İnsanlar genelde, kendileriyle acı ve tatlı anları yaşayan, keder ve 
derdi ile dertlenen, üzüntüsünü paylaşan kişiye dost; kurulan bu ilişki 
biçimine de dostluk derler. Dostluk, düşünce, fikir, inanç birliğine 
dayandığı müddetçe daha kalıcı olabilmektedir. Çünkü düşünce birliğine 
dayanmayan beraberlikler, Allah rızası için kurulmayan dostluklar devam 
etmez ve akamete uğrar. İnsanlarla sağlıklı bir biçimde dostluk 
kuramamanın bazı nedenleri vardır. Bunların başında ruhî eğitimsizlik, 
kibir, kıskançlık kendini beğenme gibi kalbî hastalıklar gelir. Niyazî 
Mısrî’nın söylediği şu mısralar bu gerçeğe işaret etmektedir: “Ben sandım ki bana hiç dost kalmamış  Ben benliği terk eyledim baktım ki ağyar kalmamış”.
 Bu nedenle iyiler, sadıklar, muttakiler birbirlerini arayıp bulmalı. 
Aralarında iletişim bağı sağlanmalı, acı ve tatlı anlarını beraber 
yaşamalıdırlar. Zira acı tatlı anlar birlikte yaşanmadıkça gerçek samimi
 bağlar oluşamaz. Samimi bağlardan yoksun bireyler en kalabalık 
topluluklarda bile kendilerini yalnız hissederler. Yalnızlık duygusuna 
kapılırlar. Zaten yalnızlık, çağımızın en bunaltıcı hastalıklarından 
biri değil midir? Evet, yalnızlık bazen zor; bazen de sevimli bir durum 
olarak karşılanmıştır. Kimisi yalnızlığı sevmiş kimisi ise nefret 
etmiştir. Hz. Peygamber’e de Risalet’ten kısa bir süre önce yalnızlık 
sevdirilmişti. Bu nedenle Resûlullah: “Bana yalnızlık sevdirildi” 
buyurmuştur. Allah’ın Resülü’ne sevdirilen bu yalnızlık nefsî eğitim, 
ruhî terbiye ile uğraşmak ve ruhen terakki etmek için olan halvettir. 
Fakat dostsuz kalmak, insanlarla ilişki kuramamaktan kaynaklanan 
yalnızlık ise yerilmiş, zemmedilmiştir. Bu anlamdaki yalnızlık 
tembellikten, sorunlu olmaktan kaynaklanıyor. Her ne olursa olsun 
insanlarla sağlıklı bir biçimde ilişkiler kuran sosyal insan, yalnız 
başına kalan asosyal kişiden daha hayırlı olarak kabul edilmiştir. 
“Aslandan kaçar gibi insanlardan kaçın” sözü dini bir temele dayanmıyor.
 Zira Allah’ın Rasûlü “Halk arasına karışıp onların dertleri ile 
dertlenen mü’min, inzivaya çekilip yalnız kendisiyle uğraşan mü’minden 
daha hayırlıdır” buyurmaktadır. Sağlıklı insan başkalarıyla yararlı, 
sağlıklı sosyal ilişkiler kurabilen kimsedir. Hayatta en beceriksiz 
kişiler bile yalnız yaşayabilirler. Onun için Efendimiz: “Mü’min hem 
ülfet eder, hem de kendisi ile ülfet olunur (hem sever, hem sevilir) 
ülfet etmeyen ve ülfet olunmayandan hayır yoktur.”buyurmaktadır. Bir 
hareketin bir merhaleden diğer bir merhaleye varabilmesi ve ileriye 
doğru bir adım atabilmesi için bireylerinin arasındaki kenetleşme çok 
önemlidir. Bu yüzden Cenab-ı Hakk şöyle buyurmaktadır: “Allah, taşları birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saflar halinde, Kendi yolunda savaşanları sever.” (Saff, 61/4).
 İşte sır “bu bir duvarın tuğlaları gibi kenetleşmede saklıdır. Ne mutlu
 bu sırrı keşfeden mü’mine! Ve ne mutlu ona göre amel edene! Zira 
ahirette birbirini Allah için sevenlerin dışında insanların kimi kimine 
düşman kesilecektir: “ O gün; muttakilerin dışında, dostlar birbirlerine düşman olurlar.” (Zuhruf, 43/67).
 Dostluğun sürdürülmesi ve pekiştirilmesi için bazı hususlara dikkat 
etmek gerekmektedir. Dostluğu pekiştiren önemli bir unsur 
ziyaretleşmelerdir. Onda görülen eksiklikler dostlar arasında kopukluğa 
neden olur. Sadece işi düştüğü sıralarda veya bir takım çıkar ve 
bahaneler olmadan insanları arayıp sormayanlar, şahsiyetleri yeterince 
olgunlaşmamış ve dostluk bilincini yakalamamış kişilerdir. Oysa dost, 
sadece Allah rızası için dostunu/kardeşini ziyaret edebilmeli veya en 
azında hal hatırını sorabilmelidir. Yine sünnet olduğu üzere iade-i 
ziyaret edebilmelidir. Zira tek taraflı ziyaretler ve ilişki biçimleri 
kalıcı olmazlar, devam etmezler. Ziyaret edilen bunu düşünmelidir. Tek 
taraflı sevgiler, ziyaretler kalıcı değildir. Sevgi ve muhabbetin 
artması dostluğun devam edebilmesi için karşılıklı sevgi, saygı ve 
ziyaretleşmeler kaçınılmazdır. Ne var ki mü’minler bugün uhuvvet 
haklarına yeterince gözetmemektedirler. Tarihte bir altın tablo gibi 
görülen Ensâr-Muhacir kardeşliğini, sahabîler arasındaki o kuvvetli 
kenetleşmeyi adeta göz ardı etmektedirler. İnsanlar arası ilişkileri 
çıkar ve menfaat sağlıyor. Yani ekonomik ve sosyal faydalar... Mal, 
makam ve şöhret sahibi kimseler etrafında dolaşan, onları razı etmek 
için didinen, onlara dalkavukluk eden insanların sayıları az değildir. 
İlişkileri menfaat belirliyor. Ne yazık ki en koyu Müslüman gibi görünen
 kişilerde dahi bu kötü hasletleri görebilmek mümkündür. Bütün bunları 
gördükten sonra ister istemez insanın hatırına şu sorular geliyor? 
Nerede kaldı Allah rızası için sevenler, sevilenler? Allah rızası için 
gidiş ve gelişler? Nerede Ashabın örnek ahlakı ile ahlaklanan mü’minler?
 Bunların tümü neredeyse kaybolup gitti. Yerini menfaat sevgisi, çıkar 
dostluğu, sanal ve laklak etme arkadaşlıkları aldı. Birçok kişi dertsiz 
ve tasasız insan arıyor. Dertlinin derdi ile ilgilenen neredeyse yok. 
Dertli birisi görüldüğünde onunla ilgilenmek, derdiyle dertlenmek yerine
 o kişinin gittikçe derdini çoğaltmak ve karamsarlığına karamsarlık 
katmaya çalışılmaktadır. Kısaca söylemek gerekirse çoğu insan dertlinin 
derdine deva aramıyor, bu konuda aracı olmak istemiyor. Ama aynı 
insanlar bir kişide menfaat ve çıkarlarını umduklarında ise derhal ona 
dört elle sarılırlar. Bu durumlar karşısında insanın hatırına şu ayet 
gelmektedir: “Sizi hoşnut etmek için Allah’a yemin ederler. Eğer
 inanıyorlarsa Allah’ı ve peygamberini hoşnut etmeleri daha gereklidir.”
 (Tevbe, 9/62) Evet, insanları razı etmek için Allah’a isyan 
etmek dünya ve ahrette azabı gerektirir. İnsanların beğenisini kazanmak 
güzeldir. Fakat Allah’ın gazabını göze almak, Onun hışmına uğramak 
pahasına insanların hoşnutluğuna özenmek çirkin bir davranıştır. Yine 
bugün bazı feri meseleler, çok tali ihtilaflar Müslümanları birbirine 
karşı soğutmaktadır. Bu ise düşmanlarının işine yaramaktadır. 
İhtilafların olması kaçınılmazdır ama önemli olan ihtilaflar ile ilgili 
adab-ı muaşereti öğrenmektir. Bu adabı ise selef âlimlerimizden 
öğrenmeliyiz. Onların ihtilaflar karşısındaki tavırlarını 
araştırmalıyız. Bütün bu çarpıklıklara rağmen gerçek uhuvvet ve dostluk 
anlayışını yitirmeyen müminler de yok değildir. Çünkü iyiler devamlı 
varlıklarını sürdüre gelmişlerdir ve sürecekler. Sayıları az da olsa bu 
değerli kardeşlerimize rastlamaktayız. Allah’tan sayılarının 
çoğaltmasını dilemekteyiz. Çünkü toplum sadece kötülerle dolu değildir. 
İyiler de varlıklarını koruyabilmektedir. Ne var ki bu iyiler 
kendilerinde bulunan o güzelim hasletleri çevrelerindeki insanlarda 
göremeyince düş kırıklığına uğramaktadırlar. Fakat Resûlullah’ın şu özlü
 sözü onlar için teselli kaynağı olmaktadır. “Sana gelmeyene git
 (sila-ı rahim yap), sana vermeyene sen ver, sana zulmedeni affet” 
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, İstanbul 1992, IV, 158) Sonuç olarak 
deriz ki, Mümin mümine dost olmalı ona tevazu kanadını germelidir. Ona 
karşı şefkatli olmalıdır. Kâfirlerle dost ve sırdaş olmamalı, onlara 
karşı onurlu duruşunu sergilemelidir. Ancak durduk yerde kin ve nefret 
küpü olmanın da bir anlamı olmasa gerektir. Asr-ı Saadet’te gerçekleşen 
ve daha sonra kaybolmaya yüz tutan Ensar-Muhacir kardeşliği yeniden inşa
 edilmelidir. (Not: Bu yazının aslı İlahiyat 3. sınıfta
 yazılmıştır. Bazı yerleri değiştirildi, geliştirildi ve kısmen 
güncelleştirildi. Marmara Ü. İlahiyat Fakültesi, 1986)
14 Ocak 2016 Perşembe
Ana Sayfa »
Makale
 , 
Prof. Dr. Mehmet Salih Arı
 » Yalnızlık, Dostluk ve Kaybolan Kardeşliğimiz Üzerine
Yalnızlık, Dostluk ve Kaybolan Kardeşliğimiz Üzerine
İnsanlar genelde, kendileriyle acı ve tatlı anları yaşayan, keder ve 
derdi ile dertlenen, üzüntüsünü paylaşan kişiye dost; kurulan bu ilişki 
biçimine de dostluk derler. Dostluk, düşünce, fikir, inanç birliğine 
dayandığı müddetçe daha kalıcı olabilmektedir. Çünkü düşünce birliğine 
dayanmayan beraberlikler, Allah rızası için kurulmayan dostluklar devam 
etmez ve akamete uğrar. İnsanlarla sağlıklı bir biçimde dostluk 
kuramamanın bazı nedenleri vardır. Bunların başında ruhî eğitimsizlik, 
kibir, kıskançlık kendini beğenme gibi kalbî hastalıklar gelir. Niyazî 
Mısrî’nın söylediği şu mısralar bu gerçeğe işaret etmektedir: “Ben sandım ki bana hiç dost kalmamış  Ben benliği terk eyledim baktım ki ağyar kalmamış”.
 Bu nedenle iyiler, sadıklar, muttakiler birbirlerini arayıp bulmalı. 
Aralarında iletişim bağı sağlanmalı, acı ve tatlı anlarını beraber 
yaşamalıdırlar. Zira acı tatlı anlar birlikte yaşanmadıkça gerçek samimi
 bağlar oluşamaz. Samimi bağlardan yoksun bireyler en kalabalık 
topluluklarda bile kendilerini yalnız hissederler. Yalnızlık duygusuna 
kapılırlar. Zaten yalnızlık, çağımızın en bunaltıcı hastalıklarından 
biri değil midir? Evet, yalnızlık bazen zor; bazen de sevimli bir durum 
olarak karşılanmıştır. Kimisi yalnızlığı sevmiş kimisi ise nefret 
etmiştir. Hz. Peygamber’e de Risalet’ten kısa bir süre önce yalnızlık 
sevdirilmişti. Bu nedenle Resûlullah: “Bana yalnızlık sevdirildi” 
buyurmuştur. Allah’ın Resülü’ne sevdirilen bu yalnızlık nefsî eğitim, 
ruhî terbiye ile uğraşmak ve ruhen terakki etmek için olan halvettir. 
Fakat dostsuz kalmak, insanlarla ilişki kuramamaktan kaynaklanan 
yalnızlık ise yerilmiş, zemmedilmiştir. Bu anlamdaki yalnızlık 
tembellikten, sorunlu olmaktan kaynaklanıyor. Her ne olursa olsun 
insanlarla sağlıklı bir biçimde ilişkiler kuran sosyal insan, yalnız 
başına kalan asosyal kişiden daha hayırlı olarak kabul edilmiştir. 
“Aslandan kaçar gibi insanlardan kaçın” sözü dini bir temele dayanmıyor.
 Zira Allah’ın Rasûlü “Halk arasına karışıp onların dertleri ile 
dertlenen mü’min, inzivaya çekilip yalnız kendisiyle uğraşan mü’minden 
daha hayırlıdır” buyurmaktadır. Sağlıklı insan başkalarıyla yararlı, 
sağlıklı sosyal ilişkiler kurabilen kimsedir. Hayatta en beceriksiz 
kişiler bile yalnız yaşayabilirler. Onun için Efendimiz: “Mü’min hem 
ülfet eder, hem de kendisi ile ülfet olunur (hem sever, hem sevilir) 
ülfet etmeyen ve ülfet olunmayandan hayır yoktur.”buyurmaktadır. Bir 
hareketin bir merhaleden diğer bir merhaleye varabilmesi ve ileriye 
doğru bir adım atabilmesi için bireylerinin arasındaki kenetleşme çok 
önemlidir. Bu yüzden Cenab-ı Hakk şöyle buyurmaktadır: “Allah, taşları birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saflar halinde, Kendi yolunda savaşanları sever.” (Saff, 61/4).
 İşte sır “bu bir duvarın tuğlaları gibi kenetleşmede saklıdır. Ne mutlu
 bu sırrı keşfeden mü’mine! Ve ne mutlu ona göre amel edene! Zira 
ahirette birbirini Allah için sevenlerin dışında insanların kimi kimine 
düşman kesilecektir: “ O gün; muttakilerin dışında, dostlar birbirlerine düşman olurlar.” (Zuhruf, 43/67).
 Dostluğun sürdürülmesi ve pekiştirilmesi için bazı hususlara dikkat 
etmek gerekmektedir. Dostluğu pekiştiren önemli bir unsur 
ziyaretleşmelerdir. Onda görülen eksiklikler dostlar arasında kopukluğa 
neden olur. Sadece işi düştüğü sıralarda veya bir takım çıkar ve 
bahaneler olmadan insanları arayıp sormayanlar, şahsiyetleri yeterince 
olgunlaşmamış ve dostluk bilincini yakalamamış kişilerdir. Oysa dost, 
sadece Allah rızası için dostunu/kardeşini ziyaret edebilmeli veya en 
azında hal hatırını sorabilmelidir. Yine sünnet olduğu üzere iade-i 
ziyaret edebilmelidir. Zira tek taraflı ziyaretler ve ilişki biçimleri 
kalıcı olmazlar, devam etmezler. Ziyaret edilen bunu düşünmelidir. Tek 
taraflı sevgiler, ziyaretler kalıcı değildir. Sevgi ve muhabbetin 
artması dostluğun devam edebilmesi için karşılıklı sevgi, saygı ve 
ziyaretleşmeler kaçınılmazdır. Ne var ki mü’minler bugün uhuvvet 
haklarına yeterince gözetmemektedirler. Tarihte bir altın tablo gibi 
görülen Ensâr-Muhacir kardeşliğini, sahabîler arasındaki o kuvvetli 
kenetleşmeyi adeta göz ardı etmektedirler. İnsanlar arası ilişkileri 
çıkar ve menfaat sağlıyor. Yani ekonomik ve sosyal faydalar... Mal, 
makam ve şöhret sahibi kimseler etrafında dolaşan, onları razı etmek 
için didinen, onlara dalkavukluk eden insanların sayıları az değildir. 
İlişkileri menfaat belirliyor. Ne yazık ki en koyu Müslüman gibi görünen
 kişilerde dahi bu kötü hasletleri görebilmek mümkündür. Bütün bunları 
gördükten sonra ister istemez insanın hatırına şu sorular geliyor? 
Nerede kaldı Allah rızası için sevenler, sevilenler? Allah rızası için 
gidiş ve gelişler? Nerede Ashabın örnek ahlakı ile ahlaklanan mü’minler?
 Bunların tümü neredeyse kaybolup gitti. Yerini menfaat sevgisi, çıkar 
dostluğu, sanal ve laklak etme arkadaşlıkları aldı. Birçok kişi dertsiz 
ve tasasız insan arıyor. Dertlinin derdi ile ilgilenen neredeyse yok. 
Dertli birisi görüldüğünde onunla ilgilenmek, derdiyle dertlenmek yerine
 o kişinin gittikçe derdini çoğaltmak ve karamsarlığına karamsarlık 
katmaya çalışılmaktadır. Kısaca söylemek gerekirse çoğu insan dertlinin 
derdine deva aramıyor, bu konuda aracı olmak istemiyor. Ama aynı 
insanlar bir kişide menfaat ve çıkarlarını umduklarında ise derhal ona 
dört elle sarılırlar. Bu durumlar karşısında insanın hatırına şu ayet 
gelmektedir: “Sizi hoşnut etmek için Allah’a yemin ederler. Eğer
 inanıyorlarsa Allah’ı ve peygamberini hoşnut etmeleri daha gereklidir.”
 (Tevbe, 9/62) Evet, insanları razı etmek için Allah’a isyan 
etmek dünya ve ahrette azabı gerektirir. İnsanların beğenisini kazanmak 
güzeldir. Fakat Allah’ın gazabını göze almak, Onun hışmına uğramak 
pahasına insanların hoşnutluğuna özenmek çirkin bir davranıştır. Yine 
bugün bazı feri meseleler, çok tali ihtilaflar Müslümanları birbirine 
karşı soğutmaktadır. Bu ise düşmanlarının işine yaramaktadır. 
İhtilafların olması kaçınılmazdır ama önemli olan ihtilaflar ile ilgili 
adab-ı muaşereti öğrenmektir. Bu adabı ise selef âlimlerimizden 
öğrenmeliyiz. Onların ihtilaflar karşısındaki tavırlarını 
araştırmalıyız. Bütün bu çarpıklıklara rağmen gerçek uhuvvet ve dostluk 
anlayışını yitirmeyen müminler de yok değildir. Çünkü iyiler devamlı 
varlıklarını sürdüre gelmişlerdir ve sürecekler. Sayıları az da olsa bu 
değerli kardeşlerimize rastlamaktayız. Allah’tan sayılarının 
çoğaltmasını dilemekteyiz. Çünkü toplum sadece kötülerle dolu değildir. 
İyiler de varlıklarını koruyabilmektedir. Ne var ki bu iyiler 
kendilerinde bulunan o güzelim hasletleri çevrelerindeki insanlarda 
göremeyince düş kırıklığına uğramaktadırlar. Fakat Resûlullah’ın şu özlü
 sözü onlar için teselli kaynağı olmaktadır. “Sana gelmeyene git
 (sila-ı rahim yap), sana vermeyene sen ver, sana zulmedeni affet” 
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, İstanbul 1992, IV, 158) Sonuç olarak 
deriz ki, Mümin mümine dost olmalı ona tevazu kanadını germelidir. Ona 
karşı şefkatli olmalıdır. Kâfirlerle dost ve sırdaş olmamalı, onlara 
karşı onurlu duruşunu sergilemelidir. Ancak durduk yerde kin ve nefret 
küpü olmanın da bir anlamı olmasa gerektir. Asr-ı Saadet’te gerçekleşen 
ve daha sonra kaybolmaya yüz tutan Ensar-Muhacir kardeşliği yeniden inşa
 edilmelidir. (Not: Bu yazının aslı İlahiyat 3. sınıfta
 yazılmıştır. Bazı yerleri değiştirildi, geliştirildi ve kısmen 
güncelleştirildi. Marmara Ü. İlahiyat Fakültesi, 1986)
0 yorum:
Yorum Gönder