Hüseyin, dedesinin evindeki
odasını kazdığında oradan bir taş çıkmış, taşın üzerinde de “Bu Remle binti Sahr'ın kabridir” şeklinde bir yazı bulunmuştu.[35] Ayrıca Hz. Aişe’den (rah) gelen bir habere göre, Ümmü Habîbe (rah), ölüm döşeğinde iken Hz. Aişe’yi (rah) çağırtmış ve “Kumalar arasında olan tartışmalar mutlaka bizim aramızda da olmuştur. Bu konuda olanlardan dolayı Allah beni ve seni affetsin” diyerek helâllik talebinde bulunmuştur. Bu bilgi de onun Medine’de vefat ettiği görüşünü desteklemektedir.[36]
Ezvâc-ı
Tahirât’ın Hz. Peygamber’in (sav) örnek aile hayatını Müslümanlara
öğretmeleri bakımından rivayet ettikleri hadisler büyük önem
taşımaktadır. Bir eş, aynı zamanda da hadis ravisi olarak Ümmü
Habîbe’nin (rah) Allah Rasûlü’nden 65 hadis rivayet ettiği
bilinmektedir. Buhârî ve Müslim’de ortak olarak ondan rivayet edilen iki
hadis bulunmaktadır. Ayrıca sadece Müslim’in aldığı iki hadisi vardı.
Ondan kardeşi Muaviye, Anbese, Abdullah b. Utbe b. Ebû Süfyan, Urve b.
Zübeyr, Ebû Salih Semân, Safiyye bint Şeybe, Zeyneb bint. Ebû Seleme,
Şütery b. Şekel ve Ebu’l-Melîh Âmir el-Hizelî girib raviler hadis
rivayetinde bulunmuşlardır.[37] Biz burada Ümmü Habîbe kanalıyla gelen hadislerden birkaç örnek sunacağız.
“Kim
ki öğle namazından önce ve sonra dörder rekât namaz kılarsa, Allah onun
bedenini Cehennem’e haram kılar. Bunları işittiğim günden beri onları
terk etmedim”.[38]
“Kim ki bir günde (gece ve gündüz) farz namazlardan başka on iki rekat namaz kılarsa Allah ona Cennette bir ev verir”.[39]
“Eğer ümmetime zor olmasaydı her namaz vaktinde, abdest gibi onlara misvakı emrederdim" buyurdu”.[40]
“Allah'a
ve âhiret gününe iman eden bir kadın, herhangi bir cenaze için üç
günden fazla yas tutmasın. Ancak kocası için dört ay on gün yas
tutabilir”.[41]
“Rasûlullah
(sas) uykudan uyandı ve “Lailahe illallah” dedi. Sonra da vukuu
yaklaşan bir şerden ve büyük bir fitneden dolayı vay Arabın haline.
Bugün Ye'cûc ve Me'cûc seddinde şunun gibi bir delik açıldı”. Kendisine
“İçimizde bu kadar salih kimseler varken helak olur muyuz” dediğimizde
Hz. Peygamber (sav): “Evet, pislik (fısk, fücur, zulüm, zina ve günah)
çoğaldığı zaman (helâk olursunuz) buyurdu”.[42]
[1] İbn Hişam, es-Sîretü’n-Nebeviyye, es-Sîretü’n-Nebeviyye, (thk. Mustafa es-Sakkâ-İbrahim el-Ebyârî-Abdülhâfız Şelebî), I-IV, Beyrut ts., IV, 6; 294-295; İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, I-VIII, Beyrut, ts. (Dâru Sâdır), VIII, 96; İbn Abdirberr, el-İstîâb fî Ma‘rifeti’l-Ashâb, I-VI, Kahire ts, (Dâru Nehdati Mısr), IV, 1843-1844, 1929; İbn Hacer, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, I-IV, Mısır 1328, IV, 297.
[2] İbn Hişam, es-Sîre, I, 346; İbn Sa’d, et-Tabakât, VIII, 96; İbn Abdirberr, el-İstîâb, IV, 297.
[3] İbn Sa’d, et-Tabakât, VIII, 96; İbn Abdirberr, el-İstîâb, IV, 297.
[4] Benî Ümeyye’nin Hz. Peygamber’in (sav) tebliğine karşı faaliyetleri hakkında bk. Sarıçam, İbrahim, Emevî-Hâşimî İlişkileri, Ankara 1997, s. 107-125; Apak, Adem, Hz. Osman Dönemi Devlet Siyaseti, İstanbul 2003, s. 27-39.
[5] İbn İshak, Sîretü İbn İshâk, (thk. Muhammed Hamidullah), Konya, 1981, s. 133, 187-188; İbn Hişam, es-Sîre, I, 282-284, 285-287, II, 58-59.
[6] İbn Hişâm, es-Sîre, I, 342; Belâzürî, Ensâbu’l-Eşrâf, I, (thk. Muhammed Hamidullah), Jerusalem 1963, I, 198.
[7] İbn Sa‘d, et-Tabakât, I, 207. Müslümanların Habeşistan’a hicret sebepleri ve hicret edenler hakkındaki değerlendirmeler için bk. Demircan, Adnan, Nebevi Direniş Hicret, İstanbul 2000,s. 55-64.
[8] İbn Hişâm, es-Sîre, I, 346; İbn Sa‘d, et-Tabakât, I, 207-208, VIII, 96; Belâzürî, Ensâb, I, 198-227; Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, I-XXIII, (thk. Şuyab Arnavud), Beyrut 1985, II, 220.
[9] İbn Sa‘d, et-Tabakât, VIII, 97; İbn Abdirberr, el-İstîâb, IV, 1929.
[10] İbn İshâk, Sîre, s. 154-157; İbn Hişâm, es-Sîre, I, 344-365; İbn Sa‘d, et-Tabakât, I, 203-204.
[11] İbn Sa‘d, et-Tabakât, III, 89, VIII, 97; İbn Abdirberr, el-İstîâb, IV, 1844; Zehebî, Siyeru Alâmi’n-Nübelâ, II, 221.
[12] İbn İshak, Siyer, s. 319; İbn Hişam, es-Sîre, I, 238, 277, IV, 6, 10; İbn Sa‘d, et-Tabakât, I, 208, III, 89; İbn Abdirberr, el-İstîâb, IV, 1929.
[13] İbn Hişam, es-Sîre, I, 238, 277, IV, 293; İbn Sa‘d, et-Tabakât, I, 208, 295; İbn Kuteybe, Kitabü’l-Meârif, Beyrut 1970, s. 60; İbn Abdirberr, el-İstîâb, IV, 1844-1845.
[14] Hamidullah, Muhammed, İslâm Peygamberi, (çev. Salih Tuğ), I-II, İstanbul 1991, I, 250-251.
[15] İbn Hişam, es-Sîre, IV, 295.
[16] İbn Hişam, es-Sîre, IV, 295; İbn Sa‘d, et-Tabakât, VIII, 97-99; İbn Abdirberr, el-İstîâb, IV, 1930.
[17] İbn Abdirberr, el-İstîâb, IV, 1844.
[18] İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 208, VIII, 96-97.
[19] Vâkıdî, Kitabu’l-Meğâzî, (thk. Marsden Jones), I-III, Beyrut 1984, II, 683; İbn Hişâm, es-Sîre, IV,3; İbn Sa‘d, et-Tabakât, I, 208, II, 108; VIII, 100; Belâzürî, Ensâb, I, 198, 229.
[20] İbn Sa‘d, et-Tabakât, VIII, 99; İbn Abdirberr, el-İstîâb, IV, 1845.
[21] Mümtehine, 60/7. Bu konuda bk. İbn Sa‘d, et-Tabakât, VIII, 99.
[22] Hamidullah, Muhammed, İslâm Peygamberi, II, 685.
[23] Buhârî, Kitâbu'l-Meğâzî, 69; Müslim, Kitâbu'l-Cihad,19; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 452.
[24] Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve,(tahric. Abdu'l-Muta Kal'acî), Beyrut 1985, IV, 81; Zerkânî, Şerhu Mevâhibü'l-Ledünniye, I-VIII, Beyrut 1973, II, 146.
[25] İbn Sa‘d, et-Tabakât, V, 550; İbn Abdilberr, el-İstîâb, I, 214-215; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe fî M‘arifeti’s-Sahâbe, (thk. Muhammed İbrahim-Muhammed Ahmed Aşur), I-VII, ? 1970 (Kitabü’ş-Şi‘b), I, 294-295.
[26] Hamidullah, Muhammed, İslâm Peygamberi, I, 252.
[27] Vâkıdî, Meğâzî, II, 785, 788, 792-795; İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 38-39; İbn Sa‘d, et-Tabakât, II, 134, VIII, 99-100; Zehebî, Siyeru Alâmi’n-Nübelâ, II, 223.
[28] Vâkıdî, Meğâzî, II, 814-822; İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 39-47; İbn Sa‘d, et-Tabakât, II, 135; Belâzürî, Ensâb, I, 355.
[29] Vâkıdî, Meğâzî, II, 825-826; İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 48-50; İbn Sa‘d, et-Tabakât, II, 136.
[30] Belâzürî, Ensâb V, (thk. Goitein, SDF), Jerusalem 1936, V, 68; Taberî, Tarihu’l-Ümem ve’l-Mülûk, (thk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim), I-XI, Beyrut ts. (Dâru’s-Süveydân), Tarih, IV, 386; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam fî Tarihi’l-Ümem ve’l-Mülûk, (thk. Muhammed Abdülkadir Atâ-Mustafa Abdülkadir Atâ), I-XVIII, Beyrut 1992, V, 54; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Tarih, I-IX, Beyrut 1986, III, 87.
[31] İbn Kuteybe, el-İmâme ve’s-Siyâse, (thk.Tâhâ Muhammed Zeynî), I-II, Kâhire 1967, I, 74; Taberî, Tarih, IV, 562; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, V, 77; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 98, 141-142; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, I-XIV, Beyrut-Riyad ts. (Mektebetü’l-Meârif--Mektebetü’n-Nasr), VII, 254.
[32] Zehebî, Siyeru Alâmi’n-Nübelâ, II, 220.
[33] Zehebî, Siyeru Alâmi’n-Nübelâ, II, 220.
[34] İbn Sa‘d, et-Tabakât, VIII, 100; İbn Abdirberr, el-İstîâb, IV, 1845-1846, 1929; Zehebî, Siyeru Alâmi’n-Nübelâ, II, 222.
[35] İbn Abdirberr, el-İstîâb, IV, 1846.
[36] İbn Sa‘d, et-Tabakât, VIII, 100; Zehebî, Siyeru Alâmi’n-Nübelâ, II, 223.
[37] Zehebî, Siyeru Alâmi’n-Nübelâ, II, 219.
[38] Nesaî, Kıyamü’l-Leyl, 67; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 325.
[39] Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn ve Kasruhâ 15; Neseî, Kıyamü’l-Leyl 66; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 326.
[40] Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 325.
[41] Buhârî, Talak 46, 50. Ümmü Habîbe’nin hayatı ve faaliyetleri hakkında ayrıca bk. Ayşe Abdurrahman, Terâcimu Seyyidâti Beyti’n-Nübüvve, Kahire ts. ; aynı müellif, Rasûlüllah’ın Annesi ve Hanımları, (çev.İsmail Kaya), Konya 1987; Uraler, Aynur, Ümmü Habîbe’nin Rivayetleri, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi) İstanbul 1990; Muhammed, Abdurrahman Abdülganî, Zevcâtü’n-Nebî Muhammed, Beyrut-Kahire 1991, s. 52-53; Vicdânî, Ebû Rıdvan Muhammed Sadık, Hz. Muhammed Niçin Çok Evlendi, (çev. Ahmet Karadut), Ankara 1998, 58-62; Salihî, Muhammed b. Yusuf, Ezvâcü’n-Nebî, (thk. Muhammed Nizamüddin Fetih), Beyrut-Dimaşk 1999, s. 161-173; Yeniçeri, Celal, Hz. Muhammed ve Yaşadığı Hayat, İstanbul 2000, s. 93-97; Şeriati, Ali, Muhammed’i Tanıyalım, (çev. Ali Seyidoğlu), Ankara 2000, s. 99-100; Kazıcı, Ziya, Hazret-i Muhammed’in Aile Hayatı ve Eşleri, İstanbul 2003; Kandemir, Yaşar, “Hanımlarının Dilinden Hz. Peygamber”, Hz. Peygamber ve Aile Hayatı, İstanbul 2006, s. 93-116.
[42] Buhârî, Fiten 4.