27 Temmuz 2016 Çarşamba

İslam Dünyası’ndaki Akımlar ve Fethullah Gülen

Amerika ve Avrupa'nın İslam dünyasına bakışını ve ilişkilerini anlayabilmek için öncelikle yine bir ABD think-tank kuruluşu tarafından yapılan tasnifi bilmemiz gerekiyor. Rand Corporation isimli bir Ar-Ge şirketince hazırlanan bir rapora göre İslam dünyası dört temel akımdan oluşur. 1) Laikler 2) Modernistler 3) Gelenekçiler 4) Köktendinciler, radikaller

Laikler, din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılmasını savunan ve dini değerlerin kamusal alanda geçerli olmasını istemeyen kesimlerdir. Bunlar batılı değer yargılarına en yakın olan kimselerdir. Bazı milliyetçiler, solcular, kemalistler laik gruba girerler.

Modernistler, muhafazakar bir din algısına sahip olmakla birlikte dinin katı yorumunu çağın değerlerine göre değiştirme taraftarıdırlar. Genel olarak Türkiye'deki merkez sağ modernist bir yapıya sahiptir. Aynı şekilde bazı milliyetçiler, kemalistler bu gruba girerler. Yine Türkiye'deki "tarihselciler" ve "Sadece Kuran"cıların büyük çoğunluğu modernisttir.

Gelenekçiler, mezheplere ve geleneksel dini kurallara sıkı sıkıya bağlı gruplardır. Bu kategori altındaki gruplar, genel olarak laik sistemden uzakta yaşarlar. İslam dünyasındaki İhvanı müslimin bu grupta yer alır. Hatta Hamas bile bu grupta zikredilmelidir. Keza katı bir şeriat ile yönetilen Suudi Arabistan da öyle.

Radikaller ve köktendinciler, bunlar da şeriatçılardır. İslami bir devlet hedefine sahiptirler. Bazı selefi ve cihatçı gruplar bu kategoriye girerler. Hamas Cihatçı bir grup olmasına rağmen bu cihadını sadece İsrail ile sınırlı tutmuştur. Halbuki cihatçı grupların cihat tanımı belirli bir bölgeye ülkeye has değildir. Bu gruplar Afganistan'da Çeçenistan'da Bosna'da yada dünyanın herhangi bir yerinde cihada koşabilirler. Bu yüzden Hamas'ı da radikaller arasında değil, gelenekçiler arasında zikretmek daha doğru olacaktır.

***

Amerikalılar'ın bu gruplarla ilişkisi ise şöyle olmaktadır. Radikallere karşı savaşa açarlar. Gelenekçileri sevmezler ve tehlike olarak görürler, ancak gelenekçilerin radikaller ile ilişkiye girmelerine ve radikalleşmesine engel olmaya çalışırlar.

Modernistleri ise görece olarak desteklerler ve laik kesimlerle ilişkilerini teşvik ederler.

Şimdi konunun özüne gelecek olursak;

Ak parti ilk kurulduğu zamanlarda Modernist bir çizgiye sahip idi. Bu yüzden batılılar ve Amerikalılar tarafından tasvip ediliyordu. Bir zaman Erdoğan'ın modernist çizgisini BOP projesi altında İslam dünyasına sunmaya çalışmaları bu yüzdendi. Erdoğan'ın Mısır'da seçimi kazanmış olan İhvan-ı Müslimin grubuna laik bir anayasayı önermesi de bu minvalde idi. Batılılar ile kavga etmek istemiyorsanız modern bir yaşam tarzını benimseyip laik bir anayasayı yürürlüğü koymanız gerekiyor.

Ak Parti bilhassa Ahmet Davutoğlu'nun Dış İşleri Bakanı olmasından ve Arap baharının patlak vermesinden sonra Osmanlıcı anlamında kucaklayıcı bir dış siyaseti benimsedi, bu da Ak Partinin modern çizgiden gelenekçi ve hatta radikal çizgiye kaymasına sebep oldu. İhvanı ve Haması destekledi. İslam ülkeleri ile daha fazla yakınlaştı, Arap baharı ile birlikte nisbeten ılımlı muhalif olan bazı cihatçı grupları destekledi. El-Nusra, Ahraruş şam vs. gibi. Bu da batılı gözüyle bakıldığında Türkiye'de bir eksen kayması olarak görülmektedir.

Fethullah Gülen hareketi ilk zamanlarda Gelenekçi bir hareket idi. Ancak zamanla (bilhassa Türk okulları furyası ile birlikte) batılıların desteğini kazanmak için modernist bir çizgiye kaydılar. Yine de Gülen Amerika'da olduğu yıllar içinde Amerikalılar kendisinden rahatsız olmuşlardır. 2009'da yayılmacı bir Osmanlıca olduğu gerekçesi ile az kala da Amerika'dan ihraç ediliyordu. Ancak o süreç içinde Fethullah Gülen Amerikalılara iki şeyi garanti etti:

1) Hareketinin her ne kadar geleneksel gibi görünsede de aslında modernist olduğunu,
2) Hareketinin radikal gruplara karşı her türlü işbirliğine hazır olduğunu temin etti.

O noktadan sonra Gülen ABD "yeşil İslam projesi"nin bir figürü haline geldi.

Çünkü Gülen Gelenekselcilerin taviz veremeyeceği bir çok konuda aşamalı olarak taviz verdi. Başörtüsünden tavizi daha 1980'lerin sonlarında vermişti. Hareketinin selameti ve gizlenme sözkonusu olduğunda başörtüsü, namaz, oruç, içki yasağı vs gibi temel konular da dahil birçok konuda esnetmede bulundular. İslami devlet, islam şeriatı gibi konular zaten mevzu bahis bile değildi.

Radikal gruplara karşı tavrı ise çok net olarak sürdürdü. İslam dünyasındaki işgallere, batının sömürü ve terörüne karşı hiçbir zaman tek bir laf etmezken, cihadi hareketlere karşı bütün gücüyle savaş açmıştır. Bizzat Fethullah Gülen dünyada en nefret ettiği kişinin Üsame bin Ladin olduğunu söylemiştir. El-Kaide, IŞİD, Selefiler, Selam/Tevhid vb. gruplara karşı amansız düşmanlığı da hep buradan gelir. Batı ile çatışmalı olan islami gruplara karşı bir tür vekalet savaşı veriyorlar. Dikkat ederseniz darbe girişiminden sonra bile, tüm gözler Gülen'e çevirilmiş iken, kendisi IŞİD ve Selam'a çatmıştır.

Hatta Ak Parti ile ilk kavganın sebebi de budur. Ak Parti Arap baharı ve Suriye Devrimi ile birlikte giderek modern çizgiden, geleneksel ve radikal eğilimlere yaklaşmıştır. Bu da Gülencilerin asla tahammül edemeyeceği bir konudur. Hükümet ile cemaatin ilk ihtilafı Suriye konusunda olmuştur. Ak Parti hükümeti Eset'e karşı muhalefetin yanında yer alırken, Fethullahçılar Amerika'nın Suriye politikasına paralel olarak tarafsız kalınmasını istemiştir. Sonraki süreçteki MİT tırları olayı, 17-25 Aralık operasyonları ve hatta darbe teşebbüsü de hep bu Amerika'nın vekalet savaşı adına yapılmıştır. Dikkat ederseniz darbe teşebbüsünden sonra bile Amerikalıların ağızlarında geveleyip durdukları şey, "Türkiye'nin IŞİD'e karşı yeterince savaşmadığı"dır. Darbeden hemen sonraki açıklamasında da Fethullah Gülen "Türkiye'nin ve AK Parti hükümetinin IŞİD'e en fazla yardım eden ülke olduğunu" söylemiş, Türkiye'yi ABD'ye hedef göstermiştir.

Yani mesele şudur; Türk devleti ve Ak Parti hükümeti, dördüncü grup olarak andığımız Radikaller/köktendinciler ile mücadele edecek midir, etmeyecek midir? IŞİD derken tüm köktencileri ve cihatçı grupları kastediyorlar. Buna en başta el-Nusra da dahildir. Onlar için bütün mesele budur.

Ak Parti hükümeti cihatçı gruplara ve geleneksel yapılara arasına mesafe koymadığı için, Fetö'cüler Amerikalıları, bu hükümeti devirip yerine geçebilmek konusunda ikna edebilmişlerdir. Yurtta Sulh Konseyi'nin bildirisindeki Laiklik, Atatürk'ün ilke ve inkilapları mesajı bilhassa Amerikalılara hitap etmiştir. Devletin eksenini laik ve modern bir çizgiye kaydıracaklarını ve geleneksel çizgiden uzaklaşıp radikal çizgiyle mücadele edeceklerini temin etmeye çalışıyorlardı.

Darbe girişimi mutlaka ABD'lilerin bilgisi ve onayı ile yapılmıştır. Aksi mümkün değildir. ABD topraklarında yaşayan Fethullah Gülen'in onların bilgisi ve onayı olmadan Türk hükümetine karşı bir darbe girişiminde bulunması mümkün değildir.

***

Şimdi geleneksel çizgiyi biraz daha anlamaya çalışalım. Arap Baharı özgürlük ve demokrasi talepleri ile başladı. Ancak Arap halkları özgür seçimlerde geleneksel islamcıları iş başına getirdi. Bu da Batılıların ve bilhassa Amerika'nın onaylayabileceği bir şey değil. Belki bunun bir tek istisnası Suudi Arabistan'dır. Geleneksel bir şeriat devleti olmasına rağmen önceleri İngiltere ile daha sonra ise ABD ile istikrarlı bir ticari ve siyasi ilişkiye sahiptir. Belki bunda Suud rejiminin bir hanedanlık ve moranşi olmasının ve istikrarlı petrol ihracatının etkisi vardır.

Mısır'da İhvan-ı Müslimin grubu Muhammed Mursi başkanlığında seçimi kazanmıştı. Laik ve modern bir anayasa yapmaya yanaşmadılar. Böylece batının hışmını çabuk çektiler. Sonuçta Mısırda laikler bir askeri darbe yaptı ve bu askeri darbeye modernistler ve hatta radikaller bile destek verdi. Çünkü Muhammed Mursi daha önce selefi/cihadi gruplara karşı savaş açmış, Sina yarımadasında onlardan epey kişi öldürmüştü. Böylece Mısır'da ABD'nin istediği şekilde gelenekçiler ve radikaller savaştırıldı; laik ve modernistler ise kurtarıcı gibi geldi. Filistin'in Gazze bölümünde de geleneksel bir grup olan Hamas, el-Kaide'ye karşı savaş açtı ve tasfiyede bulundu.

Bu sene Tunus'taki el-Nahda hareketi lideri Raşid Gannuşi de "Siyasal islamı bırakıp demokratik islama geçtiklerini" ilan etti. Yani geleneksel islami çizgiden modern çizgiye geçiş yaptıklarını deklare etti. Bu mesaj kuşkusuz batıya ve ABD'ye verildi. Çünkü her ne kadar ABD radikalleri bombaladığı gibi gelenekçileri bombalamıyor olsa da onları yıkmak için laik ve modern kesimlere her türlü lojistik desteği sağlamaktadır. Ayakta kalabilmek ve muktesebatını kaybetmemek için bu güvenceyi vermeye ihtiyaç duymaktadırlar. Ak Parti giderek bu çizgiden uzaklaştığı için ona karşı darbeye bile izin verilmiştir. Mısır ve Libya'nın durumu da aynı şekilde.

Belirtmek gerekir ki ne radikallerin ne de gelenekselcilerin hepsi aynı değildir ve birbiriyle pekala çatışabilirler. Örnek olarak Türkiye'deki Cübbeli Ahmet de Mustafa İslamoğlu da geleneksel çizgide olmalarına rağmen aralarında pekçok farklılık ve çatışma vardır. Keza Radikal iki grup olan el-Nusra (el-Kaide'nin Suriye kolu) ile IŞİD arasında kanlı bir savaş olmuştur.

Türkiye'de Milli Görüş hareketi, siyasi pragmatizm ve takiye gereği istikrarsız bir şekilde modernizm, gelenekçilik ve radikallik arasında gidip gelmiştir. Bir bakarsınız ki Atatürkçü kesilirler, ve bir bakarsınız ki ümmetçi... Bunu doğrudan siyasi, politik bir hareket olmalarına bağlıyorum. Gülen dışındaki diğer Nurcular ise hemen hepsi gelenekçidirler. Nakşibendi, Kadiri, Geylani gibi tarikatler de gelenekçidirler. Nazım Kıbrısi yada Adnan Oktar gibiler ise modern sayılır. Mezhepçilerin büyük çoğunluğu da radikaller değil, gelenekçilerdir.

***

Radikaller ise, cihatçı, şeriatçı, ümmetçi taifedirler. Filistin ve Kudüs'ün kurtuluşunu, ümmetin birliğini savunurlar. Afganistan'ın ve Çeçenistan'ın Rus işgaline, Bosna'daki Sırp katliamına karşı cihada koşanlar bu gruplardır. İlk defa İran devrimi ile ve sonra da Taliban ile birlikte devletleşmişlerdir. Günümüzde Afganistan'da, Irak'ta, Suriye'de, Yemen'de, Libya'da ve pekçok yerde etkin olarak savaşan gruplardır.

Radikal grupların sorunu kendi aralarında bir ittifaklarının olmaması ve hatta birbirine saygı göstermeyişidir. Halbuki ABD'li uzmanların da belirttiği gibi Radikaller ile Gelenekçilerin yakınlaşması batı dünyası için çok büyük bir tehdit olacaktır.

Türkiye'deki son darbe girişimi örneğinde Erdoğan, Radikallerin ve gelenekçilerin daha da yakınlaşmasını sağladı. Bu da batının ve ABD'nin en çok korktuğu ve nefret ettiği şeydir. Tankların ve mermilerin önüne atılanlar radikaller arasındaki cihatçılardır ve bu giderek daha geniş bir yelpazede gelenekselcileri de etkisi altına almaktadır. Cihatçı ve şehadetçi ruhun dar marjinal gruplar arasında kalmayıp daha geniş halk kalabalıkları arasında dalgalanması uluslararası sömürgeci devletler için sonu görünmeyen tehlikeli bir macera olarak görünmektedir.

***

Bir de İran ve şii dünyasının bu bağlamdaki Batı dünyası ile ilişkisini irdelemek gerekir. İran 1979 devriminde kitlesel boyutta radikal bir çıkış yaptı ve gelenekçileri de radikalleştirmiş oldu. Bu yüzden İran ile ABD ilişkileri gerilimli bir şekilde koptu. İran bundan sonra Hizbullah, Bedir Tugayları vb. gibi kendisine bağlı radikal Şii/İrancı uydu örgütler kurdurdu ve destekledi. Hizbullah 1983'te Lübnan işgalindeki ABD'ye saldırdı 241 ABD askerini öldürdü. Sonrasında da Güney Lübnan'da Şebaa Çiftliklerini işgal etmiş olan İsraile karşı gerila savaşını verdi. Amerikan karşıtı bir söylemde bulunan ve İsrail ile çatışma halinde olan Hizbullah da radikal örgütler arasında yerini almıştı. Ancak 2006 Lübnan savaşından sonra Hizbullah ve İsrail arasında barış antlaşması yapılmış ve İsrail-Lübnan sınırına 15,000 kişilik bir BM gücü olan UNIFIL askerleri yerleştirilmesine izin verilmiştir. Bu tarihten sonra Hizbullah ve İsrail arasındaki çatışmalar da sona ermiştir.

Önceleri İran ve şii dünyası, radikal bir çizgide iken İrak'ın işgalinden sonra anti-emperyalist yanını terkedip mezhepçi yanını daha da takviye etti. Böylece ABD ve batı dünyası nazarıyla Radikal görüntüsünden Gelenekçi görüntüsüne dönüşmüş oldu. Bu yüzden ABD'nin ve Batı dünyasının İran ve Şia ile ilgili kaygıları nisbeten azalmış gibi görünüyor. ABD İran'a yakınlaştı, İran üzerindeki ambargoyu kaldırdı ve hem İranı hem de Hizbullah'ı terör listesinden çıkardı. Hem Irak'ta, hem Suriye'de ve hem de Yemen'de İran'ın bulunmasına ve müdahalesine ses çıkarmadı.

Radikallikten gelenekçiliğe dönüşmüş bir İranı, Laik ve Modernlikten Gelenekçiliğe ve Radikalliğe dönüşmeye çalışan bir Türkiye'ye tercih ettikleri ortadadır. İran'ın Irak'ta cirit atmasına, IŞİD karşıtı operasyonlara katılmasına ses çıkarmayan ABD ve batı dünyası, Türkiye'nin Beşika'da bir askeri kamp kurmasına şiddetle itiraz ettiler. Keza Suriye'deki İran'ın varlığına ses çıkarmayan ABD Türkiye'nin Suriye'ye her türlü müdahalesine karşı çıkıyor.

Aynı durum Suudi Arabistan için de geçerli. Giderek Radikal muhaliflere yakınlaşan Suudi Arabistan batının ve ABD'nin daha fazla tepkisini çekiyor.

Maruf Çetin

Yazarlar