Prof. Dr. Adem APAK
Görülen
iyilikleri unutmama, kendisine iyilikte bulunanlara aynısıyla veya daha
güzeliyle karşılık vermeye vefa, bu şekilde davrananlara ise vefakâr adı
verilir. Şüphesiz insanda bulunması gereken güzel huylardan birisi de vefa
duygusudur. Vefakârlığın zıddı nankörlük olup iyiliğin değerinin bilinmemesi
veya iyiliğe karşılık kötülükle davranmak anlamına gelir.
Vefa
aynı zamanda sevgide, dostlukta ve bağlılıkta devamlı olmak demektir. İnsan
için en büyük vefakârlık kendisini yaratan ve kendisine rızık veren Allah’ı
unutmayıp ona kulluk etmek, en büyük nankörlük ise insanın Yaratıcısını inkâr
edip hayatını ona karşı çıkmakla geçirmektir. Allah, insanın bu özelliğine
dikkat çekerek uyarılarda bulunur:
“Şüphesiz insan Rabbine karşı çok nankördür”. (Âdiyât, 100/6), “Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi)
artıracağım, eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım çetindir”.(İbrahim, 14/7), “Allah’ın nimetine nankörlükle karşılık veren
ve sonunda kavimlerini helâk yurduna sürükleyenleri görmedin mi? Onlar cehenneme
girecekler. Orası ne kötü bir yerdir”. (İbrahim,
14/28-29), “Biz
insana önce bana, sonra da ana-babana şükret diye tavsiyede bulunuyoruz”. (Lokmân, 31/14).
Vefa konusunda Hz. Peygamber (s.a.s) de şöyle
buyurur: “İnsana teşekkür etmeyen kimse, Allah’a da şükretmez”. (Ebû Dâvûd, “Edeb” 11; Tirmizî, “Birr”
35).
Vefakârlığın en büyük örneklerini şüphesiz
Peygamberimizin davranışlarında görmek mümkündür. Nitekim çocukluğundan
itibaren kendisine yardımcı olan Ümmü Eymen’e de saygı göstermiş, sürekli
olarak ona “Sen benim ikinci annem sayılırsın” sözleriyle iltifatta
bulunmuştur. (Müslim, “Fedâil”102).
Anlatıldığına göre bir gün Peygamberimiz Hz. Âişe ile
beraberken yanlarına Cessâme el-Huzelî isimli bir hanım gelir. Kendisi bu
ihtiyar kadına iltifat edip hâlini hatırını sorup pek çok iltifatlarda
bulunur. Yaşlı hanım gittikten sonra
Allah Rasûlü’nün (s.a.s) ona gösterdiği ilgi ve alâkası dikkatinden kaçmamış
olan Hz. Âişe bu kadının kim olduğunu sorduğunda şu cevabı alır: “Hatice’nin arkadaşı olup onun sağlığında bize gelip giderdi.
Kuşkusuz ahde güzel bir şekilde vefâ göstermek îmandandır”. (Hâkim, Müstedrek ale’s-Sahîhayn, I, 62).
Vefa aynı zamanda sözünde
durmak anlamındadır. “Sözünde durmak, verdiği sözlere ve yaptığı antlaşmalara
bağlı kalmak, özü ve sözü doğru olmak” anlamlarına gelen ahde vefa ya da kısaca
vefa, Kur’ân ahlâkının en önemli ilkelerinden biridir. Çünkü Kur’ân’da ahde
uygun hareket edilmesi imândan sayılmış, Allah ile yaptıkları antlaşmaya bağlı
kalanlara büyük ödüller vaad edilmiştir: “Sana bîat edenler ancak Allah’a bîat
etmiş olurlar. Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir Verdiği sözden
dönen kendi aleyhine dönmüş olur Allah’a verdiği sözü yerine getirene,
Allah büyük bir mükâfat verecektir”.(Fetih, 48/10). Buna karşılık Allah’a karşı
sözlerini yerine getirmeyenlerin âhirette kaybedenlerden olacakları haber
verilmiştir: “Şüphesiz, Allah’a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir karşılığa
değişenler var ya, işte onların âhirette bir payı yoktur. Allah kıyamet
günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir”.(Âl-i İmrân, 3/77).
