DAVA VE LİDER IV: DAVAYA GÖNÜL
VERENLERİ GÖZETMEK
Cağfer Karadaş
أعوذ بالله، بسم الله...
وَاصْبِرْ نَفْسَكَ مَعَ
الَّذٖينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِيِّ يُرٖيدُونَ وَجْهَهُ
وَلَا تَعْدُ عَيْنَاكَ عَنْهُمْۚ تُرٖيدُ زٖينَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَلَا
تُطِـعْ مَنْ اَغْفَلْنَا قَلْبَهُ عَنْ ذِكْرِنَا وَاتَّبَعَ هَوٰيهُ وَكَانَ
اَمْرُهُ فُرُطاً
“İlahî rızaya ermek arzusuyla sabah akşam Rablerine dua eden dava erleriyle birlikte olma direncini sakın yitirme! Dünya hayatının çekiciliğine meylederek gözlerini onlardan başkasına çevirme! Bizi anmaktan kalbini gafil kıldığımız, kötü arzusuna uymuş ve işi gücü aşırılık olan hiç kimseye de eyvallah etme!” (Kehif, 28)
Dava, lider ve gönül verenleriyle temsil
edilir. Ancak davanın arkasında yegâna güç, davanın sahibi, belirleyicisi ve görüp
gözeteni Yüce İrade’dir. Davayı tanzim ettiği gibi lideri cesaretlendiren, dava
erlerini dirençli kılan ve zafere erdiren gerçek güç O’dur.
Lider dava için tayin edilmiş,
görevlendirilmiş, sorumluluk yüklenmiş, örnek kılınmış bir dava eridir. Çünkü lider
öndedir, önderdir ve örnektir. Önde olmanın riski, önderliğin sorumluluğu
ve örnekliğin titizliği onun omuzlarındadır.
Liderin görevi davayı İlahî İrade’nin çizdiği çerçevede
tutmak, hedefe gitme kararlılığında olmak, dava erlerinin birlik ve bütünlüğünü
sağlamaktır. Bunlardan birinin eksik olması veya zaafa uğraması davanın
akim kalması demektir.
Demek ki ilk görev davanın çerçevesini korumaktır. Buradaki
tehlike hasımlardan gelen bıktırma, yıldırma, korkutma ve tehditleri karşısında
yılgınlık, suskunluk ve eziklik psikolojisine girmektir. Bunun için de lidere
güvence sağlanması ve özgüveninin yüksek tutulması gerekir. Nitekim “Ey
peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et! Eğer bunu yapmazsan O’nun
mesajını iletmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Şüphe yok ki
Allah kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.” (Maide, 67) ayetinde Yüce Allah Hz. Peygamber’e
hem görevini hatırlatmakta hem de güvence vaadinde bulunmaktadır. Zira görev
yüklemek, yerine getirilmesi hususunda imkân vermeyi ve güvence sağlamayı
gerektirir. Bu adaletin ve hikmetin bir gereğidir. Yüce Allah âdil ve hakîmdir.
Öte yandan Yüce Allah hiçbir kulunu tehlikeye atmaz, imkân vermeden
ve şartlarını oluşturmadan onu yükümlü tutmaz. Bu peygamber için geçerli olduğu
gibi mükellefiyet çağındaki her kul için de geçerlidir. Bunun anlamı aynı
güvencenin dava erlerine sağlanmış olmasıdır. En zorlu sınav olan cihatta
hayatta kalanın gazilik, ölenin şehitlikle taltif olunması bunun en çarpıcı örneğidir.
Demek ki dava uğruna yola çıkan hiç kimsenin hayatı da faaliyeti de boşa gitmez.
Liderin ikinci görevi dünya ve ahiret mutluluğunu kazanmada
yol göstericiliktir. Dünya mutluluğu iman edip kararlı olmak; iyi, faydalı ve
ahlaklı bir kişilik kazanmaktır. Ahiret mutluluğu ise kesintisiz ve zahmetsiz
ebedî cennet nimetine ermektir. Yüce Allah, lider olarak peygamberleri tam da bunun
için görevlendirmiştir: “O, iman edip yararlı işler yapanları karanlıklardan
aydınlığa çıkarsın diye size apaçık âyetlerini okuyan bir elçiyi göndermiştir”
(Talak 11). Bu hedef uğruna yapılması gereken kararlı
olmak, Yüce İrade’ye dayanmak ve dava ipine sımsıkı sarılmaktır (Al-i İmran, 103, 159; Tevbe, 129).
Liderin üçüncü görevi dava erlerini etrafında toplamak,
onların her halini gözetmek, halleriyle hallenmek, dertleriyle dertlenmek,
birlik ve bütünlüklerini muhafaza etmektir. Burada da yine İlahi Rahmet’in
desteği liderin arkasındadır: “Sen onlara sırf Allah’ın lütfettiği merhamet
sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın hiç şüphesiz
onlar etrafından dağılıp giderlerdi. Onları affet, onların bağışlanmasını dile,
yapacağın işler hakkında onlara danış, karar verince de Allah’a güven. Doğrusu
Allah kendisine güvenenleri sever” (Âl-i İmran, 159).
Buradaki en büyük tehlike, liderin korku, yılgınlık, menfaat,
dünya zevki veya eziklik duygusuyla etrafındaki dava erlerini ihmal edip
varlıklı, gösterişli veya kibirli insanlara yönelmesi, onlardan beklenti içine
girmesi veya onların çevresini sarmalarına izin vermesidir. Yüce Allah’ın bu
noktadaki uyarısı çok nettir: “Dünya hayatının çekiciliğine meylederek
gözlerini dava erlerinden çevirme!” Bu uyarı sadece sözde kalmamış tecrübeye
de yansımıştır. Nitekim Rahmet Peygamberi’nin Mekke’nin ileri gelenlerini
İslam’a davet ettiği bir sırada yanına gelen gözleri görmeyen Abdullah b. Ümmi
Mektûm’ a yönelik küçücük bir ihmali bile İlahi İrade tarafından hoş görülmemiş
ve derhal uyarılmıştır (Abese, 1-10).
Bu demektir ki, durumu ve konumu ne olursa olsun hiçbir dava eri
küçük görülemez ve ihmal edilemez. Kadın-erkek, yaşlı-genç, sağlam-engelli fark
etmez. Hatta bu çerçeveye zaman zaman hata eden, günah işleyen ve itaatsizlik edenler
dahi girerler. Liderin görevi güzellikleri korumak ve yaygınlaştırmak olduğu
kadar çirkinlikleri azaltmak ve gidermek; iyi, faydalı ve ahlaklı olanları
çevresinde tutmak kadar, bu özelliklere sahip olmayanları bağışlamak, terbiye
etmek ve topluma kazandırmaktır. Nasıl ki müşrik, kafir ve münafıklara yönelik iman
ve İslam çağrısında bulunmak bir görev ise hatalı, günahkâr ve isyankâr
müminleri bağışlamak, ıslah etmek ve topluma kazandırmak da aynı şekilde bir
vazifedir. Başka bir deyişle bir kafirin iman etmesine engel olmak ne kadar
kötüyse, bir müminin iteklenmesi, ötekileştirilmesi, kafir sayılması da aynı
şekilde kötüdür. Çünkü dava adamının yegâne görevi iman dairenin dışındakileri içeri
çağırmak, içerdekileri de birlik ve bütünlük içinde tutmak, aksilik ve asilik
yapanların ıslahına çalışmaktır.
Sonuç olarak lider
için en önemli ve öncelikli görev iç bünyeyi sağlam tutmak, birliği
güçlendirmek; dağılmaların, parçalanmaların, kırgınlıkların önüne geçmektir. Bu
da ancak etrafındaki insanları gözetmekle, içlerinden biri olduğu duygusunu onlara
vermekle, kendisi dahil herkesin dava eri olduğu bilincini yerleştirmekle
mümkün olur. Dava erlerini ihmal eden veya kaybeden lider; davayı kaybeder,
hüsrana uğrar, daha cismi toprağa karışmadan ismi yok olur.
Nitekim İmam Mâtürîdî “Allah yolunda öldürülenleri ölüler
sanmayın, bilakis onlar diridirler” (Bakara 154) ayetinin bir anlamının da şehitler
hakkında müşriklerin “öldü gittiler, isimleri de cisimleri de ortadan kalktı” iddialarına
karşın “onlar ölmüş ve cisimleri toprağa karışmış olsa bile isimleri her
daim yaşayacaktır” şeklinde olduğunu söyler. Buna göre ayetin manası: Dava
erleri, adlarıyla ve şanlarıyla her daim hatıralarda ve ilahî kayıt
altındadırlar. Çünkü “onlar Rablerinin katında ebedî nimete kavuşanlardır.” (Al-i İmran 169).
7 Rebiulahir
1446 / 10 Ekim 2024
0 yorum:
Yorum Gönder