31 Ağustos 2018 Cuma

İnsanın Anlamı ve Anlamlandırma Serüveni

Dr. Öğr. Üyesi İbrahim Barca 
ز جمادی مُردم و نامی شدم وز نما مُردم به حیوان برزدم
 مُردم از حیوانی و آدم شدم پس چه ترسم کی ز مردن کم شدم؟
 حملهٔ دیگر بمیرم از بشر تا برآرم از ملائک بال و پر
 وز ملک هم بایدم جستن ز جو کل شیء هالک الا وجهه
 بار دیگر از ملک پران شوم آنچ اندر وهم ناید آن شوم
 پس عدم گردم عدم چون ارغنون گویدم که انا الیه راجعون‎ 
Toprak iken öldüm de bitki oldum
Bitki iken öldüm de hayvan oldum
Hayvan iken öldüm de insan oldum
O halde eksileceğim diye ölümden neden korkayım ki? 
Yine insanken ölürsem kolu kanadı olan meleklerden olurum
Melek iken “Allah’ın zatı dışında her şey yok olacak” emrine uyarım
Uçabilen melek olduktan sonra hiç akla gelmeyen bir şey olurum
En sonunda yok olurum yok ve erganun sazı gibi “Biz O’na dönücüleriz” derim
(Mevlana Celaledin er-Rumi)


Bir insanın başka insanları hased etmesi veya onlara acıması çoğunlukla o insanın kendini olduğundan büyük görmesinden kaynaklanıyor. İnsan, başkalarını kıskanıyor; çünkü kendisinin başkalarından daha iyisine layık olduğunu düşünüyor ve öyle düşünülmesini istiyor. İnsan başkalarına acıyor; çünkü bunun ile kendisinin başkalarından daha üstün olduğunu görme ve gösterme fırsatı buluyor. Bu savı destekleyen bir durum da gerçekte hiçbir zaman bir insanın, bir güvercini ya da bir kediyi kıskandığının gözlemlenmemesidir. Bunun gibi hiçbir insan, bir aslan ya da bir timsaha acımaz. Bunun tek bir istisnası var ki o da hayvanlardaki insanların bazı insanlara görünmesi durumunda belirir. Bir insanda bu iki duygunun orta derecede ve makul seviyede faal olması, o insanın ruh ve beden bütünleşmesini sağladığı gibi bu ikisinin aşırı ve yoğun olması ise o insanda parçalanmışlık hissi doğurabileceği gibi kendine aşırı ve daimi hayran olma yahut kendinden aşırı ve daimi nefret etme gibi sonuçları da beraberinde getirebilir. Bir insan eğer bu söylenenlerin aksine kendisinde başkalarını kıskanma ve başkalarına acıma duygusunun olmadığı demeyeceğim çok azaldığı bir insan; gerçekte ya insan olmaktan pes etmiş ya kelimenin tam manasıyla her şeyi boşvermiş ya da insan olmayı aşmış birisidir. Buraya kadar anlatılanlara içkin olan temel önerme, insanın aslında hayvan olmakla beraber ilahileşme kapasitesine sahip olduğudur. 
Kıskanma ve acıma duyguları gibi insanın bütün duygu ve düşüncelerinin içinde bil kuvve ilahileşme ve bilfiil hayvanileşme temayülü beraberce mevcuttur. Kıskanma ve acımanın salt beyinle açıklanmasının mümkün olmaması gibi dini anlamda inanma ve inanmama da insanın salt beyin fonksiyonlarının ürünü olamaz. Bu gibi duygu/düşüncelerin görünürlük ve ortaya çıkmaları bakımından beyne ihtiyaçları olsa da var olmalarının temelinde ilahi bir ruh vardır. 
İnsanın ilahileşmek istenci ilahi ruhtan bir parça sahibi olan insanda kendiliğinden mevcuttur. İnsanın doğduğunda etrafını ve özünü çepeçevre kuşatan âleme anlam verme çabası ve bu anlam doğrultusunda amaç edinmeye çalışması; daima yemek bulma, barınma ve doğa olaylarına karşı kendini savunma fiillerine eşlik etmiştir. Bir şeye anlam verme, onun anlamını kavrama ve bu bağlamda bir amaç edinimi insan türünün ilahi ruh ve akıllı olmasının bir sonucudur ve zorunludur. Bu nedenle insan için her şey bir var olmak ya da var olmamak basitliğinde ele alınamıyordu ve alınamaz. Bu hengâmede bir suda iki kez yıkanılamaması ya da her şeyin kökenininde ateş, toprak, su ve hava olması zahiren her şeyin zevaline işaret etse de ilahi ruh ile beraber bakıldığında bilinçli bir iradenin perde arkasında bu tekandehende ve dehşetengiz varlığın ilk meydana getiricisi ve var edicisi olduğu görünmektedir. 
İnsanların anlam bulma ve verme çabaları, bu süreçte her alanda yaptıkları ve yaşadıkları tüm olumlu ve olumsuz gelişmeler felsefeyi, bilimleri ve değişik metafizik sistemleri ve tüm insanlığın tarihini doğurmuştur. Yani insanlık tarihi, neredeyse insanın kendisine ve çevresindeki herşeye anlam bulma ve verme çabasıdır denilebilir. Bu meyanda 20. yy’ın en zeki insanı olarak kabul edilen Einstein’in dediği gibi insanın da bir parçası olduğu şu âleme dair akıllıların önünde iki inanış tercihi vardır: Bu iki tercih “Ya her şey bir mucizedir ya da hiçbir şey mucize değildir” diye inanmaktır. Yani ya her şey sonradan yaratılmıştır yahut da rastgele kendiliğinden var olmuştur. Diğer bir tabirle ya her şey var edilmiştir ya da kendi kendini var etmiştir. Her iki çeşidiyle bu iman, anlam bulma ve verme gayretlerinin ulaşabileceği en son sahile vardırır. 
 Elbette yaratma kavramının altında birçok farklı inanış biçimleri, farklı farklı inanılan nesne ve olgular; tesadüfîliğin (kendiliğinden var olmanın) de birbirinden ayrı versiyonları, temellendirmeleri ve anlam okumaları vardır. Fakat nihayette insanın kendisinden başlayacağı ve yine kendisine varacağı üçüncü bir anlamlandırma seçeneği yok gibi görünüyor. İleri sürülen diğer bütün değişik kâinat-insan anlamlandırmaları sonuçta bu ikisinden birine indirgenebilir.
    Var olduğundan beri insanın evrene ve dolayısıyla kendine dair bu anlam arayışı ardından bulduğu anlam doğrultusunda amaç ve gaye edinimi insanı insan kılan ayırt edici en büyük özelliği ve onun birçok düşünsel ve pratik problemlerinin de adeta çözümü gibidir. Bu iki tercih, sanki dünya çölünde akli susuzluğundan ruh dilinin ruh damağına yapışmış olduğu bir yolcunun önüne çıkan mecburi iki yolun sonundaki iki vahadır. Biri akla anlamlılık suyundan içiren gerçek bir ab-ı hayat iken diğeriyse ya anlamsızlığı daha bir derinleştiren ya da anlamsızlığa başka anlamsızlıklar katan deve pisliklerinin içine karıştığı bataklığa benzer.
Bir anlam kaynağı ve durağı olarak din, eğer bazılarının tartışılamaz bir gerçek olarak dillendirdiği gibi sadece ilkel insanın korkularının ürünüyse günümüz milenyum çağında modern insanlar tarafından üretilen ve her geçen gün sayıları artıkça artan din ve din benzeri yeni oluşumlara ne demeli. Bu durum, her ne kadar insanın değişen korkuları hep var olsa da, insanın anlam verme meselesinde dinin sanıldığı gibi sadece ilkel insan! korkusundan kaynaklanmadığını göstermektedir.  
  Evrendeki en küçük zerreyle en büyük yıldızı aynı seviyeye getirip kardeş yapan, ontolojik kaosun yerine, mükemmel bir düzen getiren, umutsuz başıboş bütün hücreleri senkronize edip farklı görevler için farklı şekillerde bir araya getiren anlam ve onun dolayımındaki amaç nedir? Bence kâinat ve de insan kendi kendilerinin anlam ve amacı olmadıkları gibi bütünüyle de amaç ve anlamlarından da bağımsız değiller.
    Anlam arayan insan, evvela insani farklılığının bilincine varıp bunu ruhu öne çıkararak hissetmeli ve gördüğü ve hissettiği her şeyle olan ortak noktalarıyla mezcedip kendine mihenk kılmalı. Akabinde var olan ve bilebildiği bütün anlam ve amaçları bu mihengine vurmalı. Böylece karşısına onun da bir parçası olduğu evreni anlamada ve bu evren içerisindeki bulunuşuna ve yerine uygun bir amaç edinme ve bulma noktasında uçsuz bucaksız bir vaha çıkacaktır. 
Yazının en başında Mevlana’nın Mesnevi’sinde yer alan bazı Farsça beyitleri Türkçe tercümesi ile beraber verilmiştir. “Hamdım,  yandım ve piştim” diyen Mevlana, söz konusu beyitlerinde insanın anlamına ve erişebileceği en doğru anlamlandırmaya çok özlü bir şekilde işaret etmiştir. Mevlana, ilahi ruhunu öne çıkaran, hayvanilikten uzaklaşan ve nefsani arzularını dizginleyebilen insanın sırasıyla birçok ölümü yaşayacağını ve her bir ölümün onu daha yüksek bir mertebeye eriştireceğini ifade etmiştir. Toprak iken ölüp bitki olarak doğmak, bitki iken ölüp hayvan olarak doğmak, hayvan iken ölüp insan olarak doğmak vs. Yani insan ruhen geliştikçe ve her bir mertebe atladıkça o denli yücelmektedir. En sonunda ise özüne, koptuğu asli vatanına, ayrıldığı anne kucağına ve gerçek sahibine yani Allah’ına dönecektir.  

4 yorum:

  1. ''Müthiş bir bilgi diyebiliriz, ve İnsan bu evrende âlemde yaratılmış olan en mükemmel ve mükemmil varlıktır dolaysıyla insan bu nitelik'in farkında değildir malesef ''

    YanıtlaSil
  2. Allah tan geldik Allah dönücüleriz.

    YanıtlaSil
  3. Haset ve acıma aynı bağlamda olan şeyler olmadığını düşünüyorum evet belki haset kendinin üstün olduğu anlayışından kaynaklanirsa bile acıma duyusu kendinin üstün olduğundan tek kaynaklanmaz sadece kendinin o durumda olmadığından veya ondan bir bebzede olsun daha iyi durumda olduğundan kaynaklanır ki zaten öyle olmalı kendisinde daha iyi durumda olana acıma insanın fitratina ve mantığına terstir.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bence konunun daha iyi anlasilmasi için yazida da belirtildigi uzere insanın gercekten bir insana acidigi gibi bir hayvana hatta daha ileri gidip bir oduna veya bir taşa acıyamamasınin nedenleri üzerinde biraz düşünülmesi gerekebilir.

      Sil

Yazarlar