3 Haziran 2023 Cumartesi

İran Gezi Günlüğü: Tarihin, İnancın ve Kültürün Derinliklerine Kısa Bir Yolculuk


İRAN GEZİ GÜNLÜĞÜ: TARİHİN, İNANCIN ve KÜLTÜRÜN DERİNLİKLERİNE KISA BİR YOLCULUK

(19-24.05.2023)

Prof. Dr. Mahmut ÇINAR

Merkezi Kum kentinde bulunan Uluslararası el-Mustafa Üniversitesi tarafından ilmi toplantılara katılmak ve ilim insanlarıyla görüşmelerde bulunmak üzere İran’a davet edildim. 19.05.2023, Cuma sabahı iki arkadaşımla birlikte Mahan Havayollarına ait bir uçakla İstanbul’dan Tahran İmam Humeyni Uluslararası Havaalanına uçtuk. Havaalanında bizi karşılayan rehberimizle birlikte doğrudan Kum’a gittik. Otelimize yerleştikten sonra, İmam Mehdi ile özdeşleşen Cemkaran Mescidi’ne gittik. Cemkaran daha önce bir köy iken şimdilerde Kum’un bir mahallesi haline gelmiş. İmam Mehdi’nin yönlendirmesiyle burada bu camiinin inşa edildiğini kaydediyorlar. Şu var ki bu bir söylenceden daha çok, inkârı mümkün olmayan kesin bir bilgi olarak nakledilmektedir. Oldukça büyük ve son derece kalabalık bir ziyaretçi kitlesi var. Müştemilatında sosyal mekânlar, ikram yerleri gibi ilaveler de var. Dinî hayatın bu kadar canlılığı çok az yerde vardır. Etrafta İmam Mehdî’yi çağrıştıran levha, slogan ve ifadeler çok yer alıyor. Kocaman mescidin her biri bir masumu temsil eden on dört minaresi var. Bu ortamda adeta İmam Mehdi’nin nefesini hissediyorsunuz.[1]

Cemkaran’dan Hızır tepesine gittik. Hızır ile Mehdi arasında bağlantılar sıklıkla kurulmaktadır. Çok yüksek olmamakla beraber oldukça dik ve Kum’a hâkim bir tepede küçük bir mescid var. Tepeden Kum’un hemen hemen her tarafını görmek mümkündür. Merdivenlerden zorlanarak tırmandık. Rehberimizin yönlendirmesiyle, kültür temsilcisi olan molla, mekanla ilgili bilgi verdi. “Bildiğiniz gibi dört tane peygamber hayattadır: İkisi yerde ikisi göktedir. Göktekiler İsa ve İdris, yerdekiler ise İlyas ve Hızır’dır”. Bu tepe ile Hızır arasında sıkı bağlantılar kurdu, Molla Sadra’dan atıflarla anlatılanları takviye etti. Her şey o kadar sağlam şekillenmiş ki anlatılanlardan şüphe duymak, “acaba” demek aklına bile gelmiyor. Tam müsaade isterken, “bir dakika, buradan hediye almadan gidemezsiniz” diyerek her birimize birer tükenmez kalem hediye etti. Buradan bakılınca Hızır, canlı bir şekilde hayatın içindedir. Buradan otelimize döndük, biraz dinlenme ve akşam yemeğinden sonra hemen yakınımızda bulunan Harem-i Mutahhar’a gideceğiz.

