Kürtlerin Katli (!)
İlk
Müslüman fetihleri esnasında Kürtlerin katledildiği şeklindeki iddialar
ve tartışmalar çerçevesinde bazı aktarımlarda bulunacağız. Bununla
beraber Anadolu topraklarındaki Kürt nufüsunun tarihi ve iskan ediliş
süreçleriyle ilgili de bilgiler vermek istiyoruz.
İlk İslam fetihleri doğudan batıya, kuzeyden güneye hızla devam ederken Cezire[1]
dediğimiz Fırat ve Dicle’nin arasında kalan bölgedeki fetihler de bu
süreçte gelişmiştir. Fetih sırasında Müslümanların bölgedeki Kürtlere
katliam yaptıkları iddiaları[2] şu şekilde aktarılmaktadır;
“Araplar
kesin zaferi sağlayınca, Kürtlere karşı oldukça insafsızca hareket
ettiler. Kürtlerin Zerdüşt olmaları, Araplara iyi bir gerekçe olmuştu.
Kürtlerin mal, can ve ırzı Araplar için helal sayılıyordu. Halk
katledildi, şehirler, kasabalar, köyler yakıldı, mallar yağma edildi.
Kadınlar, kızlar, çocuklar binek ve kasaplık hayvanlar gibi talan
edildi. Bu tüyler ürpertici ve insan beynini alt üst eden olay, İslam’ın
büyük halifesi Ömer İbn Hattab’ın emriyle gerçekleştirildi. Kürdistan’ı
istila eden Müslüman Arap ordularının zulmü yüzyıllar sürdü. Katliamdan
kurtulanlar, İslamiyeti kabul etmelerine rağmen, yüzyıldan fazla süre;
Kürtçe, Farsça ve diğer diller ile konuşulması yasaklandı. Arapça’dan
başka bir dille konuşanların dillerinin ucu makasla kesildi.”[3]
Bu iddiaları iki madde ile cevaplandırmak istiyoruz;
İlk İslam Fetihleri
Doğrusu
Müslüman orduları sadece Kürtlerle değil, birçok toplulukla savaşmış ve
burada aktarıldığı gibi bir davranışta bulunmamış, kimseye bu tür
insafsızca hareket etmemiştir. Herhangi bir millete de özel bir
düşmanlık da yapmamışlardır.[4]
Her gruba teklif ettikleri üç esası(İslam, Cizye, Savaş) Cezire’de de
uygulamışlardır. Tarih, Müslümanlara kucak açan, onları istekle
bekleyen, onların emri altında yaşamak isteyen milletlerle doludur. [5] Müslümanlar yukarıda aktarıldığı gibi davransalardı, bu tür tavırları tarihte görmek mümkün olmazdı.
Ayrıca
Müslümanlar, -Kürtlerin İslam öncesi dinleri olduğu belirtilen-
Zerdüştlüğü Ehl-i Kitap gibi değerlendirerek onları zimmî statüsünde
vatandaş olarak kabul etmiştir. On beş asırdır Müslümanların hakim
olduğu yerlerde Zerdüşt, Hıristiyan, Süryani, Musevilerin yaşaması bunun
en basit kanıtıdır. Zimmî statüsündeki bu halkların malları, canları,
ırzları koruma altına alınmış ve yüzyıllar boyu bu topraklarda
yaşamaları sağlanmıştır. Bırakın bir kimsenin konuşmasından dolayı
dillerinin kesilmesini, halifeliğin İran’daki divanları Farsça,
Suriye’deki divanlar Rumca, Mısır’dakiler ise Kıptice tutulmuştur. Bu
durum Emevi halifesi Abdülmelik döneminde resmi yazıların karışması
endişesiyle Arapça’ya dönüştürülmesine kadar devam etmiştir.[6]
Müslüman
orduları bu bölgelere geldiklerinde şehirlerde ağırlıklı olarak meskûn
olarak bulunan Süryani, Rum, Ermeni gibi değişik din ve mezhepten
birçok grup mevcuttu ki bunlara dokunulmamıştı. Üstelik İslam ordularına
bu bölgelerde az da olsa direnen varsa(Amid Kalesi gibi) bunlar
Zerdüştler değil, Hıristiyanlardı. Bu sebeple ilk önce onlara karşı
katliam(!) yapmaları gerekirdi. Eğer Müslüman ordularının hedefi
birilerine zulmetmekse neden bölgedeki din mensuplarını ilk fetihten
günümüze kadar hoş tutmuşlar ve onlarla birlikte yaşamışlardır? sorusuna
cevap verilmelidir.
Yukarıda aktardığımız iftira, belki bir yüzyıl arayla Müslümanlara saldıran Moğol ve Haçlı orduları için geçerli olabilir.[7]
Ancak ilk dönem İslam orduları için mümkün değildir. Bütün bölge
Bizans zulmü altında inlerken Hıristiyan Süryaniler bile farklı
mezhepten oldukları için zulüm görürlerken, Müslümanların bölgeye
ulaşması ile bölge halkı adeta onlara kucak açmış, “Başımızda Ortodoks külahı görmektense Müslüman sarığı görmeyi yeğleriz” demişler ve bölge halkı ciddi bir mukavemet göstermeden Ruha(Urfa) anlaşması ile şehirleri teslim etmişlerdir.[8]
O
çağın gereği olarak işgal orduları ele geçirdikleri yerdeki bütün
malların sahibi olurken ve bu gayet normal karşılanırken, Hz. Ömer bu
işe müdahale edip ele geçirilen arazilerin yerli halkta kalması için
yoğun bir uğraş vermiştir. Gerekçesi ise: “Böyle devam ederse
fethettiğimiz topraklar Arapların olacak yerli halk da Arapların kölesi,
hizmetlisi (marabası) olacak, ben buna razı olamam” demiştir ve bu
toprakları gaziler arasında dağıtmayıp yerli halkta kalmasını
sağlamıştır. Yine Şam bölge valisi Ebu Ubeyde b. Cerrah’a gönderdiği
talimatın son kısmı özetle şu şekildedir; “Allah’a yemin ederim ki
eğer bu araziler, sahipleriyle birlikte Müslümanlara paylaştırılırsa,
arazileriyle birlikte taksim edilen insanlar, Müslümanlar sağ kaldığı
sürece sömürülürler. Sonuçta bizden sonra da çocuklarımız onların
çocuklarını sömürmeye ve köle olarak kullanmaya devam eder. Böylece bu
insanlar İslam dini hüküm sürdükçe Müslümanların kölesi kalırlar. Ben
buna asla razı değilim.”[9]
Sonuçta
İslam fetihleri ile bırakın böyle bir katliamı, tam tersine Cezire ve
çevresi, Müslümanların sulh ile fethettikleri nadir yerlerdendir.[10]
Tarihi kaynaklar, bölgenin sulh ile fethedildiği hususunda
birleşmektedirler. İlk kaynaklarımızdan Belazuri aynen şu ifadeyi
kullanmaktadır, “Cezire Bölgesi şehirleri sulhen ele geçirilmiştir.”[11]
Bunlar, yukarıdaki katliam iddiasının subjektif bir bakış açısıyla
tamamen iftiraya dayalı beyanlarla Müslümanları karalamak ve dolayısıyla
İslamiyeti kötülemek amacıyla ortaya atılmış maksatlı uydurmalar
olduğunu göstermektedir.[12]
İkinci cevabımız diğer yazımızda olacak…
[1] İstahri, el-Mesalik vel-Memalik, Beyrut 1927, 52.
[2]
Bu iddia ve benzerleri Türkiye’deki Kürtleri temsil ettiğini belirten
sol jargon sahibi bazı kitap ve dergilerde sürekli gündeme
getirilmektedir. Ancak nedense bu iddiları ileri sürenler gerek İslam
tarihlerinden gerekse de diğer kaynaklardan görüşlerine dayanak
gösterememektedirler.
[3] Ekrem Cemil Paşa, Kürdistan Kısa Tarihi, İstanbul 1998, 99-105.
[4]
O dönemde gerek Azerbaycan gerek Orta Asya’da Müslüman orduları,
Türklerle de savaşmış ve sıcak savaş ortamında gereken savaş kuralları
her bölgede gerçekleşmiştir. Ancak bu durumun bir “Sahabenin Türk düşmanlığı” şeklinde yorumlanması mümkün değildir.
[5] Philip K. Hitti, Arap Tarihinin Mimarları, Çev; Ali Zengin, İstanbul 1995, 42.
[6] Belazuri, Fütûhü’l-Buldân, Beyrut 1991, 430.
[7] Haçlı ordusu içinde vakavünist olarak görev yapan bir Frenk tarihçi papalığa bildirdiği raporunda şöyle diyordu; “Bizimkiler (Haçlı askerleri) Maarra’ya girince yetişkin Müslümanları yemek kazanında pişirdiler, çocukları şişe geçirip ızgara yaptılar.” İbrahim Ethem Polat, Haçlılara Kılıç ve Kalem Çekenler, Ankara 2006, 80.
[8] Belazuri, 142.
[9] Ebu Yusuf, Kitabu’l Harac, Çev; Ali Özek, İstanbul 1970, II, 197–207.
[10] Fikret Işıltan, Urfa Bölgesi Tarihi, İstanbul 1960, 63.
[11] Belazuri, 178.
[12] Bkz. Mehmet Azimli, Diyarbakır ve Çevresinin Müslümanlaşma Süreci, Konya 2010, 30.