RAHMÂN’A ADANMIŞ SESSİZLİK:
HZ. MERYEM’İN SESSİZLİĞİNE GİDEN YOL
Doç. Dr. Abdurrahim KAPLAN
1. Hz. Meryem’in Kur’ân’daki Konumu ve Seçilmişliği
Hz. Meryem, Kur’ân-ı Kerîm’de adı açıkça anılan tek kadındır. Onun ismi otuz dört kez doğrudan, bir kez de zamirle birlikte zikredilmiştir. Bu tekrarlar yalnızca bir şahsın adı değil, aynı zamanda ilahî bir vurgunun, örneklik misyonunun göstergesidir. Kur’ân ve hadislerde en fazla övgüye mazhar olmuş kadınların başında gelen Hz. Meryem; iffet, takvâ, ismet, sabır ve teslimiyet gibi birçok üstün erdemi kendinde toplamış seçkin bir şahsiyettir. Ona atfedilen “Betûl” sıfatı, onun dünyadan yüz çevirip Allah’a yönelişini, manevî saflığını ve dünyevî kirlerden korunmuşluğunu ifade eder.
Kelâm âlimlerinden Ebü’l-Hasan el-Eş’arî, kadınlardan da peygamber
gelebileceği görüşünü savunmuş ve Hz. Meryem’i peygamber olduğunu düşündüğü
altı kadından biri olarak zikretmiştir. Her ne kadar bu görüş ümmetin çoğunluğu
tarafından kabul görmese de Hz. Meryem’in vahye muhatap olduğu gerçeği onun
sıradan biri olmadığını açıkça ortaya koyar. Hz. Meryem tüm kadınlardan üstün
kılınmıştır. Allah onu tertemiz seçmiş ve cennetlikler arasına almıştır.
Nitekim tefsir kaynaklarında Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) şöyle buyurduğu
rivayet edilmiştir: “Cennet kadınlarının en hayırlısı Huveylid’in kızı
Hatice’dir. Yine cennet kadınlarının en hayırlısı İmran kızı Meryem’dir.” Kur’ân’daki
ifadeler, Hz. Meryem’in sıradan bir anne ya da Allah’a bağlı bir kadın değil, ilahî
planın taşıyıcısı olan özel bir kul olduğunu ortaya koyar. Âl-i İmrân 42. ayet
bu durumu açıkça bildirir: “Ey Meryem! Allah seni seçti, seni tertemiz kıldı ve
seni bütün dünya kadınlarına üstün kıldı.” Bu öyle bir seçilmedir ki “seçilme”
kelimesi bile onu tam olarak ifade edemez. Allah, Hz. Meryem’i doğrudan
üfürmeye mazhar kılmak üzere, yaratılışın başında Hz. Âdem’e olduğu gibi özel
olarak seçmiştir. Bu, insanlık tarihinde benzeri olmayan bir lütuftur. Hz.
Meryem ise bu olağanüstü olaydan o ana kadar habersizdi. Kur’ân’daki “arınma”
vurgusu derin bir anlam taşır. Çünkü onun temizliğinin özellikle belirtilmesi,
İsa’nın (a.s.) doğumu üzerinden Hz. Meryem’e iftira atan Yahudilere bir
reddiyedir. Onlar, bu eşsiz doğumu anlayamayarak perde arkasında gizli bir
ilişki aramış, tertemiz bir kadını iftirayla lekelemeye çalışmışlardır.
