27 Ocak 2020 Pazartesi

Bizim Evin Halleri Bir Fetvada Fırtına Koparmak

Prof. Dr. Cağfer Karadaş
Bizim eve benzeri görülmemiş ya da görülmüşse de benim atladığım bir haller oldu son zamanlarda. Anlatacağım da, nasıl ve nereden başlayacağımı kestiremiyorum. En iyisi ortaya karışık anlatayım herkes alacağını alsın. Anlamayana zaten davul zurna az… 
Evet efendim, her devrin insanları sohbette, sokakta, çarşıda, pazarda, evde veya seferde “vallahi zor zamanlardan geçiyoruz!” şeklinde başlayan konuşmalar yaparlarmış. Hatta daha da ileri gidip “bu gidişle kıyamet kopacak, bundan daha kötüsü olamaz, biz en zor zamanları yaşayan insanlarız” gibi abartılı laflar bile ederlermiş. 

Eeee… ateş düştüğü yeri yakıyor… Ne diyelim herkes haklı, herkes hayatı ve hayatın zorluğunu bizzat kendisi yaşıyor. Gidişata bakıyor, kendine bakıyor, insanların savruluşlarını, yalvarışlarını, yakarışlarını, çırpınışlarını ve çarpılışlarını görüyor üzülüyor, elinden bir şey gelmiyor, kalbi daralıyor, yüreği çarpıyor, iç akıp gidiyor; içine ancak dili tercüman oluyor. Oluyor da içini dökecek birini bile bulamıyor. Bazen de istemeden içindeki dışına sızıyor bir şekilde… hasılı oluyor da oluyor. Genellikle böyle zamanlarda böyle haller hep olur deyip geçiyoruz. Ama geçmeyelim. Anlatalım da tarihe bir not, geleceğe bir ibret, gelecektekilere bir tecrübe olsun. 
*
Efendim Din İşleri Yüksek Kurulu bir fetva verdi. Ortaya öyle bir hal çıktı ki, bunu okumak farz oldu. Farz dedimse hemen ef’âl-i mükellefîn içindeki farzızannetme be kardeş. Farz et ki, kendime göre bir farz. 
Bu nasıl bir savruluş!? Anlamak zor! 
Harman yerinde çok bulundum. Kendim savurmadımsa da –çocuktum çünkü- savuranları ve savrulanları gördüm. O savruluşta bir ahenk, bir denge, bir hedef vardı. Peki, bu hal ne? Bir deli rüzgâr önünde yaprak misali savruluş, kör kütük sarhoşun sallanışı; adeta aklını kaçırmış, çıldırmış bir güruhun saldırışı...
Anlatayım efendim, bu halleri müsaadenizle. Dilim döndüğünce, kalemin yettiğince, klavyem elverdiğince. 
Eh, her şey O’na bağlı. O izin verdiğince…
Baktım şöyle öbek öbek olmuş bizim evin fertleri. Her öbeğin kendine özgü halleri. Hallerinden dökülen kavilleri… 
Bir kısmı çok hassas. Faiz gördüğünde tepesi atıyor. Domuzdan kaçar gibi kaçmak gerektiğine inanıyor. Saygı duymak lazım. Allah’ın yasakladığı şeyden kim kaçmaz. Ancak ne faiz hakkında yeterli bilgisi var, ne de hayatı tam olarak okuyabiliyor. Ama Allah var, faizin haramolduğunu çok iyi biliyor. Fakat bir sorun var: Kendi dışındakilerin faizin haram olduğunu bilmediğini sanıyor. İşte buna saygı duymak biraz zor!
Bir kısmı var, okuma özürlü. Fetvanın başındaki faizi, sonundaki caizialıyor, ikisini birleştiriyor: “Faiz caizdir. Kim demiş? Diyanetçiler. Vay mendeburlar! Sonunda bunu da dediler. Ben diyordum zaten bu diyanetçilerden, ilahiyatçılardan bir cacık olmaz…” diyenler. Vallahi bunlara saygı duymuyorum. Bir şey de demiyorum. Bunlara tek tavsiyem: Aynanın karşısına geçip kendilerine bir şey desinler, kimseyi günaha sokmasınlar… Bunların bir kısmı, hinliklerinden yapıyorlar, çamura yatıyorlar. Üzerimize çamur sıçratıyorlar, haberleri olsun!
Bir kısım ise, kendi küçük, güdük, minnacık; kıldan tüyden hesaplarını bir fetva üzerinden görmeye çalışıyorlar… “Canım, faize caiz diyorsa Diyanet, buna da desin! Faiz caiz oluyorsa bu niye olmasın!?” Bunları da bu milletin engin zekasına, ferasetine ve irfanına havale ediyorum. Hesapçı olandan hasbi olmaz, hasbi olamayanın da haysiyet derdi olmaz…
Bir kısım da var ki, Allah şahit, okumuşlar. Kitaplarda yazılanı ve çizileni iyi biliyorlar. Fakat hayatı okumuyorlar… Mübarekler kitaplarda kalmışlar. İlle de her söylenenin, okudukları kitaplardakine uymasını istiyorlar. Kafalarının önüne bir takoz koymuşlar zerre kımıldatmıyorlar. A be güzel kardeşim! Ne işi var güzel kafacığının önünde bu münasebetsiz takozun. Kaldır onu da hayatın akışına, gidişine, gelişine bir katıl; gör ve dinle. Ama zor. Bazılarının takozu yosun tutmuş, adeta fosilleşmiş…
Bir kısmı da, hayatı görüyor, faizin haram olduğunu zaten biliyor. “Bir şey yapılması lazım. E be kardeşim! Adamlar da bir şey yapmışlar. Saygı duymak lazım. Yazdıklarını bir okumak, anlattıklarına kulak vermek, söylediklerini dinlemek lazım” diyorlar, dinliyorlar ve anlıyorlar… “Bu zamanda bu kadar olur” deyip hak veriyorlar. İşte bunları seviyorum, hem de Allah için. Dini de, Diyaneti de, hayatı görüyorlar… Daha ne görsünler… Ha, bazıları fetvaya katılmıyor. Ona da saygı duyuyorum. Fetva, Allah kelamı değil ya. Katılmayabilirler…
Bir kısım da var, hayata kendilerini kaptırmışlar. “Hayatın önünü açmak lazım, Hayatın önünde hiçbir engel olmaması lazım. Şayet dinengel oluyorsa onu da kaldırmak lazım. Bu zamanda faiz fetvası mı olur, faizsiz hayat düşünülebilir mi?…” diyenler. Esas savrulanlar da bunlar. Bunların nihai savrulması ötede nasıl olacak, Allah bilir. Bunlar için varsa yoksa bu hayat. Yaşadıkları, hazları ve hızları her şeyin önünde. Bencillik adete gözlerini perdelemiş, kulaklarını tıkamış. Yaşantılarına engel gördüğü her şeye verip veriştiriyor… Bırak bunları, debelensinler oldukları yerde. Bu dünya kimseye kalmayacak nasıl olsa!
Bir kısım var ki, modernlik karşısında ezilmişler, ezik hale gelmişler… “Canım şu Müslümanlar da bir iktisatçı çıkaramadı. Faize, ribaya bir çözüm getiremedi. Ne olacak bu Müslümanların hali?” diyenler. Bunlar her konuda aşağı yukarı böyle konuşur. Kalıplaşmış eziklik eseri cümleleri vardır. O cümle içinden faizi, ribayıkaldır mesela kadın haklarınıoraya koy. Cümle değişmez… Bir de her şeyi başkası yapacak, bu beyefendilerin kafa konforuna bir halel gelmeyecek. Eee… ne diyelim? Bırak bunları da kendi hallerine…
Bir kısım var ki, dalga dümen. Fırsatını bulmuşken caiz faiz gibi yazılar döktürürler. Küçük hesapçı akıllarıyla, cirimleri kadar daracık dünyalarıyla dini, dindarı, diyaneti alaya aldıklarını sanırlar… Onlar için de bu dünya ebedi değil. Kimin dalga geçtiği ve dalgaya geldiği görülecek bir gün.
Bir kısmı var ki, okumuş, okuduğu yerde kalmış. Biraz itibar, bir miktar çevre edinmiş, etkili yerlerin gözüne de girmiş, kendinde bir güç vehmediyor. Vehmi de boşuna değil, bazen etkisini de görüyor, hem de gösteriyor. Dinlemiyor, sadece yargılıyor. Hakim, savcı, avukat… hepsi kendisi. Kendinden başka kimse yok. Tuttuğunu yargılıyor, tutamadığına saydırıyor. E, ne deyim bunlara? Bunlar da kendine bir şey desinler. Ama ölmeden helallik dilesinler… Çok kimsenin hakkına giriyorlar... Çok haksızlıklara bilerek ya da bilmeyerek sebep oluyorlar…
Bir kısmı var ki, -aha da yeminle söylüyorum- okumuş, okuduğunu anlamış; hayatı görmüş, gördüğünü kavramış… Okuduğunu hayata getirebiliyor, hayatı okuduğuna vurabiliyor. Yaşıyor ve düşünüyor. Çözüm üretmeye çalışıyor. Beğeniliyor ya da beğenilmiyor. Ama adam bir çabanın ve çalışmanın içinde. Allah çalışana verir. Hatta bu yolda hata edeni dahi rahmetinden mahrum etmez. Yeter ki, samimi, muhsin ve muhlis olsun…
*
Altı üstü bir fetva verildi da! Adı üstünde fetva. Dileyen alır, dileyen almaz. 
Nedir bu, ne olmuş? Hayatın akışı içinde bir olay olmuş. Din İşleri Yüksek Kurulu da görevi gereği bir fetva ile açıklamada bulunmuş. Bunda ne var? Ne faize caiz demiş ne de haramı helal etmiş. 
Peki, harama helal demek kötü de, helale haram demek aynı oran da kötü değil mi? Bir şey faizse faizdir, faiz değilse değildir. Adamlar günlerce düşünüp taşınıp “bu olay, faiz değildir” diye bir karara varmışlarsa, buna saygı göstermek gerekmez mi? Ha, aklına yatmıyorsa kabul etmezsin. Ama kabul edeni engellemez, ayağına çelme takmaz, kimseye çengel atmazsın. Bir fakîh bir şeyi helal görüyorsa, buna nasıl haram diyebilir? Bu bildiğine ve gördüğüne ihanet, Allah’ın helal kıldığını haram etmek gibi bir cinayet olmaz mı?
Görmemiz ve hesap etmemiz gereken bir başka nokta da şu: Garibanlar şunun şurası hayatın daracık koridorunda en temel ihtiyaçlardan biri olan barınma ihtiyacını giderecek bir fırsat yakalamış. Olmaz deyip aldırmadığımızda, o daracık koridorda yaşam mücadelesiyle onları bir başlarına bırakacağız. Yarın “bu faiz değildir, bu işlemi yapmanız caizdir” diyenlerin görüşüne gelirsek, yani o görüşün isabetli olduğunu görürsek, o garibanların mağduriyetleri nasıl telafi edilecek? Bazı alimlerin geçmişe dönük benzer konuda bu tür pişmanlıklar duydukları bir gerçek. Haydi bütün bunlar bir tarafa bu garibanların mağduriyetinin telafisi için Ahmed Ziyaüddîn Gümüşanevî gibi kuralım bir karz-ı hasen sandığı desek, kaç kişi çıkar meydane?
Şunu da açıkça belirtmek lazım: Bütün yönlerini hesap ederek bir başka fakîh bu işlemi caiz görmüyorsa, saygı duymak lazım. Caiz görmediği bir işleme bir fakîh, caiz diyemez herhalde. 
Herkes gerekçesini ortaya koyar. Alan alır, almayan almaz…
Ama bu meselede ve bütün konularda, fıkıh okumadan fakîh, ilim öğrenmeden âlim, bilgi edinmeden fikir sahibi, fikretme derdi olmadan çalçene olanlardan uzak durmak lazım.
*
Peki, bu olanlar niye oldu? Bir fetva üzerinden bu kadar gürültü niye koptu? Üstelik bu fetva ilk de değildi. 90’lardan bu yana benzer fetvalar verilmiş.
Bunun birkaç sebebi var efendim. 
Birincisi, çalkantılı bir siyasî süreçten geçiyoruz. Herkes her şeyi siyasetine malzeme yapmaya teşne. Baksanıza, siyasetçi olma dışında hiçbir özelliği olmayan bile fetva konusunda konuşuyor, fetva hakkında kendi siyasî ve ideolojik emellerine göre değerlendirmeler yapıyor. 
İkincisi, istense de istenmese de din, hayat sahnesindeki gerçek yerini almaya başladı. Dinî ilimlerde uzman olanların görüşü beklenir, dinlenir ve önemsenir oldu. Bu da eskiden beri dine mesafeli duran çevreleri rahatsız ediyor. Kendi iktidar ve özgürlük alanlarının daraltıldığı ve engellediği endişesine sevk ediyor onları. “Din niye kısıtlıyor?” gibi sorular bile sormaya başladılar. Çünkü onların kafasında din, kısıtlayan bir şey. Öyleyse kendisi kısıtlanması gereken bir şey. Bu düşünceden hareketle kendileri, dinin önüne her türlü kısıtlamayı koydular, adına da düzenleme dediler. Ama bir konuda dinin düzenlemesi gündeme gelince bunu hemen kısıtlama ve hayata müdahale olarak gördüler ve görüyorlar.
Üçüncüsü, dindarlar arasında iktidar mücadelesi. Din artık güç devşirilen bir şey oldu. Dindarı, dindar olmayanı, hatta dinle alakası bulunmayanı bile din üzerinden çıkar peşinde. Tabi ki insanın olduğu yerde mümin de olur, münafık da, kafir de; samimisi de, sahtekarı da, tamahkarı da… Hal böyle olunca, din üzerinden güç devşirmek isteyenler de olacak tabi. Dindarın dünyevileşeni de az değil hani. Sağlamda gerekçeleri var bunların: “E, canım bizim de dünyadan nasibimiz olsun. Şimdiye kadar onlara oldu, biraz da bize. Hem Allah, dünya için de çalışın, dünyadan nasibinizi alın, demiyor mu?” Eee… ne diyelim? Adamların sağlam(!) gerekçesi var. Bunları bir de grup psikolojisi içerisinde düşünün. Kitlesel bir beklenti. Bunun oya tahvili, oyun güce tahvili. Hangi siyasetçi buna bigâne kalabilir? Sağından ve solundan…
*
Peki ya Müslüman nasıl olmalı?
“Ey Rabbimiz! Bize dünyada bir güzellik, ahirette bir güzellik ver. Bizi azabından ve gazabından koru. Kafirlere karşı adaletini, müminlerine karşı rahmetini eksik etme!”
Amîn, Ya Rabbe’l-âlemîn…  
2 Cemaziyelahir 1441 / 27 Ocak 2020.

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar