3 Temmuz 2023 Pazartesi

“Ey İsveç Ayağını Denk Al!!!” Ya Biz?


“EY İSVEÇ AYAĞINI DENK AL!!!” YA BİZ?

                                                                                        Doç. Dr. Cuma KARAN

Din, siyaset ekonomi ve politika gibi insanları doğrudan ilgilendiren geniş alanların maalesef iç içe girdiği bir dönemdeyiz. İletişim araçlarıyla dünyanın bir köye dönüştüğü günümüzde ufak bir hadise dünyanın dört bir yanına anında yayılabilmekte ve muhatap kitlede ma’kes bularak tepkilere yol açmaktadır. Bu hadiseler bazen güzel şeylere vesile olurken bazen de maalesef olumsuz ve üzücü olabilmektedir. Örneğin İsrail’in genelde Ramazan ayında veya bayramlarda Filistin’e füze atması veya Mescidi Aksa’ya yönelik tacizlerinde bulunması Müslümanları ciddi anlamda üzmekte ve germektedir.

Müslümanlar, tam da Kurban Bayramının sevincini ve paylaşmanın mutluluğunu yaşamaya çalışırken maalesef bu sefer de (28/06/2023) Kur’an’ı yakma gibi menfur bir hadise İsveç’te yaşandı. Kısa süre önce (21/01/2023) yine İsveç’te aşırı sağcı biri Türkiye'nin İsveç Büyükelçiliği önünde aynı eylemi yapmıştı, şimdi de bir caminin önünde, hem de izin alarak ve polis korumaları eşliğinde aynı menfur eylemi gerçekleştirdi. Bunu gerçekleştirenin Iraklı olması, eylemcinin kimliği ise ayrı bir konu.  Oysaki daha önce (08/02/2023’te) Kur’an yakmak isteyen birine İsveç Polisi izin vermemişti.  Ancak ilginç ve bir o kadar da düşündürücü olan, İsveç için bir varoluş anlamına gelen NATO’ya üye olma sürecinde Türkiye’nin onayına mahkûm olduğu bir dönemde hem de bu konunun tartışılacağı tarihe az kalan bir zaman dilimi esnasında bu sefer buna iznin verilmiş ve bu çirkin olayın tekrarlanmış olmasıdır. Bu bağlamda bir başka düşündürücü olan durum ise İsveç’in NATO’ya dâhil olmasına karşı olan Rusya’nın da Kur’an’a olan saygı boyutunu en üst düzeyde dile getirmesidir. Rusya Lideri Putin Müslümanların yoğunlukta olduğu ve birçok Müslüman askeri kendisinin hedeflediği cephede savaştırdığı bir esnada Dağıstan Derbent’teki Cuma Camiini ziyaret etmesi ve burada Kur’an yakma eylemini en üst düzeyde kınaması da aynı şekilde dikkat çekicidir. “İsveç kendi ayağına bile bile böylesi bir kurşunu niye sıkıyor?  Doğrusu acaba orada da derin işler mi dönüyor? cevabını bulamadım, belki de küçük bir soru olduğundandır(!) En iyisi “böylesi sorular sizi de meşgul etmeden bireysel, toplumsal ve siyasi açıdan dikkatimizi çeken birkaç hususu arz etmeye çalışayım:

1.   SİYASİ ALANDA

Devlet yetkilileri söylenmesi gerekenleri söylemişlerdir. Bununla beraber 1969 yılında kurulan ve şu anda 57 ülkenin üye, 5 ülkenin de gözlemci olduğu toplam 62 ülkeden oluşan İslam İşbirliği Teşkilatına (İİT) bağlı ülkeler topluca siyasi anlamda daha keskin ve daha güçlü bir tepki için bir teşebbüste bulunabilirler mi? “Zira teşkilatın amacı; “Üye Devletlerarasında iş birliği ve dayanışmayı güçlendirmek, İslam Dünyasının hak ve çıkarlarını korumak.” şeklinde belirlenmiştir. (Bkz. https://www.mfa.gov.tr/islam-isbirligi-teskilati.tr.mfa )

Değerlere hakaretin ifade özgürlüğü ile hiçbir alakasının olmadığı ve bu değerlere hakaretin dünya barışına çok ciddi zarar vereceği bütün platformlarda yüksek sesle dile getirilmelidir. Zira Avrupa’da sağ partilerin oy artışlarına paralel olarak gittikçe yabancı düşmanlığı ve özellikle de “İslamofobi” adı altında dini değerlere saldırmada da toplumsal barışı tehdit edecek boyutta bir artış yaşanmaktadır. “İslamofobi”, toplumsal etkileri itibariyle sosyolojik ve siyasi bir olgudur. Bundan dolayı sosyoloji bilimi İslamofobinin sebepleri, amaçları ve sonuçları üzerine tahlil ve tespitler yapmıştır. Hz. Peygamber ve Kur’an aleyhtarlığı yanı sıra İslamofobi ile ilgili ilmi çalışmalar da son yıllarda artmıştır. (Bkz. İsa Atcı, Hukuk Sosyolojisi Bağlamında İslamofobi ve İslam Hukuku) Son yıllarda Batı’da artış gösteren İslamofobi eylemleri hem oradaki Müslümanlar için hem de siyasiler için ciddi bir tehlike oluşturmaktadır.  Maalesef mutedil anlayışın aksine fanatik anlayış bütün dünyada kendini hissettirmektedir. Başta ülkemiz olmak üzere Müslüman coğrafyasında da bu durum; muhafazakarlık, milliyetçilik ve mezhepçilik şeklinde kendini göstermektedir. Etki tepki ikilemiyle Batı ve İslam coğrafyasında vuku bulan bu durum hem Batı’ya hem de İslam coğrafyasına bir yarar/fayda vermeyecektir. Maalesef bu tehlikeli gidişin rüzgârına bütün taraflar gözünü kapatmış gibi bir durum sergilemektedir.   Bu büyük sorunun çözümüne yönelik ciddi adımların atılmaması sorumluluk makamında olanların da acaba işlerine mi geliyor? sorusunu da akla getirmiyor değil.  Siyasi öncelikler kutsal önceliklerin önüne mi geçiyor?

2.   STK

İsveç’te faaliyet gösteren ve çoğunun Müslüman ülkelerden gelmiş insanların kurmuş olduğu İslami STK’lar bu vesile ile bir araya gelmelidir. Siyasette “krizi fırsata çevirme” mücadelesiyle bu musibeti bir fırsata ve rahmete dönüştürmek mümkündür. Nitekim bu gibi hadiseler Müslümanlar arasındaki bölünmüşlüğü bir nebze de olsa gidermekte ve ileride hedefte tam bir birlikteliğe götürebilir. Ortak ve kutsal paydamız olan Kur’an etrafında birleşmeyi fırsata dönüştürmeli, bu krizi Müslümanların vahdetine vesile kılmalıdırlar. Kendi içinde oluşan bu birlik ile bu anlamda İsveç devlet yetkilerinin uyarılması noktasında ne lazımsa medeni bir şekilde yapılmalı, bu anlamda köklü önlemler almaya zorlamalıdırlar.  Özellikle de kutsal değerlere saygısızlığın asla “özgürlüklerle ilgili bir konu olmadığı” vurgulanmalıdır. Müslüman siyasetçilerin hemen hemen Avrupa’nın birçok ülkesinden iktidar ve muhalefet partilerde olduğu dikkate alındığında bu durum için siyasi mahfiller ciddi bir şekilde devreye sokulmalıdır. Böylesi bir birliğin olmaması da bizce en az Kur’an yakma kadar üzerinde düşünülmesi gereken bir durumdur. Tek olan Allah’ın kitabı etrafında niye tek vücut değiliz?  Bugün Kur’an’ın pervasızca yakılması; birlik içinde, caydırıcı konumda güçlü olmayışımızdan mıdır, yoksa yakan kişi veya kişilerin kendilerinin güçlü oluşlarından mıdır?  Ne dersiniz?  İslam ülkelerinin idareciler kendi iktidarlarının bekası uğruna her türlü ilişki ve iletişime açık ve bu uğurda büyük bütçeler ayırabilmektedir. Bu konuda dinî veya mezhebî farklılıklar buna engel teşkil etmez iken acaba Müslümanların birliği ve kutsalını koruma noktasına niye aynı hassasiyet ve aynı genişlik gösterilmiyor? Yani Müslüman ülkeler gayrimüslim ülkelerden silah alırken din, mezhep veya ırk farkı engel olunmaz iken İslam’ın kutsalının koruması söz konusu olduğu yerde bir araya gelmede acaba neden bu tür basit farklılıklar ayrılık sebebi olabiliyor? Bu gidişatta bir yanlışlık yok mu sizce? Bu yanlış gidişata bir an önce son verilmesi aklı selimin gereğidir.

Osmanlı son dönemdeki en zayıf durumuna rağmen sahip olduğu ağırlıkla başta Fransa, İtalya Hatta ABD’de Fransız yazar Henri de Bornier (1825-1901)’ın 1888’de Hz. Peygamber’e hakareti içeren bir tiyatro oyununu oynamasına engel olmayı başarmıştı. (Geniş bilgi için bkz. Ahmet Uçar, Sultan, Güç ve Hassasiyet) Hasta imparatorluğun bu durumuna rağmen Batı Hala Doğu’ya muhtaçtı. Demek ki mesele onların güçlü olmaları veya o gün çok iyiydi bugün çok kötü olmaları değil, Müslümanların güçsüz olmalarıdır. Lut (as)’ın azgın olan kavmine söylediği:

 “Keşke benim size karşı koyacak bir gücüm olsaydı veya güçlü bir desteğe dayanabilseydim!” (Hud, 80) Keşke Kur’an’a dayanarak güçlenen ve o güçle Kur’an’ı kollamaya çalışan bir İslam toplumu, devleti olsaydı!  Asıl zayıflığın sebebi maddi ve manevi açıdan Kur’an’ın ahlakından uzak oluşumuz değil midir acaba?  Zira Kur’an, kendisini rehber edinen toplulukları, devletleri yüceltmiş, güçlü kılmıştır. Bugün o güçten mahrum ise o zaman durum ortadadır. Öyle ise soruyu şöyle soralım: Müslümanların güçlenmeleri için; “Her bir Müslüman, her bir Müslüman, toplum ve her bir Müslüman devlet ne yapmalı? ve daha önemlisi; ne yapmamalı? Bu konuda bireysel, toplumsal ve İslam ülkeleri bazında bir projemiz var mı?

3.   HZ. ALİ’NİN HAYKIRIŞINA NE DERSİNİZ?

Bilindiği gibi Hz. Ali Muaviye b. Ebu Süfyan ile Sıffin’de karşı karşıya geldi. Sıffin Savaşı’nda yenilmek üzere iken Muaviye’nin uyanık, zeki komutanlarından ve Arap dâhilerinden biri olan Amr b. As, Kur’an yapraklarını kendi askerlerinin mızraklarının ucuna asarak Hz. Ali’nin askerlerine karşı bir taktik değişikliğiyle cevap verince Hz. Ali’nin askerleri “Biz Kur’an’a karşı savaşmayız” deyip, kazanmak üzere oldukları bir savaştan maalesef mağlup oldular. (İbnü’l Esir, el-Kâmil fi’t-tarih, 3/192) Hz. Ali askerlerine; “Bu tuzak, bu tuzağa gelmeyin, önemli olan Kur’an’ın ahkâmıdır, içeriğidir, Muaviye onu çiğniyor, kâğıdına bakmayın” dedi ise içerik ve hüküm yerine şekle bağlı olan askerler Hz. Ali’yi dinlemedi, bitmek üzere olan bir savaştan ellerini çektiler. Hatta savaş konusunda ısrar eden Hz. Ali’yi bu konuda tehdit ettiler. Bu durum karşısında Hz. Ali onlara boyun eğmekten başka çare bulamadı. Nitekim Hz. Peygamber’in yıllar önce söylediği şu mucizevi söz gerçekleşti: “Ben Kur'an’ın tenzili için harp ettim, sen de tevili için harp edeceksin!" (İbni Hibban, Sahih, 9/46)

Hz. Ali’nin savaşı bırakan ordusuna yukardaki “haykırışını” okudukça bir iç muhasebe yapma hissiyatı bende ağır bastı.

Nedir bu Yüce Kur’an’ın biz insanlardan çektiği? Kimisi emellerine alet ederken kimisi de öfke ve kinlerinin hedefine koymaktadır. Halbuki bu Kur’an insanlığa, okunmak, anlaşılmak ve yaşanmak üzere hidayet ve nur olarak gönderildi.

Yukarıda da değindiğimiz gibi dini değerleri temsil eden semboller kutsaldır, saygındır, muhteremdir. Dolayısıyla ihtiram gösterilmelidir. Kime ait olursa olsun fark etmez. Zira Ayet-i Kerimede Rabbimiz şöyle buyurur: “Allah’tan başkasına tapanlara kötü söz söylemeyin; sonra onlar da bilmeden, taşkınlık yaparak Allah hakkında kötü sözler söylerler.” (En’âm, 6/108) “Müslümanlar geçmişte öteki’ye karşı göstermiş oldukları saygı çerçevesinde yaşamış oldukları güzel dönemlerin örneklerini bugün de çoğaltmalıdırlar. Kendi içinde de Kuran hukuku ekseninde İslam kardeşliği ile birbirlerinin farklılıklara saygı ve tahammül göstererek, güçlenmenin yollarını aramalıdırlar.  Yani hem “kendimizin” hem de “öteki’nin” kutsalına saygı duymak vazifemiz, saygı beklemek ise hakkımızdır. İlk soru kendimize: Saygıdan ne anlıyoruz? Mesela biz, gerçek anlamıyla kutsalımıza saygılı mıyız?  Şu soruların cevabını birlikte arayalım:

1.   Kur’an-ı Azimüşşan’ı, yaşantımızla günde kaç kez yok sayıyoruz.?

2. Bireysel veya toplumsal yaşamımızda Kur’an var mı? Ve hükümlerine içten gelerek boyun büküyor muyuz?

3.   Sadece ölülere okumak için kılıflar içinde sakladığımız Kur’an acaba konuşsa bize ne der?

4. Evinde Kur’an okunmayan, namaz kılınmayan evi kabristana benzeten ve bu konuda bizi uyaran Hz. Peygamber’in şu tespitlerinden kaçımızın evi bundan muaftır?

        “Ey İnsanlar! Evinizde namaz kılınız. Zira farz namaz dışındaki namazların en makbulü, insanın evinde kıldığı namazdır.” (Buhârî, Ezân 81)

“Namazınızın bir kısmını evlerinizde kılınız da oraları kabirlere çevirmeyiniz.” (Buhârî, Salât 52)

“Biriniz farz namazını mescitte kıldığı zaman, o namazından evine de bir pay ayırsın. Zira Allah Teâlâ bu namaz sebebiyle evinde hayır yaratır.” (Müslim, Müsâfirîn 210)

 

5. Diri diri kabristanda yaşadığımızın farkında mıyız? Gökdelenlerimizin, villalarımızın modern kabristanlar olduğunu anlayabiliyor muyuz? Hz. Peygamber (sav)’in bu uyarıları bizlere bir şeyler hatırlatıyor mu acaba?

 

        Kur’an’a saygı deyince ne anlamalıyız mesela? Müslümanlar olarak saygıyı niye sadece maddesine indirgedik ki? Hâlbuki Kur’an bir bütün değil midir? Anlamı, ahkâmı, emir ve yasakları, saygı anlayışımızın neresinde? Kur’an’ın emirleriyle aramız nasıl? Dünyada Kur’an ile hemhal miyiz? Kur’an bizi tanıyor mu? Veya biz ne kadar tanıyoruz? Hükümlerini, ahlak esaslarını, temel ilkelerini, yaşam rehberi oluşunu…. Hani gıda ve bazı eşyaların içerik oranları belirlenir ya; acaba yaşantımız bu anlamda Kur’an süzgecinden geçse yüzde kaç Kur’anî’dir? Yani nefsimize zor gelecek ama Kur’an göre yüzde kaç (% ???)  Müslümanız? Hayatımızı Kur’an testinden geçirsek kaç doğrumuz çıkar acaba? Sizce barajı geçer miyiz?  

Mesela bireysel olarak şöyle diyebiliyor muyuz: “Ey İsveç! sana inat kutsalımı okuyorum, kutsalımı anlıyorum, al sana işte kutsalımı yaşıyorum” diyebiliyor muyuz? Kur’an’a olan sevgimiz bu olaydan sonra ne şekilde tezahür etti mesela? Bu hafta başlayacak “Yaz Kur’an Kurslarına” çocuklarımızı aşk ve şevkle gönderebilecek miyiz? Bizim dünyamızda da Kur’an ile ilgili bir değişiklik olacak mı? Onlar gündüz camide okurken, akşam da biz o dersin müzakeresini yapabilecek miyiz? Sahi eskiden yetişkinler için 10-15 kişilik “Cami Dersleri” vardı; Gayretli hocalarımız bu kurs vesilesiyle tefsir, hadis, Kur’an ile ilgili dersler yaparlardı. Ne oldu bu ders halkalarımıza? Dizilerimizde sezonlar bitmezken, Futbol Kupa müsabakalarından biri biter diğeri başlarken bu derslerimize ne oldu? Bitti mi? Artık tamam mı? 

Kur’an’a dönüş yolunda;

*Keşke yürüyen Kur’an olabilseydik; söz, eylem ve davranışımızla; içki, uyuşturucu ve dünyanın bataklığına sapmış insanlara uzanan el, yollarını aydınlatan birer ışık olabilseydik…

*Keşke Avrupalıları alıştırdığımız damak zevkimiz, mutfağımız kadar onları İslam’a da alıştırabilseydik…

*Keşke Avrupa’ya aykırı yaşantımızla cezaevlerindeki sayımızdan kat be kat fazlası, akademide, parlamentoda, finans ve daha birçok saygın ve etkin yerlerde olabilseydik…

*Keşke Müslümanlar olarak muhafazakarlığımızdan, milliyetçiliğimizden daha fazla dindarlığımızla, samimiyetimizle, dürüstlüğümüzle Avrupa’ya İslam’ı taşımada köprü olabilseydik…

* Keşke inşa ettiğimiz mabetlerin içini manevi imar ile doldurarak oralardan canlı binlerce Kur’an, yaşantılarıyla parlayan İslam olarak etrafa ışık saçabilseydik…

*Keşke çocuğumuza ilk ezberlettiğimiz “Besmelenin” anlamı olan; “Rahman ve Rahim” sıfatlarını da yeterince anlatsaydık da bu kadar kadın cinayetleri, adam öldürmeleri ve husumetlerle birbirimizin acımasız hasmı olmasaydık da merhamet bahçesinde muhabbet çiçekleri yeryüzünün her tarafına ekebilseydik.

*Keşke Avrupa’nın Hz. İsa Efendimize yönelik bazı haddi aşan eylemlerinde Müslümanlar olarak topyekûn “Jesus/İsa kutsalımızdır, kırmızı çizgimizdir, dokunulamaz,” deyip sessiz yürüyüşlerle samimi Hristiyan toplumunun kalbine dokunup onlarla en az İsa Peygamberimiz kutsalında birleşseydik, ortak aynı tavrı, tepkiyi gösterebilseydik. Zira “Peygamberler arasında ayrım yapmayız” (Bakara,2/285) ilahi emrin muhatapları olarak bunu eylemimizle de gösterebilseydik. “Keşkelerimizin” listesini uzatmak mümkün. Eminim ki sizin de içinizde daha nice keşkeler doğmuştur. 

Büyük Şair, Kur’an aşığı Mehmet Akif Ersoy’un 1895’te henüz 21 yaşında iken ilk yazdığı şiirlerinden biri olan şu dörtlüklerine bakmak ister miyiz acaba?  Yazıldığı günden bugüne üzerinden tam 128 yıl geçmiş. Bakalım neler değişmiş Kutsal Kur’an’ımıza olan bakışımızda?

KUR’AN'A HİTAP

"İbret olmaz bize, her gün okuruz ezber de!

Yoksa bir mana aranmaz mı bu ayetlerde?

Lafzı muhkem yalnız anlaşılan Kur'an'ın;

Çünkü kaydında değil hiçbirimiz mananın.

Ya açar Nazm-ı Celil'in bakarız, yaprağına;

Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına.

İnmemiştir hele Kur'an bunu hakkıyla bilin;

Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için."

29.06.2023


 

5 yorum:

  1. Allah razı olsun hocam o kadar doğru tespitleriniz varki sizi tebrik ediyorum yüreğinize sağlık.

    YanıtlaSil
  2. Allah razı olsun hocam o kadar doğru tespitleriniz varki sizi canı gönülden tebrik ediyorum 👏👏yüreğinize sağlık.

    YanıtlaSil
  3. Maşallah tebrikler! melle cuma hocam proaktif çözümlerin menbaı oldu

    YanıtlaSil
  4. Allah razı olsun hocam. Gerçekten İslam Toplumuna yapmaları gerekenler ve durduı

    YanıtlaSil
  5. Allah razı olsun hocam. Gerçekten İslam Toplumuna yapmaları gerekenler konusunda ufuk açacak bir yazı olmuş. Şuan durduğumuz profili de ayan ediyor. Umarım Kur'an'ı rehber edinmek konusunda daha fazla yol katederiz. Aksi halde kendi kendimizin helakına sebep olacağız

    YanıtlaSil

Yazarlar