2. İlahi Hazırlık ve Toplumdan Uzaklaşma
Hz. Meryem, ailesinden ve çevresinden uzaklaşarak Beytü’l-Makdis’in
doğu tarafına çekilmiştir. Bu yalnızlaşma sıradan bir inziva değil, ilahî
planın ilk aşamasıdır. Kur’ân şöyle der: “Meryem ailesinden ayrılıp doğu
tarafında bir yere çekilmişti. Böylece onlarla arasına bir perde koydu.” (Meryem,
19/16–17) Hz. Meryem, kendisini ibadete
adadığı dönemde mabedin doğu tarafında, gelenek gereği perdeyle ayrılmış özel
bir bölmede yaşamaktaydı. Bu yalnızlık süreci, zahirî sebeplerin ötesinde bir
hazırlığın göstergesidir. Çünkü onun bedeninde ve kaderinde olağanüstü bir
ilahî tecelli vuku bulacaktır. Cebrâil (a.s.), insana benzer bir surette
karşısına çıkınca Hz. Meryem derin bir korkuya kapılır. Onu bir erkek
zannederek şöyle der: “Ben senden Rahmân’a sığınırım. Eğer Allah’tan
korkuyorsan bana dokunma.” (Meryem, 19/18)
Bu cümle, onun hem iffetini hem de Rabbiyle sürekli bağ içinde
olduğunu gösterir. Cebrâil, onun korkusunu yatıştırır ve geliş amacını
bildirir: “Ben sana nezih bir oğul müjdelemek için gönderildim.” (Meryem, 19/19) Meryem şaşırır: “Benim nasıl çocuğum olabilir? Bana hiçbir beşer
dokunmamıştır ve ben iffetsiz de değilim.” (Meryem, 19/20) Cebrâil’in cevabı ise ilahî kudretin nihai ifadesidir: “Bu iş,
Rabbinin buyruğudur. Allah dilediğini yaratır. Bir şeye ‘Ol’ derse o hemen
olur.” (Meryem,
19/21–22) Hz. Meryem hamile kaldıktan sonra,
toplumun iftiralarından kaçmak amacıyla mabedi terk edip Bethlehem gibi uzak
bir yere gitmiştir. Evli olsaydı böyle bir gizlenmeye gerek duymazdı. Bu durum,
doğumun mucizevî doğasının bir başka delilidir.
3. Yalnızlık, Doğum ve Sessizlik: İlahi Bir Strateji
Kur’ân, Hz. Meryem’in hamile kaldıktan sonra bir kez daha
yalnızlığa çekildiğini bildirir: “Nihayet ona gebe kaldı. Onunla birlikte uzak
bir yere çekildi.” (Meryem, 22) Bu çekiliş artık sadece korunma değil
hem fiziksel hem toplumsal hem de psikolojik bir tecridin başlangıcıdır. Bu,
insanlardan gelen yargılardan kaçış ve Allah’a sığınış hâlidir. Doğum sancısı
başladığında Hz. Meryem şöyle haykırır: “Keşke bundan önce ölmüş olsaydım da
unutulup gitseydim!” (Meryem, 19/23) Bu söz,
fiziksel acıdan değil; halkın tepkisinden ve bu durumu nasıl açıklayacağını
bilememekten doğan derin bir sıkıntının ifadesidir. İffetli bir hayat sürmüş,
Rabbi’nin emrine tâbi olmuş, fakat şimdi toplum karşısında açıklanamaz bir
durumla yüz yüzedir. Tam bu noktada Allah tarafından hem fiziksel hem
psikolojik destek sağlanır: “Sakın üzülme. Rabbin alt tarafından bir su arkı
var etti. Hurma ağacını silkele, üzerine taze hurmalar düşsün. Ye, iç, gözün
aydın olsun.” (Meryem, 19/24–26)
Ayet, Hz. Meryem’e üç yönlü destek sağlandığını gösterir:
Fizyolojik: Yeme-içme ihtiyacının giderilmesi,
Psikolojik: “Üzülmesinin önüne geçilmesi”,
Ruhsal: “Gözün aydın olsun” ifadesiyle yüzünün Allah katında ak
kılınması.
Ve ardından şu emir gelir: “Eğer birini görürsen de ki: ‘Ben
Rahmân’a oruç adadım; bugün hiçbir insanla konuşmayacağım.’” (Meryem, 19/26) İşte bu, yalnızlığın ve sabrın zirvesidir. Sessizlik burada bir
iletişimsizlik değil, ilahî bir iradeye teslimiyet anlamı taşır. Meryem’in bu
sessizliği “Ben kendimi savunmayacağım, izah yapmayacağım. Hakikati Allah
konuşturacaktır.” demektir. Eğer Meryem evli olsaydı, Yahudiler arasında yaygın
bir gelenek olmasına rağmen ona “susma orucu” tavsiye edilmezdi.
4. Sessizliğin Derin Anlamı: Bir Savunma Değil, Bir Şahitlik
Meryem’in sessizliği, korkunun değil imanın sonucudur. O susar
çünkü: Kendini savunmak, ilahî mucizeyi gölgeleyebilir. Konuşmak, Allah’a olan
güvenin zayıflığına işaret edebilir. Sessizlik, hakikatin Allah tarafından dile
getirileceğine olan inancın ifadesidir. Ve gerçekten de öyle olur. Hz. İsa,
daha bebekken konuşarak annesini temize çıkarır: “Ben Allah’ın kuluyum. O bana
Kitap verdi ve beni peygamber yaptı.” (Meryem, 19/30) Bu sessizlik,
Meryem’in tarihsel kimliğini değil, kıyamete kadar sürecek örnekliğini
oluşturur. Hz. Meryem’in susması, Allah’ın konuşmasıdır. Ayette geçen savm
(oruç) kelimesi, İslam öncesi dillerde “susmak” anlamında da kullanılırdı.
Dolayısıyla Meryem’in orucu yememek değil, konuşmamaktır. Kur’ân’a göre bu
sessizlik bir acziyet değil; imanın ve tevekkülün zirvesidir. Hz. Meryem, en
kırılgan anda bile nefsinin değil, Rabbinin sözüne kulak verir. Böylece
Rahmân’a duyulan güven, dilin susmasıyla değil, kalbin Allah’a açık oluşuyla
ortaya konur. “Ben Rahmân’a oruç adadım” ifadesi, ibadetlerin yalnızca dışsal
ritüellerle sınırlı olmadığını gösterir. Oruç, bedensel olduğu kadar dilsel ve
zihinsel bir arınmadır. Bu, Kur’ân’daki “Umulur ki sakınırsınız” (Bakara, 2/183) ifadesiyle de örtüşür. Meryem’in konuşmama kararı dışarıdan pasif
görünse de aslında kelimelerin yetersizliğini kabul eden bilinçli bir iradedir.
O an için en doğru söz, hiçbir şey söylememektir. Çünkü ilahî plan, insan
sözüne değil Allah’ın müdahalesine yer verecektir. Hz. İsa’nın bebekken
konuşması, bu ilahî müdahalenin zirvesidir: Meryem konuşmaz; Allah konuşturur.
Bu da bize sessizliğin de bir tebliğ biçimi olduğunu öğretir. Kur’ân’da birçok
örnekte olduğu gibi burada da Allah, olayların merkezine doğrudan müdahale
eder. Kulun görevi o anda sadece sabretmek ve güvenmektir. Hz. Meryem,
toplumsal anlamda yalnız bırakılmış, fiziksel olarak da toplumdan uzaklaşmış
bir kadındır. Bekâr bir kadının toplum önüne bir bebekle çıkması, ahlaki ve
sosyal olarak büyük bir sınavdır. Tam bu anda Allah, ona sadece susmasını
değil, konuşmamayı ilan etmesini emreder. Bu ilan aynı zamanda bir koruyucu
kalkandır; çünkü Hz. Meryem, kendini savunmayı Allah’a bırakmıştır.
5. Sessizliğin Çağrısı
Günümüzde insan, sürekli konuşan ve ifade eden bir varlığa
dönüşmüştür. Söz, çoğu zaman hakikatin değil nefsin aracıdır. Bu çağda
sessizlik, bazen gerçeğe ulaşmanın en güçlü aracıdır. Meryem’in sessizliği
bugünün insanına bir çağrıdır: Her söz hakikat değildir; her suskunluk da
zayıflık değildir. Sessizlik, doğru zamanda ve doğru niyetle yapıldığında
hakikati daha fazla ortaya çıkarabilir. Nitekim Meryem’in konuşmaması, onun
adına İsa’nın konuşmasına vesile olmuştur. O konuşma, bir bebekten gelen en
derin tebliğdir. Rahmân’a adanmış sessizlik, nefsin sesini kısmak, kalbin
sesini açmaktır. Meryem’in sessizliği, Kur’ân’da bir kadın figürünün toplumsal
baskıya karşı direnişi değil, Allah’a tam teslimiyetinin örneğidir. Bu
sessizlik, konuşmaktan kaçış değil; kelimelerin yetersizliğini fark edip
Allah’ın sözüne yer açmaktır. Kur’ân’daki bu örnek, her çağın insanına derin
bir öğüttür: Susulması gereken yerde konuşmak zulümdür; konuşulması gereken
yerde susmak ihanettir. Ama bazı anlar vardır ki, susmak ibadettir.
0 yorum:
Yorum Gönder