25 Mayıs 2020 Pazartesi

Hz. Peygamber’in (sav) Gençlere Gösterdiği Özen ve Verdiği Değer

Prof. Dr. Âdem APAK
Son semavî din olan İslâm bütün insanlık için evrensel mesajların yanı sıra aynı zamanda bir eğitim sistemi, toplumlar ve insanlar arası ilişkilerin temeli olan bir değerler ve davranışlar düzeni getirmiştir. Zira evrensel mesajlar ile bunların hayata yansımasını temin eden eğitim sistemi olmaksızın İslâm’ın bir hayat dini haline gelmesi mümkün değildir. Davranış düzeni konusunda en güzel örnek ise bu dinin tebliğcisi Hz. Peygamber’dir. Özellikle toplumların ümidi ve geleceği olan gençlerin yetiştirilmesinde peygamberî öğretinin tespiti ve takibi büyük önem arzeder. Dolayısıyla Rasûl-i Ekrem’in (sav) gençlere yaklaşı­mını, onlarla ilişkilerini doğru bir şekilde tespit etmek, onun tavır ve davranışlarının gerisindeki temel prensipleri kavramak ve gelecek nesilleri bu doğrultuda yetiştirmek her Müslüman ferdin ve cemiyetin en öncelikli hedefi olmalıdır.
 
Hz. Peygamber (sav) tebliğ görevini üstlenmesinden itibaren Mekke toplumunda kadın-erkek, genç-ihtiyar, zengin-fakir, hür-köle ayrımı yapmadan herkesi İslâm’a davet etmişti.  Onun çağrısına şehirde yaşayan hemen her gruptan insanlar olumlu cevap verip müslüman oldular. İslâm’a girenlerin ortak özelliği ise onların ortalama yirmili yaşlardaki gençlerden meydana gelmiş olmalarıdır. Genelde ilk Müslümanların köleler, fakirler, kimse­siz ve zayıf kimseler olduğu şeklinde yaygın bir kanaat vardır. Ancak ilk kaynaklarda isimleri zikredilen Müslümanlara bakıldığında onların büyük çoğunluğunun yoksullar değil, refah içerisinde yaşayan Mekke'nin nüfuzlu ailelerine mensup gençlerden meydana geldiği açıkça görülür. Meselâ Müslüman olduğunda Hz. Ali 10, Abdullah b. Ömer 13, Zeyd b. Hârise 15, Abdullah b. Mes'ûd ve Zübeyr b. el-Avvâm 16, Talha b. Ubeydullah, Abdurrahman b. Avf, Erkam b. Ebu'l-Erkam ve Sa'd b. Ebû Vakkâs 17, Mus'ab b. Umeyr 18-20, Câfer b. Ebû Tâlib 22, Osman b. Affân, Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh ve Hz. Ömer 25-31 yaşlarında idiler. Genç erkekler gibi genç hanımlar da İslâm'ı ilk seçenler arasında yerlerini almışlardır. Hz. Peygamber’in (sav) kızları Rukıyye, Zeynep, Ümmü Külsüm ve Fâtıma başta olmak üzere Hz. Ömer’in kız kardeşi Fâtıma bint el-Hattâb, Hz. Ebû Bekir'in kızları Esmâ ve Âişe ilk akla gelenlerdir. Adı geçen gençlerin çoğu refah ve itibar sahibi olan ailelerini terk edip büyük fedakârlıklarla Hz. Peygamber'in (sav) safında yer alma­yı tercih etmişlerdir. Burada verilecek iki örnek, meseleyi açıklar mahiyettedir: Mus'âb b. Umeyr zengin bir aileni çocuğu idi. Mekke'de en güzel, lüks ve gösterişli giyinen, pahalı kokular sürünen bir gençti.[1] İslâm’ı hiç tereddütsüz kabul etti. Müslüman ol­duğunu öğrenen ailesi kendisini hapsetti. Özellikle annesi oğlunun Hz. Peygamber’in (sav) yanında olmasına asla rıza göstermiyordu. Baskılardan bunalan Mus'âb bir süre sonra yurdunu terk ederek Ha­beşistan'a hicret etti. Daha sonra da Medine’ye ilk Muhâcir olarak hicret etti. Bedir Savaşı’na katıldı. Uhud Savaşı’nda şehit olduğu zaman nâşının üzerine örtülecek kısa bir gömleğinden başka bir şeyi bulunamadı. Üstelik bu kumaş parçasıyla başı örtülünce ayakları açılmış, ayakları örtülünce de başı açık kalmıştır.[2]
