16 Eylül 2022 Cuma

Ailenin Yozlaştırılması ve Evlatlık

 

AİLENİN YOZLAŞTIRILMASI VE EVLATLIK

Cağfer KARADAŞ

Modern zamanlarda armutla elmanın aynı kefeye konulduğu gelişmelere şahit olmaya başladık. Mahiyet, renk, tat, tür, cins ve cinsiyet farkının yok sayıldığı ve her şeyin birbirine karıştırılıp bir torbaya boca edildiği gelişmeler gündemi işgal etti. Bazen de tam zıttı gelişmeler: Kıyasın, farklılığın, farkındalığın ve tanımlamanın abartıldığı; farklılıklar üzerinden ayrımcılık ve ötekileştirme oluşturulduğu, her grubun, her türün ve her cinsin bir diğerine veya karşıtına düşman kılındığı sahneler ortaya çıktı.

Bunun en kötü örneği bir yönüyle kadın erkek arasındaki cinsiyet farkının yok sayılması öteki yönüyle ise kadın-erkeğin birbirine düşman kılınması. İlginç olan bu iki zıt düşüncenin aynı şahıslarda aynı anda tezahür etmesi ve dillendirilmesi…

Ne yazık ki, bu çağda insan doğasına uygun, hukukî ve ahlakî esaslar çerçevesinde aile değil, aynı cinsiyetten/eşcinsel kişilerin birlikteliğinden sözde/yapay aile garabeti ortaya çıktı. Böylece ailenin nasıl yozlaştırılabileceğinin en çarpıcı ve çarpık örneği sahnelenmiş oldu.

Çocuk edinmeyi doğal yolla değil, mağazadan çanta alır gibi sahiplenme yoluyla elde edileceği garabetini de duyar hale geldik. Hani çocuğu olmayan eşleri anlayabiliyorum da eşcinsel iki erkeğin veya iki kadının bir araya gelip sözde aile kurup evlatlık edinmeye kalkışmalarını anlayamıyorum, bunu insan doğasına sığdıramıyorum.

Bu gidişatın bir başka çarpık yönü, çocuğun bir mal ve meta olarak görülmesi. “Çocuk benim değil mi? İster aldırırım ister doğururum” söylemi. Bu adeta Nemrut’un öldürme ve yaşatma konusunda Tanrı’yla yarışmaya kalkışmasına benzemekte. İnsanın mal gibi görülemeyeceği, ana rahmine düştüğü andan itibaren insanî, dinî ve hukukî haklarının olduğu bilinmek istenmeyen bir cehalet dönemine girdik sanki. Bunun benzeri “vücut benim değil mi? İstediğimi yaparım” söylemidir. Bu da kişinin bilerek veya bilmeyerek kendisini meta haline dönüştürmesi, kendi vücuduna tuval muamelesi yapılmasına izin vermesidir.

Şu anda feministlerin ve cinsiyetsizlik savunucularının hedefinde tam da biyolojik aile vardır. Tabi ki bu ilk adımdır. Burada durmayacak, ardı sıra diğer aidiyetlere sıra gelecek ve sonuçta topyekûn insanlığın temeline dinamit konulacaktır. Zaten cinsiyetsizliğin ilerleyen adımı hayvanla insan arasındaki farkın inkârıdır. Evrim efsanesi/senaryosu buna iyi bir zemin hazırlamıştır. Artık insan gibi giydirilen hayvanların veya hayvan gibi yaşamaya özenen insanların olduğu bir çağdayız.

Peki, bu başarılabilir mi? Hiç mümkün değil. Anarşizm, bunun gibi insanlığa karşı kalkışmaların fiyasko olacağının tarihteki adı ve deneyimidir. Şayet bu kalkışmalara karşı dinî, ahlakî ve hukukî bir duruş sergilenmezse, başta aile olmak üzere bütün aidiyetlere bu gidişatın ciddi zararlar verebileceği son derece açıktır.

Bu gelişmelere bakınca İslam’ın evlatlık kurumunu kaldırmasının ne kadar isabetli ve hikmetli olduğu daha iyi anlaşılmaktadır. Çünkü günümüzde evlatlık kurumu bu tür sözde aile oluşumlarına meşruiyet kazandırma aracı kılınmaya başlanmıştır. Yüce Allah insanoğlunun ifsat ve isyanda ne denli ileri gidebileceğini bildiğinden Rahmet Peygamberi üzerinden bu kurumu kaldırmış ve bununla biyolojik aileyi hukukî bakımdan koruma altına almıştır.[1]

Evlatlık kurumumun bu çağdaki kadar istismar edildiği bir dönem her halde görülmemiştir. Müşrikler evlatlığı siyasî, askerî ve kabile itibarını artırıcı bir faktör olarak kullanıyorlardı. Ayrıca tebenni denilen tek taraflı sadece erkek çocukların evlat edinilmesi söz konusuydu. Bu uygulama haksız ve ayırımcı olduğundan, biyolojik aile yapısına tehdit teşkil ettiğinden ve kişisel haklara zarar verdiğinden kaldırılmıştır. Çünkü bu yolla birileri kazanırken gerçek aile bireyleri mağdur ve mahrum olabiliyorlardı. Bu yüzden İslam, çocukların biyolojik ailesine nispet edilmesi hükmünü getirmiştir. (Ahzab 33/5).

Bir başka husus ise müşrik toplumlarda kadınlar ve yetimlerin ezilmesidir. Sadece Kur’an’ın kadınlar anlamına gelen Nisâ Suresi okunsa, o dönemde ezilen, hakları yenilen ve dışlanan bu iki kesimin durumu görülebilir. Bu sûrede ortaya konulan hükümlerle ailenin tanımı yapılmış, kadınların ve yetim çocukların hakları zikredilmiş ve biyolojik aidiyete bağlı miras konusu netleştirilmiştir. Böylece biyolojik aile ve aidiyetler hukukî koruma altına alınmıştır. Ayrıca Yüce Allah sûrenin başında kadın ve erkek şeklinde sadece iki cinsiyet olduğunu açıkça belirtmiştir.

Kur’an’da ilk yaratılan Hz. Âdem ve Hz. Havva’dan sıkça bahsedilmesinin hikmeti sadece onların ilk insanlar olduğunu açıklama değil, insan cinsiyetinin erkek ve kadından ibaret olduğunun beyandır. Evrim düşüncesinin aksine Yüce Allah, onları en baştan insan olarak yaratmış ve insan neslinin çoğalmasını iki karşı cinsin birlikteliğine bağlamıştır.

Bugün ise çağdaş denilen ülkelerinde yaşanan garabet ortadadır. Kanuna uydurularak birçok aileden çocuklar zorla koparılmakta ve koruyucu aile sayılan kişilere verilmektedir. Verilen aileler içinde eşcinsel türden sözde aileler de bulunmaktadır. Çünkü onlara göre aile “cinsiyeti ne olursa olsun iki veya daha çok kişinin bir araya geldiği yapı” şeklinde anlaşılmaktadır. Sonuç itibariyle bu anlayış doğal biyolojik aile kurumunu yozlaştırmanın ötesinde, insanlığın doğallığını dejenere etmeye ayarlı bir sözde yapı doğurmuştur.

Öte yandan evlatlığın henüz bebeklik evresinde gerçekleşmesi ve kişinin gerçek ailesini tanımaması, bir başka vahim boyutu oluşturmaktadır. Bu şekilde evlatlık verilen ve ileri yaşlarda gerçek anne-babasını öğrenen kişilerin nasıl bir psikolojik sarsıntı geçirdikleri bu deneyimi yaşayan ve görenlerin malumudur.

Muhtaç ve yetim çocukların korunmasına gelince bunun insan doğasına, hukuka, ahlaka ve dine uygun olması gerekir. Bunun adına “koruyucu aile” denmesinde bir sakınca yoktur. Yetimlere ve muhtaçlara yönelik bu tür himaye faaliyetleri her dönemde olagelmiştir. Buna karşı olmak bir yana, İslam yetimlerin korunmasını en başından teşvik etmiştir. Daha da ötesi dinimiz yetimlerin ve muhtaçların itilip kakılmasını, sözle bile olsa incitilmesini günah saymıştır.

Koruyucu aile olmak için evlatlık edinilmesi gerekli ve şart değildir. Burada dikkat edilecek hususlar, belli yaştan itibaren mahremiyet konusuna ihtimam gösterilmesi, korunan çocuğun gerçek/biyolojik ailesinin yok sayılmaması, eğer hayattaysalar ve sakıncalı bir durum da yoksa onlarla irtibatının bir şekilde sağlanması, hayatta değillerse çocuğun uygun bir tarzda bilgilendirilmesidir. Bu çocuğun ileride yaşayacağı ağır travmanın önüne geçmenin bir yoludur.

Sonuç olarak doğal farklılıklar ne ötekileştirme ve düşmanlaştırma aracı olmalı ne de söz konusu farklılıklar yok sayılmak suretiyle insanın ve ailenin doğallığının yozlaştırılmasına vesile kılınmalıdır. İnsan doğallığına karşı bu aşırılığın ve çarpıklığın önüne geçmek hem fertlerin hem toplumların hem de devletlerin belki en birinci görevidir.

19 Safer 1444 / 15 Eylül 2022



[1] Bk. Cağfer Karadaş, “Hz. Peygamber’in Hz. Zeyneb’le Evliliği”, Kafama Takılanlar 2, Ankara: DİB Yayınları 2022, s. 128-136).


 

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar