14 Ocak 2016 Perşembe
Ana Sayfa »
Makale
,
Prof. Dr. Mehmet Salih Arı
» Yalnızlık, Dostluk ve Kaybolan Kardeşliğimiz Üzerine
Yalnızlık, Dostluk ve Kaybolan Kardeşliğimiz Üzerine
İnsanlar genelde, kendileriyle acı ve tatlı anları yaşayan, keder ve
derdi ile dertlenen, üzüntüsünü paylaşan kişiye dost; kurulan bu ilişki
biçimine de dostluk derler. Dostluk, düşünce, fikir, inanç birliğine
dayandığı müddetçe daha kalıcı olabilmektedir. Çünkü düşünce birliğine
dayanmayan beraberlikler, Allah rızası için kurulmayan dostluklar devam
etmez ve akamete uğrar. İnsanlarla sağlıklı bir biçimde dostluk
kuramamanın bazı nedenleri vardır. Bunların başında ruhî eğitimsizlik,
kibir, kıskançlık kendini beğenme gibi kalbî hastalıklar gelir. Niyazî
Mısrî’nın söylediği şu mısralar bu gerçeğe işaret etmektedir: “Ben sandım ki bana hiç dost kalmamış Ben benliği terk eyledim baktım ki ağyar kalmamış”.
Bu nedenle iyiler, sadıklar, muttakiler birbirlerini arayıp bulmalı.
Aralarında iletişim bağı sağlanmalı, acı ve tatlı anlarını beraber
yaşamalıdırlar. Zira acı tatlı anlar birlikte yaşanmadıkça gerçek samimi
bağlar oluşamaz. Samimi bağlardan yoksun bireyler en kalabalık
topluluklarda bile kendilerini yalnız hissederler. Yalnızlık duygusuna
kapılırlar. Zaten yalnızlık, çağımızın en bunaltıcı hastalıklarından
biri değil midir? Evet, yalnızlık bazen zor; bazen de sevimli bir durum
olarak karşılanmıştır. Kimisi yalnızlığı sevmiş kimisi ise nefret
etmiştir. Hz. Peygamber’e de Risalet’ten kısa bir süre önce yalnızlık
sevdirilmişti. Bu nedenle Resûlullah: “Bana yalnızlık sevdirildi”
buyurmuştur. Allah’ın Resülü’ne sevdirilen bu yalnızlık nefsî eğitim,
ruhî terbiye ile uğraşmak ve ruhen terakki etmek için olan halvettir.
Fakat dostsuz kalmak, insanlarla ilişki kuramamaktan kaynaklanan
yalnızlık ise yerilmiş, zemmedilmiştir. Bu anlamdaki yalnızlık
tembellikten, sorunlu olmaktan kaynaklanıyor. Her ne olursa olsun
insanlarla sağlıklı bir biçimde ilişkiler kuran sosyal insan, yalnız
başına kalan asosyal kişiden daha hayırlı olarak kabul edilmiştir.
“Aslandan kaçar gibi insanlardan kaçın” sözü dini bir temele dayanmıyor.
Zira Allah’ın Rasûlü “Halk arasına karışıp onların dertleri ile
dertlenen mü’min, inzivaya çekilip yalnız kendisiyle uğraşan mü’minden
daha hayırlıdır” buyurmaktadır. Sağlıklı insan başkalarıyla yararlı,
sağlıklı sosyal ilişkiler kurabilen kimsedir. Hayatta en beceriksiz
kişiler bile yalnız yaşayabilirler. Onun için Efendimiz: “Mü’min hem
ülfet eder, hem de kendisi ile ülfet olunur (hem sever, hem sevilir)
ülfet etmeyen ve ülfet olunmayandan hayır yoktur.”buyurmaktadır. Bir
hareketin bir merhaleden diğer bir merhaleye varabilmesi ve ileriye
doğru bir adım atabilmesi için bireylerinin arasındaki kenetleşme çok
önemlidir. Bu yüzden Cenab-ı Hakk şöyle buyurmaktadır: “Allah, taşları birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saflar halinde, Kendi yolunda savaşanları sever.” (Saff, 61/4).
İşte sır “bu bir duvarın tuğlaları gibi kenetleşmede saklıdır. Ne mutlu
bu sırrı keşfeden mü’mine! Ve ne mutlu ona göre amel edene! Zira
ahirette birbirini Allah için sevenlerin dışında insanların kimi kimine
düşman kesilecektir: “ O gün; muttakilerin dışında, dostlar birbirlerine düşman olurlar.” (Zuhruf, 43/67).
Dostluğun sürdürülmesi ve pekiştirilmesi için bazı hususlara dikkat
etmek gerekmektedir. Dostluğu pekiştiren önemli bir unsur
ziyaretleşmelerdir. Onda görülen eksiklikler dostlar arasında kopukluğa
neden olur. Sadece işi düştüğü sıralarda veya bir takım çıkar ve
bahaneler olmadan insanları arayıp sormayanlar, şahsiyetleri yeterince
olgunlaşmamış ve dostluk bilincini yakalamamış kişilerdir. Oysa dost,
sadece Allah rızası için dostunu/kardeşini ziyaret edebilmeli veya en
azında hal hatırını sorabilmelidir. Yine sünnet olduğu üzere iade-i
ziyaret edebilmelidir. Zira tek taraflı ziyaretler ve ilişki biçimleri
kalıcı olmazlar, devam etmezler. Ziyaret edilen bunu düşünmelidir. Tek
taraflı sevgiler, ziyaretler kalıcı değildir. Sevgi ve muhabbetin
artması dostluğun devam edebilmesi için karşılıklı sevgi, saygı ve
ziyaretleşmeler kaçınılmazdır. Ne var ki mü’minler bugün uhuvvet
haklarına yeterince gözetmemektedirler. Tarihte bir altın tablo gibi
görülen Ensâr-Muhacir kardeşliğini, sahabîler arasındaki o kuvvetli
kenetleşmeyi adeta göz ardı etmektedirler. İnsanlar arası ilişkileri
çıkar ve menfaat sağlıyor. Yani ekonomik ve sosyal faydalar... Mal,
makam ve şöhret sahibi kimseler etrafında dolaşan, onları razı etmek
için didinen, onlara dalkavukluk eden insanların sayıları az değildir.
İlişkileri menfaat belirliyor. Ne yazık ki en koyu Müslüman gibi görünen
kişilerde dahi bu kötü hasletleri görebilmek mümkündür. Bütün bunları
gördükten sonra ister istemez insanın hatırına şu sorular geliyor?
Nerede kaldı Allah rızası için sevenler, sevilenler? Allah rızası için
gidiş ve gelişler? Nerede Ashabın örnek ahlakı ile ahlaklanan mü’minler?
Bunların tümü neredeyse kaybolup gitti. Yerini menfaat sevgisi, çıkar
dostluğu, sanal ve laklak etme arkadaşlıkları aldı. Birçok kişi dertsiz
ve tasasız insan arıyor. Dertlinin derdi ile ilgilenen neredeyse yok.
Dertli birisi görüldüğünde onunla ilgilenmek, derdiyle dertlenmek yerine
o kişinin gittikçe derdini çoğaltmak ve karamsarlığına karamsarlık
katmaya çalışılmaktadır. Kısaca söylemek gerekirse çoğu insan dertlinin
derdine deva aramıyor, bu konuda aracı olmak istemiyor. Ama aynı
insanlar bir kişide menfaat ve çıkarlarını umduklarında ise derhal ona
dört elle sarılırlar. Bu durumlar karşısında insanın hatırına şu ayet
gelmektedir: “Sizi hoşnut etmek için Allah’a yemin ederler. Eğer
inanıyorlarsa Allah’ı ve peygamberini hoşnut etmeleri daha gereklidir.”
(Tevbe, 9/62) Evet, insanları razı etmek için Allah’a isyan
etmek dünya ve ahrette azabı gerektirir. İnsanların beğenisini kazanmak
güzeldir. Fakat Allah’ın gazabını göze almak, Onun hışmına uğramak
pahasına insanların hoşnutluğuna özenmek çirkin bir davranıştır. Yine
bugün bazı feri meseleler, çok tali ihtilaflar Müslümanları birbirine
karşı soğutmaktadır. Bu ise düşmanlarının işine yaramaktadır.
İhtilafların olması kaçınılmazdır ama önemli olan ihtilaflar ile ilgili
adab-ı muaşereti öğrenmektir. Bu adabı ise selef âlimlerimizden
öğrenmeliyiz. Onların ihtilaflar karşısındaki tavırlarını
araştırmalıyız. Bütün bu çarpıklıklara rağmen gerçek uhuvvet ve dostluk
anlayışını yitirmeyen müminler de yok değildir. Çünkü iyiler devamlı
varlıklarını sürdüre gelmişlerdir ve sürecekler. Sayıları az da olsa bu
değerli kardeşlerimize rastlamaktayız. Allah’tan sayılarının
çoğaltmasını dilemekteyiz. Çünkü toplum sadece kötülerle dolu değildir.
İyiler de varlıklarını koruyabilmektedir. Ne var ki bu iyiler
kendilerinde bulunan o güzelim hasletleri çevrelerindeki insanlarda
göremeyince düş kırıklığına uğramaktadırlar. Fakat Resûlullah’ın şu özlü
sözü onlar için teselli kaynağı olmaktadır. “Sana gelmeyene git
(sila-ı rahim yap), sana vermeyene sen ver, sana zulmedeni affet”
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, İstanbul 1992, IV, 158) Sonuç olarak
deriz ki, Mümin mümine dost olmalı ona tevazu kanadını germelidir. Ona
karşı şefkatli olmalıdır. Kâfirlerle dost ve sırdaş olmamalı, onlara
karşı onurlu duruşunu sergilemelidir. Ancak durduk yerde kin ve nefret
küpü olmanın da bir anlamı olmasa gerektir. Asr-ı Saadet’te gerçekleşen
ve daha sonra kaybolmaya yüz tutan Ensar-Muhacir kardeşliği yeniden inşa
edilmelidir. (Not: Bu yazının aslı İlahiyat 3. sınıfta
yazılmıştır. Bazı yerleri değiştirildi, geliştirildi ve kısmen
güncelleştirildi. Marmara Ü. İlahiyat Fakültesi, 1986)
0 yorum:
Yorum Gönder