Hz. Peygamber (s.a.s) de “Emânete sahip
çıkmayanın imanı yoktur, sözünde durmayanın da dini yoktur”.(Ahmed b Hanbel, Müsned,
III, 135), “Dört özellik vardır; kimde
bunlar bulunursa o kimse gerçek münafıktır. Kimde de bunlardan biri
bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendinde nifaktan (ikiyüzlülükten) bir özellik
var demektir: Kendisine emanet edilene sahip çıkmaz, konuşunca yalan söyler,
söz verince sözünde durmaz, düşmanlıkta haddi aşar” (Buharî,
“Îmân”24, “Mezâlim” 17; Müslim, “Îmân” 106; Tirmizî, “Îmân”
14) sözleriyle Müslüman için ahde
vefanın ehemmiyetine işaret etmiştir.
Allah Rasûlü (s.a.s) hayatı boyunca ahde vefanın güzel örneklerini
vermiştir. Anlatıldığına göre Akabe Biatleri’nde Medîneli
heyetin içerisinde bulunan Ebu’l-Heysem isimli biri “Ey Allâh’ın Rasûlü, biz
sana bağlılık yemini edip söz verdikten sonra, Allah sana tekrar kavmine dönecek
güç ve kuvveti verirse senin onlara dönüp bizi bırakmandan endişe ederiz.”
demesi üzerine, Peygamberimiz şöyle cevap vermiştir:
“Sizin kanınız benim kanımdır. Sizin affınız,
benim affımdır. Ben size katılıyorum, siz de bana katılıyorsunuz. Siz kiminle
düşman olursanız, ben de onunla düşman oluru. Siz kiminle barış yaparsanız, ben
de onunla barış yaparım”. (İbn
Hişâm, es-Sîre, II, 85-87).
Peygamberimiz
gerçekten de sonraki hâdiselerde dediğini yapmıştır. Tarih, Allah Rasûlü’nün
(s.a.s) sözüne bağlı kaldığına, kendisine kucak açanları hiçbir zaman
unutmadığına ve onları hep iyilikle andığına tanıklık eder:
Kendisine yeni bir yurt aramak için Tâif
seferinden mahzun bir şekilde dönen Peygamberimiz’in Mekke‘ye girebilmesi için kendisinden himaye
görebileceği bir Kureyşli bulması gerekiyordu. Üstelik Sakîflilerin yapılan
görüşmeleri Mekkelilere haber vermiş olmaları müşriklerin kendisine karşı
kinini daha da artırmıştı. Allah Rasûlü (s.a.s) Mekke’nin dışındaki konaklaması
esnasında ilk önce şehrin ileri gelenlerinden Ahnes b. Şerîk’e, o kabul
etmeyince de Suheyl b. Amr’a müracaat etti. Fakat o da isteğine olumsuz cevap
verince son olarak Nevfel kabilesinin reisi Mut’im b. Adî’ye gönderdi. Nihayet bu şahıs
kendisine yapılan isteği kabul edip oğullarıyla birlikte onu himaye ederek
Mekke’ye güvenli bir şekilde girmesini sağladı. Tâif seferi dönüşünde kendisine yapılan bu
iyiliği hiçbir zaman unutmayan Allah Rasûlü (s.a.s) Bedir savaşından sonra
Mut’im’in oğlu Cübeyr’e şöyle demiştir: “Şayet baban Mut’im hayatta olsaydı ve
benden Kureyş esirlerini isteseydi hiç fidye almadan onların tamamını serbest
bırakırdım”.(Buhârî, “Meğâzî” 12).
Peygamberimiz Mekke’nin fethinden sonra
doğduğu ve büyüdüğü şehir olan Mekke’ye yerleşmeyip Medine’ye dönmüştür. Mekke fethedilince onun burada kalıp Medine‘ye geri gelmeyeceğini düşünen bir kısım Ensâr endişelerini kendisine ilettiklerinde “Öyle
bir düşünceden Allah’a sığınırım. Benim hayatım sizin hayatınızdır, benim
ölümüm sizin ölümünüzdür”sözleriyle Medine’ye geri döneceğini
açıklamıştır. (Buhârî, “Meğâzî”
52).
Sonuç olarak ifade etmek gerekirse Hz.
Peygamber (s.a.s) en zor şartlarda dahi kendisi ahde vefa gösterdiği gibi, aynı
davranışı diğer Müslümanlardan da istemiştir. Üstelik söz düşmana dahi verilmiş
olsa ona uymayı esas kabul etmiştir.
0 yorum:
Yorum Gönder