2023 YILI HAC YOLCULUĞUNDA HİSLER VE HATIRALAR- IV
Dr. Ramazan YILDIRIM
Tavaf
Karşımızda bütün ihtişamıyla duran Ka’be’nin tam huzuruna varıncaya kadar ayak uçlarımıza bakarak yürümeye çalıştık ve derken kendimizi Ka’be’nin huzurunda bulduk. Bu, tarifi olmayan bir sevinçti… İlk defa görenlerde çok daha coşkulu bir durum söz konusu. Burada yapmamız gereken ilk iş bu müstesna yapının etrafında tavaf etmektir. Bir tavaf, Ka’benin etrafında yedi defa dönmektir ki; her bir dönüşe şavt, toplamına tavaf denilmektedir. Hacer-u’l Esved hizasında başlanıyor ve yine o hizaya gelince bir şavt tamamlanmış oluyor, yani başlangıç ve sonu aynı noktadır. Ne kadar da benziyor hayata; dön, dolaş aynı yere geliyorsun, başladığın yere. Sıfırdan başladığın dünya hayatında para, mal-mülk, evlat vs. elde etsek de sonunda hepsini dünyada bırakıp yine sıfır olarak devam ediyoruz. Elde avuçta manevi kazanımlardan başka maddi olan hiçbir şeyi yanımızda götürme imkânı yok bu dünyadaki son noktaya geldiğimizde. Tavafta da iç dünyamızda özümüze varmak için kat’ ettiğimiz mesafe, tefekkürde elde ettiğimiz derinlikten başka bir şey geçmiyor elimize bitiş noktasına geldiğimiz zaman.
Aslında bütün evren bu döngüsel hareket içerisinde faaliyetlerine
devam etmiyor mu? Protonlardan, atomlardan, evimiz olan dünya ve en büyük
semavi/gök cisimlerine kadar her şey bu hareketin bir parçası değil mi? Hepsi
kendi ekseninde dönerek bu hareketi tamamladıkları gibi aynı zamanda bir tarafa
doğru son sürat yüzüp gitmekte. Dolayısıyla dönüp geldikten sonra vardığımız
yer aynı nokta gibi görünse de yüzerek giden dünya bambaşka bir atmosfere
varmış ve yepyeni bir ortama ulaşmıştır. Böylece tavaf da dahil, hiçbir
faaliyeti iki defa yapamadığımız bir evrende, hiçbir şeyi tekrar edemediğimiz
bir hayat yaşıyoruz. Bir nehirden iki defa su içemediğimiz gibi iki defa
kahvaltı yapamıyoruz, iki defa namaz kılamıyoruz, iki defa bir insanla oturup
muhabbet edemiyoruz. Hasılı her şeyi orijinal, yeni ve sıfırdandır hayatın. Zamanı
geometrik bir daireye benzetirsek, her an hareket halinde olduğumuzdan o
dairenin başka bir noktasında oluyoruz, aynen Ka’be’nin etrafında dönerken her
adımda başka bir noktada olduğumuz gibi. Öyleyse tekrarı olmayan zamanı nelere
sarf ediyoruz acaba? Sormak gerekmez mi?
Kalbi kalple birleştirerek başlıyoruz tavafa. Azer’in oğlu dedemiz
İbrahim (as) tarafından inşa edilen, dünyanın kalbi olan Ka’be’yi solumuza
alarak, göğsümüzün sol tarafında taşıdığımız kalbimizi birleştiriyoruz ki; her
ikisi de Allah’ın evidir ama biri insan yapısı iken diğerinin ustası Allah’tır.
Ondan dememiş miydi söz ustası Yunus; “Yunus der ki ey Hoca, İstersen var
bin Hacca, Hepsinden iyice bir gönle girmektir.” Taştan yapılmış Ka’be’yi
ziyaret edip ona saygı gösterenin gönül Ka’belerini de ihmal etmemesi gerekiyor.
Tavaf esnasında dilleri, ırkları, renkleri bambaşka insanlarla yan yana, omuz
omuza geliyorsunuz, terler birbirine karışıyor, her biri bir alem olan
insanlar, Alemlerin Rabbinin emriyle kendi kulvarında, iç dünyasına dalmış, aşk,
şevkten ve muhabbetten kendinden geçmiş vaziyette sermest olup dönmekte, adeta
attığı her adımda bambaşka bir gezegene ayak basmakta ve lahutî alemlerde sonu
gelmez bir yolculuğa çıkarak ulvi evrenlere doğru yelken açmaktadır. Öyle bir
yolculuk ki; keşke hiç bitmese ve ben hep böyle dönsem, diyorsunuz.
Sa’y
Tavaf bittikten sonra iki rekât tavaf namazı kılıyor, güzergahımız
üzerinde olan Zemzem suyundan kana kana içtikten sonra hızlıca Sa’y alanına
yürüyoruz. Sa’y hedefe varmak için yolda olmaktır, sonsuz bir çalışma ve
koşuşturma azmidir, değer verdiğinizin gözden kaybolmaması için nefes nefese durmadan
koşmaktır. Anne yüreğinin yavrusu için tir tir titremesi, insanın, sevdiği
uğruna her zahmeti göğüslemesidir. Hacer annemizle başlayan bu yolculuk kıyamete
kadar devam edecek olan sonsuz bir harekettir. Safa tepesinde başlayıp Merve
tepesinde son bulan ve yedi defa olan yürüyüşümüzle Sa’yi tamamlamış oluyoruz.
Ancak hep beraber kafile ile girdiğimiz tavaftan sonra yaptığımız Sa’y
bittiğinde kafilenin azımsanmayacak bir kısmının olmadığını, kafileden
ayrıldığını görüyoruz. Bugünlerde dünyanın her tarafından gelen hacı
adaylarından dolayı ortam çok kalabalık olduğundan toplu halde hareket etmek
gerçekten zor. Bir şekilde kafilemizi toplamaya çalıştıktan sonra otelimize
doğru hareket ediyoruz.
Tıraş
Birçok sembol ve hikmetlerle dolu olan Hac ve Umrenin gereklerinden
biri de tavaf ve sa’yden sonra tıraş olmaktır. Tıraş, dinin Sahibi emrettiği
için başımızdaki saçı belli bir usule göre kesmektir. Bunun anlamı; eğer uğruna
başımı vermemi emretseydin, onu da vermeye hazırım ya Rabbi, demektir. Tıraş
olmadan, ihram elbiselerinizi çıkarsanız bile ihram çıkmış sayılmıyorsunuz. Sadece
selam vererek namazdan çıkıldığı gibi ancak tıraş olduktan sonra ihramdan
çıkabiliyorsunuz. Bizim arkadaşlar da kimi berberlere gidiyor kimi de
yanlarında getirdiği tıraş aletleriyle birbirini tıraş ediyor, tabi erkekler
kendi aralarında, kadınlar da kendi aralarında ve bu şekilde ihramdan çıkarak
normal elbiselerimizi giyiyoruz. Maalesef Sa’yin bittiği nokta olan Merve
tepesinin hemen yakınında tıraş olup saçlarını oralara atanlara şahit oluyoruz
ki bu doğru olmadığı gibi hijyen ve sağlık açısından da risklidir. Onun için
tıraş olan kişinin saçlarını usulünce ortadan kaldırması gerekiyor.
Bu şekilde ihramdan çıktıktan sonra artık normal kıyafetlerimizle
günde beş vakit namazımızı Harem’de kılmaya ve günlük tavaflar yapmaya
çalışıyoruz. Bu arada, Mekke’de gezilmesi gereken Şecere Mescidi, Cin Mescidi,
Cennet-u’l Mualla Kabristanı, Efendimizin (sav) doğduğu ev, Hira Nur Dağı, Sevr
Dağı gibi yerleri belli plan dahilinde ziyaret ediyoruz. Ayrıca kafilemizden
Kur’an okumayı öğrenmek isteyenler için dersler yapıyor ve her iki ya da üç
günde bir kafilemizle toplantılar yaparak belli konular çerçevesinde sohbet ve
irşat faaliyetleriyle günlerimizi dolu bir şekilde değerlendirmeye çalışıyoruz.
Maalesef Ka’be’de mataf alanına ihramsız girememek ve satıh dediğimiz en üst
katta, Ka’beyi görebileceğimiz noktalara üç metreye yakın bariyerlerin
konulması, bu sene Ka’beyi daha az görmemize sebep oluyor. Biz de Ka’be’yi daha
fazla görebilmek uğruna umre sayılarımızı arttırdık ve toplamında dört tane
umre yapmış olduk.
Arafat/Büyük Randevu Günü
Hac yolculuğunun başından itibaren özenle planlanan ve üzerinde
durulan hususların başında Arafat intikali gelir. Zira hacı olmak isteyen
herkes, bu büyük randevu günündeki belli saatler arasında, sınırları Peygamberimiz
(sav) tarafından belirlenen o alana girmek zorundadır. Bu, Haccın olmazsa
olmazlarındadır. Bundan dolayı hasta olup Arafat’a çıkamayanlar o gün araba ile
o sınırlar içerisinde gezdirilir, araba ile gelmeleri mümkün değilse helikopter
ile havadan o sınırlar içerisinde seyahat ettirilir. Arefe gününden bir gün
önce olan terviye günü geldiğinde kafilemizle beraber otelimizde ihrama girdik.
Gece saat 23.00’dan sonra otelimizden hareket ederek, birbirine paralel giden
birçok yollar arasından geçerek Arafat’a vardık. Arafat’ta kafilemiz için
ayarlanmış çadırımıza yerleşerek sabahı bekledik. Çadırlar her ne kadar geniş,
güzel ve klimalı olsa da normal bir ev konforunu burada bulabilmek mümkün
değildir, zaten hiç kimsenin böyle bir beklentisi de yok.
Müslümanın her günü olduğu gibi buradaki Arefe günü de sabah ezanı
ile başlıyor. Tatlı bir koşuşturma ile herkesi bir abdest alma telaşı sarıyor.
Tabi ortamda yeterince lavabo vs. imkânı olduğundan herkes kısa zaman
içerisinde abdestini alıp çadırındaki yerine geri dönüyor. Sabah namazını, her
çadırın sakinleri beraberce cemaatle eda ettiğinde ayrı ayrı okunan Fatiha ve
Kur’anlarla bütün mekân ve içindekiler namaza durmuş gibi bir hal alıyor.
Namazdan sonra merkezi sistem üzerinden yapılan canlı yayınla dağ-taş Kur’an,
tekbir, tehlil, tesbihat, salavat, ilahi ve dualarla adeta inliyor. Namaz vakti
çıktıktan sonra insanlar köşelerine çekilip dinlenmeye geçiyor çünkü uzun bir
yolculuk o günün akşamında kendilerini bekliyor. Saat 09-10’a doğru daha önce
dağıtılmış olan kumanyalarla yapılan kahvaltılardan sonra karşılıklı
ziyaretleşmeler olduğu gibi bu mübarek vaktin ve mekânın feyiz ve bereketinden
istifade etmek isteyenler kendi alemlerinde namaz, niyaz, tefekkür, zikir, tövbe
ve istiğfarla meşgul olarak vakitlerini değerlendiriyorlar. Tabi bu esnada
merkezi sistem üzerinden bütün çadırların duyacağı şekilde gönülleri mest eden
program devam ediyor.
Vakfe
Öğle namazının vakti yaklaştığında abdestlerin tazelenmesi için
tekrar bir telaş başlar ve artık büyük randevuya dakikalar kalmıştır. Aslında
her namaz, kılan için Rabbi ile bir randevu değil midir? Öğle ezanı okunduktan
sonra her çadır kendi imamı -ki bu kafile başkanı veya başkanın belirleyeceği kişidir-
ile namazlarını eda etti. Tabi bugün öğle ve ikindi namazları birleştirilerek
öğle vaktinde kılınıyor ve ardından her çadır imkanları ölçüsünde sahip
oldukları ses cihazlarıyla tesbihatlarını yapıp dualar ediyor. Namazdan sonra
merkezi sistem üzerinden yapılacak vakfe duası için herkes hazır vaziyette
bekliyor. Dua vakti geldiğinde herkes bulunduğu yerden kıyama durarak baş açık,
yalın ayak, boynu bükük, vücut ve ihramları kumlara bulaşmış bir vaziyette, el
ve gönlünü sonuna kadar açarak, kıbleye dönüp yapılan dualara bütün benliği ile
âmin diyor. Hıçkırıklar, ağlamalar, iniltilerle söylenen Âmin seslerine neredeyse
dağ-taş, canlı-cansız her şey eşlik ediyor. Arafat vakfesinin vazgeçilmezi olan
bu dua son derece detaylı olduğundan neredeyse yarım saatten fazla sürüyor ama
sonuna kadar ilgi alaka ve canlılıkla takip ediliyor ve dua bittikten sonra her
kes yanında duran kardeşinden başlayarak birbirini tebrik edip göz yaşları
içerisinde birbirine sarılıyor.
Duadan sonra çadır içerisinde ve çadırlar arası gidip gelmeler,
ziyaretler, buluşmalar başlıyor. Zira bu mekân buluşmanın, görüşmenin ve
tanışmanın yeridir. Bazı rivayetlere göre Âdem babamız ve Havva annemizin
dünyada buluştukları ilk yer de burasıdır, zaten ismi de bu anlama gelmiyor mu?
İnsanın başta kendisiyle yüzleştiği, hata ve kusurlarından dolayı tövbe ve
istiğfar ederek özüne döndüğü yer. Sonra hem cinsiyle buluşup tanıştığı ve
nihayet kendisinin ve bütün evrenin Sahibine dönüp O’na kul olmakla irfana erip
arif olduğu mübarek mekân. Her Arafat vaktinde orada bulunanalar kendileri ve
bütün insanlık ailesi adına istiğfar, tövbe ve duaları arz ederler alemlerin
Rabbine. Yeni çıkılan manevi atmosferden kalpler yumuşacık, duygular tertemiz
ve insanlar son derece samimi. Aslında bu samimi ve hasbi durumu hayatın geri
kalan her anına taşımak mümkün değil mi? Nihayet bir gün gelecek ve hepimiz şu
anda olduğumuz bu duruma gelmeyecek miyiz? Üzerimizde sadece kefenler, baş
açık, ayak yalın, her türlü malı-mülkü, rütbe ve sosyal konumu geride bırakıp mahşer
meydanında bu şekilde dirilmeyecek miyiz? Değiyor mu gerçekten basit ve geçici
bir dünya için asıl gündemi unutup ölmeyecek gibi yaşamaya.
Akşam güneş batıncaya kadar Arafat meydanı tam bir mahşer provasına
şahit oluyor. Bir tarafta çadırlarının köşelerinde oturup vaktini namaz, niyaz,
dua, tefekkür ve tövbe ile geçirenler, diğer tarafta birbirini yeni tanıyan ya
da eskiden tanış olup uzun süre görüşme imkânı bulamadığı için burada
görüşebilenlerin girdikleri muhabbet ve sohbetler uzayıp gidiyor. Güneşin
batmasıyla beraber kafileler Arafat’tan ayrılmak için adeta yarışıyorlar. Her
kafilenin bağlı olduğu bir mektep merkezi var. Kafilemiz içerisinde o gece
yürüyüşünde zorlanacak olan hasta ve yaşlıları kafilemizi bağlı olduğu mektep
merkezine teslim ediyoruz. Ardından kafilemizin abdestlerini tazelemeleri ve
uzun yolda sıkıntı yaşamamaları için gerekli tedbirlerini almaları konusunda
uyarılarımızı yapıyoruz. Artık buradan ayrılmak vakti geldiğinden kafilemizi
arabalarına binecekleri turnikelere doğru yavaş yavaş hareket ettirerek arabaya
binme sıramızı bekliyoruz…
0 yorum:
Yorum Gönder