12 Ekim 2025 Pazar

Rahmân’a Adanmış Sessizlik: Hz. Meryem’in Sessizliğine Giden Yol

RAHMÂN’A ADANMIŞ SESSİZLİK: 

HZ. MERYEM’İN SESSİZLİĞİNE GİDEN YOL

Doç. Dr. Abdurrahim KAPLAN 

1. Hz. Meryem’in Kur’ân’daki Konumu ve Seçilmişliği

Hz. Meryem, Kur’ân-ı Kerîm’de adı açıkça anılan tek kadındır. Onun ismi otuz dört kez doğrudan, bir kez de zamirle birlikte zikredilmiştir. Bu tekrarlar yalnızca bir şahsın adı değil, aynı zamanda ilahî bir vurgunun, örneklik misyonunun göstergesidir. Kur’ân ve hadislerde en fazla övgüye mazhar olmuş kadınların başında gelen Hz. Meryem; iffet, takvâ, ismet, sabır ve teslimiyet gibi birçok üstün erdemi kendinde toplamış seçkin bir şahsiyettir. Ona atfedilen “Betûl” sıfatı, onun dünyadan yüz çevirip Allah’a yönelişini, manevî saflığını ve dünyevî kirlerden korunmuşluğunu ifade eder.

Kelâm âlimlerinden Ebü’l-Hasan el-Eş’arî, kadınlardan da peygamber gelebileceği görüşünü savunmuş ve Hz. Meryem’i peygamber olduğunu düşündüğü altı kadından biri olarak zikretmiştir. Her ne kadar bu görüş ümmetin çoğunluğu tarafından kabul görmese de Hz. Meryem’in vahye muhatap olduğu gerçeği onun sıradan biri olmadığını açıkça ortaya koyar. Hz. Meryem tüm kadınlardan üstün kılınmıştır. Allah onu tertemiz seçmiş ve cennetlikler arasına almıştır. Nitekim tefsir kaynaklarında Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Cennet kadınlarının en hayırlısı Huveylid’in kızı Hatice’dir. Yine cennet kadınlarının en hayırlısı İmran kızı Meryem’dir.” Kur’ân’daki ifadeler, Hz. Meryem’in sıradan bir anne ya da Allah’a bağlı bir kadın değil, ilahî planın taşıyıcısı olan özel bir kul olduğunu ortaya koyar. Âl-i İmrân 42. ayet bu durumu açıkça bildirir: “Ey Meryem! Allah seni seçti, seni tertemiz kıldı ve seni bütün dünya kadınlarına üstün kıldı.” Bu öyle bir seçilmedir ki “seçilme” kelimesi bile onu tam olarak ifade edemez. Allah, Hz. Meryem’i doğrudan üfürmeye mazhar kılmak üzere, yaratılışın başında Hz. Âdem’e olduğu gibi özel olarak seçmiştir. Bu, insanlık tarihinde benzeri olmayan bir lütuftur. Hz. Meryem ise bu olağanüstü olaydan o ana kadar habersizdi. Kur’ân’daki “arınma” vurgusu derin bir anlam taşır. Çünkü onun temizliğinin özellikle belirtilmesi, İsa’nın (a.s.) doğumu üzerinden Hz. Meryem’e iftira atan Yahudilere bir reddiyedir. Onlar, bu eşsiz doğumu anlayamayarak perde arkasında gizli bir ilişki aramış, tertemiz bir kadını iftirayla lekelemeye çalışmışlardır.

2. İlahi Hazırlık ve Toplumdan Uzaklaşma

Hz. Meryem, ailesinden ve çevresinden uzaklaşarak Beytü’l-Makdis’in doğu tarafına çekilmiştir. Bu yalnızlaşma sıradan bir inziva değil, ilahî planın ilk aşamasıdır. Kur’ân şöyle der: “Meryem ailesinden ayrılıp doğu tarafında bir yere çekilmişti. Böylece onlarla arasına bir perde koydu.” (Meryem, 19/16–17) Hz. Meryem, kendisini ibadete adadığı dönemde mabedin doğu tarafında, gelenek gereği perdeyle ayrılmış özel bir bölmede yaşamaktaydı. Bu yalnızlık süreci, zahirî sebeplerin ötesinde bir hazırlığın göstergesidir. Çünkü onun bedeninde ve kaderinde olağanüstü bir ilahî tecelli vuku bulacaktır. Cebrâil (a.s.), insana benzer bir surette karşısına çıkınca Hz. Meryem derin bir korkuya kapılır. Onu bir erkek zannederek şöyle der: “Ben senden Rahmân’a sığınırım. Eğer Allah’tan korkuyorsan bana dokunma.” (Meryem, 19/18)

Bu cümle, onun hem iffetini hem de Rabbiyle sürekli bağ içinde olduğunu gösterir. Cebrâil, onun korkusunu yatıştırır ve geliş amacını bildirir: “Ben sana nezih bir oğul müjdelemek için gönderildim.” (Meryem, 19/19) Meryem şaşırır: “Benim nasıl çocuğum olabilir? Bana hiçbir beşer dokunmamıştır ve ben iffetsiz de değilim.” (Meryem, 19/20) Cebrâil’in cevabı ise ilahî kudretin nihai ifadesidir: “Bu iş, Rabbinin buyruğudur. Allah dilediğini yaratır. Bir şeye ‘Ol’ derse o hemen olur.” (Meryem, 19/21–22) Hz. Meryem hamile kaldıktan sonra, toplumun iftiralarından kaçmak amacıyla mabedi terk edip Bethlehem gibi uzak bir yere gitmiştir. Evli olsaydı böyle bir gizlenmeye gerek duymazdı. Bu durum, doğumun mucizevî doğasının bir başka delilidir.

3. Yalnızlık, Doğum ve Sessizlik: İlahi Bir Strateji

Kur’ân, Hz. Meryem’in hamile kaldıktan sonra bir kez daha yalnızlığa çekildiğini bildirir: “Nihayet ona gebe kaldı. Onunla birlikte uzak bir yere çekildi.” (Meryem, 22) Bu çekiliş artık sadece korunma değil hem fiziksel hem toplumsal hem de psikolojik bir tecridin başlangıcıdır. Bu, insanlardan gelen yargılardan kaçış ve Allah’a sığınış hâlidir. Doğum sancısı başladığında Hz. Meryem şöyle haykırır: “Keşke bundan önce ölmüş olsaydım da unutulup gitseydim!” (Meryem, 19/23) Bu söz, fiziksel acıdan değil; halkın tepkisinden ve bu durumu nasıl açıklayacağını bilememekten doğan derin bir sıkıntının ifadesidir. İffetli bir hayat sürmüş, Rabbi’nin emrine tâbi olmuş, fakat şimdi toplum karşısında açıklanamaz bir durumla yüz yüzedir. Tam bu noktada Allah tarafından hem fiziksel hem psikolojik destek sağlanır: “Sakın üzülme. Rabbin alt tarafından bir su arkı var etti. Hurma ağacını silkele, üzerine taze hurmalar düşsün. Ye, iç, gözün aydın olsun.” (Meryem, 19/24–26)

Ayet, Hz. Meryem’e üç yönlü destek sağlandığını gösterir:

Fizyolojik: Yeme-içme ihtiyacının giderilmesi,

Psikolojik: “Üzülmesinin önüne geçilmesi”,

Ruhsal: “Gözün aydın olsun” ifadesiyle yüzünün Allah katında ak kılınması.

Ve ardından şu emir gelir: “Eğer birini görürsen de ki: ‘Ben Rahmân’a oruç adadım; bugün hiçbir insanla konuşmayacağım.’” (Meryem, 19/26) İşte bu, yalnızlığın ve sabrın zirvesidir. Sessizlik burada bir iletişimsizlik değil, ilahî bir iradeye teslimiyet anlamı taşır. Meryem’in bu sessizliği “Ben kendimi savunmayacağım, izah yapmayacağım. Hakikati Allah konuşturacaktır.” demektir. Eğer Meryem evli olsaydı, Yahudiler arasında yaygın bir gelenek olmasına rağmen ona “susma orucu” tavsiye edilmezdi.

