10 Temmuz 2016 Pazar

Kürt Sorununda Çözüme Odaklanmanın Tam Zamanı

Devletimizin, -özellikle tek parti dönemi gibi zamanlarda- azınlıklara ve başta Kürtler olmak üzere diğer etnik kökenli vatandaşlara temel haklarını verme hususunda oldukça cimri davrandığı bilinen bir gerçektir. Ne yazık ki önemli bir kısmı tek parti dönemi ile ihtilal dönemlerinde yapılan yanlışlıklar, silahlı bir örgüt olan PKK’yı semirtip bu günlere getirdi.
PKK, geçmiş yıllarda baskıların ve çatışmaların yoğunlaştığı dönemlerin akabinde devletin sorunu çözmek adına attığı bazı adımları silahlı mücadelenin kazanımı olarak sundu; elde edilen bütün hakların silahlı mücadeleleri sayesinde gerçekleştiğini söyledi. Böylece çözüm adına atılan her adım suiistimal edilerek PKK’nın Kürtlerin temsilcisi olduğu algısının inşasına malzeme yapıldı. Kürtçe konuşma serbestisi, tabelaların aynı zamanda Kürtçe olarak da yazılması, Kürtçe kurslar ve üniversitelerde Kürdoloji bölümlerinin açılması, okullarda seçmeli Kürtçe derslerin okutulması ve devletin resmi olarak Kürtçe televizyon yayını yapması gibi önemli adımlar, PKK’nın mücadelesinin kazanımları olarak gösterildi. Hassaten çözüm süreci bu anlamda istismar edilerek halk üzerinde ciddi bir nüfuz oluşturuldu. Devletin güvenlik zafiyeti gösterdiği yerlerde vatandaşlar karşılarında PKK’yı gördüler. Vatandaşı -seksenli ve doksanlı yıllarda yapıldığı gibi- devlet ile PKK arasında tercihte bulunmak zorunda bırakma ya da PKK’nın insafına terk etme, sorunu besledi.
Nihayet çözüm süreci, -muhtemelen gelecekte daha iyi anlaşılacağı üzere- PKK’nın gücünün erimeye başlaması ve uluslararası aktörlerin devreye girmesiyle yeniden çatışma sürecine girdi. Bu konuda senaryolar ve iddialar havada uçuşmaktadır. Biz ne olduğundan ziyade neler olması gerektiğiyle ilgili kanaatimizi arz etmeye çalışacağız.
Öncelikle Kürt vatandaşlarımızın genel olarak oynanan oyuna gelmediklerini, duruşlarıyla PKK’nın bölgeyi karıştırma planlarını boşa çıkardıklarını unutmamak gerekir. Bölgede HDP’ye oy verenlerin çoğunun tutumu dahi bu yönde olmuştur. Yöneticilerimizin bu olumlu durumu göz ardı etmediklerini zannediyorum.
Çatışmaların devam ettiği ve insanların ciğerparelerinin toprağa düştüğü bu dönemde soruna odaklanmayı konuşmanın zor olduğunu bilmekle birlikte bunun tam zamanı olduğunu ve bunu yapabilecek bir siyasî irade bulunduğunu düşünüyorum. Yukarıda da ifade etmeye çalıştığım üzere bugüne kadar PKK, devletin attığı adımların silahın gücü sayesinde kendilerini muhatap almasının sonucu olduğu propagandasını yaptı. Devlet yetkilileri ise PKK’nın muhatap olmadığını, yapılanların olması gerekenler olduğunu ifade ettiler. Geçmişte atılan adımların istismar edilmesi, şimdi atılacak adımların devlet tarafından sağlıklı bir şekilde yönetilebilmesini gerektirmektedir.
Kuşkusuz devlet, bir taraftan güvenlik problemlerine sebep olan ve insan hayatına kasteden silahlı bir örgüte karşı gerekli güvenlik tedbirlerini almak üzere çalışmalarını yaparken diğer taraftan PKK’yı muhatap almadan çözüme ilişkin adımlar atmalıdır.
Şunu da hemen ifade edelim ki, çözüm çerçevesinde verilecek temel haklar sadece Kürtlere mahsus haklar olarak düşünülmemeli, ülkemizde sayıları ne kadar olursa olsun bütün etnik unsurların hakkı olarak verilmelidir. Esasen mesele, “insan hakkı” olarak görülürse atılacak adımlardan bütün vatandaşlarımızın yararlandırılması zorunludur.
