SAĞLAM DURUŞ MERHAMETLİ DAVRANIŞ
Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ
مُحَمَّدٌ رَسُولُ
اللّٰهِؕ وَالَّذٖينَ مَعَهُٓ اَشِدَّٓاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَٓاءُ
بَيْنَهُمْ
(Fetih 48/29)
Fetih Suresi’nin yukarıda verilen son ayetinin ilk cümlesi bir Müslümanın din kardeşi ve diğer inanç mensuplarına yönelik nasıl bir duruş ve davranış içinde olması gerektiğini bildirir.
Bu ayet için üç meal önerimiz var:
Üçüncü meal: “Muhammed Allah’ın elçisidir. O’nunla birlikte olanlar
kâfirlere karşı birbirlerini desteklerler, kendi aralarında ise merhametlidir…”
Hasan Basri Çantay’ın tercih ettiği birinci meal, ayetin zâhirine
yakın olmakla birlikte savaş ortamı ve psikolojisini ifade etmektedir. “Kâfirlere
karşı serttirler” şeklinde tercihte bulunan mealler de buna yakındır. Ancak
burada kullanılan “çetin, metin ve sert” ifadeleri düşmana yapılan muameleyi
değil, Müslüman askerin düşman karşısında duruşunu ve sağlam psikolojisini
ifade etmektedir. Dolayısıyla Türkçede şiddet kelimesinin “kaba kuvvete
başvurma, eziyet etme veya aşırı davranma” şeklindeki anlamları bu meallerde
bulunduğu söylenemez. Zira Arapçada şiddet kavramı “güç, kuvvet, sağlamlık,”
anlamlarına gelir. Ayette geçen “eşiddâ (اشداء)”, “şedîd (شديد)” kelimesinin çoğulu olup “güçlü,
kuvvetli, metin, çetin, sert, muhkem kılan, güçlü destek veren” anlamlarına
gelir.
İkinci mealde (اشداء على الكفار) ifadesine “müminler kâfirlere
karşı sağlam dururlar” anlamının verilmesi, (والذين آمنوا أشدّ حبا لله) “İnananların Allah sevgisi daha sağlam ve daha kuvvetlidir” (Bakara 2/165) ayetindeki şiddet kelimesine
verilen anlamla örtüşmektedir. Nitekim dosta olan sevgi ne kadar sağlamsa,
düşmana karşı duruş da o kadar sağlam olur.
Üçüncü meale göre ayetteki (اشداء على الكفار) ifadesiyle “müminler, birbirlerini
destekleyen binanın yapı taşları gibidir” “(المؤمن للمؤمن كالبنيان يشد بعضه بعضا)” (Buhari, Salat 88,
Müslim, Birr 65) hadisindeki benzetmede olduğu gibi “müminlerin kâfirlere karşı
birbirlerini desteklemesi” anlatılır. Daha açık ifadeyle bu ayette müminlerin
düşmana karşı birbirini destekleyen, birbirleriyle kenetlenen, birlik ve bütünlük
içinde hareket ederek düşmana geçit vermeyen halleri tasvir edilir. Nitekim “Müminler
bir vücut gibidir. Vücudun bir organı hasta olduğunda veya zarar gördüğünde
bütün organları onun acısını hisseder ve paylaşır. (Buhârî, Edeb 27; Müslim,
Birr 66) hadisi bu anlamı pekiştirir mahiyettedir.
Buradaki temel soru şudur: “kâfirlere karşı sağlam, çetin ve sert durmakla”
Kehf Sûresinde geçen “inanmıyorlar diye kâfirlerin arkasından Rahmet
Peygamberinin kendisini paralamasını ve üzülmesini, bir nevi şefkat
göstermesini” (Kehf 18/6) nasıl bağdaştırabiliriz?
İmam Matüridî bu soruya mealen şöyle cevap verir: Sağlam, çetin ve
sert duruşun en keskin biçimde sergilendiği savaşlarda bile müminler Rahmet
Peygamberini örnek alarak şefkat içinde davranırlar. Çünkü müminin amacı savaşta
düşmanı yenerek arzularını tatmin etmek, intikam almak, çıkar elde etmek, salt
otorite ve hâkimiyet kurmak değildir. Eğer böyle olsaydı, Yüce Allah Hz. Musa
ve Hz. Harun’a “Gidin, Firavuna yumuşak söz söyleyin!” (Tâhâ 20/44) diye emir
vermezdi. Yine müminlere yönelik de “Ey müminler, Allah için hakkı ayakta tutun
ve adaletle şahitlikte bulunun. Bir kavme duyduğunuz kin ve nefret sizi
adaletten ayırmasın, âdil olun, günahtan sakınmaya ve kaçınmaya bu daha uygundur.
Allah’tan korkun! Kuşkusuz Allah yaptıklarınızdan haberdardır” (Mâide 6/8) şeklinde
bir bildirimde bulunmazdı. (Bk. Matüridî, Te’vîlâtu’l-Kur’ân, Mizan
Yayınları 2009, XIV, 47-48).
Şefkatin buradaki anlamı adaletten ayrılmamak, dünya ve ahiret
kurtuluşunu istemek ve herkese onuruna yakışır şekilde muamelede bulunmaktır.
Hz. İbrahim’in kâfir olan babasına duasını da böyle anlamak gerekir. Her insan
ölene kadar iman etme imkanına/hakkına sahip olduğuna göre onun hidayeti için şefkat
duyguları içinde dua etmek Müslüman kişiliğin bir gereğidir. Kâfir olarak ölen
kişiye artık dua edilemez ve şefaatte bulunulamaz, çünkü iman etme imkânını
kaçırmıştır. Nitekim Hz. İbrahim de bunu gördükten sonra babasına duadan
vazgeçmiştir. (Tevbe 9/114).
Öyleyse müminler, düşmana karşı savaşta bile adalet sınırları
içinde hareket etmeli ve şefkat duygularını asla yitirmemelidirler. Hz.
Peygamber’in kâfirler iman etsinler ve kurtuluşa ersinler diye kendisini
paralaması ve onların ardından üzülmesi, Yüce Allah’ın rahmetini ve mağfiretini
yansıtan şefkatinin sonucudur. Çünkü Allah’ın rahmeti ve merhameti bütün yaratılmışların
şefkatinden daha üstün ve daha kapsayıcıdır. Kur’an’da münafıkları, kâfirleri
ve asileri bağışlanmaya çağıran ayetler bunun en güzel delilidir.
Şefkat demek düşmana boyun eğmek, onun karşısında susmak veya
yılgınlık göstermek değil, Allah’ın her bir insanı cennete layık olarak yaratmış
olduğu bilinciyle herkesin kurtuluşa ermesine vesile olmaya çalışmaktır. “İ’lây-i
kelimetu’llah” yani “Allah’ın kelimesini yüceltme” amacı bunu ifade etmektedir.
Savaşın iki boyutu bulunur: Birincisi kötülüğü, zulmü ve zararı
önlemek; ikincisi ise doğruya, güzele ve faydalı olana insanları çağırmaktır. Rahmet
Peygamberinin savaşlarında bu iki boyut hep gözetilmiş; teslim olana, şerden ve
zulümden vaz geçene asla dokunulmamıştır. Bununla birlikte huzursuzluk kaynağı
olanlara yönelik caydırıcı önlemler gerektiği kadar ve gerektiği şekilde
alınmıştır. Ancak kadın, çocuk, din adamı, yaşlı gibi sivil kişilere el
kaldırılması yasaklanmış, bunu yapanlar cezalandırılmıştır. İslam’da zorlama
yoktur, bilgilendirme ve çağrı vardır (Bakara 2/256). Çünkü hidayete ermek
kişinin yönelişine bağlıdır. Yüce Allah hidayete yönelen her kula tevfikiyle iman
nasip eder. “Sana düşen tebliğ etmek yani bilgilendirmektir, hesabı görmek bize
aittir” (Ra’d 13/40) ayeti bu gerçeği dile getirir.
Hz. Peygamber, düşman kazanmak değil; düşmanlığı yok etmek, barışı
hâkim kılmak, dostça yaşamak ve insanların gönüllü bir şekilde hidayete
ermelerine zemin hazırlamak yönünde gayret göstermiştir. Çünkü İslam’da barış
asıl, savaş geçici bir durumdur. Rahmet Peygamber’i bu anlayışı hem barış ortamında
hem de bizzat katıldığı savaşlarda titizlikle sürdürmüş, kendisinin katılmadığı
seferlerde komutanlarına bu yönde emirler vermiş, uymayanları sert bir şekilde
uyarmıştır. Nitekim Mekke’nin fethi sırasında “bugün Mekke müşriklerinden
intikam alma zamanı” diyen Medine’li Sa’d b. Ubade derhal komutanlık görevinden
uzaklaştırılmıştır. Abdullah b. Cahş, Halid b. Velid ve Üsame b. Zeyd uyarılan
komutanlar arasındadır. (Buharî, “Cihad ve Siyer” 146, 147, 148; “Megâzî”, 45,
57; “Ahkâm”, 35; ayr. bk. Adem Apak, Siyer-i Nebi, İstanbul: Ensar
Neşriyat 2020, s. 651-652.).
Sonuç olarak ayette geçen şiddet, Türkçede akla gelen “kaba kuvvete
başvurmayı, eziyet etmeyi veya aşırı davranmayı” değil; “düşmana karşı sağlam
durmayı, caydırıcı önlem almayı, gevşeklik göstermemeyi veya hadiste geçtiği
şekliyle toplumsal bütünlüğü korumak için müminlerin birbirleriyle kenetlenmesini
ve birbirlerini desteklemesini” ifade eder. Bu da hem barış hem savaş ortamında
birlik ve bütünlüğü sağlamanın ve dışardan gelebilecek tehditlere karşı toplumsal
duruşu ortaya koymanın en geçerli yoludur.
Ayette geçen müminlerin birbirlerine karşı merhametli olmasını ise
Rahmet Peygamber’i şöyle açıklamıştır: “Bu ayetteki merhamet, kendin ve evladın
için istediğini her bir mümin kardeşin için de istemendir.” (Benzer hadisler
için bk. Buharî, İman 7; Müslim, İman 71). Vesselam…
16 Rebiülevvel
1445 / 1 Ekim 2023
0 yorum:
Yorum Gönder