13 Haziran 2024 Perşembe

2023 Yılı Hac Yolculuğunda Hisler ve Hatıralar- IV

2023 YILI HAC YOLCULUĞUNDA HİSLER VE HATIRALAR- IV

Dr. Ramazan YILDIRIM

Tavaf

Karşımızda bütün ihtişamıyla duran Ka’be’nin tam huzuruna varıncaya kadar ayak uçlarımıza bakarak yürümeye çalıştık ve derken kendimizi Ka’be’nin huzurunda bulduk. Bu, tarifi olmayan bir sevinçti… İlk defa görenlerde çok daha coşkulu bir durum söz konusu. Burada yapmamız gereken ilk iş bu müstesna yapının etrafında tavaf etmektir. Bir tavaf, Ka’benin etrafında yedi defa dönmektir ki; her bir dönüşe şavt, toplamına tavaf denilmektedir. Hacer-u’l Esved hizasında başlanıyor ve yine o hizaya gelince bir şavt tamamlanmış oluyor, yani başlangıç ve sonu aynı noktadır. Ne kadar da benziyor hayata; dön, dolaş aynı yere geliyorsun, başladığın yere. Sıfırdan başladığın dünya hayatında para, mal-mülk, evlat vs. elde etsek de sonunda hepsini dünyada bırakıp yine sıfır olarak devam ediyoruz. Elde avuçta manevi kazanımlardan başka maddi olan hiçbir şeyi yanımızda götürme imkânı yok bu dünyadaki son noktaya geldiğimizde. Tavafta da iç dünyamızda özümüze varmak için kat’ ettiğimiz mesafe, tefekkürde elde ettiğimiz derinlikten başka bir şey geçmiyor elimize bitiş noktasına geldiğimiz zaman.

Aslında bütün evren bu döngüsel hareket içerisinde faaliyetlerine devam etmiyor mu? Protonlardan, atomlardan, evimiz olan dünya ve en büyük semavi/gök cisimlerine kadar her şey bu hareketin bir parçası değil mi? Hepsi kendi ekseninde dönerek bu hareketi tamamladıkları gibi aynı zamanda bir tarafa doğru son sürat yüzüp gitmekte. Dolayısıyla dönüp geldikten sonra vardığımız yer aynı nokta gibi görünse de yüzerek giden dünya bambaşka bir atmosfere varmış ve yepyeni bir ortama ulaşmıştır. Böylece tavaf da dahil, hiçbir faaliyeti iki defa yapamadığımız bir evrende, hiçbir şeyi tekrar edemediğimiz bir hayat yaşıyoruz. Bir nehirden iki defa su içemediğimiz gibi iki defa kahvaltı yapamıyoruz, iki defa namaz kılamıyoruz, iki defa bir insanla oturup muhabbet edemiyoruz. Hasılı her şeyi orijinal, yeni ve sıfırdandır hayatın. Zamanı geometrik bir daireye benzetirsek, her an hareket halinde olduğumuzdan o dairenin başka bir noktasında oluyoruz, aynen Ka’be’nin etrafında dönerken her adımda başka bir noktada olduğumuz gibi. Öyleyse tekrarı olmayan zamanı nelere sarf ediyoruz acaba? Sormak gerekmez mi?

Kalbi kalple birleştirerek başlıyoruz tavafa. Azer’in oğlu dedemiz İbrahim (as) tarafından inşa edilen, dünyanın kalbi olan Ka’be’yi solumuza alarak, göğsümüzün sol tarafında taşıdığımız kalbimizi birleştiriyoruz ki; her ikisi de Allah’ın evidir ama biri insan yapısı iken diğerinin ustası Allah’tır. Ondan dememiş miydi söz ustası Yunus; “Yunus der ki ey Hoca, İstersen var bin Hacca, Hepsinden iyice bir gönle girmektir.” Taştan yapılmış Ka’be’yi ziyaret edip ona saygı gösterenin gönül Ka’belerini de ihmal etmemesi gerekiyor. Tavaf esnasında dilleri, ırkları, renkleri bambaşka insanlarla yan yana, omuz omuza geliyorsunuz, terler birbirine karışıyor, her biri bir alem olan insanlar, Alemlerin Rabbinin emriyle kendi kulvarında, iç dünyasına dalmış, aşk, şevkten ve muhabbetten kendinden geçmiş vaziyette sermest olup dönmekte, adeta attığı her adımda bambaşka bir gezegene ayak basmakta ve lahutî alemlerde sonu gelmez bir yolculuğa çıkarak ulvi evrenlere doğru yelken açmaktadır. Öyle bir yolculuk ki; keşke hiç bitmese ve ben hep böyle dönsem, diyorsunuz.

Sa’y

Tavaf bittikten sonra iki rekât tavaf namazı kılıyor, güzergahımız üzerinde olan Zemzem suyundan kana kana içtikten sonra hızlıca Sa’y alanına yürüyoruz. Sa’y hedefe varmak için yolda olmaktır, sonsuz bir çalışma ve koşuşturma azmidir, değer verdiğinizin gözden kaybolmaması için nefes nefese durmadan koşmaktır. Anne yüreğinin yavrusu için tir tir titremesi, insanın, sevdiği uğruna her zahmeti göğüslemesidir. Hacer annemizle başlayan bu yolculuk kıyamete kadar devam edecek olan sonsuz bir harekettir. Safa tepesinde başlayıp Merve tepesinde son bulan ve yedi defa olan yürüyüşümüzle Sa’yi tamamlamış oluyoruz. Ancak hep beraber kafile ile girdiğimiz tavaftan sonra yaptığımız Sa’y bittiğinde kafilenin azımsanmayacak bir kısmının olmadığını, kafileden ayrıldığını görüyoruz. Bugünlerde dünyanın her tarafından gelen hacı adaylarından dolayı ortam çok kalabalık olduğundan toplu halde hareket etmek gerçekten zor. Bir şekilde kafilemizi toplamaya çalıştıktan sonra otelimize doğru hareket ediyoruz.

Tıraş

Birçok sembol ve hikmetlerle dolu olan Hac ve Umrenin gereklerinden biri de tavaf ve sa’yden sonra tıraş olmaktır. Tıraş, dinin Sahibi emrettiği için başımızdaki saçı belli bir usule göre kesmektir. Bunun anlamı; eğer uğruna başımı vermemi emretseydin, onu da vermeye hazırım ya Rabbi, demektir. Tıraş olmadan, ihram elbiselerinizi çıkarsanız bile ihram çıkmış sayılmıyorsunuz. Sadece selam vererek namazdan çıkıldığı gibi ancak tıraş olduktan sonra ihramdan çıkabiliyorsunuz. Bizim arkadaşlar da kimi berberlere gidiyor kimi de yanlarında getirdiği tıraş aletleriyle birbirini tıraş ediyor, tabi erkekler kendi aralarında, kadınlar da kendi aralarında ve bu şekilde ihramdan çıkarak normal elbiselerimizi giyiyoruz. Maalesef Sa’yin bittiği nokta olan Merve tepesinin hemen yakınında tıraş olup saçlarını oralara atanlara şahit oluyoruz ki bu doğru olmadığı gibi hijyen ve sağlık açısından da risklidir. Onun için tıraş olan kişinin saçlarını usulünce ortadan kaldırması gerekiyor.

Bu şekilde ihramdan çıktıktan sonra artık normal kıyafetlerimizle günde beş vakit namazımızı Harem’de kılmaya ve günlük tavaflar yapmaya çalışıyoruz. Bu arada, Mekke’de gezilmesi gereken Şecere Mescidi, Cin Mescidi, Cennet-u’l Mualla Kabristanı, Efendimizin (sav) doğduğu ev, Hira Nur Dağı, Sevr Dağı gibi yerleri belli plan dahilinde ziyaret ediyoruz. Ayrıca kafilemizden Kur’an okumayı öğrenmek isteyenler için dersler yapıyor ve her iki ya da üç günde bir kafilemizle toplantılar yaparak belli konular çerçevesinde sohbet ve irşat faaliyetleriyle günlerimizi dolu bir şekilde değerlendirmeye çalışıyoruz. Maalesef Ka’be’de mataf alanına ihramsız girememek ve satıh dediğimiz en üst katta, Ka’beyi görebileceğimiz noktalara üç metreye yakın bariyerlerin konulması, bu sene Ka’beyi daha az görmemize sebep oluyor. Biz de Ka’be’yi daha fazla görebilmek uğruna umre sayılarımızı arttırdık ve toplamında dört tane umre yapmış olduk.

Arafat/Büyük Randevu Günü

Hac yolculuğunun başından itibaren özenle planlanan ve üzerinde durulan hususların başında Arafat intikali gelir. Zira hacı olmak isteyen herkes, bu büyük randevu günündeki belli saatler arasında, sınırları Peygamberimiz (sav) tarafından belirlenen o alana girmek zorundadır. Bu, Haccın olmazsa olmazlarındadır. Bundan dolayı hasta olup Arafat’a çıkamayanlar o gün araba ile o sınırlar içerisinde gezdirilir, araba ile gelmeleri mümkün değilse helikopter ile havadan o sınırlar içerisinde seyahat ettirilir. Arefe gününden bir gün önce olan terviye günü geldiğinde kafilemizle beraber otelimizde ihrama girdik. Gece saat 23.00’dan sonra otelimizden hareket ederek, birbirine paralel giden birçok yollar arasından geçerek Arafat’a vardık. Arafat’ta kafilemiz için ayarlanmış çadırımıza yerleşerek sabahı bekledik. Çadırlar her ne kadar geniş, güzel ve klimalı olsa da normal bir ev konforunu burada bulabilmek mümkün değildir, zaten hiç kimsenin böyle bir beklentisi de yok.

Müslümanın her günü olduğu gibi buradaki Arefe günü de sabah ezanı ile başlıyor. Tatlı bir koşuşturma ile herkesi bir abdest alma telaşı sarıyor. Tabi ortamda yeterince lavabo vs. imkânı olduğundan herkes kısa zaman içerisinde abdestini alıp çadırındaki yerine geri dönüyor. Sabah namazını, her çadırın sakinleri beraberce cemaatle eda ettiğinde ayrı ayrı okunan Fatiha ve Kur’anlarla bütün mekân ve içindekiler namaza durmuş gibi bir hal alıyor. Namazdan sonra merkezi sistem üzerinden yapılan canlı yayınla dağ-taş Kur’an, tekbir, tehlil, tesbihat, salavat, ilahi ve dualarla adeta inliyor. Namaz vakti çıktıktan sonra insanlar köşelerine çekilip dinlenmeye geçiyor çünkü uzun bir yolculuk o günün akşamında kendilerini bekliyor. Saat 09-10’a doğru daha önce dağıtılmış olan kumanyalarla yapılan kahvaltılardan sonra karşılıklı ziyaretleşmeler olduğu gibi bu mübarek vaktin ve mekânın feyiz ve bereketinden istifade etmek isteyenler kendi alemlerinde namaz, niyaz, tefekkür, zikir, tövbe ve istiğfarla meşgul olarak vakitlerini değerlendiriyorlar. Tabi bu esnada merkezi sistem üzerinden bütün çadırların duyacağı şekilde gönülleri mest eden program devam ediyor.

Vakfe

Öğle namazının vakti yaklaştığında abdestlerin tazelenmesi için tekrar bir telaş başlar ve artık büyük randevuya dakikalar kalmıştır. Aslında her namaz, kılan için Rabbi ile bir randevu değil midir? Öğle ezanı okunduktan sonra her çadır kendi imamı -ki bu kafile başkanı veya başkanın belirleyeceği kişidir- ile namazlarını eda etti. Tabi bugün öğle ve ikindi namazları birleştirilerek öğle vaktinde kılınıyor ve ardından her çadır imkanları ölçüsünde sahip oldukları ses cihazlarıyla tesbihatlarını yapıp dualar ediyor. Namazdan sonra merkezi sistem üzerinden yapılacak vakfe duası için herkes hazır vaziyette bekliyor. Dua vakti geldiğinde herkes bulunduğu yerden kıyama durarak baş açık, yalın ayak, boynu bükük, vücut ve ihramları kumlara bulaşmış bir vaziyette, el ve gönlünü sonuna kadar açarak, kıbleye dönüp yapılan dualara bütün benliği ile âmin diyor. Hıçkırıklar, ağlamalar, iniltilerle söylenen Âmin seslerine neredeyse dağ-taş, canlı-cansız her şey eşlik ediyor. Arafat vakfesinin vazgeçilmezi olan bu dua son derece detaylı olduğundan neredeyse yarım saatten fazla sürüyor ama sonuna kadar ilgi alaka ve canlılıkla takip ediliyor ve dua bittikten sonra her kes yanında duran kardeşinden başlayarak birbirini tebrik edip göz yaşları içerisinde birbirine sarılıyor.

Duadan sonra çadır içerisinde ve çadırlar arası gidip gelmeler, ziyaretler, buluşmalar başlıyor. Zira bu mekân buluşmanın, görüşmenin ve tanışmanın yeridir. Bazı rivayetlere göre Âdem babamız ve Havva annemizin dünyada buluştukları ilk yer de burasıdır, zaten ismi de bu anlama gelmiyor mu? İnsanın başta kendisiyle yüzleştiği, hata ve kusurlarından dolayı tövbe ve istiğfar ederek özüne döndüğü yer. Sonra hem cinsiyle buluşup tanıştığı ve nihayet kendisinin ve bütün evrenin Sahibine dönüp O’na kul olmakla irfana erip arif olduğu mübarek mekân. Her Arafat vaktinde orada bulunanalar kendileri ve bütün insanlık ailesi adına istiğfar, tövbe ve duaları arz ederler alemlerin Rabbine. Yeni çıkılan manevi atmosferden kalpler yumuşacık, duygular tertemiz ve insanlar son derece samimi. Aslında bu samimi ve hasbi durumu hayatın geri kalan her anına taşımak mümkün değil mi? Nihayet bir gün gelecek ve hepimiz şu anda olduğumuz bu duruma gelmeyecek miyiz? Üzerimizde sadece kefenler, baş açık, ayak yalın, her türlü malı-mülkü, rütbe ve sosyal konumu geride bırakıp mahşer meydanında bu şekilde dirilmeyecek miyiz? Değiyor mu gerçekten basit ve geçici bir dünya için asıl gündemi unutup ölmeyecek gibi yaşamaya.

Akşam güneş batıncaya kadar Arafat meydanı tam bir mahşer provasına şahit oluyor. Bir tarafta çadırlarının köşelerinde oturup vaktini namaz, niyaz, dua, tefekkür ve tövbe ile geçirenler, diğer tarafta birbirini yeni tanıyan ya da eskiden tanış olup uzun süre görüşme imkânı bulamadığı için burada görüşebilenlerin girdikleri muhabbet ve sohbetler uzayıp gidiyor. Güneşin batmasıyla beraber kafileler Arafat’tan ayrılmak için adeta yarışıyorlar. Her kafilenin bağlı olduğu bir mektep merkezi var. Kafilemiz içerisinde o gece yürüyüşünde zorlanacak olan hasta ve yaşlıları kafilemizi bağlı olduğu mektep merkezine teslim ediyoruz. Ardından kafilemizin abdestlerini tazelemeleri ve uzun yolda sıkıntı yaşamamaları için gerekli tedbirlerini almaları konusunda uyarılarımızı yapıyoruz. Artık buradan ayrılmak vakti geldiğinden kafilemizi arabalarına binecekleri turnikelere doğru yavaş yavaş hareket ettirerek arabaya binme sıramızı bekliyoruz…


 

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar