DECCALİ GÖRDÜM
Prof. Dr. Cağfer
Karadaş
Ben Ahmet, Gazzeli Ahmet.
Ne zaman doğduğumu tam olarak bilmiyorum. Bilmeye de uğraşmadım, öğrenemezdim de zaten. Bir ara anneme “Ne zaman doğdum?” sormuştum. “İşgalcilerin Gazze’yi bombaladığı gün” demişti bana. O kadar çok bombalanan gün vardı ki, hangisindeydi? Her yer her zaman bombalanıyordu. Zaten böyle şeyleri düşünmeye ayıracak zamanımız hiç olmadı. Doğum günü diye bir şey duymuştum da çok şaşırmıştım.
İşte yine bir bomba. Bu sefer kaçıp kurtulabildim. Çok yakınımda patlamıştı
ve beni acayip bilemişti. “Bir şeyler yapmalıyım ve buna bir cevap vermeliyim”
diye söylendim. Meğer içimden değil açıktan söylemişim. Yanımdaki arkadaşım Hasan
“Tamam, ne duruyoruz, haydi bir şeyler yapalım” dedi.
Elimizde, zor zanaat yaptığımız sadece bir sapanımız vardı. Ama Allah’a
şükür taşımız çoktu. Yıkılan binalardan saçılan beton parçaları silahımızın
kurşunlarıydı. Düştük yola Hasan’la “Aha da karşımızda, işgalci zorbalar”.
“Dur!” dedi Hasan “bizi görüyorlar”. “İyi ya, ben de tam onu istiyorum. İki
gözünün ortasından vuracağım” diye cevap verdim. Vurdum da. Tam iki kaşının
arasından, alnının çatından vurmuştum. Ama tuhaf bir şey gördüm. Alnının tam
ortasında deccalı okudum. Hasan’a söyledim, kafasını salladı geçti. Ama ben
gördüm, gördüğümden emindim.
Sonra gözümü hastanende açtım. Epey yattım, iyileştim, çıktım.
Hayatımdan memnumdun, çünkü deccalı görmüş, alnından vurmuştum.
Ama kimse doğrulamadı beni, boş gözlerle baktılar, kafalarını
salladılar ve gittiler. Ben biliyordum ve inanıyordum. Alnından vurmuştum ve
onun deccal olduğunu alnında okumuştum.
Herkese anlatıyordum, durmadan anlatıyordum. Çocuklar dinliyorlardı
beni sadece. Etrafımı sarıp gözümün içine bakarak merakla ve heyecanla
dinliyorlardı. Bu beni çok mutlu ediyordu, mutlu oldukça daha çok anlatıyordum.
Çocuklardan başka etrafımda kimse yoktu zaten. Hasan mı? Kefen
bulamamışlar, mezara düştüğü gibi koymuşlar onu. Bir kere mezarına götürdüler beni.
Ona tekrar söyledim “Deccalı gördüm” dedim. Ama o beni duymadı, belki de duydu,
cevap vermedi. Belki de yine kafasını sallamak istedi, sallayamadı.
Birden çocukların etrafımdan kaçıştığını gördüm. Yukarı doğru
bakınca niye kaçıştıkların anladım. Bir ateş topu arkasında büyük bir toz
bulutu bırakarak bana doğru geliyordu. Sanki ben onu bekliyordum. Başka yapacak
bir şeyim de yoktu. Şehitlik bir ara çok yaklaşmıştı ama olmamıştı. Şimdi
olacaktı sanki.
Hastanede tedavi gördüğüm günler şimşek gibi zihnimden geçti: Ayılmıştım,
her yanım kan içindeydi. Doğrulmak, hareket etmek istedim, yapamadım. Büyük bir
acı her yanımı sardı, beynim zonkladı, sadece inleyebildim. Meğer arkadaşım
Hasan’la bir bombanın kurbanı olmuşuz. Ben yaralı kurtulmuşum.
O sırada başıma iki kişi geldi. Üzerlerindeki beyaz önlükler kan
rengine dönmüştü. Aralarında konuşuyorlardı, ben duyuyordum. Birisi beni işaret
ederek “Kesmekten başka çaremiz yok” dedi. Öteki “Keşke baygınken kesseydik,
anestezi malzememiz hiç kalmadı” dedi. “Hangisine yetişelim ki” diye cevap
verdi, çaresiz.
Biri kolumu tuttu, diğeri kesmeye başladı. Var gücümle bağırdım,
hastaneyi, mahalleyi, bütün Gazze’yi çığlıklarımla inlettim. Anneciğim de
sesimi duymadı, çünkü o da şehitler arasına karışmıştı. Sonra hiçbir şey
hatırlamıyorum. Uyandım, bir sürü bez sargının içindeydim. İnsanlar beni bir
yerden ötekine kucaklarında götürüyorlardı. Anladım ki hem kollarım hem
ayaklarım kesilmişti.
İşte böyle. Çocuklar beni oracıkta, ateş topunun tam karşısında
bırakıp kaçışmışlardı. Başka ne yapabilirlerdi ki. Küçücük elleriyle beni
taşıyamazlardı. Şehit olayım diye bırakmışlardı belki. Ama ben bu sefer
ıskalamayacaktım. Meleklere anlatacaktım. Onlar beni dinlerlerdi. Rabbime
anlatacaktım. O benim intikamımı alırdı.
Ateş topu tepemde patladı. Ben sevinç içinde, ne çok mutluydum!
22 Rebiulevvel
1446 / 25 Eylül 2024
0 yorum:
Yorum Gönder