Prof. Dr. Adnan Demircan
İhtisas alanımın içinde ihtilaflı ve Müslümanların canını acıtan, aslında içlerine pek sinmeyen ama bir şekilde tevil ederek kendi kendilerini ikna etmeye çalıştıkları önemli bir dönem de giriyor. Hz. Osman ve Hz. Ali dönemleri… Bu konudaki araştırmalarım ve okumalarım otuz yılı aşkın bir süredir devam ediyor. Hala süren çalışmalarıma başladığım zamanki görüşlerim ile şimdikiler arasında uçurum var.
Ülkemizde bu dönemi çalışanların sayısı oldukça az, ama görüşü olmayan neredeyse yok gibi… Ancak konu hakkında birçok insan uzman edasıyla konuşabiliyor.
Söz geldiğinde insanlar ezberleri üzerinden yargıda bulunuyor. Kimi dönemin bazı kahramanlarını tekfir varan aşırı uçlarda dolaşırken kimi herkesi kurtarma derdinde anlatılanlardan işine gelenleri bir araya getirerek bir buket sunma peşinde…
Bu konularda yargıda bulunanlardan işi bildiğini iddia edenlerin çoğu geçmişin mezhebî tartışmalarının gölgesinde şekillenen bir bakışa sahip…
Daha sık rastladıklarımız ise kitabi bilgiye değil, sloganlara ve basmakalıp ifadelere bağlı bir söylemi dillendiriyorlar. Okuyan, araştıran, öğrenen, öğrendikleriyle bildiklerini kritik eden o kadar az ki…
Onlar zaten öğrenme derdinde oldukları için kimseye bir şey söylemekten, laf yetiştirmekten, ayar vermekten daha önemli bir uğraşları var. Konuştuklarında ise yılların emeğinden damıtılan sözleri arada kaynıyor, hatta suçlamalara maruz kalmalarına sebep oluyor.
Zaman zaman katıldığım bilimsel programlarda çalıştığım dönemle ilgili konuları kişilerin dinî konumları zaviyesinden değil, soğukkanlılıkla, kimsenin tarafını tutmadan, herhangi bir mezhebin görüşünü ispatlamayı vazife edinmeden, insanı, yaşadığı koşulları ve yaptıklarını anlamaya çalışarak öğrendiklerimi sunma gayreti içinde oldum. Ancak hemen her yerde birbirine benzeyen, sloganvari muhalif cümlelere tanıklık ettim.
Geçmişle ilgili altı boş iddialar…
Bilgiye dayanmayan ezberler…
Sloganlar… Sloganlar…
İlginçtir, eleştiride bulunanların bir kısmının konuşmalarından aslında bu dönemde meydana gelen olaylarla ilgili daha önce bilgilenme, görüşlerini tashih etme gibi bir sürecin içinde hiç olmadıklarını anlıyorsunuz.
Zira söz ve soru sahibini tarttırır…
Peki, bir insan geçmişten gelen, derinliği olmayan, zamanın etkisiyle değişmeye, yozlaşmaya ve aşınmaya karşı koyamayacak yargılarla 14 asır önce meydana gelen gelişmelerle ilgili nasıl bu kadar kesin ve keskin bir yargı sahibi olur?
Bu yargıların sahipleri, zayıf bir ihtimal de olsa yargılarının yanlış olma ihtimalini nasıl düşünmezler?
Neden söylenen sözü anlamaya değil, ona karşı çıkmaya endeksli bir tutum içinde olurlar?
Anlamak zor…
İnsanoğlu enteresan bir varlık… Bir taraftan akletmenin onu diğer canlılardan ayıran özelliği olduğunu söyler, diğer taraftan bu özelliğinin gereğini yerine getirmek yerine alışkanlıklarla ve üzerinde düşünmediği basmakalıp ifadelerle yargıda bulunur.
Okumayan, araştırmayan, akletmeyi kendisine dert etmeyen, bunun sancısını çekmeyen insanların seslerinin daha çok çıkması, onların yargılarının hâkim olması ise daha acıtıcı olanı…
Bir de bunlar akademide köşe başlarını tutuyor, kendileri gibi inanmayanları yargılayıp meşruiyet dairesinin dışına atıyorlarsa insanımızın, ülkemizin ve mensubu olduğumuz dünyanın geleceği için karamsarlığa kapılmamak mümkün değil.
“Kendileri gibi inanmayanları” ifadesini bilinçli kullandım, çünkü bunlar tarihle ilgili söylenenleri bilimsel düşüncenin değil, inanmanın konusu zannediyorlar.
Geçmişte kitabı, bir milyon satan bir gazete promosyonu olarak hemen her mütedeyyin insanın evine giren bir hadisçinin tartışılan bir hadisle ilgili kanaatini öğrenmek için kitabına baktım. Yaklaşık olarak “bu hadisi kabul etmezsek geçmiş ulemayı tadlil etmiş oluruz” diyordu. Bu hadisle ilgili kabul ettiği yargıyı ifade eden âlimlerle aynı görüşü paylaşmamak, onların yanlış düşündüğünü söylemek olur ki bu, tehlikeli bir yaklaşım olur. Söyleyecek sözünüz, yapacağınız kritik, bu mudur? Bu zihinle ilmi geçmişin karanlığında dondurmuş olmaz mısınız? Sizin söyleyecek bir sözünüz olabilir mi?
Daha da beteri var. Tanıdığımız, bildiğimiz ömrünü bir konuyu araştırmaya adamış bazı hocalarımızın bilimsel kanaatlerini, o konuda bir sayfa metin okumamış bir insanın yargılaması, ona ayar vermesi, onu sapkınlıkla suçlaması…
Bu, insanı kahretmez mi?
Genç dimağların bunlara emanet edilmesi bir cinayet değil mi?
Bu insanlar, genellikle bir yerlere gelmek için kimliğe ihtiyaçları olduğunu bilirler. Bir cemaat, parti ya da başka bir kimlik…
Kendilerine kapıları açan, suiistimalle bir yerlere gelmelerini meşrulaştıranların bir kimlik…
Zamanı ve coğrafyayı onlara bırakmak, onları endaze olarak sunmak, insanlığın geleceğine büyük bir ihanettir.
Allah razı olsun hocam.siz hep yazın ins🤲
YanıtlaSil