Mus’ab’a benzer sıkıntıları ilk Müslüman gençlerden Sa’d b. Ebû Vakkâs da yaşamıştır. Özellikle müşrik olan annesi Hamdûne bint. Süfyân b. Ümeyye oğlunun Müslümanlığından rahatsız olmuş, onu dininden geri döndürmek için Hz. Muhammed’i (sav) inkâr edinceye kadar kızgın çöl güneşinde bekleyeceğini, ölünceye kadar yemeyi ve içmeyi terk edeceğini söylemiştir.[3] Bir taraftan imanından vazgeçmek istemeyen diğer taraftan da annesinin durumuna son derece üzülen Sa’d’ın sıkıntısı nâzil olan şu âyetle ile ortadan kaldırılmıştır:
Ey insanoğlu, ana-baba seni körü körüne bana ortak koşman için zorlarsa, onlara itaat etme; dünya işlerinden onlarla güzle geçin. Bana yönelen kimsenin yoluna uy, sonunda dönüşünüz banadır. O zaman yaptıklarınızı size bildiririm”.[4]
Anne-babaya itaati bir emir olarak kabul eden İslâm dininin, Allah’a şirk koşmayı bundan istisna tuttuğu inen âyetle açıkça ortaya konmuş oldu. Nitekim bu âyetin nâzil olmasından sonra Sa’d (ra) “Ey anne, senin bin canın olsa, sen de bunları birer birer teslim etsen, ben yine dinimden ayrılmam” diyerek imanı konusundaki kesin kanaatini bildirmiş, oğlunun dinindeki sebatını gören anne de inadından vazgeçmek durumunda kalmıştır.[5]
Kureyşli bir başka genç olan Ebû Huzeyfe Kureyş liderlerinden ve Bedir Savaşı’nda müşrik olarak ölen Utbe b. Rebîa’ın oğlu idi. Ebû Huzeyfe zenginlik içinde yaşayan birisiydi. Babasından sonra kabilesi Ümeyyeoğulları’nın belki de Kureyş’in liderliği kendisini bekliyordu. Buna rağmen bütün bu servet, itibar ve rahatlığı terk ederek İslâm’la birlikte çileyi ve fakirliği seçmiştir.[6]
Yukarıda zikredilenlerin dışında genç yaşta İslâm'ı kabul eden pek çok Müslüman mevcuttur. Bunlar arasından İslâm'ın Mekke ve Medine dönemlerinde ve Hz. Peygamber'in (sav) vefatından sonraki zamanlarda çok önemli görevler üstlenenler vardır. Nitekim zamanla onların içinde halifeler, valiler, hâkimler, öğretmenler ve ülkeler fetheden komutanlar çıkmıştır. Özetle İslâm hareketini asıl yönlendiren ve onu Arap toplumunun yeni kim­liği haline gelmesinde canla başla destekleyerek Hz. Peygamber’e (sav) yar­dımcı olanlar bu idealist gençlerdi. 
Siyer kaynakları incelendiğinde Hz. Peygamber’in (sav) de İslâm toplumunun şekillenmesinde ve İslâmî değerle­rin yaşanmasında ve yayılmasında gençlere büyük sorumluluklar verdiği açıkça görülür. Allah Rasûlü (sav) cesaret ve enerjilerinden gereği gibi yararlanmak için her şeyden önce gençlerin kendine güvenen, sağlam bir kişilik geliştirmelerine imkân sağlanmasını istemiştir. Zira Hz. Peygamber (sav) sorumluluk gerektiren en yüksek görevlere hazırlanmalarını gençliğin tabiî hakkı ve toplum menfaatin bir gereği olarak görüyordu. Bun­dan dolayı gençlere özel ilgi gösteriyor, önemli görevler üstlenmeleri hususunda kendilerini teşvik ediyordu. Nitekim askerlik, eğitim-öğretim ve yargı alanlarında bu görevlendirmelerini örneklerini görmek mümkündür. 
İlk Müslüman gençlerin faaliyetlerine bir örnek teşkil etmek üzere Hz. Peygamber'e (sav) evini tahsis eden ve 17 yaşında İslâm'ı kabul etmiş olan Erkam b. Ebu'l-Erkam'ın İslâm'ın ilk yıllarında üstlenmiş olduğu role özellikle temas etmek gerekir. Tebliğin ilk yıllarında Erkam’ın evinin Hz. Peygamber'in (sav) tebliğinde önemli bir rol üstlendiği görülmektedir. Davet faaliyeti için son derece elverişli olan bu ev Kâbe haremi dâhilinde Safâ Tepesi’nin eteğinde bulunuyordu. Hac ve umre maksadıyla dışarıdan gelenlerle dikkat çekmeden burada temas kurma imkânı vardı. Ayrıca Mekkeli Müslümanlar da buraya kolayca gelip gidebiliyorlardı. Hz. Peygamber (sav) Erkam’ın evinde bir yandan İslâm'a davet görevini yerine getiriyor, diğer yandan de Müslümanlara dinin yeni emirlerini bildiriyordu. Burada gerçekleştirilen faaliyetler sonucunda pek çok kişinin İslâm'a dâhil olduğu bilinmektedir. Nitekim Hz. Ömer Dâru’l-Erkam’da Müslüman olanların sonuncusu kabul edilir. İlk sahâbîlerin Müslüman oluşları, “Rasûlüllah'ın Dâru’l-Erkam’a girmesinden önce-sonra”, “Dâru’l-Erkam’da iken” şeklinde tarihlendirilmiştir.[7]
 İlk Müslüman gençlerin Mekke’de olduğu gibi İslâm'ın Arap Yarımadası'nın dışında tanınmasında da önemli katkıları olmuştur. Yaklaşık 25 yaşında iken Habeşistan'a hicret eden Hz. Ali’nin ağabeyi Câfer b. Ebû Tâlib'in İslâm'ı ve Müslümanları savunmak üzere Habeşistan hükümdarının, Hıristiyan din adamlarının ve saray erkânının huzurunda yaptığı konuşma İslâm hitabet sanatının eşsiz örneklerinden biri kabul edilir: 
“Ey hükümdar, Allah aramızdan birini seçip de onu kendisi için elçi olarak gönderene kadar biz cahillerdendik, putlara tapar, ölü hayvan eti yer, fuhuş yapardık. Akrabalık bağlarına riayet etmez, komşuluk haklarını tanımazdık. Güçlü olanlarımız zayıf olanlarımızı ezerdi. Uzun bir müddet bu halde yaşadık. Sonra Allah bize aramızdan soyunu, doğruluğunu, güvenilirliğini, namusluluğunu bildiğimiz bir peygamber gönderdi. O bizi Yüce Allah’ın birliğini tanımaya ve Allah’a ibadet etmeye çağırdı. Ağaç ve taştan yaptığımız putlara tapmaktan, Allah’a ortak koşmaktan uzaklaştırdı. Bize doğru söylemeyi, emânete ve akrabalık bağına riayet etmeyi, komşularla güzel geçinmeyi, haramdan, kan dökmekten sakınmayı emretti. Fuhuştan, yalandan, yetim malı yemekten, namuslu kadına iftira etmekten menetti. Bize diğer insanlara kötülük yapmaktan çekinmeyi, sadece Allah’a ibadet etmeyi, sadaka vermeyi ve her çeşit iyi ve güzel ameller işlemeyi öğretti. Bütün bunlar bize hoş ve cazip geldi ve biz bunları yapmaya başladık. Fakat bunun hemen arkasından kendi insanlarımızdan, vatanımızı terk etmeye ve senin ülkene sığınmaya bizi mecbur eden işkenceler gördük. Hâsılı biz, seçebileceğimiz bütün krallar arasından sizi tercih etmiş bulunuyoruz; zira sizin yanında bize kimsenin zulmedemeyeceğini ümit ediyoruz”.[8]
Mekkeli ilk Müslüman gençlerden Mus'ab b. Umeyr, I. Akabe Biatı'ndan sonra Hz. Peygamber (sav) tarafından Medine'ye öğretmen olarak gönderilmiştir. Bu sırada kendisi 25 yaşındadır. Onun gayretleri sonucunda pek çok Medineli Müslüman olmuş, Üseyd b. Hudayr ve Sa'd b. Muâz gibi iki nüfuzlu kabile reisinin İslâm'a girişini sağlamıştır.[9]
Mekke’de olduğu gibi Medine döneminde de gençlerin etkinlikleri dikkat çekmektedir. Bunlar arasında Zeyd b. Sâbit Hz. Peygamber (sav) tarafından komşu hükümdar, emîr ve Arap kabilelerine gönderilen mektupların pek çoğunu yazmıştır. Allah Rasûlü (sav) onu daha sonra vahiy kâtipleri arasına dâhil etti. Nitekim vahiy kâtiplerinden olan Ubey b Kâ’b bulunmadığı zaman, Peygamberimiz (sav) Zeyd b. Sâbit’i çağırır, gelen âyetleri ona yazdırırdı. Rivayetlere göre Hz. Peygamber’in (sav) vahiy kâtipleri içinde Übey b. Kâb’dan  sonra Medine’de en çok vahiy yazan Hz. Zeyd b. Sâbit olmuştur.[10] Zeyd, Hz. Peygamber (sav) vefat ettiğinde 21 yaş civarındaydı. İlk halîfe Hz. Ebû Bekir döneminde Kur’ân-ı Kerîm'i toplamakla yine Zeyd’i görevlendirilmiştir. Zeyd’in böylesine önemli bir faaliyeti gerçekleştirdiği sıralarda 22 yaşında olması İslâm'ın ilk döneminde gençlerin ne derece büyük rol oynadığını ortaya koyması bakımından ilgi çekicidir.[11]
Allah Rasûlü (sav) gençlerin kendi ilgi alanlarında yetişmesine büyük dikkat göstermiştir. Zekâ ve kabiliyetine güvendiği gençle­rin ilimde uzmanlaşmaları için onlara büyük imkânlar sunmuştur. Kur’ân âyetleriyle karıştırılabileceği endişesiyle hadislerin yazılmasını yasakladığı bir dönemde Müslüman gençlerden Abdullah b. Amr b. el-Âs’a özel izin vermiştir. Abdullah b. Amr, Allah Rasûlü’nden (sav) aldığı izinle es-Sahîfetü’s-Sâdıka adını verdiği bir hadis risâlesi kaleme almıştır.[12]
Hz. Peygamber (sav) gençleri çoğunluğu yaşlı sahâbîlerden oluşan ordulara komutan tayin etmiş, pek çok gazvede sancağı bizzat gençlere vermiştir. Tebük Seferi'nde sancak Zeyd b. Sâbit'e, Bedir'de Hz. Ali'ye teslim edilmiştir. 18 yaşında olan Üsâme b. Zeyd Suriye'ye gönderilen orduya komutan tayin edilmiştir. Rasûlüllah (sav) Benî Kudâa kabilesi üzerine göndermek üzere hazırladığı birliğin sancağını da Üsâme b. Zeyd'e vermiştir. Sefere çıkan birlik aralarında Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Ebû Ubeyde gibi Muhâcirlerin de yer aldığı askerlerden oluşuyordu. Sahâbîlerden bazı­ları genç Üsâme'nin kumandan tayin edilmesini yadırgamışlar ancak Hz. Pey­gamber (sav) Üsâme'nin komutanlığında ısrar etmiştir.[13]