Bugün (19.05.2023, Cuma) Harem-i Mutahhar’ın kutsal kabul edilmesinin sebebi olan ve burada medfun bulunan Hz. Mâsume’nin doğum günüymüş. Hz. Fatıma-i Mâsume, sekizinci imam Ali er-Rıza’nın kız kardeşidir. Kendisine çok fazla önem atfediliyor. Her yerde “bana şefaat et ya Fatıma!” anlamına gelen Arapça ve Farsça dövizler yer alıyor.  “Mâsume’nin önemi nereden geliyor?” diye sorulduğunda “Bir imamın (Musa el-Kazım) kızı, bir imamın (Ali er-Rıza) bacısı ve bir imamın (Muhammed el-Cevvad) halasıdır” diyorlar. Ayrıca, fazileti hakkında masum imamlara atfedilen ifadeler de vardır. Oldukça büyük bir kompleks olan Harem-i Mutahhar’ın en önemli özelliklerinden biri de büyük ilim ve din adamlarının burada defnedilmiş olmasıdır. Henüz lise yıllarımızdayken Türkçeye çevrilen kitaplarını okuduğumuz ve bir bombalı saldırıda can veren Ayetullah Mutahhari’nin kabri de burada. Onu görünce hemen dikkatimizi çekti ve duygulandık. Vakit ilerlemiş olmasına rağmen harem, bayağı yoğun. Girişte herkes güvenlik kontrolünden geçerek içeriye girebiliyor. Daha önce burada bombalı patlamalar olduğu için risk almak istemiyorlar. Harem’in görülmesi gereken yerlerini gezdikten sonra, bir bölmesinde namazımızı eda ettik.

İran’da, genel olarak sosyal hayatın her alanında, diğer İslam ülkelerine göre kadınlar oldukça etkinler. Bu etkinlik hiç kuşkusuz dinî hayata da yansımaktadır. Kadınların bu kadar etkin olmasında, Hz. Mâsume gibi dinî figürlerin katkısının olduğu kanaatindeyim. Buna, Hz. Fâtıma ve Kerbelâ’yı yaşayan kızı Zeynep’i de eklemek mümkündür. Hatta kadınların dinî tasavvur içerisindeki etkinliğini İslam öncesine kadar götürmek de mümkündür. Zira ilerleyen sayfalarda değinileceği üzere Zerdüştî mabetlerde de kadın figürler etkindir. Hiç şüphesiz sadece dinî-tasavvur sosyal hayat üzerinde etkili değildir; aksine sosyal hayatın da dinî tasavvuru etkilemiş olması mümkündür. Dolayısıyla her iki taraf karşılıklı olarak birbirini beslemiş olabilir.

20.05.2023, Cumartesi günü sabah erkenden el-Mustafa Üniversitesine bağlı olan İmam Humeyni Medresesi’ne gittik. Burada Hüccetü’l-İslam Rızai İsfahani bizi karşıladı. Müesseseyi gezdirdikten sonra burada yapılan ilmî faaliyetler hakkında bilgi verdi. Özellikle yapılan süreli ve süresiz yayınlar göz kamaştırıcı derecede fazla. Toplantı salonunda burada eğitim gören öğrenciler, bunların cinsiyet ve milliyetleri, hocalar ve ilgili bölümler hakkında brifing verdikten sonra genel olarak ilmî ve fikrî faaliyetler ile İslam aleminin genel durumu hakkında mülahazalarda bulunuldu. Karşılıklı olarak birlikte neler yapabileceğimiz hakkında fikir alışverişinde bulunulduktan sonra Kum Üniversitesine gittik. Burada İlahiyat fakültesinin dekanı bir grup öğretim üyesi ile bizi karşıladı. Hukuk Fakültesinden uluslararası tecrübesi de olan bir hoca da ekibe eşlik ediyordu. Genel olarak Kur’an ve tefsir ilimlerine dair hem teorik hem de kadro olarak ağırlık öne çıkmaktadır. Kelam ve felsefe birlikte aynı bölümde toplanmıştır. Buradan daha Mehdilik Araştırma Merkezi’ne gideceğiz.

Kısaca “Mehdeviyet” olarak isimlendirilen Mehdilik Araştırma Merkezi (Ayned-i Rûşen), 2012 yılında mehdilikle ilgili araştırmalar yaparken, bünyesinde çalıştığım bir merkezdir. Bunun gibi başka araştırma merkezlerinin (mehdeviyet) olduğu da bilinmektedir. Bir vefa borcu olarak Ayend-i Rûşen’in başkanı Seyyid Por Ağaî’ye selam vermek istedim. Rehberimiz de kendisiyle görüşmüş ve memnuniyetle kabul etmiş. Mehdeviyette hatıralarımızı da yad ederek biraz muhabbet ettikten sonra namazımızı kıldık ve izin istedik ancak Sn. Ağaî öğle yemeği yememizi ısrarla isteyince ikramını reddedemedik. Onun tavassutuyla taklid merci olan Ayetullah el-Uzma Muhsin Arakî’nin bürosuna gittik. Arakî, ayak üstü kısa bir tanışma ve sohbetten sonra ayrılmak zorunda olduğunu beyan ederek bürodan ayrıldı. Onun özel kalemi, oğlu ve büroda görevli bir molla, onun ve büronun faaliyetleri hakkında bilgi verdiler. Özellikle finansla ilgili problemlerin önemine dikkat çekilerek Arakî’nin bu konudaki çalışmalarına işaret edildi. İran’daki finans kurumlarının diğer ülkelerdeki faizci banka sistemlerinden sadece şeklen ayrıldığını, içeriğinin çok farklı olmadığını ifade ederek, yapılması gereken çalışmaların önemi vurgulandı. Buradan bir ilim ve araştırma merkezi olan aynı zamanda rehberimizin de çalıştığı kurum olan Camiatü’l-Mürteza’ya gittik. 

Camiatü’l-Mürteza’da bizi müessesenin müdürü karşıladı. Müessese özellikle yabancı öğrencilere hizmet veren bir medresedir. Müdür bey, kelamdan da doktorasını yapmış bir molladır. Genel meseleler üzerine biraz sohbet ettikten sonra sözü kelama getirerek uzun uzun konuştuk. Güzel bir sohbet ortamı oldu. Vaktimiz olduğu için biraz dinlendikten ve çevrede yürüyüş yaptıktan sonra hem molla hem diplomat hem de fikir insanı olan Mescidü’l-Camiî’nin bürosuna gittik. Mescidü’l-Camiî, Vatikan başta olmak üzere çeşitli yerlerde Büyükelçilik yapmış, Avrupa’yı çok tanıyan bir diplomat. Yaptığı tahlillerde hep Hristiyan dünyasından örnekler vererek açıklamalar yapıyor. Müslümanların yaşadığı sorunlarla onlar arasında bağlantılar kurmaya çalışıyor. Oldukça güler yüzlü ve pozitif bir edası var. Sohbet oldukça akıcı ve zevkli geçiyor. Bir ara söz, İran’da aykırı şeyler söyleyen şahsiyetlere ve bu arada Şebüsteri’ye getiriliyor. Şebüsteri’nin arkadaşı olduğunu ancak şimdi yanlış bir yola girdiğini söylüyor. Maalesef yerleşik din tasavvuru, farklı eğilimlere karşı oldukça sert bariyerler kuruyor ve onlara yaşama hakkı tanımıyor. Ülkemizdeki başkasına hayat hakkı tanımayan çevrelere çok benziyor. İlginç olan ülkemizdeki benzerlerinin bunlara da yaşama hakkı tanımamasıdır. İran’da siyaset de dini referans aldığını iddia ettiğinden, anılan gerilimler daha sert gelişmektedir. Siyaset, dinî/fikrî tartışmalarda, her zaman taraftır.

21.05.2023 Pazar günü, kahvaltıdan sonra otelimizden ayrılarak İsfahan’a doğru yola çıktık. İsfahan’la Kum arası yaklaşık 300 km. Yolumuzun üzerinde Kaşan var. Kaşan’da özellikle Emir Kebir’in de içinde infaz edildiği hamamın bulunduğu bahçe ve park, görülmeye değer mekanlar olarak anılıyor. Önce Kaşan’a uğrayıp buraları görmeye çalışacağız. Bir de şehirde küçük bir tur atarak ayrılacağız. Ayrıca Kaşan’da arabamızı da değiştireceğiz. Kum-Kaşan arası 110 km civarında. Yani, İsfahan yolunun yarısı bile değil. Daha önce Kaşan’a bağlı bir kasaba iken şimdilerde bir mahalle haline gelen Fin, tarihi bahçesi ve hamamıyla mutlaka görülmesi önemli bir ziyaret yeri. Kaçarlar hanedanına mensup olan Nasırüddin Şah döneminin ıslahatçı ve başarılı veziri, Emir Kebir Muhammed Taki Han’ın (ö. 1268/1852) burada Şah’ın emriyle öldürülmüş olması da önemini artırmaktadır. Yaptığı reform ve atılımlarla İran’da büyük bir değişim ve gelişimin temellerini atan Emir Kebir’in faaliyetleri, birilerini rahatsız etmiştir. Saray’a kadar sızan bu çevreler, Şah’ı da ikna ederek Emir Kebir’i ortadan kaldırıyorlar. Park içindeki hamamda Emir’in bilek damarları kesilerek kan kaybından ölmesi maketlerle canlandırılmış. Kan kaybı artınca susadığını söyleyen Emir Kebir’e cellatlar tarafından “Bu kadarlık susuzluğa dayanamıyorsun, Kerbela’dakiler ne yaptı? Onları düşünsene!” denilerek, su isteğinin reddedildiği ve o şekilde can verdiği nakledilmektedir.

Park’tan çıkarak arabamızı değiştireceğimiz mekâna gittik, bu arada Kaşan turu da atmış olduk. Artık hızlı bir şekilde İsfahan’a gidebiliriz. Yollar fena değil, genelde çöl ve düzlükler olduğu için hızlı ilerlemek daha kolay oluyor. İsfahan’da öncelikle el-Mustafa Üniversitesinin buradaki şubesine gittik. Bizi misafirhaneye alarak biraz istirahat etmemizi söylediler. Bu arada namazımızı da kıldık, öğle yemeği de getirmişler, sağ olsunlar. Yemekten sonra İsfahan’ı gezmek üzere çıktık. İsfahan’ın tarihi oldukça kadim olmakla birlikte Müslümanların bölgede hakimiyet kurmalarından sonra, önemi daha da artmıştır. Selçuklu hanedanının kurucusu Tuğrul Bey, İsfahan'ı başkent yaptı. Ondan sonraki dönemlerde, özellikle Melikşah yönetiminde büyüyüp zenginleşti. Ne var ki Selçuklu hanedanının yıkılışıyla birlikte İsfahan gerilemeye başladı. Safevîler döneminde, İsfahan’ın yıldızı tekrar parlamaya başladı. Şah I. Abbas 1598 yılında İsfahan'ı başkent yaptı ve 17. yüzyılın en büyük ve en güzel kentlerinden biri olarak yeniden inşa etti. Onun yaptığı imar ve inşa faaliyetleri hala canlılığını korumaktadır.

İsfahan’ın caddeleri, kaldırımları, evleri gerçekten görülmeye değer. Geniş ve cetvelle çizilmiş gibi düzgün caddelerin kenarlarında, su arkları ve bunları çevreleyen kaldırımlar. Caddelerden geçerken, yukarıda dalları birbirine kavuşan ağaçların altından, bir tünelden geçiyormuş gibi ilerliyoruz. Her taraf yemyeşil ve tertemiz. İsfahan’da görülmesi gereken en önemli yer, hiç kuşkusuz Şah Abbas tarafında yapılan, etrafında Saray, çarşı, mescid ve medreseler bulunan Nakş-ı Cihan Meydanı’dır. Devrimden sonra “Meydan-ı İmam Humeyni” şeklinde ismi değiştirilmiş ancak halk arasında hala “Meydan-ı Nakş-ı Cihan” şeklinde anılmaktadır. Bu meydanı görünce “İsfahan, nisf-ı cihan” sözünün, boşuna söylenmediği anlaşılıyor.

Nakş-ı Cihan Meydanı, ortasında büyük bir havuz bulunan oldukça geniş bir alandan oluşmaktadır. Alan çeşitli bodur ağaç ve bitkilerle süslenmiş, motorlu araçların girişi serbest olmadığından, dileyenler için faytonlar var. Meydan çok geniş ve tertemiz, girer girmez bir rahatlama ve ferahlık veriyor. Etrafı çarşılarla çevrilmiş olmakla beraber, saray, mescid ve medreseye açılan çıkışlar da var. Batı kenarında Şah’ın törenleri izlediği geniş bir balkonu da bulunan Saray’ın bir bölmesi bulunuyor. Asıl Saray biraz daha ilerisinde ve onun da önünde büyük bir havuz var. Saray’ın girişinde tarihi canlandıran tablolar yer almaktadır. Her tarafı bir ayrı ilgi çekici. Saray’ın kapısı (Ali Kapu) Şah Abbas tarafından Necef’ten getirilmiş. Şah Abbas’ın yaya olarak Necef’e gitmiş, Hz. Ali’nin Türbesi’nin de bulunduğu kutsal mekânın kapısının buraya yakışır derecede olmadığını düşünerek yeni bir kapı yaptırmış, eski kapıyı da teberrüken oradan getirerek Saray’ın girişine yerleştirmiş. Üzerinde “Âli Kapu” yazılmaktadır. Bu nedenle Saray, Âli Kapu Sarayı olarak anılmaktadır. Mescid ve medrese de göz kamaştırıcı tarihi eserler bulunmaktadır. Özellikle eski ismi Mescid-i Şah, şimdiki ismi ise Mescid-i İmam olan mescitte yer alan minberin tek parça mermer taşından oluşması hayli ilgi çekici. İsfahan’da göz kamaştırıcı eserlerden biri de Zayende Nehri’nin üzerinde bulunan Siose Pol (otuz üç göz) köprüsüdür.

22.05.2023 Pazartesi sabahı, el-Mustafa Üniversitesi’ne bağlı olan İsfahan İlahiyat Fakültesi Dekanı ve bölüm başkanlarıyla bir toplantıya katıldık. İslam dünyasında yapılan din eğitimi faaliyetleri ve İslam ümmetinin genel meseleleri üzerinde durarak, ilmiyenin görev ve sorumluluklarına dikkat çeken oldukça faydalı bir görüşme oldu. Bu tür toplantılarda hep kelam anabilim dalı mensuplarını arıyorum. Burada kelam-felsefe bölümü başkanı bir hanım efendi. Babası Ayetullah Mutahhari’nin öğrencisiymiş. Dekan ve diğer hocalar sözlerini bitirdikten sonra, onunla kelam müfredatı üzerine kısa bir sohbet ettik. Toplantıdan hemen sonra Yezd’e doğru yola çıktık. İsfahan’dan ayrılırken, gözlerimiz tertemiz caddeleri, dümdüz caddeleri çevreleyen yemyeşil ağaçları, ağaçlarla caddeler arasındaki su arklarında kaldı. Gerçekten İsfahan’ı hele de meydanı görmeyen “İran’ı gördüm” dememelidir.

Etrafı çıplak dağlarla çevrili çölden Yezd’e doğru ilerliyoruz. Yezd, İran’ın orta kesimlerinde Deşt-i Kevîr çölüne komşu, bir bölümü kumlarla kaplı ovada yer almaktadır. Yezd, Hz. Osman devrinde fethedildi. Burada Zerdüştler yaşamaktaydı ve Emeviler döneminde cizye ödemeyi kabul ettiler. Tuğrul Bey döneminde Selçukluların idaresine geçti. Bundan sonra birçok defa el değiştirdi. Timurlu Hükümdarı Şâhruh devrinde (1405-1447), Yezd’e tayin edilen Vali Celâleddin Çakmak döneminde, Yezd huzura kavuştu. Emîr Çakmak ve hanımı da Yezd’de birçok mescid, hankah, kervansaray ve hamam gibi sosyal kurumlar yaptırdılar. Emir Çakmak Meydanı ve meydanı çevreleyen Emir Camii ve Medrese, bütün ihtişamıyla varlığını sürdürmektedir. Şah İsmâil döneminden itibaren genel olarak İran’da hükümran olan hanedanların elinde kaldı. Yezd’in coğrafi konumu ve transit geçiş güzergahında bulunması nedeniyle her dönemde önemli ticaret merkezlerinden biri olmuştur. Ayrıca birçok meyve tarım ürünü de yetişmektedir. Yezdi önemli ve farklı kılan en önemli husus Zerdüştiliğin merkezi olması ve bu durumun bugün hala devam ediyor olmasıdır. Yezd’i bizim için çekici kılan ve zamanımız kısıtlı olmasına rağmen mutlaka görme isteğimizin altında yatan muharrik sebep de bu idi.

Yezd’e varır varmaz soluğu Zerdüşt Ateşgedesinde alıyoruz. Yemyeşil bir bahçenin içinde, önce, ateşin yanmaya devam ettiği bölmeye geçiyoruz. Avlu kapısından girer girmez Zerdüşt öğretisine ait söz ve figürlerin yer aldığı, İngilizce ve Farsça yazılı levhalar bizi karşılamaktadır. Bu öğretinin temeli olan “iyi düşün, iyi konuş, iyi yap” formülü ile ifade edilen mesaj hem yazı hem de şekillerle her tarafta verilmeye çalışılmaktadır. Ortada havuz ve etrafta yeşillikler var. Daha sonra Zerdüşt dinini anlatan resim ve levhaların bolca yer aldığı salona geçiyoruz. Merkez adına sadece bu bölmede bariyerlerin arkasında oldukça sakin ve masumane bir şekilde ayakta duran genç bir bayan var. Başka kimse yok. Bütün bilgiler levha ve resimlerde yer aldığı için ayrıca bilgilendirmeye gerek duymuyorlar. Hanım efendi, Başının ön tarafında açıkta kalan azıcık bir kısmını saymazsak tam mütesettir bir şekildedir. Duvarlardaki büyük resimlerde yer alan Zerdüştî bayanlar da bu şekilde tesettürlüdürler. İran’ın hemen hemen bütün kentlerinde bugün karşılaştığımız mütesettir hanımların tesettürüyle buradakiler arasında inanılmaz bir benzerlik var. Ayrıca ülkemizde Kürtlerin yaşadığı bölgelerdeki hanımların örtülerine de çokça benzemektedir. Kadim kültürlerin ne kadar derin dalgalar şeklinde varlığını sürdürdüklerinin canlı bir örneğiyle baş başayız. Dua ederken ellerini kaldırmaları, hanımların tesettürleri, levhalarda yazılan hikmetli öğretiler, namaz ve abdest şekilleri gibi hususlar, Zerdüştiliğin muharref bir semavi din olduğu konusunda güçlü ipuçları vermektedir. Burada kısa bir istirahat ve sohbetten sonra Emir Çakmak meydanına gidiyoruz. Buradaki Mescid-i Kebir’de namazımızı kılıp hemen yakınında yemeğimizi yedikten sonra, geldiğimiz yoldan Kaşan’a doğru yola çıkıyoruz. Gözlerimiz Yezd’in kerpiç yapıları, otantik evleri ve tertemiz, dümdüz yollarında kalıyor.  

Kaşan’da arabamızı tekrar alarak Kum ya da Tahran’a geçmeyi planlıyoruz. Kaşan’a ulaştığımızda, akşam namazı vakti, mihmandarımız bahçesi gül ve çiçeklerle süslenmiş geleneksel bir Kaşan Evi’ne alıyor. Oldukça geniş olan evin her tarafı tarih kokuyor. Sergisi, süslemeleri, tasarımı her şeyi tarih. Burada namazımızı kılıp biraz sohbet ve istirahatten sonra Kum istikametine yola çıktık ve Kum’daki otelimize geçtik. Arkadaşlar dinlenirken, akşamın serinliğinde Harem-i Mutahhar’a doğru yürüyüş için çıktım. Hemen yakınında bulunan Hasan el-Askeri Camii’ne de gittim. Vakit oldukça geç olmasına rağmen çocuklara yönelik bir yarışma etkinliği var. Dinî sorular ve Kur’ân’dan kısa sureler soruluyor ve okuyanlara küçük hediyeler veriliyor. Etkinlik hem çocuklar hem de aileler tarafından yoğun ilgi görmektedir.

23.05.2023 Salı günü Sabah Namazını kılar kılmaz rehberimizle birlikte otelimizden çıkarak Tahran’a doğru yola çıkıyoruz. Kum-Tahran arası 125 km. Ancak yolumuzun üzerinde İran İslam Devrimi’nin lideri Ayetullah Humeyni’nin mezarının da bulunduğu ve özellikle devrim şehitleriyle anılan Beheşt-i Zehra (Gül Bahçesi) mezarlığına uğrayacağız. İmam’ın mezarı gerçekten muhteşem bir mimariyle yapılmış, oldukça geniş bir alanı kaplamaktadır. Sabah erken olduğu için ziyaretçi çok az. İmam’ın naaşının bulunduğu türbe kısmına devrimin etkin şahsiyetlerinden ve iki dönem cumhurbaşkanlığı da yapmış olan Hâşimi Rafsancani ve İmam’ın oğlu Seyyid Ahmed de defnedilmiş. Eşi ise hemen bu bölmenin dışına defnedilmiş. Bu muhteşem yapı içerisinde biraz gezindikten sonra Beheşt-i Zehra’nın Devrim şehitlerinin mezarlarının bulunduğu kısmına geçiyoruz. Birçok şey maket ve resimlerle canlandırılmış. Devrim’in ilk yıllarında, Halkın Mücahitleri isimli örgüt tarafından düzenlenen bombalı saldırıda şehit olanlar özel bir bölme de ve kapalı alanda defnedilmişler. Dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanı Ayetullah Beheşti, Cumhurbaşkanı Ali Recai, Başbakan Cevad Bahoner ve daha birçok ünlü devlet adamı.

Tahran’da saray ve tarihi yerleri daha önce gördüğüm için gezilecek çok fazla yer yok. Ancak devrimin ilk zamanlarında öğrenciler tarafından işgal edilen Amerikan Büyükelçiliği’ne gitmemiştim. Buraya gitmeyi planlıyoruz. Şimdilerde müze olarak kullanılan bu mekân, dışarıdan bakıldığında, Büyükelçilik’ten daha ziyade Cumhurbaşkanlığını andıran büyük ve korunaklı bir külliyeyi akla getiriyor. İçeri girip bütün bölmeleri özellikle de zula olarak kullanılan bölmeleri geziyoruz. Üzerinden 44 yıl geçmiş olmasına rağmen muazzam bir teknoloji ve sofistike aletlerle dolu. Sanki elçilik değil de bir genelkurmay karargâhı gibi. Buradan çıkıp biraz çarşı Pazar gezerek akşama kadar dolaşıyoruz. Gece saat saat 03.00 gibi Havaalanında olmamız gerekiyor. Saat 06.00’da Mahan Havayollarına ait İstanbul uçağıyla havalanarak İran’a, tarihin, inancın, kültürün, sarayların ve doğal olarak entrikaların içine yaptığımız yolculuğa son veriyoruz.

 



[1] Yıllar önce mehdilikle ilgili araştırma yapmak üzere buralara gelmiş, buralara da değindiğim bulgu ve değerlendirmelerime Tarihte ve Günümüzde Mehdilik (İstanbul: Rağbet y. 2013, 2016, 2022) isimli çalışmamda yer vermiştim.


 

2 yorum:

  1. Hocam gönlünüze sağlık, ilim,kalem ve kelamınıza kuvvet. Rabbim seferlerinizi mübarek eylesin Bereketlendirsin. Anşatımızdan İstifade etti ik. Allah razı olsun, Rabbim ömürler versin inşallah.
    Selam ve dua ile...
    M yaman

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim, Allah razı olsun

      Sil

Yazarlar