HAKİKATİN KEŞFİ -III
Cağfer KARADAŞ
Yüce Allah imtihan etmek üzere yarattı insanı. Şartlarını ve imkânlarını oluşturduğu bir ortama yani dünyaya gönderdi onu. Dünyadaki bazı şeyler hoşuna giderken bazı şeylerden nefret etti. Çünkü bazı şeyler övgüye değer iken bazı şeyler yergiyi gerektiriyordu. İnsan hoşa giden ve övgüyü gerektiren işler yaptığında kazandı, nefret edilen ve yergiyi gerektiren işler yaptığında kaybetti; böylece kendisini kaçma-kovalama, çatışma-uzlaşma, ulaşma-uzaklaşma, sevgi-nefret, kazanma-kaybetme… ikilemi hatta sarmalı içinde buldu. İşte bu onun yaratılış hikmeti olan sınavıydı. Tercih ettikleriyle ve etmedikleriyle sınanıyordu, çünkü bu dünyada her yaptığı hatta yapmadığı imtihana tabiydi. Nasıl ki sınava girip soruları yanlış yapmanın bir bedeli varsa, soruları yapmadan çıkmanın da bir bedeli vardır.
Yüce Allah yarattığı kulunu yalnız
bırakmadı, ona ilave destek çıktı. Birtakım haberciler gönderdi ki, hak ve
hakikati kolayca keşfetsinler, sevilen ve övgüye layık olan şeyleri onlar
vasıtasıyla bilsinler. Ayrıca O, kullarına bu bildirimlere uyduklarında
kazanacaklarını, aksi durumda kaybedeceklerini de bildirdi. Bütün bunlar
sınavın ve alınan sonuçların sürpriz olmaması, hayatın anlamsız görülmemesi,
bildirimsiz cezayla karşılaşılmaması içindi. Zaten öncesinde Yüce Allah
bunların hikmetini ve gereğini anlayacak duyularla ve akılla onları donatmıştı.
Öte yandan bilinenler yani bilgiye konu olanlar
ya açık ya da kapalıydı. Açık olanları insan, beş duyuyla kavrayabilir, akılla haklarında
karar verebilirdi; kapalı olanları ise, yine akıl yardımıyla açık olanlara
bakarak, duyular yoluyla elde ettiği verileri kullanarak kıyas yoluyla bilme
imkânına sahipti. Fakat bunun sınırı ve kapasiteyi aşan bir tarafı vardı. İşte
tam burada dışardan bir desteğe ihtiyaç kaçınılmazdı insanın. Yüce Allah bu
noktada ona gönderdiği ve görevlendirdiği haberciler vasıtasıyla birtakım
bildirimlerde bulundu ve bazı kapalı şeyleri nasıl bilebileceğini öğretsin,
asla bilemeyecek olan şeylerin boş yere peşine düşmesin diye.
Zaten hayatta da her şeyin bilinmesi mümkün
olmadığı gibi, bazı şeylerin bilinmesi gereksiz, hatta zararlı olabilirdi. Bu
gereksizlik kimi zaman kendi hayatına bir şey katmaması, kimi zaman
başkalarının zararına olması, kimi zaman da hem kendisine hem de çevresine
zarar vermesi şeklinde tezahür edebilirdi. Bu durumda insanın bildiği şey,
yararlı olabileceği gibi zararlı da olabilirdi. Hayatta asla kullanmayacağı
şeyi bilmeye çalışmak gereksiz, büyü gibi şeyleri öğrenmek zararlı,
başkalarının özelini merak etmek zarar vericiydi. Yüce Yaratıcı işte böyle
kullarına neyi, nasıl ve ne kadar öğrenmeleri gerektiğini bildirdiği gibi
öğrenmemeleri gereken şeyleri de bildirmişti.
Bilgiyi veren ve haber getiren haberci de
önemliydi; getirdiği haber işe yaramalı hem kendisine hem de çevresine yarar
sağlamalıydı; geçici zevklerin değil kalıcı kazançların bilgisi olmalıydı;
hayatın anlamını öğretmeli, yol ve yöntem göstermeli, umut vermeli ve gayrete
getirmeliydi.
Habercinin getirdiği bilgi de hayat gibiydi
ya kolayca anlaşılan ya da benzeşikliği yüzünden karıştırılan ya çok açıktı ya
da kapalı ve örtüktü. Buna eskiler muhkem ve müteşâbih, müfesser ve müphem
demişlerdi. Muhkem sağlam ve anlaşılır, müteşâbih ise karıştırmaya müsait;
müfesser çok açık, müphem ise o nispette kapalı. Bunların neden olduğunu büyük
düşünür Matüridî çok güzel açıklamış. Hayat gibidir bunlar demiş, neyi
bileceğini neyi bilemeyeceğini, nerede duracağını nerede hareket edeceğini, neye
yetebileceğini neye yetemeyeceğini sana öğretir. Kesin olan muhkemi
bilebilirsin, müteşâbihi bilmek istersen muhkeme başvurursun; açık olan
müfesseri anlayabilirsin, kapalı olan müphemi bilmek istersen açık olana
gidersin. Yüce Allah sana kıyas yapasın diye akıl vermedi mi? İşte onu
kullanılacağı yer tam da burası. Yapamıyorsan yapabilene sorarsın. Böylece
bilginin ve bilenin değerini kavrarsın.
Hayat da böyle değil mi? Kimi yer ve
zamanda bazı şeyler açık, kimi yer ve zamanda kapalı. Açık olana gidecek,
kapalıda duracaksın; bilmek istersen ya açık olandan yola çıkacak ya bir bilene
soracak ya da önceki tecrübelerden yararlanacaksın. Bütün bunlar insana
imkânlarını ve sınırlarını göstermek, insan olmanın ne demek olduğunu öğretmek
ve Yaratana kul olduğun bilincine ermek içindir.
0 yorum:
Yorum Gönder