22 Ocak 2020 Çarşamba

Takıntılı

Prof. Dr. Cağfer Karadaş

Canı sıkkındı. Üzerinde simsiyah bulut gibi bir şüphenin gezindiğini hissediyordu. Kafasından başlayıp tüm vücuduna yayılmış, teninin her noktasında hisseder olmuştu. “Ya öyle zannediyorlarsa!?” diyordu. Kimselere söyleyemiyordu ama içi içini yiyordu.
Karar verdi. Bütün şüpheleri üzerinden atmalıydı. Şüpheli olan yerden uzaklaşmalı, şüpheli gördüklerini kendinden uzaklaştırmalıydı. Öyle de yaptı. Kapısı artık açık olacaktı. Herkes kiminle görüştüğünü bilecek ve kimsenin içine bir kuşku düşmeyecekti. “Acaba şu büronun kapısını söksem mi?” diye de geçirdi içinden. “Bu da çok abartılı olur” dedi kendi kendine…

Tam bunları düşünürken bir bayan girdi içeri, kapıyı kapatmak için elini uzatmıştı ki, bağırdı:
“-Dur, açık kalsın!”
“-Ama efendim…” diyecek oldu. 
“-Kalsın dedim, gel, ne söyleyeceksen söyle.”
Tedirdin bir vaziyette içeri girdi ama ilk defa karşılaştığı bu öfkeli tepki karşısında ne diyeceğini de unutmuştu. Bir süre durdu, kafasını toparlamaya çalıştı. Sonunda 
“-Ben çıksam iyi olacak” dedi. 
Abarttığının farkındaydı ama kafasındaki şüpheyi de bir türlü atamıyordu. Akşama kadar kapı mücadelesi verdi. Sonunda yoruldu. Allah’tan mesai saati de bitmişti. Evin yolunu tuttu. Tuttu ama kafasına girdi başka bir şüphe kurdu. Ye babam ye… Nasıl bir kurtmuş bu böyle? Eve kadar yedi bitirdi kafasını adeta. Eve girer girmez,
“-Hanım! Perdeleri aç!” dedi.
Kadın şaşkın, yüzüne baktı. “Bir sıkıntısı mı var” diye anlamaya çalıştı. 
“-Aç be kadın perdeleri aç diyorum!” diye bağırdı.
Kadın korktu aceleyle perdeleri açtı. Açmasıyla hızla yatak odasına gitmesi bir oldu. Başını örtmüş, üstüne bir yelek alarak dönmüştü salona.
 “-Ya bey! Delirdin mi? Akşam vakti, lambalar yanarken perdeler açılır mı? Sonra bize ne der insanlar.”
“-Ya kapalıyken ne derler? Hiç düşündün mü?”
“Ya, ne diyecekler, ev işte!”
“Ev ama insanların aklına başka şeyler de gelir. Senin ben kocanla, benin de sen karımla birlikte olduğumuzu gösterelim ki, sonra insanların aklına başka şeyler gelmesin.”
“-Delirdin herhalde bey! Evin bir mahremiyeti var.”
“-Önemli olan şu anda insanların benim hakkımda ne düşecekleri.”
Kadın dayanamadı, “Ne halin varsa gör ve göster!” deyip mutfağa gitti. Giderken de
“Sakın mutfağa geleyim deme, ne olacağını Allah bilir!”
Korktu, yerinden kımıldayamadı. “Acaba abarttık mı?  Bir şüpheyi üzerimden atayım derken evin mahremiyetini mi yok ettim?” diye içinden geçirdi. Fakat kafasındaki kurdu bir türlü atamıyordu. Evdeydi, bir kadınlaydı. O kadının kendi karısı olduğunu göstermeliydi. En sonunda bir çözüm buldu. “Teknolojinin gözünü seveyim” diye sesli düşünmeye başladı. Yazayım herkes bilsin. Her şey orada açıktı ve açıklanabilirdi. Böylece hiçbir şey gizli saklı kalmazdı. Bunu açıklamakta da bir sakınca yoktu. Neticede evde karısıyla birlikte olduğunu yazacaktı. Böylece kimsenin aklına bir şey gelmezdi. Yazdı netekim.
“Dostlar! Ben evdeyim ve evde kadın olarak sadece eşim var. Bunu size açıklıyorum ki, aklınıza bir şey gelmesin…”
İlk cevap şöyle geldi:
Hayrola, düğün değil bayram değil. Yoksa yengeyi memlekete gönderip, bizim üzerimizden işi perdelemeye mi çalışıyorsun?
Hemen aceleyle cevap yazdı:
“Yahu perdeler bile açık, gel istersen bak.”
İkinci cevap
“Vay! Perdeyi de kapatma lüzumu hissetmiyorsun demek.”
İyice canı sıkıldı, söylenerek hiddetle yazdı:
“Yahu karımlayım dedim ya!”
Üçüncü cevap gecikmedi:
“Senden bunu beklemezdim… Hani kendimden bekler, senden beklemezdim… Vay be, çivisi çıkmış şu dünyanın. Ne mahremiyet kaldı ne hassasiyet…”
Ne diyeceğini, ne yazacağını şaşırdı, kafası döndü, içi bulandı, ayakları tutmaz oldu, yığıldı kaldı oracığa…
14.01.2020

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar