“Oğlum!
Bir zaman gelecek, “Deccâl” diye birisi çıkacak. Dünyanın bütün
şeytanlarının yanında olduğu bu Deccâl’a, kâfirler her türlü yardımı
verecek. Deccâl’ın tek görevi ise, müminleri efsunlayıp dinden
uzaklaştırmak, şeytanlarıyla birlikte bir “Deccâl krallığı”nı kurmaktır.
Bu krallığını kurmak için, durmadan Peygamberlerin kendisine yardım
ettiklerini, her zaman rüyalarına girdiklerini, kendisine yardımcı olan
“ahmak” Müslümanlara anlatacak ve onlardan alacağı paralarla, “Deccâl
krallığı”nı kurmaya çalışacak. Bunu yapmak için durmadan paralar
dağıtacak, hileli yollarla kendi adamlarını şuraya buraya yerleştirecek,
onlara ziyafetler/maklubeler sunacak ve yedirdiği lokmalarla, herkesi
kendisine “kul” yapmaya çalışacak. Gerçek imanın ne olduğunu ve
Resûlullah’ın nasıl bir Sirete sahip olduğunu bilmeyen gafil
Müslümanlar, bazı dünyevi çıkarlar için onun vereceği paralara/dolarlara
kavuşmak için yarışacaklar, onun uydurma rüyalarına kanacaklar. Ama
Allah, daima doğru olanların, yani hakiki kullarının yanındadır…”
1980’li
yıllardı… Erzurum Üniversitesinde hocalık yapıyordum. Kenan Evren o
mahut darbesini yapmış, Müslümanlara kan kusturuyordu. O arada da
darbeciler tarafından aranan(!) bazı zevat vardı ki, Fethullah Gülen’in
fotoğrafı da bu arananların yanında duvarlara asılıydı. Fethullah
aranıyor, fakat Üniversite lojmanlarında sohbet ediyordu. Yaptığı
vaazlarında dine aykırı düşünceleri bir yana, demek ki bir yerlerle
dirsek temasındaydı…
Yıl
1993. Naklen Sakarya Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’ne atandım. O
zaman Fethullah’ın sağ kolu olan dekanımız Prof. Suat Yıldırım’dı.
Sakarya’ya
geçişimden bir müddet sonra, fakültemize 20-25 tane araştırma görevlisi
alınacaktı. Sınav sabahı, Dekanımız Suat Yıldırım, bana bir liste
göstererek, “İhsan Bey, bu kimseleri fakülteye alacağız!” dedi. Ben de,
“sınavı kazanırlarsa, alalım” dedim. O bana şu cevabı verdi: Hayır
sadece bunları alacağız!
Bir
Tefsir profesörünün bu şekilde konuşması, beni dehşete düşürmüştü.
Nasıl olur da bazılarının hakları yenecek, ve daha önce belirlenmiş
kimseler fakülteye araştırma görevlisi olacaktı? Dekana karşı çıkarak,
“Hayır, bu dediğin asla olmayacak! Kim kazanırsa fakülteye o girecek!”
dedim. Bu tutumuma karşı bir şey yapamadığından, sınav salonuna girerek,
gizliden kendi adamlarına kopya verdi. Meğer kopya verip hırsızlık
yapmak, onların itikadlarındanmış! Suat Yıldırım’ın kopya verdiğini
gören adaylar, Rektörlüğe şikâyet ettiler. Herkese örnek olması gereken
İlâhiyat Fakültesi’ndeki bu rezaleti araştırmak için, rahmetli
Sabahattin Zaim Hocamız muhakkik tayın edildi. Olayın gerçekliğini
tesbit eden Sabahattin Zaim Hoca, dekanımıza seslenerek; “utanmıyor
musun?”(aslında başka şeyler de söyledi amma, buraya almak istemiyorum)
deyip sınavı iptal raporu yazdı ve sınav iptal edildi.
Bu
arada rektörlük seçimi yapıldı ve Kemal Gürüz’ün atadığı rektör
Sakarya’ya geldi. Yeni gelen rektör de (İsmail Çallı) meğer bunların
adamıymış!
Bu
olayı müteakip, ben orada olduğum sürece düdüklerini öttüremeyeceğini
anlayınca, kendisiyle aynı klikte olan rektörle birleşip, yanlarına YÖK
Başkanı Kemal Gürüz’ü de alarak, Sakarya İlâhiyat Fakültesi’ndeki
görevime son verdiler (ayrıntıları bilenler biliyor).
Onların
bu ihanetine karşı, o zamanlar İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı
olan Recep Tayyip Erdoğan Bey, beni kendisine danışman olarak aldı.
İşte
o yıllarda(1995-96 yılları) Fethullah, Amerika’ya
gitmiş/götürülmüş/davet edilmiş, her neyse, durmadan rahmetli Erbakan
Hocamız aleyhinde konuşuyordu. O tarihilerde Yeni Şafak Gazetesi’nde
köşe yazıları yazıyordum. Bu sıralarda Fethullah, “Cebrail, ben siyasi
bir parti kurdum yanıma gel dese, onu dinlemem” diye bir hezeyan
savurmuştu. Ben onun bu hezeyanlarına “Cebrail’i dinlemeyen, Şeytan’ı
dinler” şeklinde bir makale ile cevap vermiş, onun bu din dışı
beyanatlarını lanetlemiştim. Ne var ki o zamanki Yeni Şafak yetkilileri
benden yana değil, Fethullah’tan yana tavır koydular ve yazılarıma son
verdiler. Demek ki “Deccâl”, büyük yol almıştı…
Ben
de çekip Viyana’ya gittim ve orada başörtüsü mağdurlarına yardımcı
olmaya başladım. Fakat nereye gittiysem, bu Deccâl’i anlattım. Anlattım
amma, hiç kimse beni dinlemedi, onun din dışı düşünceleri ile ilgili
anlattıklarımı “mübalağa” diye geçiştirdiler…
Tâ
ki, 15 Temmuz meş’um darbesi yapılıncaya kadar… Şimdi beni her gören,
“Hoca, sen ne kadar haklıymışsın!” diyorlar. Diyorlar amma, bu kadar
şehit verildikten, ülke harabeye çevrildikten sonra!!!
Allah
hepimizi ve özellikle Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ı,
Amerika’nın uşağı olan bu Deccâl kılıklı şeytanın şerrinden muhafaza
buyursun. Amin.
Prof. Dr. İhsan Süreyya SIRMA