27 Nisan 2020 Pazartesi

Dini Korumak İnsanı Korumak

Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ
Her dinin ve inancın vaz geçilmez temel ilkeleri, hassasiyetleri ve ayırt edici özellikleri vardır ve bunlar hem o dinin varoluş hem de varlığını sürdürme nedenleridir. Bunlardan vaz geçmek veya göz ardı etmek dinin hayat sahnesinden çekilmesine rıza göstermek ve göz yummaktır. Bunu bilen dinin müntesipleri bu temel ilkeleri, hassasiyetleri ve ayırt edici özellikleri hatırlatmayı ve savunmayı vazgeçilmez görev bilirler. Bu, tamamen dinin özgünlüğünü ve kurumsallığını koruma amaçlıdır. Bin dört yüz yıldır tarih ve hayat sahnesinde sağlam bir yeri bulunan, yegâne hak din olma vasfını taşıyan ve milyonlarca insanın tutunarak huzur bulduğu İslam dininin başka türlü olması beklenemez. 

Bilinmelidir ki, İslam dininin ilkelerinin ve hassasiyetlerinin amacı ve hedefi, insanın varoluşunun zorunlu değerleri olan can, mal, akıl, nesil ve din güvenliğini sağlamak, bunlara yönelik tehditlere karşı insanî savunma refleksi oluşturmaktır. Bu zorunlu değerler korunmadığı takdirde, insanın doğal hayatının varlığı ve sürekliliği tehlikeye girer. Girdiği de tarihte görülmüş ve bugün de görülmektedir. Çünkü dinin sürdürülebilirliği insanın doğal yapısının korunmasına bağlı olduğu kadar, insanın doğal yapısı da dinin ilke ve hassasiyetlerinin gözetilmesine bağlıdır. İslam bu doğal yapıyı fıtrat yani Allah’ın en güzel biçimde yarattığı, bedenî ve ruhî üstün özelliklerle donattığı özgün şekil olarak niteler. Bu özgün yaratılış, evirilme ya da ilerlemeyle değil, Allah’ın en baştan kadın ve erkek cinsiyetiyle insanolarak yaratmasıyladır. Bundandır ki, Hz. Adem’den itibaren her peygamberin getirdiği ilahî mesaj, insanın bu beş olmazsa olmaz değerini hatırlatma ve yaşatma üzerine kuruludur. 
Son peygamber Hz. Muhammed Mustafa’nın eliyle gelen Kur’an ve uygulamasıyla onun hayata yansımış şekli olan Sünnetin ortaya koyduğu yasaklar da tamamıyla insanın fıtratını korumaya yöneliktir. Nitekim içki ve uyuşturucu yasağı aklı; arsızlık, fuhuş, zina ve eşcinsellik yasağı nesli; hırsızlık, sahtekârlık, rüşvet ve faiz yasağı malı; adam öldürme ve zararlı madde kullanma yasağı canı; baskı, zorlama ve zorbalık yasağı dini koruyan kurallardır. İnsanın doğal yapısını korumaya yönelik bu beş temel değer, birbiriyle sıkı irtibat içindedir ve bir bütününü ayrılmaz parçalarıdır. Bunlardan birinin olmaması diğerlerinin varlığını anlamsız hale getirir. 
Maalesef modern zamanların aşırı özgürlük vurgusu hak ve sorumluğu, kazanma hırsı diğerkâmlığı, mal sevdası kanaatkârlığı, aşırı bireycilik aileyi, sevgiyi, saygıyı ve insani değerleri; doğallığını yitirmiş insancıllık doğal hayatı, ötekileştiren cinsiyetçilik cinsiyetlerin doğallığını yok etmiştir. 
İnsanın hırs ve tamahkârlığının sürekli körüklenmesi, güzelim doğanın tahribatına nasıl yol açtıysa, birbirini bütünleyen kadın ve erkeğin karşıt ve düşman hale getirilmesi de insanlığın sonunu getirmeye adaydır. “Cinsel özgürlük” veya “cinsel yönelim” adı altında iki bin yıl öncesinin takıntısı, saplantısı ve sapıklığı olan Sodom ve Gomore fuhşunu özendirerek bu güne taşımaya kalkışmak ve yaygınlaşmasına göz yummak insanlığın temeline dinamit koymaktan başka bir anlam ifade etmez.
İnsan aileyi, aile toplumu, toplum da devleti oluşturur ve sürdürür. O yüzdendir ki, insanı yaşat ki devlet yaşasındenmiştir. İnsanın varlığı ve doğallığı da yukarıda sayılan can, mal, akıl, nesil ve din gibi vazgeçilmez beş temel değerin korunmasına bağlıdır. Bunları korumayı amaçlayan açıklamalardan rahatsız olunması, doğallığını henüz yetirmemiş insanlarda şaşkınlık meydana getirmiştir. Çünkü bu açıklamalar nihai noktada insanı, aileyi, toplumu ve devleti korumaya yöneliktir. Bu yapılar olmadan insanın doğal haliyle kalması söz konusu değildir. İnsanı hayvandan ayıran beden-ruh bütünlüğün tezahürü olan aklı ise yaşantısının ayırt edici özelliği de aile bireyi olarak dünyaya gelmesi ve ölene kadar da bu özelliğini korumasıdır. Bu aile bireyi özelliği, hem hukukî hem sosyal hem de ahlakî düzenlemelere yansımakta ve korunmasına özen gösterilmektedir.
Anayasal bir kurum olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın inançlı ve inanca saygılı halkından aldığı güç ve kanunla verilmiş yetkisi çerçevesinde İslam dininin temel ilkeleri, ayırt edici özellikleri ve hassasiyetleri konusunda halkı bilgilendirme amaçlı açıklamışları görevinin bir gereğidir. Aksi bir durum yani bunları açıklamaması hem müntesip olduğu dine yönelik hem de devlete yönelik görevini yerine getirmemesi anlamına gelir. Bunu öfkeyle ve kınamayla karşılamak hakikaten son derece şaşırtıcı ve anlaşılmaz bir durumdur. Bu öfkeli tavır, insanın doğallığının tahribine sessiz kalmayı aşarak bu tahribi teşvik edici bir görüntü oluşturmaktadır.
27.04. 2020

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar