Adnan Demircan Hocam…
Prof. Dr. Şaban ÖZ
Hepimizin bildiği bir gerçekle başlayalım; ülkemizde erişebilirlik her zaman hadsizlik, ukalalık, değerbilmezlik olarak geri dönüyor. En rahat ulaşılan hocalar, akademisyenler en az kıymet bilinenler sınıfında… Ama bir de randevulu görüşenleri, konferans, seminer için eşek yüküyle para isteyenleri, mailinize cevap vermeyenlerin gördüğü iltifatı düşünün… Geri kalmışlığımızın görgüsüzlüğümüzün ve hatta nankörlüğümüzün tezahürü…
Efendim konumuz ülkemiz aydın-halk ilişkisi değil, tam
tersine ülkemizin İslam Tarihi alanında çok önemi bir değeri olan Prof. Dr.
Adnan Demircan.
İlk tanışmam lisans yıllarında
kitaplarıyla olmuştu haliyle. Vicahen tanışmamız ise Yalova-Esenköy’de hizmet
içi eğitim kursunda olmuştu. Aslında tam tanışma da sayılmaz. Ben kursiyerdim.
Yıldızeli İHL’de görev yapıyordum ve doktora tez sürecindeyim. Bütün asosyaller
gibi, bütün çekingenler gibi yapmış, gidip tanışmamıştım. Ancak dersinde itiraz
etmiştim “Hz. Peygamber söylüyorsa biz inanırız” demişti, ben de “Hz.
Peygamber’in söylememişse…” demiştim… Doktora tezim bitip zar zor bir de
basılınca bir nüshasını da hocaya göndermiştim. O dönemde henüz “bey”
denilmesinden acayip gıcık olduğumu bilmiyordu…
Sonra Sivas’ta Kerbela Sempozyumunda ayak üstü
konuşmuştuk. Kitapları arasında çok sevdiklerimden olan Ali-Muaviye
Kavgası’ndaki yazım tercihinden dolayı “hocam resmen zulmettiniz” demiştim,
gülmüştük.
Açıkçası ne zaman samimi olduk ne
zaman görüşmeye başladık, ne zaman muhabbetimiz ilerledi pek bilmiyorum. O
kadar önemli de değil zaten. Doçentlik tezini (Sahabe Sonrası İktidar
Mücadelesi) yazınca kendisine gönderdim. Dedim okur musunuz? Sonraki dönemde
başına gelecekleri bilmediği için “sana yok demem” demişti. Biliyor musunuz, o
günden sonra harbiden bana hiç “yok” demedi. Sonradan bana anlattı, “ne bileyim
800 sayfalık bir kitap göndereceğini”… Kendisini o çalışmada bir yerde
eleştirmiştim; burada yazamayacağım bir ifadeyle, “güzel eleştirmişsin” demişti
gülerek… Konunun komik kısmı ise Adnan Hocamın doçentlik jürime çıkmış olması
idi: “Ret yazsam diyecekler sen okudun niye düzeltmedin, başarılı yazsam
diyecekler tabi öyle yazarsın sen okumuşsun, o yüzden ortaya karışık bir rapor
yazdım” demişti. Jüri sözlü sınav esnasında da Hz. Peygamber’in mucizeleri konusunda
tartışmış, sonunda kendisi “iyi, çık dışarı” deyivermişti…
Muhabbetimiz, görüşmelerimiz hep
ağabey-kardeş ilişkisi içerisinde devam etti. Niye iyi anlaşıyorduk kısmında
kendisinin esprili bir cevabı var, “bu adamla nasıl geçiniyorsunuz”
dediklerinde “ne dese tamam diyorum” demiş. Güldük, “tövbe estağfurullah” ile
beraber… Bir anı daha anlatayım. Hangi yıldı hatırlamıyorum, Mana Yayınları’nda
otururken birileri geldi, tanışma faslında içlerinden biri “Kürt müsünüz, Türk
müsünüz?” diye sordu. Adnan Hocayla birbirimize baktık. Bana, “Ya kardeş,
hakkaten sen nesin?” dedi. Aradan yıllar geçmiş, onlarca iş yapmış, saatlerce
konuşmuşuzdur ama bir kere bile aklımıza gelmemişti… “Ben Türküm” demiştim.
Adnan Hocam “Valla benimki biraz daha karışık” demişti gülerek… İslam
kardeşliğinde bir araya gelebilmek… Irk sormayı akla getirmemek…
Malumunuz ülkemizde birlikte iş yapabilmek ve bunu
sürekli hale getirmek neredeyse imkânsız. Öyle ki ortak bir kitap yazılsa dahi
çok geçmeden duyuyoruz kavga çıktığını, ayrıldıklarını. Allah bizlere çok güzel
işler yapmayı nasip etti. Büyük bir şükür sebebi… Siyer Araştırmaları
Dergisinin kurulması ve ilk üç yıl sayıları… Siyer Çalıştayları… İlkokul,
ortaokul ve liseler için Siyer kitaplarının hazırlanması… Akademik Tez
Çalıştayları… 40 Sahabi… Öncülerimiz… Önderlerimiz… Yakında yayıma başlanacak
olan Şehirlerimiz, Devletlerimiz… Sempozyumlar…
Dedim ya, şükretmek için birçok güzellik.
Vazgeçtiklerimize, kızdıklarımıza, prensiplerimize uymayan kurumların
tavırlarına, “bu da az beklesin” dediklerimize hiç girmeyelim… Bu kadar proje,
bu kadar faaliyet nasıl oluyor meselesinde ise tek cevap; samimiyet! Sadece ve
sadece samimiyet. Ne düşündüğümüzü gizliyoruz ne aklımızdan geçeni, tüm
içtenliğimize paylaşıyoruz. Şunu da ekleyeyim; herhangi bir projeye karar
vermemiz, başlamamız ve görüşmeleri halletmemiz öyle günlerce, haftalarca falan
sürmüyor. 40 Sahabe’nin hazırlanmasına karar vermemiz beş dakika sürmüştü. Kim
yayımlar, kimler yazar… İçerik… Şu yazsın bu yazsın… Yayınevi kabul
etti…Listelerin hazırlanması… Ülkede ilk kez denediğimiz çift editörlük
sistemi… Ve onlarca hatta yüzlerce ortak kitap…
Dediğim gibi içtenlik ve pek akademide görülmeyen ağabey-kardeş samimiyeti…
Hiç mi sorun yaşamıyoruz. Yok daha
neler? İnsanız! Ama öyle sık sık değil, galiba ya birdir ya iki… Ama açık
olunca, beklentisiz olunca… Hadi en meşhurunu anlatayım. Malatya kitap fuarı…
Benim Doğanyol’da olduğum bir zamana denk gelmişti, Adnan Hocamın da imza günü
vardı. Dedim öğle saatine denk getiririm beraber yemeğe gideriz… 12 gibi
uğradığımda yemeğe çıktıklarını söylediler. Dedim sorun yok ben de fuarı
dolaşayım. Bir saat sonra uğradım yok, daha gelmemişlerdi. Aradım, geliyoruz
dedi. 45 dakika daha bekledim yine gelmeyince çıktım. Beş on dakika sonra hocam
aradı, dedim hocam çıktım, nasip değilmiş. Ama içimde fırtınalar kopuyor.
Acayip kızgınım. Eve dönünce yok, dedim olmayacak ve sitemimi ifade eden mesajı
yazdım. Dedi ki, sen aradıktan bir saat sonra geldik, dedim ki, ben iki saat
bekledim… Cevabı; “hakkını helal, eziyet etmişiz ve bunun karşılığı bir tandır
kebabıdır” “yok” dedim, “yanında perde pilavsız yemem” …
Adnan Demircan…
Olgunluk… Birçok kez şahit olmuşumdur
gelip ukalalık yapanlara karşı sessizce, sakince anlatması… Bazen bir olay
anlatır ve “çok kızdım” deyince gülerim, “Allah aşkına ne dediniz ki” derim.
Kızmıştır doğrudur da bir şey dememiştir! Diyeceği/dediği şu, “Allah ıslah
etsin!”
Hafıza… Falan kabilenin falan
adamının falanca teyzesi… Onun eniştesi bunun yeğeni… Maraşıların tabiriyle
“Allah esirgesin!”
Tevazu… Yok, öyle göstermelik sık sık
örneklerini gördüğümüz kibir gömleğine sarılmış sahte bir tevazu değil.
Geçenlerde hangi öğrencimdi, bir kitapta bir hata mı bulmuştu neydi… Tam
içeriğini hatırlamıyorum. Bana söyledi, dedim “oğlum hocaya mail at”. Sonra
sormayı unuttum, Adnan hocam anlattı, “Allah razı olsun güzel yakalamış” …
Çalışmak… Doçentlikle birlikte
kendisini emekli eden yüzlerce akademisyene… Bir an önce unvan kapmak için puan
dilenciliği yapan yüzlerce gence inat… Durmaksızın çalışması… Üretmesi…
Değerlerimize yabancıyız, kıymet
bilmiyoruz… Şunu anlamakta gerçekten zorlanıyorum; Siyer’de veya İslam
Tarihi’nde yüksek lisans veya doktora yapıyorsun ama zahmet edip gidip Adnan
Demircan’la görüşmüyorsun, tanışmıyorsun… Ama elin gavuru ülkeye gelince…
Fotoğraf çektirmek için… Neyse…
Ve’l-hâsıl, Adnan Demircan kolay
olunmuyor…
Güzel insan…
Değerli bir âlim…
Ülkemin bir değeri…
Rabbim o güzel ailesiyle nice
sağlıklı huzurlu yıllar nasip etsin…
Rabbime şükürler olsun ki siz değerli hocalarımızın ekollerine talebe olduk.İyi ki varsınız.
YanıtlaSilAmin amin amin...
YanıtlaSilAllah, Adnan Demircan ustama hayırlı ömür versin, bereketli eserler yazmak nasib etsin; yazı sahibi Şaban hocamın kalemine kuvvet, gönlüne rikkat; biz okuyanlara nasiblenmek, hisselenmek imkânı versin. Bayram Dalkılıç
YanıtlaSilAllah dostluğunuzu ebedi kılsın hocam. Ben de Adnan hocama hem lisans hem yüksek lisans hem de doktora talebesi olma bahtıyarlığını yaşadım. Kendisinin kıymetini hakkıyla bilebildik mi bilemiyorum. Ama çok istifade ettik o kesin. Rabbim ikinize de hayırlı uzun ömürler, sıhhat ve afiyetler versin hocam.
YanıtlaSilAllahım ömrüne bereket, bedenine sıhhat, kalemine firaset versin Adnan Demircan hocamızın. Yüzyüze tanışma imkanımız olmadı lakin attığım bütün mesajlara cevap vermiştir. Tevazu sahibi olduğunu kelimeler tarif edemez benim nezdimde. Belki en çok kendisinin kitapları vardır kütüphanemde.(Şaban hocam kızmasın) Kitaplarının sade dili, olayın akıcılığı belki de samimiyetinin yazıya yansıması "Beni oku" diyor resmen. Allahım razı olsun Kıymetli Hocamdan... Şaban hocama da selam olsun...
YanıtlaSilYüksek lisansta danışmanımdı kesinlikle yazdıklarınız konusunda tamamen katılıyorum. Görüşmesemde Adnan Hocayı Allah için seviyorum.
YanıtlaSil