14 Ocak 2016 Perşembe

Yalnızlık, Dostluk ve Kaybolan Kardeşliğimiz Üzerine

İnsanlar genelde, kendileriyle acı ve tatlı anları yaşayan, keder ve derdi ile dertlenen, üzüntüsünü paylaşan kişiye dost; kurulan bu ilişki biçimine de dostluk derler. Dostluk, düşünce, fikir, inanç birliğine dayandığı müddetçe daha kalıcı olabilmektedir. Çünkü düşünce birliğine dayanmayan beraberlikler, Allah rızası için kurulmayan dostluklar devam etmez ve akamete uğrar. İnsanlarla sağlıklı bir biçimde dostluk kuramamanın bazı nedenleri vardır. Bunların başında ruhî eğitimsizlik, kibir, kıskançlık kendini beğenme gibi kalbî hastalıklar gelir. Niyazî Mısrî’nın söylediği şu mısralar bu gerçeğe işaret etmektedir: “Ben sandım ki bana hiç dost kalmamış Ben benliği terk eyledim baktım ki ağyar kalmamış”. Bu nedenle iyiler, sadıklar, muttakiler birbirlerini arayıp bulmalı. Aralarında iletişim bağı sağlanmalı, acı ve tatlı anlarını beraber yaşamalıdırlar. Zira acı tatlı anlar birlikte yaşanmadıkça gerçek samimi bağlar oluşamaz. Samimi bağlardan yoksun bireyler en kalabalık topluluklarda bile kendilerini yalnız hissederler. Yalnızlık duygusuna kapılırlar. Zaten yalnızlık, çağımızın en bunaltıcı hastalıklarından biri değil midir? Evet, yalnızlık bazen zor; bazen de sevimli bir durum olarak karşılanmıştır. Kimisi yalnızlığı sevmiş kimisi ise nefret etmiştir. Hz. Peygamber’e de Risalet’ten kısa bir süre önce yalnızlık sevdirilmişti. Bu nedenle Resûlullah: “Bana yalnızlık sevdirildi” buyurmuştur. Allah’ın Resülü’ne sevdirilen bu yalnızlık nefsî eğitim, ruhî terbiye ile uğraşmak ve ruhen terakki etmek için olan halvettir. Fakat dostsuz kalmak, insanlarla ilişki kuramamaktan kaynaklanan yalnızlık ise yerilmiş, zemmedilmiştir. Bu anlamdaki yalnızlık tembellikten, sorunlu olmaktan kaynaklanıyor. Her ne olursa olsun insanlarla sağlıklı bir biçimde ilişkiler kuran sosyal insan, yalnız başına kalan asosyal kişiden daha hayırlı olarak kabul edilmiştir. “Aslandan kaçar gibi insanlardan kaçın” sözü dini bir temele dayanmıyor. Zira Allah’ın Rasûlü “Halk arasına karışıp onların dertleri ile dertlenen mü’min, inzivaya çekilip yalnız kendisiyle uğraşan mü’minden daha hayırlıdır” buyurmaktadır. Sağlıklı insan başkalarıyla yararlı, sağlıklı sosyal ilişkiler kurabilen kimsedir. Hayatta en beceriksiz kişiler bile yalnız yaşayabilirler. Onun için Efendimiz: “Mü’min hem ülfet eder, hem de kendisi ile ülfet olunur (hem sever, hem sevilir) ülfet etmeyen ve ülfet olunmayandan hayır yoktur.”buyurmaktadır. Bir hareketin bir merhaleden diğer bir merhaleye varabilmesi ve ileriye doğru bir adım atabilmesi için bireylerinin arasındaki kenetleşme çok önemlidir. Bu yüzden Cenab-ı Hakk şöyle buyurmaktadır: “Allah, taşları birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saflar halinde, Kendi yolunda savaşanları sever.” (Saff, 61/4). İşte sır “bu bir duvarın tuğlaları gibi kenetleşmede saklıdır. Ne mutlu bu sırrı keşfeden mü’mine! Ve ne mutlu ona göre amel edene! Zira ahirette birbirini Allah için sevenlerin dışında insanların kimi kimine düşman kesilecektir: “ O gün; muttakilerin dışında, dostlar birbirlerine düşman olurlar.” (Zuhruf, 43/67). Dostluğun sürdürülmesi ve pekiştirilmesi için bazı hususlara dikkat etmek gerekmektedir. Dostluğu pekiştiren önemli bir unsur ziyaretleşmelerdir. Onda görülen eksiklikler dostlar arasında kopukluğa neden olur. Sadece işi düştüğü sıralarda veya bir takım çıkar ve bahaneler olmadan insanları arayıp sormayanlar, şahsiyetleri yeterince olgunlaşmamış ve dostluk bilincini yakalamamış kişilerdir. Oysa dost, sadece Allah rızası için dostunu/kardeşini ziyaret edebilmeli veya en azında hal hatırını sorabilmelidir. Yine sünnet olduğu üzere iade-i ziyaret edebilmelidir. Zira tek taraflı ziyaretler ve ilişki biçimleri kalıcı olmazlar, devam etmezler. Ziyaret edilen bunu düşünmelidir. Tek taraflı sevgiler, ziyaretler kalıcı değildir. Sevgi ve muhabbetin artması dostluğun devam edebilmesi için karşılıklı sevgi, saygı ve ziyaretleşmeler kaçınılmazdır. Ne var ki mü’minler bugün uhuvvet haklarına yeterince gözetmemektedirler. Tarihte bir altın tablo gibi görülen Ensâr-Muhacir kardeşliğini, sahabîler arasındaki o kuvvetli kenetleşmeyi adeta göz ardı etmektedirler. İnsanlar arası ilişkileri çıkar ve menfaat sağlıyor. Yani ekonomik ve sosyal faydalar... Mal, makam ve şöhret sahibi kimseler etrafında dolaşan, onları razı etmek için didinen, onlara dalkavukluk eden insanların sayıları az değildir. İlişkileri menfaat belirliyor. Ne yazık ki en koyu Müslüman gibi görünen kişilerde dahi bu kötü hasletleri görebilmek mümkündür. Bütün bunları gördükten sonra ister istemez insanın hatırına şu sorular geliyor? Nerede kaldı Allah rızası için sevenler, sevilenler? Allah rızası için gidiş ve gelişler? Nerede Ashabın örnek ahlakı ile ahlaklanan mü’minler? Bunların tümü neredeyse kaybolup gitti. Yerini menfaat sevgisi, çıkar dostluğu, sanal ve laklak etme arkadaşlıkları aldı. Birçok kişi dertsiz ve tasasız insan arıyor. Dertlinin derdi ile ilgilenen neredeyse yok. Dertli birisi görüldüğünde onunla ilgilenmek, derdiyle dertlenmek yerine o kişinin gittikçe derdini çoğaltmak ve karamsarlığına karamsarlık katmaya çalışılmaktadır. Kısaca söylemek gerekirse çoğu insan dertlinin derdine deva aramıyor, bu konuda aracı olmak istemiyor. Ama aynı insanlar bir kişide menfaat ve çıkarlarını umduklarında ise derhal ona dört elle sarılırlar. Bu durumlar karşısında insanın hatırına şu ayet gelmektedir: “Sizi hoşnut etmek için Allah’a yemin ederler. Eğer inanıyorlarsa Allah’ı ve peygamberini hoşnut etmeleri daha gereklidir.” (Tevbe, 9/62) Evet, insanları razı etmek için Allah’a isyan etmek dünya ve ahrette azabı gerektirir. İnsanların beğenisini kazanmak güzeldir. Fakat Allah’ın gazabını göze almak, Onun hışmına uğramak pahasına insanların hoşnutluğuna özenmek çirkin bir davranıştır. Yine bugün bazı feri meseleler, çok tali ihtilaflar Müslümanları birbirine karşı soğutmaktadır. Bu ise düşmanlarının işine yaramaktadır. İhtilafların olması kaçınılmazdır ama önemli olan ihtilaflar ile ilgili adab-ı muaşereti öğrenmektir. Bu adabı ise selef âlimlerimizden öğrenmeliyiz. Onların ihtilaflar karşısındaki tavırlarını araştırmalıyız. Bütün bu çarpıklıklara rağmen gerçek uhuvvet ve dostluk anlayışını yitirmeyen müminler de yok değildir. Çünkü iyiler devamlı varlıklarını sürdüre gelmişlerdir ve sürecekler. Sayıları az da olsa bu değerli kardeşlerimize rastlamaktayız. Allah’tan sayılarının çoğaltmasını dilemekteyiz. Çünkü toplum sadece kötülerle dolu değildir. İyiler de varlıklarını koruyabilmektedir. Ne var ki bu iyiler kendilerinde bulunan o güzelim hasletleri çevrelerindeki insanlarda göremeyince düş kırıklığına uğramaktadırlar. Fakat Resûlullah’ın şu özlü sözü onlar için teselli kaynağı olmaktadır. “Sana gelmeyene git (sila-ı rahim yap), sana vermeyene sen ver, sana zulmedeni affet” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, İstanbul 1992, IV, 158) Sonuç olarak deriz ki, Mümin mümine dost olmalı ona tevazu kanadını germelidir. Ona karşı şefkatli olmalıdır. Kâfirlerle dost ve sırdaş olmamalı, onlara karşı onurlu duruşunu sergilemelidir. Ancak durduk yerde kin ve nefret küpü olmanın da bir anlamı olmasa gerektir. Asr-ı Saadet’te gerçekleşen ve daha sonra kaybolmaya yüz tutan Ensar-Muhacir kardeşliği yeniden inşa edilmelidir. (Not: Bu yazının aslı İlahiyat 3. sınıfta yazılmıştır. Bazı yerleri değiştirildi, geliştirildi ve kısmen güncelleştirildi. Marmara Ü. İlahiyat Fakültesi, 1986)

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar