ÖTENAZİ
VE DEĞERLERİN ALT ÜST OLUŞU
Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ
Ötenazi, Yunanca bir kelime olup “iyi, güzel veya ıstırapsız ölüm” anlamına gelmektedir. Terim olarak ise “tedavisi bulunmayan hastalığa yakalanmış kişiyi bedenî ıstıraplardan kurtarmak için acısız olduğu düşünülen vasıtalarla hayatına son verilmesi” diye tanımlanır.
Bu
tamamen insan odaklı ve çerçeveli üretilmiş bir kavram gibi görünüyor. Bu
kavram Türkçeye “ölüm hakkı”, Arapçaya ise “mevtü’r-rahme / el-mevtü’r-rahîm” (موت الرحمة/الموت الرحيم) diye tercüme edilmiş. Bu tercümeler bir
cinayete hak anlamı kazandırmak veya rahmet kılıfı giydirmek gibi
ciddi bir yanlışı içinde barındırmaktadır. Diğer bir deyişle ötenazinin hak
olduğu ve içinde şefkat barındırdığı algısı oluşturulmak istenmektedir sanki.
Halbuki ötenazi tek ve tam anlamıyla bir cinayettir.
Ötenaziye
gerekçe olarak kişinin acı çekmesinin önlenmesi veya toplumun menfaatinin
gözetilmesi yönü öne çıkarılmış. Bu gerekçe doğrultusunda ırkın iyileştirilmesi
ve toplumun gereksiz fazlalıklardan temizlenmesi maksadıyla yapılana öjenik
ötenazi, ekonomik yükü azaltmak amacıyla yapılana ise ekonomik ötenazi
denilmiş. Aslında birincisine ırkçı ötenazi, ikincisine ise kapitalist
ötenazi demek daha uygundur. Bu iki ötenazi çeşidi kişilerin talebiyle
değil, otoritenin veya baskı gruplarının kararlarıyla oluştuğundan açık cinayet
anlamı taşır. O yüzden bu tür ötenazi uygulamalarına istemsiz ötenazi
veya cinayet ötenazisi ismi verilmiş. Kişinin kendi talebi veya
tercihiyle gerçekleşen türüne ise istemli ötenazi denilmiştir.
İslam
açısından insana yönelik ötenazinin hiçbir çeşidine onay/cevaz verilmesi söz
konusu değildir. Zira insan Yüce Allah tarafından yaratılmış, doğumu ve ölümü
ilahî iradeyle belirlenmiş bir varlıktır. İntiharda olduğu gibi kişinin kendi
ölümüne karar vermesi ne kadar yanlış ise başkalarının istemli ya da istemsiz
ötenazi talebine yönelik kararı aynı şekilde yanlıştır.
Bu tür
faaliyet Allah’ın tasarruf yetkisini kısıtlama veya ele geçirme iddiası ve teşebbüsü
anlamına gelir. Bu yaklaşım Firavunun “ben en büyük tanrıyım” demesi gibidir.
Teşebbüs diyoruz, çünkü bir insan tanrılık veya ölüm konusunda ancak iddia ve
teşebbüste bulunabilir. Tanrılık iddiası ölümle yüz yüze gelindiğinde biter, ölümün
gerçekleşmesi ise kişinin Allah tarafından belirlenmiş eceline bağlıdır. Nasıl
ki Firavun “ben tanrıyım” demekle tanrı olamadıysa, “ben öldüreceğim” demekle
de Allah’ın belirlediği ecel gelmedikçe ölüm gerçekleşmez. Nitekim Belçika’da
bir doktor, hastasının ötenazi ilacıyla ölmediğini görünce onu yastıkla boğmaya
kalkışmıştır.[1]
Benzer
şekilde Yüce Allah istemedikçe çocuk sahibi olmak insanın elinde olmadığı gibi
ölmesini sağlamak da insanın elinde değildir. Kürtajın ilahî dinlerde yasak
olmasının en önemli gerekçesi de budur. Anne-baba bile olsa hiç kimse çocuk üzerinde
her türlü tasarrufa sahip değildir. Çünkü insan bir eşya veya hayvan konumuna
indirgenemez, onlara yapılan muameleye tabi tutulamaz.
Modern
zamanlarda ortaya çıkan değer sapmaları/saptırmaları insanın, hayvanın ve
eşyanın konumlarının ve değerlerinin karıştırılmasına, aşınmasına hatta
kaybolmasına yol açmıştır. Boşlukta ortaya çıkan yapay/algısal psikolojiler,
gerçekliğin ve doğallığın yerini almıştır. Son günlerde hayvanlara yönelik aşırı
bağlılıkların, sevgi ve merhamet sapmalarının altında yatan neden büyük ölçüde bu
yapay psikolojilerden kaynaklanmaktır.
İslam
inancına göre insan mükerrem bir varlıktır. Nefes
aldığı sürece ona saygı duyulması ve gerekli hayati ihtiyaçlarının karşılanması
gerekir. Ülkesini, canını ve malını savunma amaçlı düşmanı etkisiz hale
getirmeler veya suçun sübut bulmasıyla yapılan infazlar bile adalet kurumunun
sıkı denetimine tabidir. Bu konularda küçük bir ihmal veya dikkatsizlik olayı
cinayete dönüştürebilir.
Tarihe
baktığımızda Batı felsefesinde önceleri kişinin veya toplumun menfaati
gözetilerek ötenaziye onay verilirken daha sonraları kişinin kendi üzerinde
tasarruf ve tercih hakkı bulunduğu gerekçesiyle onay verilmeye
başlanmıştır. Bu anlayış birçok sapkın olayın da yasallaşmasını beraberinde
getirmiştir. Günümüzde LGBT+ ve cinsiyetsizlik eğilimlerindeki
baş gerekçe “kişisel tercih özgürlüğü” olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu
anlayış başkalarını öldürme, malını gasp etme veya istediğine zarar verme
özgürlüğüne doğru evrilirse çok şaşırtıcı olmaz.
Nitekim bugün genelde Filistin’in tamamında özelde ise Gazze’de Siyonist İsrail tarafından gerçekleştirilen toprak ve mülk hırsızlığını, keyfi katliamları ve hunharca soykırımı batılıların bir kısmının desteklemesi ve bir kısmının da buna kayıtsız kalması bu psikolojinin ve zihniyetin doğurduğu sonuç olsa gerektir. Ortaya attıkları “İsrail’in kendini savunma hakkı vardır” gerekçesinin bir kılıftan ibaret olduğunu anlamak için insan olmak yeterlidir. Öldürülenlerin çoğunluğunun çocuk ve kadınlardan oluşması bile ne yazık ki bazı vicdanları harekete geçirmeye yetmemektedir. Halbuki ölenlerin sivil halk olması bütün hukuk sistemlerine göre savaş suçu niteliğindedir.[2]
12 Rebiulevvel 1446 / 15 Eylül 2024
[1] Bkz. https://www.ntv.com.tr/dunya/belcikada-doktor-kadina-yastikla-otanazi
uyguladi,uHJP_ EOcuEOSSu7mtK2qbw
[2] Bkz.
https://www.aa.com.tr/tr/dunya/soykirim-davasinda-israille-ilgili-karar-dunya-basininda-genis-yanki-buldu/3120056,
11.03.2024; 00:15).
0 yorum:
Yorum Gönder