 Hz. Peygamber (sav) pek çok hadislerinde faziletli gençleri medh ve takdir eder. Buna göre kıyamet gününde arşın gölgesi altında mutlu olacaklar arasında, gönlü Allah'a bağlı, severek Allah'a ibadet eden gençler de vardır: “Yedi sınıf insan vardır ki Yüce Allah kendi gölgesinden başka hiçbir gölge bulunmayan kıyamet gününde bunları kendi arşının gölgesinde muhafaza edecektir. Onlar adaletli devlet başkanı, Allah’a ibaret ederek temiz bir hayat içinde serpilip büyüyen genç, gönlü mescidlere sevgiyle bağlanmış olan namazlı kimse, Allah için seven ve bu sevgi ile birleşip bu sevgi ile ayrılan kişi, sosyal mevki sahibi ve güzelliği olan bir kadın tarafından çağrılıp da kadınlığını kendisine sunduğunda ‘ben Allah’tan korkarım’ cevabıyla onu terk eden erkek kişi, sağ elinin verdiği sadakayı sol eli bilmeyecek derecede gizli sadaka veren kişi, tenha yerlerde Allah’ı anıp gözleri yaş döken takvalı kişi”.[14]
Peygamberimiz (sav) kendilerinin değer verdiğinin bir göstergesi olarak her zaman gençlerle sıcak bir iletişim kurmuştur. Samimi bir yaklaşımla onların problemleriyle ilgilenmiş, gönüllerini kazanmıştır. Buna karşılık sahâbe gençleri de kendisine rahatlıkla içini dökebilmişler, gönüllerinden geçen duyguları dahi hiç çekinmeden ona açabilmişlerdir. Nitekim genç bir adam bir gün Peygamberimize (sav) gelerek “Ya Rasûlallah! Bana zina konusunda izin ver” demiştir. Bunun üzerine Peygamberimiz (sav) ashâbın tepkisine rağmen ona kızmayıp sükûnet içinde “ yaklaş” der, yanına oturtur, elinin onun omzuna koyar, ardından bunun annesine yapılmasından hoşlanıp hoşlanmayacağını sorar. Gençten hayır cevabını alınca da “İnsanlar da bunu anneleri için istemezler. Peki sen kızın için bunu kabul eder misin?” diye tekrar sorar. Yine hayır cevabını alınca elini gencin omzuna koyup, “Ya Rab! Bu gencin günahlarını affet, kalbini pak et, namusunu muhafaza et” diye dua eder. Gerçekten de bu genç o günden sonra hiçbir olumsuz davranış içinde olmamıştır.[15] Allah Rasûlü (sav) ayrıca “Allah’ın en çok beğendiği genç, gayr-i meşru şehvet peşinde koşmayan gençtir”[16] sözüyle de başka gençleri bu tür davranışlara yönelmekten sakındırmıştır.
Rasûl-i Ekrem (sav) gençlerin hataya meylini bilir ve onlara karşı sabırlı, anlayışlı davranırdı. Sahâbeden Ebû Mahzûre gencin hatırası bu hususta ilginç bir örnek teşkil eder: “Rasûlüllah Huneyn Savaşı’ndan dönüyordu. Ben de hepsi Mekkeli olan bir grup gençle beraberdim. Gönlüm gerçek anlamda İslâm’a ısınmamıştı. Bu esnada Rasûlüllah’ın (sav) müezzini ezan okumaya başladı. Biz de bir köşeye saklanıp müezzinin sesini alay ederek tekrarlamaya başladık. Yaptıklarımızı peygamberimiz de duymuştu. Ezan bittikten sonra ‘şunların içinde güzel sesli biri var’ diye gönderdiği adamlar bizi alıp onun huzuruna çıkardılar. Karşısına vardığımızda “güzel sesli hanginiz?” diye sordu. Arkadaşlarım beni gösterdiler. Rasûlüllah (sav) beni yanına çağırıp ezan okumamı istedi. Bu esnada Hz. Peygamber’den (sav) ve ezandan hiç hoşlanmadığım halde çaresiz kalkıp onun önünde ezan okudum. Ben ezanı bitirdiğim zaman bana hediye olarak bir miktar para ikram etti. Daha sonra da alnımı öpüp sırtımı sıvazladı. Bunun üzerine ben de Ey Allah’ın elçisi Mekke’de ezan okumama izin verir misin dedim. O da tereddütsüz bir şekilde izin verdiğini beyan etti. İşte o anda Rasûlüllah’a (sav) karşı duyduğum hoşnutsuzluktan bende eser kalmamış, gönlüm ona karşı sevi ile dolmuştu. Mekke’ye geldim ve onun emriyle müezzinlik yapmaya başladım”.[17]
Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, gençlerin eğitiminde yetişkinlere büyük görev düştüğü açıktır. Bundan dolayı yetişkinlerin kuracağı sıcak ve mutlu bir aile yuvasında Hz. Peygamber'in (sav) aile fertlerine karşı tutumu gençlere hem teorik açıdan öğretilmeli ve hem de genç bizzat kendisi, bunun uygulamasına aile içinde tanık olmalıdır.[18]


[1]   İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, I-VIII, Beyrut ts. (Dâru Sâdır), III, 116; İbn Abdilberr, el-İstîâb fî Ma’rifeti’l-Ashâb, I-VI, Kahire ts, (Dâru Nehdati Mısr), IV, 1473.
[2]   Buhârî, Sahîh-i Buhârî, I-VIII, İstanbul 1979, Cenâiz, 27; Müslim, Sahîh-i Müslim, (thk. Muhammed Fuad Abdulbâki), I-V, Beyrut 1972, Cenâiz, 17; Tirmizî, Sünen, I-V, İstanbul 1981, Menâkıb, 54; İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 121-122.
[3]   İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, (thk. Mustafa es-Sakkâ-İbrahim el-Ebyârî-Abdülhâfız Şelebî), I-IV, Beyrut ts., I, 268.
[4]   Lokman, 31/15.
[5]   Müslim, Fedâil, 43.
[6]   İbn Abdilberr, el-İstîâb, IV, 1631.
[7]   İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, I, 270.
[8]   İbn Hişâm, es-Sîre, I, 359-360.
[9]   Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr 46.
[10]  İbn Abdilberr, el-İstîâb, II, 538.
[11] Buhârî, Menâkıb 16; Tirmizî, Menâkıb 33.
[12] İbn Sa’d, et-Tabakât, II, 373.
[13] Buhârî, Meğazi 87; Müslim, Fedâil 63.
[14] Buhârî, Zekât 16; Müslim, Zekât 91.
[15] Ahmed b. Hanbel, Müsned, I-V, Beyrut ts., V, 256-257.
[16] Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 151
[17] İbn Mâce, Sünen, (thk. Muhammed Fuâd Abdülbâkî), I-II, Kahire 1953, Ezan 2; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 409.  
[18]  Bu konuda geniş bilgi için bk. Sarıçam, İbrahim, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, Ankara 2004, s. 304-308; Yeken,  Fethi, İslâm Gençliği,(çev. Abdülkadir Kınar), İstanbul 1993, s. 49-68; Mahmud, Abdülhâlim, Müslüman Gençliğin Eğitimi, (çev. Bedrettin Çetiner), Konya 1997, s. 122-147, 159-176; Gündüz, Turgay, İslâm, Gençlik ve Din Eğitimi, İstanbul 2003, s. 138-186; Hökelekli, Hayati, “Gençlik ve Din”, Gençlik Din ve Değerler Psikolojisi (ed. Hayati Hökelekli), İstanbul 2006, s. 9-33; Kula, Naci, “Gençlerimize Peygamberimizi Nasıl Anlatalım”, Hz. Muhammed ve Gençlik, Ankara, 1995, s. 67-73; Perşembe, Erkan, “Genç-Aile İlişkilerinde Uyumun Sağlanmasında Dinin Fonksiyonel Rolü Üzerine”, Gençlik Dönemi ve Eğitimi,  (hz. İsmail Kurt-Seyit Ali Tüz), İstanbul 2000, s. 259-276.

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar