4 Kasım 2019 Pazartesi

Yeniden Yenilenen Adalet

Dr. Öğr. Üyesi İbrahim BARCA
ان کسی که چه برای خود می خواهد هم برای دیگران می خواهد مرد کامل باشد و  برابر این  گر میداند چیز ها ی که باید می خواهد و چیز ها ی که باید نمی خواهد کامل و عادل هم مي شود   
“Kendisi için istediğini başka insanlar için de isteyen insan-ı kamil’dir. Bununla beraber kendisi için neyi istemesi ve neyi istememesi gerektiğini bilen ise insan-ı kamil ve adildir”



İslam dininde asıl gaye; her şeyi yoktan var eden ve insanların olduğu gibi tüm mahlukatın sahibi olan Allah’ın  istediği şekilde adilane bir yaşam sürmektir. Bunun için de teklife medar olan insanoğlunun adaleti -her alanda ve her manada- kaim kılması gerekmektedir. Zira bu gaye bile yine adaletin gereğidir. Şeriatın yani İslam fıkhının dünyevi varlık sebebi, beş zaruri maksadı ve aynı zamanda insanların temel hakları olan din, can, akıl, mal ve neslin korunması da yine hem adalet gereğidir hem adaletle ancak kaim olabilir. Adalet gereği gibi var kılınırsa bu beş maksat da hasıl olur. Öyleki, adalet hem bu beş zaruri hakkın kaynağıdır hem de amacıdır, denilebilir. Bu meyanda İbnü’l-Kayyim Cevziyye, “gerçek adalet nasıl ve ne şekilde ortaya çıkarsa Allah’ın dini ve şeriatı oradadır”, demektedir. Bu perspektiften hareket eden İslamî yönetimde, idare ve toplumun yönetimine dair İslam hukukuna uymak, Müslümanlar arasında maslahatlara riayet, merhamet ve tevazu, muhâlefet, şura, iyiliği emretmek-kötülükten nehiy etmek, malların ortaklığı, toplumsal dayanışma, görevlendirmelerde ehliyet,genel özgürlüklerin garanti altına alınması, beynelmilellik  ve adalet gibi bazı esaslar bulunmaktadır. Aslında siyasete dair tüm bu esaslar da yine adalet var olunca var olabilirler. Siyasete dair İslami nasslar ve İslam tarihi boyunca pratize edilen siyasi ve idari uygulamalardan söz konusu esaslar arasında adaletin olmazsa olmaz bir esas olduğu görülebilir. Çünkü ne zaman adaletli olunmuşsa İslam şeriatının beş maksadı herkes için hasıl olmuş ve bu beş maksad herkes için hasıl olunca da insanların hakları ve özgürlükleri – hak, özgürlük ve sorumlulukların zaman içinde ve farklı mekanlar için değiştikleri es geçilmemeli- noktasında önemli bir sorun yaşanmamıştır.
Sözlükte, verilmesi gerekeni vermek, hak edileni almak, anlamına gelen adalet, mutlak/mahza ve mutlak olmayan/izafi diye iki kısma ayrılmıştır. Mutlak adalet için asla nesh edilmeyen ve her zaman güzel olan adalet çeşididir, denilmiştir. Ancak mutlak denilen adalet de içinde izafilik taşımaktadır. Adaletin ilahi olanı hiçbir şekilde değişmez; ancak tabii, toplumsal ve ferdi olanı değişebilir ve bazen değişmesi gerekir de. Ancak tabii, toplumsal ve ferdi adaletin zaman, boyut, sonuç, niyet, cihet, muhatap, değişim ve gelişim gibi bağlamlardan, kayıt ve şartlardan azade olan özü ilahidir ve değişmezdir.
İslam dininin tüm ilke, karar; emir ve nehiy; ayet ve hadisleri ile gerçekleştirmeye çalıştığı temel amaçlarından biri adalettir. Adalet hem inanç esaslarından hem de siyaset ve hukuk esaslarındandır. İbnü’l-Kayyim Cevziyye, insanlar anlasın diye siyaset kavramını kullandığını ifade ettikten sonra adil siyasetin tamamen adalet ile aynı olduğunu zikretmiştir. Ferdi ve toplumsal bağlamda adalet, herkese hakkının verilmesi ise eğer tevhid Allah’a hakkını vermektir, haşir hem Allah’ın hem de adaletin hakkını vermektir, nübüvvet hem Allah’ın hem de elçilerinin hakkını vermektir. İslam şeriatının ibadat, muamelat ve ukubat denilen tüm kısımları da yine adalet için vaz edilmiştir. Yani ya adaletin gerektirdikleri ve lazım kıldıklarıdır ya da adaleti lazım kılanlardır. Kısacası İslam hem adalete inanın, hem adaleti var kılacak düşünceler üretin, adalet üzerine düşünün ve adaleti gerçekleştirecek uygulamalar gerçekleştirin demektedir. Neticede İslam da adalet için ve adalet nedeni ile vardır ve yine bu özelliği ile var olacaktır.
Allah’ın bir ismi olan adl, Allah’ın tam ve değişmez mutlak manada adil olduğunu ifade eder. Zira Allah, tüm noksan ve eksik sıfatlardan münezzehtir. Ancak mümkün âlemdeki her şey değişkendir ve değişiklikleri kabul etme özelliğine sahiptir. Bu yüzden ilahi adalet için mutlaklık söz konusu iken mümkün alemdeki mutlaklık ancak mecazi olabilir. Bununla beraber, neticede tüm adaletlerin kökeninde ilahi adalet yer aldığı için değişen tabii, toplumsal ve ferdi adalet çeşitlerinin özü ilahidir ve o öz değişmezdir. 
Allah’ın farklı devirlerde farklı peygamberler ve kitaplar göndermiş olması, ilahi adalet dışındaki adalet çeşitlerinin –mutlak denilse de- değişebileceğine bir delildir. Değişmeyen ise tabii, toplumsal ve ferdi adaletin içinde var olan ilahi adalet özüdür. Hz. Peygamber’in adaletli olduklarından dolayı kendisinden önce yaşamış Fars kralı Enüşirvan’ı ve çağdaşı Habeş kralı Necaşi’yi övdüğü nakledilmiştir. Eğer bu haberler sahihse, anlaşılan onların farklı dinden olmaları ve hatta kendi dönemlerinde ve coğrafyalarında bizzat onlardan kaynaklanan bazı haksızlıkların meydana gelmiş olması onların adil olarak nitelendirilmelerine engel teşkil etmemiştir. Çünkü adalet –ilahi adalet ve ilahi adalet özü hariç- zaman ve mekana göre değişebilen ve mutlaklığı bile mecazi yön taşıyan bir olgudur. Bunu en iyi kavrayanlar ve bu doğrultuda hareket edenler sadece İslam siyaset tarihinde değil, tüm insanlık tarihinde adil olarak vasıflandırılmışlardır ve bu vasfı hak etmektedirler. İnsanlık ve İslam tarihinde adil denilen bazı insanlara bugün bakıldığında o denli adil olmadıkları düşünülebilir. Ancak o adil diye tavsif edilmiş insanlar hakkındaki bu düşünce ve hüküm adil değildir. Zira adaletin çok boyutluluğunun, dinamik yapısının, mutlaklığındaki mecaziliğin ve değişmeyen ilahi özünün farkına varılmamış ve kavranılmamış olunması; bu haksız, yanlış düşünce ve hükmü doğurmaktadır.Fârâbî, Medine-i Fâzıla ütopyasında ideal yöneticinin sonradan daha iyi olanı gördüğü için eski hükümleri değiştirebileceğini; ideal yöneticinin halefinin de selefinin eski hükümlerini değiştirebileciğini belirtmiştir. Çünkü selef, o yeni hali görseydi kendisi de bizzat kendi hükümlerini değiştirirdi, demektedir. Aslında her toplumda ve her zaman diliminde zulüm hep var ve hastalık mikropları gibi adalet ilaçları karşısında kendisini yeniliyor ve bağışıklık kazanıyor. Bu yüzden zulmün tek ilacı olan adalet de tabir yerindeyse her gün yeniden üretilmeli ve yeni kılınmalıdır. 
Hz. Ömer (r.a) bir defasında, gece boyunca ağlayan bir çocuk sesi duyar, annesini çok defa uyarmasına rağmen çocuğun ağlama sesi bir türlü durmaz. Sonunda Hz. Ömer, kadına, sen nasıl kötü bir annesin ki çocuğu susturamıyorsun tarzında serzenişte bulunur. Kadın, Ömer, sütten kesilmeyen çocuklara bir atiye bağlamıyor, ben de çocuğumu sütten kesmeye çalışıyorum, ama çocuk işte, bunu kabul etmiyor, dedi. Hz. Ömer, kaç aylık, diye sorunca, kadın da şu kadar aylık diye cevap verir. Hz. Ömer, tamam acele etme, dur, der. Akabinde Hz. Ömer, cemaatle sabah namazına durur. Çocuğun ağlama sesinden insanlar, sabah namazında ne okuduklarını bile anlayamazlar. Namazı kılıp selam veren Hz. Ömer, Ömer’e veyl olsun! Kim bilir, şimdiye kadar kaç Müslüman çocuğun bu şekilde canını aldı, diye söylendi ve  “artık yaşına bakılmaksızın tüm doğan Müslüman çocuklara atiye verilecektir”, duyurusunu her tarafa yaymak için görevliler gönderdi. Bu olayda Hz. Ömer’in önceki kararı yani sütten kesilenlere maaş bağlanması adil bir karar değildi denilemez. Ancak Hz. Ömer’in şahit olduğu bu yeni gelişme onun daha adil bir karar almasını sağlamıştır. Yani zulüm yeni bir halde ortaya çıkınca adil Ömer, buna karşılık yeni bir adalet ilacı üretti denilebilir. Hz. Ömer’in adil, diye vasıflandırılmış olması, işte bu örnekte olduğu gibi değişen adaleti takip ediyor olması ve onu hemen uygulamaya çalışmasından kaynaklanmaktadır. Aksi halde, adil olanın her hükmünde ve davranışında adaleti tutturması mümkün değildir. Bu ancak adaleti, zatı gibi değişmez olan Allah’a mahsustur. Yine başka bir örnekte Hz. Ömer, annesi satılan kız çocuğunun ağlamasını duyar ve sebebini sorar. Onun annesinin satıldığını ve bu yüzden ağladığını öğrenince, bunu yapanlara çıkışır, onları eleştirir ve anneyi çocuktan ayırmanın ne kadar zalimce olduğunu zikreder. Bütün ensarı ve muhacirleri bir saat içinde toplayan Hz. Ömer, bundan sonra hiç kimse ne sebeple olursa olsun bir çocuğu annesinden ayırmasın,  zira bu akrabalık bağını kesmek demektir ve dinimizde haramdır, diye buyruklarını sıralar. Zikredilen bu örnekte de Hz. Ömer, küçük bir çocuğu annesinden ayırmanın zulüm olduğunu bilip buna yönelik adil önlemler almıştır. Ancak aynı olayda anne ile beraber çocuğun satılması hususunda bir şey dememiştir. Eğer Hz. Ömer, bir önceki örnekteki gibi bunun da adaletsizliğe sebebiyet vereceğine dair nazari veya ameli bir tecrübe yaşamış olsaydı mutlaka onu da yasaklardı. Çünkü Hz. Ömer, yeniden yenilenen bir adalet anlayışına sahip bir insandı. Bu yüzden zaten adaleti olduğu gibi anlayan insaflı Müslüman olmayanlar da onun adaletli olduğuna inanmışlardır ve inanmaktadırlar. 
Değişen adalet anlayışları ve uygulamaları ile beraber siyasi, toplumsal ve ferdi adalet de değişmektedir. Çünkü bu üç çeşit adaletin aktörü ve icracısı değişebilen ve gelişen insandır. Kur’an’da yer alan şu ayetle “Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz sizi adaletsizliğe itmesin. Adil olun. Bu, Yüce Allah'a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır” (Mâide, 5/8) her üç adalet hususunda değişmeyen bir ilke vaz etmiştir. Hem yöneten hem de yönetilenler için toplumsal ve bireysel bağlamda evrensel bir adalet yaklaşımı ve tavrı ortaya koymuştur. Bu ayetten hareketle insanların toplumsal ilişkilerinde ve kendi içlerinde kin, öfke ve intikam alma hisleri ile beraber adaleti öncelemeleri; toplumsal ve bireysel birçok sorunun önünü alacaktır. Zira her şeye ve herkese hakkını vermek olan adalete en çok, öfke, kin ve intikam duygularının aktif olduğu zamanlarda ihtiyaç duyulmaktadır. Öfke, kin ve düşmanlık zamanlarında bağışlama, affetme ve intikam duygularını yok etmek daha adil olmak manasını ifade eder. Zira hak edene hakkından fazlasını vermek, böylesi durumlarda ifrata kaçmış olmak değil, daha çok adil olmanın ve daha çok adaleti gerçekleştirme isteğinin bir tezahürüdür. Bu meyanda zikredilmesi gereken önemli bir husus ise söz konusu adalet yaklaşımının temelinde “insanın neyi istemesi ve neyi istememesi gerektiğini bilmesi” yatmaktadır.
Kaynaklar:
Ebü’l-Hayr Şemsüddîn Muhammed b. Abdirrahmân es-Sehâvî (v. 902/1497), el-Makâsıdü’l-hasene fî beyâni kesîrin mine’l-ehâdîsi’l-müştehire ʿale’l-elsine, thk. Muhammed Osman el-Huşt, Beyrut: 1985, s. 707.
Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ebî Bekr ez-Züraî ed-Dımaşkî el-Hanbelî İbnü’l-Kayyim Cevziyye, et-Turuku’l-hükmiyye fi’s-siyâseti’ş-şerʿiyye,  Kahire: Matbaatü’l-Adâb ve’l-Müeyyed, 1317, s. 14.
Râğıbİsfehânî, Müfredâtü elfâzi’l-Kur’an, Beyrut: Dârü’l-Kalem, trz., s. 236. 
Hüccetü’l-İslâm Ebû Hâmid Muhammed b. Muhammed et-Tûsî el-Gazzâlîet-Tibrü’l-mesbûk fi nasîhati’l-mülûk,thk. Ahmed Şemsüddîn, Beyrut: Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1988, s. 46.
Ebû NasırFârâbî, Kitâbü’s-Siyâsâti’l-medeniyye, thk. Fevzî Mihterî Neccâr, Beyrut: Tab‛etü’l-Katolikiyye, 1964, s. 81. 
Ebû Abdillâh Muhammed b. Sa‘d b. Menî‘ el-Kâtib el-Hâşimî el-Basrî el-Bağdâdî, et-Tabakâtü’l-kübrâ, X c., 1. baskı, Kâhire: Mektebetü’l-Hâncî, 2000, III: 281, 282.
İbrahim Barca, Adil Siyaset ve İnsan Hakları/ İslam Siyaset Geleneği Örneği”,  Ed. Ümit Güler, İstanbul: Siyer Yayınları, 2019, s. 55-90.


0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar