5 Ekim 2024 Cumartesi

İnsanî Şahsiyetin Öncüleri: Peygamberler


İNSANÎ ŞAHSİYETİN ÖNCÜLERİ: PEYGAMBERLER

Dr. Ramazan YILDIRIM

Toplum olarak her yıl idrak ettiğimiz güzel zaman dilimlerinden biri de Mevlid-i Nebi Haftasıdır. Yani şahsiyeti ve getirdiği vahyi ile dünyamızı şereflendiren, eşyaya ve varlığa mana katan, onları başıboşluktan kurtaran Peygamberimizin (sav) doğum yıldönümü. Bu yıldönümü eskiden beri Müslümanlar nezdinde önemsenmiş ve genel olarak bir haftaya yayılan programlarla ihya ve idrak edilmeye çalışılmıştır. Son zamanlarda bu münasebetle tespit edilen bir ana tema etrafında hafta boyunca farklı bakış açıları ve yaklaşımlarla konu her yönüyle ele alınıp insanların istifadesine sunulmaktadır. Bu yıl da Mevlid-i Nebi haftası münasebetiyle belirlenen ana tema: “Peygamberimiz (sav) ve Şahsiyet İnşası” olmuştur. Bu münasebetle konu hakkında birçok etkinlikler yapıldı/yapılıyor. Biz de bu yazıda Peygamberimiz (sav) ve kendisinden önceki Peygamberlerin şahsiyet inşasındaki etkileri ve nasıl bir şahsiyet inşa etmek istedikleri üzerinde ana hatlarıyla duracağız.

İslam, yeryüzüne gönderilen ilk ve son dindir.[1] İlk insan babamız Hz. Adem’in (as) getirdiği din olan İslam, sonra gelen birçok Peygamber tarafından insanlara ulaştırılmış ve Peygamberlik zincirinin son halkası Hz. Muhammed’in (sav) gönderilmesi ile son defa bütün insanlığa hatırlatılmış, Adem’in bütün çocukları bu dine tekrar davet edilmiş ve edilmektedir. Hepsini anlamaktan aciz olsak da birçok hikmete binaen insan türünü yoktan yaratıp dünya ve içindekileri, hatta göklerdeki güneş, ay ve yıldızları onun istifadesine veren yüce Kudret onu başıboş bırakmak istemediğini,[2] kendisini belli bir amaç ve gaye için yarattığını[3] ifade ederek kendisine akıl, irade başta olmak üzere birçok değişik kabiliyet ve nimetler vermiştir. Bununla da yetinmeyen yüce Kudret, elçi olarak Peygamberler ve onlar vasıtasıyla mesajlarını içeren vahiyler göndererek insanoğlunu, kendisine muhatap olma seviyesine çıkardığı gibi ondan beklentilerini ve niçin yaratıldığını net bir şekilde haber vermiştir.

Peygamberler her açıdan örnek bir kişiliğe sahip üstün şahsiyet taşıyan insanlardır. Allah insanlara olan rahmet ve merhameti gereği, insanın kendi türünden ona örnek olacak kişileri seçerek elçi gönderdiğinden[4] her açıdan insan tabiatına sahip olan ve insanlara örneklik eden peygamberler, hayatın her alanında ve her kademesinde Allah’ın görmek istediği kâmil insan modelini yaşayarak hayatlarıyla ortaya koymuşlardır. Onlar hiçbir zaman, fikir ve düşüncelerini üst perdeden söyleyip çoğu zaman kendileri yaşamayan filozof veya fikir adamları gibi hareket etmemişler. Tam aksine söyledikleri her hususu ilk önce ve en mükemmel manada kendileri bizzat yaşamış ve aynı zamanda görsel idrake de hitap etmişlerdir. Bu husus ferdî, ailevî, ictimaî, ticarî ve siyasî hayatın her alanında geçerlidir. Bütün peygamberler kendileri, Allah’ın emrettiği ve görmek istediği şekilde yaşarken, aynı zamanda içerisinde bulundukları toplumun elinden tutarak kişi/leri beşeriyetin sığ kalıplarından kurtarıp insan olma seviyesine çıkarmak için var gücüyle çalışmışlardır. Bu hedef uğruna şahsi çıkar ve rahatlarını bir tarafa bırakıp[5] ondan vazgeçmiş ve hatta yeri geldiği zaman hayatlarını bu yolda feda etmişlerdir.[6]

Kur’an ve sahih Hadisin aktardığı Peygamberlerin hayat kıssaları insanî şahsiyeti oluşturacak birçok örnek ve prensiplerle doludur. Dolayısıyla bu kıssalar öyle hikâye kabilinde anlatılan, basit tarihi bilgiler değil, şu anda yaşadığımız hayat içerisinde canlı yaşanan ve hayat devam ettiği müddetçe de yol göstermeye devam edecek olan altın prensipler barındıran olaylardır. Her bir peygamberin hayatı başlı başına bu anlamda örnek olduğu gibi bütün peygamberlerin kıssalarından oluşan ortak şahsiyet-i maneviye de tarihin her döneminde örnek olmuş ve kıyamete kadar da örneklik etmeye devam edecektir. Ancak en son gelen, dini ve daveti bütün insanlığa yönelik olan Hz. Muhammed (sav) yaşantısıyla kendisinden önceki bütün Peygamberlerin hayatını özetlediği gibi kendisinden sonraki bütün insanlığa da ulaşılması gereken bir hedefi ortaya koymuştur. Bu hayat öyle gizemli, sisli, puslu ve kütüphane raflarında kalan bir şey değildir. Bilakis en ince ve mahrem detaylarına kadar kayıt altına alınıp siyer, meğazi, hadis, tefsir ve tarih kitaplarında bizlere kadar aktarılan ve prensipleri de Kur’an tarafından sürekli vurgulanan canlı bir hayattır.

Peygamberlerin hayatı, bizleri yoktan var edip dünyaya insan olarak gönderen yüce Kudret’in gözlerimizin önüne koyduğu canlı model ve üstün şahsiyet örnekleridir[7] ki; Allah’ın rızası ancak onlar gibi yaşanınca elde edilebilir.[8] Bu hayatların -şahsiyetimizin inşasında da son derece etkili olan/olması gereken- vazgeçilmez birçok özelliği vardır. Hepsini burada anlatmak mümkün olmadığı gibi bu yazının sınırlarını da aşar ama birkaç tanesine beraberce göz atalım:

Sarsılmaz Güçlü İman ve Teslimiyet: Kur’an’ın bize anlattığı Peygamber kıssalarına baktığımız zaman onların Allah’ın mesajını, hiçbir şey eksiltmeden ve eklemeden olduğu gibi insanlara aktardığını ve bu doğrultuda bir hayat yaşadıklarını görürüz. Tabi bu yaşamaları ve anlatmaları çoğu zaman, dönemlerinin insanlarına ters geldiği için -akrabaları başta olmak üzere- kavim ve kabileleri tarafından enva-i türlü zorluklara, hakaret ve düşmanlıklara maruz kalmış ve bazen hayati tehlikelerle burun buruna gelmişlerdir. Bu durumlarda dahi davalarından zerre kadar taviz vermemiş ve bir an bile en ufak bir şüpheye düşmemişlerdir. Tevhidi haykırdığı için dağ gibi bir ateşe atılacak olan İbrahim’i[9] (as) ve aynı sebepten; çoluk-çocuk, kadın ve zayıflardan oluşan kavmini gece vakti Firavun’un zulmünden kaçırırken, onun tam teçhizatlı ordusu ile Kızıldeniz arasında kalan Musa’yı[10] (as) gözlerimizin önünde canlandırıp o andaki davranış ve konuşmalarını düşünelim ve empati yapalım. Biz olsaydık nasıl davranırdık acaba? Buna benzer örnekleri diğer Peygamberlerin hayatlarında da çokça görüyoruz.

Hayatın Her Alanında, Anında ve Sonuna Kadar Dürüstlük: Peygamberler dürüst insanlardır. Peygamberlik görevi verilmeden önce ve sonraki hayatlarının her alanında dürüst olmak onların en belirgin vasfı ve ayrılmaz özelliğidir. Şaka bile olsa yalan konuşmazlar, ölçü ve tartıya dikkat eder müşteriyi aldatmazlar, ikiyüzlü davranmazlar, kimsenin kuyusunu kazmazlar, emri altında çalışanlara asla haksızlık etmezler, ırkçılık yapmazlar, insanlara statülerine göre değil insan oldukları için değer verirler, evrendeki canlı-cansız hiçbir varlığa haksızlık etmez, hakkı-hukuku esas alırlar. Bu listeyi uzatmak mümkündür ve bu hususların her birinde -muhatapları kim olursa olsun- Peygamberlerin tavrı değişmez. Yani hanımı, kızı, oğlu, babası, annesi, müşterisi, misafiri, çalışanı, düşmanı kim olursa olsun bir defa da olsa yanlış yapmamışlardır. Bu durum öyle bir gün, bir hafta, bir yıl değil vefatlarına kadar devam etmiş ve değişmemiştir. Peygamberimizin (sav) bir mevkisi, makamı, zenginliği ya da bugünkü anlamda bir hocalık cübbesi, unvanı yoktu. İslam davasını anlatırken O’nun işini en çok kolaylaştıran şey daha önce kendi toplumu içinde elde ettiği Muhammdu’l-Emin (güvenilir, yanlış yapmayan Muhammed) vasfı idi. Buna rağmen “emrolunduğu gibi dosdoğru ol[11] ayetinin kendisini ihtiyarlattığını adeta belini büktüğünü ifade etmiştir.[12] Böyle buyurması dürüstlük işinin anlatıldığı kadar kolay olmadığını göstermektedir.

Her Zaman Geçici Olanda Ebedi Olanı Aramak ve Ona Müşteri Olmak: Peygamberler bizimle aynı dünyada yaşamış, aynı havayı teneffüs etmiş olmalarına rağmen hiçbir zaman geçici dünya metaına tenezzül edip duruşlarını bozmadılar. Hiçbir Peygamber vefatından sonra akrabalarına mal-mülk miras bırakmamıştır. Onlar da geçici olan dünyalıklara sahip oldular ama o dünyalıkları kalplerine almadılar sadece usulünce istifade edip çekip gittiler. İmam-ı Gazali, insanın mal-mülke olan ihtiyacını, geminin suya olan ihtiyacına benzetir ki, bence nefis bir benzetmedir. Zira su olmazsa gemi yüzemez ama aynı gemi yüzmesine sebep olan suyu içine alsa batar, gider. Peygamberler bu dengeyi hayatlarında çok güzel tutturmuşlar ve hiçbir zaman geçici olan şeyler onları tatmin etmemiştir. Hz. İbrahim’in dilinden ifadeye dökülen “ben batıp gidenleri (kalıcı olmayan ve Baki olan Allah hesabına olmayanları) sevmem”[13] cümlesine bir de böyle bakmak gerektiğini düşünüyorum. Aynı şekilde Mekke ileri gelenlerinin, Efendimiz’e, davasından vazgeçmesi için yaptıkları çok cazip tekliflere karşı “vallahi sağ elime güneşi sol elime ayı koysanız ben yine de (davamdan) vazgeçmem”[14] sözü bu anlamda manidardır. Peygamberlerin üstün şahsiyetlerini oluşturan vasıfları elbette bunlardan ibaret değildir. Ancak yazının uzamaması için burada kesiyoruz.



[1] Al-i İmran, 19

[2] Kıyamet, 36

[3] Zariyat, 56

[4] Al-i İmran, 164

[5] Şuara, 3

[6] Maide, 70

[7] Mümtehine, 4

[8] Al-i İmran, 31

[9] Saffat, 97

[10] Şuara, 61

[11] Hud, 112

[12] Tirmizî, Tefsir, 56/3297

[13] En’am, 76

[14] İbn-i Kesir, es-Sîretu’n-Nebeviye, 1/474. 


 

4 yorum:

  1. Değerli hocam çok güzel ifade etmişsiniz. Güzel yazınız için çok teşekkür ederiz. Yazınız da İslam ilk ve en son dindir cümlesini anlayamadım. İslamdan önce İsevilik ve musevelik vardı diye biliyorum. Selam ve saygıyla.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aslında bizleri insan olarak yoktan yaratan ve dünyaya imtihan için gönderen Rabbimiz, isimleri farklı olsa da tek bir din göndermiştir. İsevilik ve Museviliğin de orijinal hali İslam idi ama zamanla insanlar tarafından farklı ekleme ve çıkarmalar yapılınca aslî durumları bozuldu...

      Sil
  2. Emeğinize sağlık hocam.

    YanıtlaSil
  3. Ayşe ikra Mermer7 Ekim 2024 17:22

    Bizim Peygamberimiz'in(a.s.m) de getirmiş olduğu beşere en büyük hediyesi Kur'an-ı azimüşşan'dır. Çağlar boyu Kuran-ı Kerimin okunması ve anlaşılması için gayret sarfedilmiş, Kur'an'ın ve Kur'an ilimlerinin intişarı hususunda birçok alim, müçtehit, ve şuyuh tedris ile iştigal etmiştir. Kıraat alimleri de her sure, cümle, hatta her kelimesiyle dahi mucizevi manalar taşıyan, tilveti ile kalplere ve gönüllere hitap eden, ruhlara şifa kaynağı olan kıraat-ı Kur'an ilmiyle meşgul olmuşlardır.Günümüzde de gerek yaygın eğitim ve gerekse resmi olarak açılmış kurslarında tefsiri ve manası, tecvid ve mhrecine ait eğitimler verilmekte, tilavetine özen gösterilmektedir. Yine Ramazan aylarında mukabele yapılmakta, bir cemaat ruhu ve şahsı maanevi oluşmaktadır. Tilavet ve kıraat ramazan ayları dışında sadece kurslarda eğitim esnasında veya açılan ek hatim programlarıyla sürdürülmektedir. Fakat bunun yetersiz olduğunu düşündürmektedir. Cami içinde veya zorunlu eklerle. Her ilçede merkezi yerlerde günlük bir cüz okunarak bu mukabele geleneğinin sürekli hale getirilmesi Kuran okumaya ve dinlemeye iştiyaklı insanları bir araya toplaması açısından ne iyi olurdu.. yorum olarak bu metnin biraz dışına çıktım ama bu konudaki fikirlerimi eklemek istedim. Saygılar hocam.

    YanıtlaSil

Yazarlar