4. Sessizliğin Derin Anlamı: Bir Savunma Değil, Bir Şahitlik

Meryem’in sessizliği, korkunun değil imanın sonucudur. O susar çünkü: Kendini savunmak, ilahî mucizeyi gölgeleyebilir. Konuşmak, Allah’a olan güvenin zayıflığına işaret edebilir. Sessizlik, hakikatin Allah tarafından dile getirileceğine olan inancın ifadesidir. Ve gerçekten de öyle olur. Hz. İsa, daha bebekken konuşarak annesini temize çıkarır: “Ben Allah’ın kuluyum. O bana Kitap verdi ve beni peygamber yaptı.” (Meryem, 19/30) Bu sessizlik, Meryem’in tarihsel kimliğini değil, kıyamete kadar sürecek örnekliğini oluşturur. Hz. Meryem’in susması, Allah’ın konuşmasıdır. Ayette geçen savm (oruç) kelimesi, İslam öncesi dillerde “susmak” anlamında da kullanılırdı. Dolayısıyla Meryem’in orucu yememek değil, konuşmamaktır. Kur’ân’a göre bu sessizlik bir acziyet değil; imanın ve tevekkülün zirvesidir. Hz. Meryem, en kırılgan anda bile nefsinin değil, Rabbinin sözüne kulak verir. Böylece Rahmân’a duyulan güven, dilin susmasıyla değil, kalbin Allah’a açık oluşuyla ortaya konur. “Ben Rahmân’a oruç adadım” ifadesi, ibadetlerin yalnızca dışsal ritüellerle sınırlı olmadığını gösterir. Oruç, bedensel olduğu kadar dilsel ve zihinsel bir arınmadır. Bu, Kur’ân’daki “Umulur ki sakınırsınız” (Bakara, 2/183) ifadesiyle de örtüşür. Meryem’in konuşmama kararı dışarıdan pasif görünse de aslında kelimelerin yetersizliğini kabul eden bilinçli bir iradedir. O an için en doğru söz, hiçbir şey söylememektir. Çünkü ilahî plan, insan sözüne değil Allah’ın müdahalesine yer verecektir. Hz. İsa’nın bebekken konuşması, bu ilahî müdahalenin zirvesidir: Meryem konuşmaz; Allah konuşturur. Bu da bize sessizliğin de bir tebliğ biçimi olduğunu öğretir. Kur’ân’da birçok örnekte olduğu gibi burada da Allah, olayların merkezine doğrudan müdahale eder. Kulun görevi o anda sadece sabretmek ve güvenmektir. Hz. Meryem, toplumsal anlamda yalnız bırakılmış, fiziksel olarak da toplumdan uzaklaşmış bir kadındır. Bekâr bir kadının toplum önüne bir bebekle çıkması, ahlaki ve sosyal olarak büyük bir sınavdır. Tam bu anda Allah, ona sadece susmasını değil, konuşmamayı ilan etmesini emreder. Bu ilan aynı zamanda bir koruyucu kalkandır; çünkü Hz. Meryem, kendini savunmayı Allah’a bırakmıştır.

5. Sessizliğin Çağrısı

Günümüzde insan, sürekli konuşan ve ifade eden bir varlığa dönüşmüştür. Söz, çoğu zaman hakikatin değil nefsin aracıdır. Bu çağda sessizlik, bazen gerçeğe ulaşmanın en güçlü aracıdır. Meryem’in sessizliği bugünün insanına bir çağrıdır: Her söz hakikat değildir; her suskunluk da zayıflık değildir. Sessizlik, doğru zamanda ve doğru niyetle yapıldığında hakikati daha fazla ortaya çıkarabilir. Nitekim Meryem’in konuşmaması, onun adına İsa’nın konuşmasına vesile olmuştur. O konuşma, bir bebekten gelen en derin tebliğdir. Rahmân’a adanmış sessizlik, nefsin sesini kısmak, kalbin sesini açmaktır. Meryem’in sessizliği, Kur’ân’da bir kadın figürünün toplumsal baskıya karşı direnişi değil, Allah’a tam teslimiyetinin örneğidir. Bu sessizlik, konuşmaktan kaçış değil; kelimelerin yetersizliğini fark edip Allah’ın sözüne yer açmaktır. Kur’ân’daki bu örnek, her çağın insanına derin bir öğüttür: Susulması gereken yerde konuşmak zulümdür; konuşulması gereken yerde susmak ihanettir. Ama bazı anlar vardır ki, susmak ibadettir.

 

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar