HAKİKATİN KEŞFİ
-IV
Hakikatte Haddi
Bilmek
Cağfer KARADAŞ
Demek ki, insanoğlunun hakikate ulaşması ancak doğru araç ve doğru yöntem kullanmasıyladır. Doğru araç herkesin bildiği ve kullanabildiğidir. Bu sayede aracın doğruluğunu ölçme ve sınama imkânı olabilmektedir. Bu da ancak herkeste bulunan duyular ve akıl yardımıyladır. Yöntemin doğruluğu ise duyuların algılarıyla aklın hükümleri arasında uyum ve tutarlılık bulunmasıyla tespit edilir. Tersinden söylersek ikisi arasında çatışma ve çelişki olmamasıdır.
Buna rağmen ulaşılamayan hakikatler
vardır. İlahî bildirim almadığı sürece insan o hakikatlerden sorumlu değildir.
Bildirim aldığında da aldığı bildirim kadar sorumludur. “Bilgin olmayan şeyin
veya bildirilmeyen bir bilginin peşine düşme” (İsrâ: 36) emri bunu ihtar
etmektedir. Sen bunu “Elindeki bilgi imkânlarıyla ulaşamayacağın hakikatin
peşine düşme” şeklinde de okuyabilirsin. Bu duyu ve akılla elde edebileceğin
bilgiye sınırlama değil, tam tersine kişiyi elinde olana yoğunlaşmaya teşvik ve
telkindir. Bir başka deyişle bu ihtar “elindeki imkanla ulaşabileceğine yönel
ve oraya yoğunlaş” demektir. Bunun anlamı, insanoğlunun bilimde ve
teknolojideki ilerleyişinin önü her zaman açık olduğudur. Yeter ki kendine,
çevresine ve doğaya zarar vermesin.
İlahî bildirimle ulaşılabilen şey
insana kapalı olan, eskilerin tabiriyle gâib alandır. Bunun ne kadarını
bilebileceğini, o alanı sana kapatan karar vermiştir. Gönderdiği habercileri
vasıtasıyla bunu bildirmiştir. Son Haberciyle de gerekli olanı bildirmiş ve bildirim
yolunu kapatmıştır. Öyleyse sorumluluğumuz Son Habercinin bildirimlerini
bilmekle sınırlıdır. Duyu ve akıl yoluyla elde edeceğin hakikatlere ise,
kendine ve başkasına zarar vermediği takdirde bir sınır getirilmemiştir;
faydasız olandan da kaçınılması istenmiştir.
İnsanoğlunun en çok merak ettiği iki
alan vardır: Geçmiş ve gelecek. Siz buna tarih ve kehanet diyebilirsiniz.
Yıllarca bunun peşinde koşan insanlar olmuş. Onlara inananlar da onların
peşinden koşmuş. Herkes bir arayış
içinde: bir kısmı gün ışığında aramış, bir kısmı düşünde. Doğru yöntem kullanan
ve haddini bilenler sınırda durmuş, hırslı olanlar bilme iddiasında olmuş.
Gerçek tarih ile uydurma tarih bu iki kesimin elinde doğmuş. Gelecek ise hepten
muamma. Geçmişin tecrübesini gözetenler, imkânlarını kullananlar ve anın şartlarını
dikkate alanlar başarılı olmuş; kehanet peşinde koşanlar, buldum havasına
girenler, bilirim rüyasına yatanlar yolda kalmış, yolunu şaşırmış, sonları
hüsran ve felaket olmuş.
Zaten insanoğlunu en çok “ben
bilirim” ve “ben bulurum” diyenler aldatmış. “Sen nasıl bileceksin ve
bulacaksın?” diye sormamışlar çoğu zaman. Onların da kendileri gibi iki gözü,
iki kulağı ve bir kafası olduğunu göz ardı etmişler; peşlerine takılmışlar ve
hüsran ırmağını boylamışlar. Hâlbuki gâib alandan haber getirenler hiç böyle
dememişler. Ben bilirim ve bulurum havasına girmemişler. Tam aksine “Ben sizin
gibi bir insanım, bana ilahınızın tek bir ilah olduğu haber veriliyor” (Kehf, 110),
“Ben, Allah’ın hazinelerinin yanımda olduğunu söylemiyorum, gaybı da bilmem,
ben bir meleğim de demiyorum. Ben ancak bana vahiyle bildirilene tabi oluyorum.
Söyle onlara, hiç görenle görmeyen bir olur mu? Hiç mi düşünmüyorsunuz?” (En’âm
50). “Ben peygamberler arasında bir bidatçı değilim, bana ve size ne yapılacağını
da bilmem, bana vahiyle bildirilene uyarım ancak. Ben yalnızca açık bir
uyarıcıyım.” (Ahkâf, 9). Hz. Yusuf ne güzel demişti zindandan arkadaşlarına “Bu
yaptığım yorumlar, Rabbimin bana öğrettikleridir.” (Yusuf, 37)
Demek ki neymiş? İnsanoğlunun bilgi
sınırları belliymiş. O sınırlara uyduğunda ve haddini bildiğinde ulaşabileceği hakikate
erişirmiş insan, uymadığında ve haddini aştığında düz yolda şaşırır, aldanır ve
aldatırmış; farkına vararak veya varmayarak yolun haramisi olur, kendi yolda
kalır, kendine uyanları yoldan çıkartırmış.
Büyük Haberci boşuna dememiş: “Ben
ancak bir beşerim. Size dininizle ilgili bir bilgi verirsem, bunu hemen alın.
Kendi düşüncemle bir şey söylersem unutmayın ki ben sadece bir beşerim. Siz
dünya işlerini benden daha iyi bilirsiniz” (Müslim “Fadâil” 38). Etrafındaki
dostları da anlayışlı insanlarmış. Ne demek istediğini çok iyi anlamışlar.
Çünkü onlar Kur’an okuyan ve okuduklarını takip edenlerdi. “O kendi arzu ve
isteklerine göre bir şey söylemez. Söyledikleri ilahi bildirimdir” (Necm, 3-4).
Zaten O’nu diğerlerinden ayıran “kendisine ilahî bildirim gelmesiydi.” Onun
ötesinde gâib alana ulaşacak ne bir imkânı ve ne de ihtimali söz konusuydu. Zaten
“Ben size iki şey bırakıyorum, bunlara uyarsanız kurtuluşa esersiniz: Allah’ın
kitabı ve Peygamberinin sünneti” sözü de bu gerçeğin ifadesiydi.
6 Muharrem 1443
/ 14 Ağustos 2021
0 yorum:
Yorum Gönder