Sorunun çözümüne yönelik adımlar atılırken devlet, hukuk içinde kalarak güvenliği sağlamak zorundadır. Güvenlik çalışmaları yapılırken yerinden yurdundan edilen insanların zararı en kısa sürede telafi edilmeli, insanların devlete karşı kin bilemesine sebep olacak davranışlardan hassasiyetle sakınılmalıdır.
Bölgede çok ağır şartlarda görev yapan güvenlik güçlerine mensup kişiler arasında görevini kötüye kullananlar, psikolojik sorunu olanlar tarafından ya da ideolojik takıntıya sahip veya devlet yetkililerini zora sokma kastıyla bazı yanlışlıklar yapılabilir. Bunların dışında bir kasıt olmaksızın da istenmeyen hadiseler olabilir.
Devlet, ister kasıtlı ister kasıtsız yanlışlıklara mutlaka müdahale etmeli, hiçbir suçun üzeri örtülmemeli, hukuk önünde suçu sabit olanlar kanunlar çerçevesinde ceza verilmelidir. Böylece sadece söylemle değil, fiilî olarak da insanımızın arkasında devletinin olduğunu bilen birinci sınıf vatandaş olduğunun hissettirilmesi gerekir. Bunun için valiliklerde bu çalışmaları yürütecek, alanında uzmanlaşmış ve bölgeyi iyi bilen sosyolog, psikolog ve din görevlilerinin istihdam edilmesi gerekir. Ayrıca hem Kürtlerle ve hem de Türklerle birlik ve beraberliğin önemini, bunu korumak için çaba harcanması gerektiğini anlatacak, bu konularda öncülük yapabilecek her insandan yararlanmak gerekir. Bu çalışmaların sonuçlarını almak uzun zaman alır.
Çözüm için yapılacakların herkesçe belli olduğunu düşünüyorum. Atılacak birkaç adım, kısa sürede bölgedeki havayı değiştirecektir. Bunların bir kısmı, talimat, yönerge ya da bakanlar kurulu kararıyla gerçekleştirilebilecek konular iken bir kısmı kanun, bazıları ise anayasa değişikliği gerektirmektedir.
Öncelikle -genellikle farkında olmadığımız- birçoğumuza hâkim olan, devletçi, buyurgan ve lütufkâr dilin terk edilmesi gerekir. Siyasîlerin dili nispeten değişmişse de bürokratlar için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Eğer Kürtler bu ülkenin vatandaşı iseler onlara verilecek hiçbir hak lütuf olarak görülmemelidir.
Atılması gereken adımların başında siyasî irade, Türk etnik kökenine mensup olan birisinin vatandaş olarak sahip olduğu hakların tümüne diğer etnik kökenlere mensup olan insanların hepsinin sahip olacağının hedeflendiğini ve bunun bir plan dâhilinde gerçekleştirileceğini açıklamalıdır. Ardından anadilde eğitim, yer isimlerinin eski hallerine getirilmesi, Türkçe dışındaki dillerin de resmi kullanımına imkân tanınmasıyla ilgili gerçekçi bir program kamuoyuyla paylaşılmalıdır.
Takdir edilir ki yapılacakların bir kısmı kısa süreli düzenlemeler gerektirirken bir kısmı ise uzun çalışma gerektirmektedir. Örneğin anadilde eğitim meselesi yıllar alacak bir çalışma olup bunun hemen gerçekleştirilmesi pek mümkün görünmemektedir. Yetkililerin yapacakları ciddi çalışmalarla bunun ne kadar sürede sağlıklı bir şekilde gerçekleştirilebileceği açıklanmalıdır. Muhtemelen anadilde eğitim meselesinin tam olarak uygulanabilmesi, aşamalı bir şekilde 5-10 yıllık bir zaman diliminde gerçekleştirilebilecektir. Ancak devletin bunu planlaması ve çalışma takvimini ilan etmesi önemli bir adım olacaktır.
Öte yandan düşünce özgürlüğünün önündeki engeller kaldırılmalı, dine ya da etnik kimliğe dayalı partilerin kurulmasına da izin verilmelidir. Silaha başvurulmadığı sürece her görüşün yasal platformlarda ifade edilebilmesine izin verilmelidir. Bunlar yapılıp sorun sosyal ve ekonomik politikalarla desteklenirse Kürt sorununun kısa vadede kontrol edilebileceğini, uzun vadede ise insanımızın gündeminden çıkacağını kuvvetle muhtemel görüyorum. İşte o zaman ülkemiz şaha kalkar.

Yazarlar