DARBECİ KAFA MONTAJI
Cağfer KARADAŞ
Henüz heyecanını yitirmemiş bir eski tüfekle konuşuyoruz. Artık yaşlanmış, sormaya bile gerek kalmadan anlatmaya hevesli hale gelmiş. Hayallerini, hayal kırıklıklarını, heykelden hayallerini, hayalden heykellerini… üşenmeden, yorulmadan dikkatli ve tane tane anlatıyor. “Başından geçen en kırılgan hayal neydi?” diye sordum. Başladı anlatmaya. Uzunca konuşacağa benziyordu ama doğrusu anlattıkları ilgimi çekti, sonuna kadar dinlemeye karar verdim. Devrimleri, devrilenleri ve çam devirenleri; köksüzleri, dipsizleri ve ipsizleri; hevesi şişirilenleri, nefesi kesilenleri ve yok yoluna gidenleri; savrulan dünyaları, dağılan hülyaları ve düşman gulyabanileri; vücutlarını tuval kılıp yazdıranları, yüzlerinde heykel yaptıranları, cinsiyetlerini bozduranları; havalara giren kafaları, bastığı yeri beğenmeyen ayakları ve aynaları yalanlayan suratları; darbeci çığırtkanları, darbeyi inkâr edenleri, tiyatrodur canım diyenleri; kafadan darbe almışları, zihinleri satılmışları ve dilleri zehirlenmişleri… bir bir anlattı. Ama en heyecanlısını sona saklamıştı.
Buyurun dinleyelim!
“Bir gün tam ortasında, beyne işleyen Temmuz’un öğlen sıcağında düşünceli
düşünceli yürüyorum. Kafamda bin bir hayal. Doluya koyuyorum almıyor, boşa
koyuyorum dolmuyor. Ne olacak bizim halimiz. Bir türlü bu millet bize yüz
vermiyor. Tam yüz veriyor gibi oluyor, bu sefer de biz çuvallıyoruz, bir çuval
inciri berbat ediyoruz. Ne zaman iktidarın bir ucundan tutsak, ne yapıp edip milleti
perişan ediyoruz. Tam böyle dalmışım hayalin en dibine, bir sesle irkildim.
Karşımda bizim haylaz, anlaşılan gene bir şeylerin peşinde yaramaz. Hamamdan fırlamış
Arşimet gibi birden bağırdı:
-Ağabi, ben bir dükkân açmaya karar verdim.
-Ne dükkânı? Ne yapacaksın oğlum?
-Kafa montajı yapacağım.
-Nasıl yani? Benimle kafa buluyorsun, herhalde!
-Hayır ağabi! Hem de darbeli ve darbeci kafa. Bugünlerde çok moda. Dükkânın
üstüne de “İTİNAYLA HER TÜRDEN DARBECİ KAFA MONTAJI YAPILIR” yazacağım.
-Git işine oğlum, kafa bulacak başkasını bul!
-İnanmıyorsun, ciddiye almıyorsun ama ben bunu yapacağım.
Dedi, dediğini de yapmaya koyuldu.
Şaştım kaldım. Ne yapacak, nasıl yapacak diye uzaktan gözetlemeye başladım. Bir
gün, iki gün, üç gün… içim içime sığmıyordu. “Bu oğlan bir delilik yapacak”
dedim, yanına uğramaya karar verdim.
-Hayrola, darbeci kafa montajcısı! İşler ne âlemde?
-Ağabi, işleri kafamda bitirdim. Henüz rafadan ama projem tamam.
Sıra geldi bunu hayata geçirmeye…
-Artık, hayata mı geçer, hayattan mı geçer? Bilemeyeceğim.
-Ağabi dalgayı bırak da beni bir dinle!
Dinlemeye başladım. Ne coşkulu anlatıyordu! Önceleri kayıtsız bir
şekilde dinliyormuş gibi yaptım, baktım iş ciddi, pürdikkat dinlemeye başladım.
-Ağabi planım iki türlü işleyecek. Birincisi bazı kafalar
bulacağız, onlara darbeci program enjekte edeceğiz. İkincisi ise bulduğumuz
uygun bedenlere kendi imalatımız olan içten darbeli kafalar monte edeceğiz.
-Birincisi klasik yöntem, ikincisi yeni deneme. Hani bu günlerde aşılar
konuşuluyor ya: eski yöntem aşı, yeni yöntem aşı diye. Bizimki de öyle işte. Klasik
darbeci kafa işi yıllardır yapılıyor zaten. Denenmiş, tecrübe edilmiş, hatta
oldukça başarılı sonuçlar alınmış. Bu yüzden önce denenmişten başlayacağız. Okyanus
ötesindeki elin oğlu yapıyor da biz mi yapamayacağız. Hem de âlâsını yaparız.
Aslanlar gibi. Gerekirse oralardan da destek alırız. Ne güne duruyor dostlarımız!
Ev kaçkını, yol sapkını, beddua saplantılı...
-Nasıl olacak bu? Millet çakmaz mı?
-Millete çaktırmayacağız tabi ki! Bu millet bir çakarsa, bizi
duvara çakar, ibret-i âlem olsun diye de ortaya atar. Onun için çok dikkatli
olmamız lazım. Kuytu bir yerde, milletin gözünden ve özünden uzakta, mümkünse
hayatın doğal akışının dışında; uygun, uygulanabilir, uydurulabilir, uydu
yapılabilir; uykuya yatırılır, gerekli rüyalar gördürülür, uyandığında
istediğin yöne döndürülür… Böyle kişiler bulacağız ve bunu yapacağız. Yoksa
sittin sene bu millet bize gün yüzü göstermez, istediğimiz iktidarı vermez, bu
saatten sonra bize asla güvenmez.
-Peki, var mı böyle uygun tipler?
-Var. Hem de çok. Adam olamamış, yolunu bulamamış; her gördüğüne
takılmış, her seferinde yolunmuş, insan olmaktan yorulmuş, umutları kurumuş,
bir köşede unutulmuş… Bunları elde etmek kolay. Bir de savruk ve savrulmuş tipler
var. Herkes onu savurmuş, o da savrulmuş; yeri yurdu olmamış, bir yerde karar
kılmamış; her yeri dolanmış, bir baltaya sap olmamış, yerini bulmamış, eli boş
kalmış… Bunlar ilk planda ele avuca gelmez ama boyunlarına bir ip geçirdin mi,
ağızlarına gemi vur, nereye istersen oraya sür…
-Yahu, bunların hepsi gariban. Yaptığımız istismar olmaz mı?
-Her şey bitti de bu mu dert? Bilirsin bu yolda her şey serbest.
-İyi de oğlum! Bunun için tecrübe gerek. Kafadan yaptım demekle
olmaz.
-Ağabi ben inceledim. Dünyada darbe yapanların neredeyse tamamı belli
merkezlerde kurgulanmış, ayarlanmış, olması gereken yere yuvarlanmış, tencere
hazır kapağını bulmuş. Yılların tecrübesi yabana atılmamalı. Amerika’yı yeniden
keşfedecek halimiz yok. Keşfetmiş işte elin Amerigo’su. Oradaki tecrübeyi
alacağız buraya aktaracağız. İş bu kadar basit. Tamam anlıyorum. Son deneme
başarısız oldu. Oraya takılma! Oradaki yanlış şu: Adamlar gidip milletin gözüne
soktular, onu hiç hesaba katmadılar; millet de ayağa kalktı, heveslerini
kursaklarında bıraktı, bir kısmını içeri tıktı, bir kısmı da arkasına bakmadan
kaçtı.
-İkinci yöntem ne, peki?
-Onun projesi de kafamda. Şöyle anlatayım: İnsansız uçak gibi bir
şey. Bak, gayet başarılı uçuruyorlar. Onlar yapıyor da biz mi yapamayacağız! Bizimki,
uzaktan kumandalı içten darbeli kafa. Kumanda elimizde. Biraz karmaşık ama
sıkıştığımız yerde destek de alabiliriz. Okyanus ötesinden, hatta berisinden,
bataklık kıyısından... Onlara vermezler ama bize verirler.
-İyi de oğlum! Kafa naklini düşünen uzmanların en büyük problemi
sinir sistemi bağlantısıymış. Nasıl yapacaksın bunu?
-Ağabi, gerekirse bütün sistemi değiştirim. Daha iyi ya işte! Gıcır
gıcır yepyeni bir sinir sistemi olur.
-Tümden insan yapsana o zaman! Ne böyle, yamalı bohça gibi!
-Ağabicim, böyle daha iyi hem ekonomik hem garantili. Üstelik
içlerinden biri olarak görünecek. Millet anlamayacak. Yanından, yöresinden,
berisinden biri sanacak. Aslında balmumu heykellerini de düşünebiliriz. Tam da
insana benziyorlar. Bir tek canları eksik. Bizim canı içlerine koyduk mu, iş
tamam.
-Bak oğlum seni uyarıyorum. Bizimkiler bu günlerde iyice dağıttılar
hatta azıttılar, ayarı kaçırdılar, ipe sapa gelmez şeyler demeye başladılar.
Kafalarına bir yerden darbe mi geldi, ne? Hele bir tanesi ulu orta konuşuyor,
ağzına ne gelirse söylüyor.
-Ne yapsın ağabicim! Adamın canına tak etmiş, atarları tutmuş, “bir
ataklık da ben yapayım” demiş. Darbe demiş, darbeci demiş. Bildiği her şeyi
söylemiş, bildiği de bu kadarmış. Ne yapsın yıllardır bunu ezberlemiş. Hakkını
yemeyelim, yeni bir şey de söylemiş: “felaket duasına çıkalım” demiş. Demek ki,
yılların ezberini az da olsa bozabilmiş. Benim de aklıma yattı. Biz de şu hocaları,
hacıları, bacıları toplayıp kandırsak da bir felaket duası mı yaptırsak? Bizim
projeye gerek kalmadan işi masrafsız halletmiş oluruz.
-Git oğlum işine! Yıllardır uğraşıyoruz, kandıramıyoruz. Şimdi mi
kandıracağız? Onları değil ama şu cincileri, büyücüleri, üfürükçüleri, yıldızcıları,
medyumcuları toplayabiliriz. Firavun topladı da biz mi toplayamayacağız? Tamam,
adam başarısız oldu, planı elinde patladı, bir de gitti, salak herif, denizde
boğuldu. İnsan bir yüzme öğrenir demi! Koca firavun olmuşsun. Dağ gibi
piramitler yaptıracağına, birkaç tane de köprü yaptırsaydın da üstünden
geçseydin! Allah’tan bizim boğazda köprüler var, onların başını tutarız. Gerçi
biz, o köprülerin yapılmasına da karşı çıkmıştık. Tren alt geçişine de. Bak
aklıma geldi sahi, orada tüp geçit de var, oralardan da geçeriz.
-Ağabicim sen de iyice uçtun ha! O dediklerin cin gibi adamlar,
vallahi cinlerini üstümüze salarlar! Bize mi kanarlar? Ne hin oğul hindir onlar!
Bizi ayaküstü kaz gibi yolarlar.
-O zaman desene bu proje de yattı, henüz rafadan bile olmadan kafada
patladı.
-Olsun en azından düşündük, bir şeyler planladık. Bugünü de böylece
atlattık. Eh, kafadaki dükkânı da kapattık. Yarın başka bir dükkân açarız. Böylece
gündemi saptırırız, milleti oyalarız, yediğimiz haltları belki gözlerden kaçırırız.”
O sıra gözüm saate gitti. Aman
Allah’ım! Saat kaç olmuş? Bizim eski tüfek hâlâ konuşuyor. Şöyle çaktırmadan
demir alayım. Karanlık basmadan evin yolunu bulayım.
24 Zilhicce
1444 / 12 Temmuz 2023
0 yorum:
Yorum Gönder