31 Ocak 2018 Çarşamba

Suheyb er-Rûmî -Hayatı, Kişiliği ve Faaliyetleri-

Suheyb er-Rûmî
-Hayatı, Kişiliği ve Faaliyetleri-*
Ömer SABUNCU*
Giriş
            Suheyb er-Rûmî, hayatının her safhasında önemli işler yapmış bir sahabîdir. Buna rağmen yeteri kadar tanınmamıştır. Bu çalışma onun biyografisini ortaya koymayı hedeflemektedir.
    Tam adı Suheyb[1] b. Sinân b. Mâlik[2] b. Abd ‘Amr b. ‘Ukayl b. ‘Âmir b. Cendele[3] b. Huzeyme b. Ka‘b b. Sa‘d b. Eslem b. Evs Menat b. en-Nemr b. Kâsıt b. Hinb b. Efsa b. Du’mi b. Cedile b. Esed b. Rabi‘ b. Nizar’dır.[4] Suheyb’in annesi Selmâ bint Kâ‘id b. Mehîd b. Huzâ‘î b. Mâzin b. Mâlik b. ‘Amr b. Temîm’dir.[5] Hanımının adı kaynaklarda yer almamaktadır. Çocukları Habib, Hamza, Sa‘d, Sâlih, Sayfî ‘Abbâd, Osman, Muhammed[6] ve ‘Umâre’dir.[7] Kız kardeşi Umeyme’dir.[8] Torunlarından Ziyâd b. Sayfi ile Ebû Huzeyfe’nin ismi bilinmektedir.[9] Ziyâd hadîs rivayet ettiği için,[10] Ebû Huzeyfe ise Suheyb’in vefatıyla ilgili bir rivayetinden dolayı bilinmektedir.[11] Suheyb’in, en-Nemr b. Kâsıt Araplarından olduğu Muhammed b. Sîrin’den de rivayet edilmiştir.[12] Kitabu’l-Ma‘ârif’te nesebinin Nemr b. Kâsıt’a ulaştığının bütün Medinelilerce kabul edildiği geçmektedir.[13] Amcası yemin ederek Suheyb’in “Nemirî”, kendisinin de “Seniye” kabilesinden olduğunu ifade etmiştir.[14] Suheyb, Hz. Osman’ın kölesi olan Hurman b. Elân’ın amcası oğludur. Suheyb ve Hurman’ın nesebi, Hâlid b. Abd ‘Amr’da birleşmektedir.[15]
Kendisine nispet edilen “Suheyb b. Sinân Bedrî” ve “Suheyb er-Rûmî Bedrî” gibi başka isimler[16] varsa da, kaynaklarda daha çok “Suheyb b. Sinân” ismi kullanılmıştır. Halk arasında ise “Suheyb er-Rûmî ya da Suheyb-i Rûmî” olarak tanınmıştır.

I. Suheyb er-Rûmî’nin Hayatı
Suheyb’in babası Sinân veya amcası, Kisrâ’nın[17] Ubulle valisiydi.[18] Bu, Suheyb’in ailesinin, dolayısıyla Suheyb’in Sâsânî idare sisteminden haberdar olduğuna işaret eder.
Suheyb’in ailesinin yaşadığı ev, Musul’daydı. Evlerinin Cezire ile Musul arasında Fırat kıyısında[19] bir köyde olduğu da kaynaklarda zikredilir. Rumlar bu bölgeye baskın yaparak küçük bir çocuk olan Suheyb’i esir aldılar.[20]
Suheyb Rumların yanında büyüdü ve bu yüzden dili, aksanı bozuldu, peltek gibi oldu.[21]  Suheyb’in dilindeki peltekliğin, küçükken Ubulle’de sütanneye verilmesinden dolayı meydana geldiği de ifade edilmektedir.[22] Belki küçük yaştan beri İranlıların ve Rumların arasında kalmasından dolayı Arapça’yı telaffuzda zorlandığı söylenebilir. Gerçekten Suheyb’in konuşmasında Acem tesirinin etkisi büyüktü. Bununla ilgili olarak Zeyd b. Eslem’in, babasından bir rivayetini zikretmekte fayda görüyoruz. “Hz. Ömer ile dışarı çıktık, Suheyb’in yanına vardık. Suheyb Hz. Ömer’i görünce; “Yennas, yennas!” dedi. Hz. Ömer: “Ne oluyor buna? Babası olmayasıca, insanları çağırıyor.” dedi. Ben de, “O, ismi Yuhannes olan kölesini çağırıyor. Dilinde pelteklik olduğu için böyle konuşuyor.” dedim. Bunun üzerine Hz. Ömer ona şöyle dedi: “Ey Suheyb! Sende olan şu üç şeyden başka seni ayıplayacak bir şey göremiyorum. Eğer onlar sende olmasaydı fazilette kimse senin önüne geçemezdi. Kendini Araba nispet ettiğini görmekteyim. Hâlbuki senin dilin Acemcedir (Arapça’yı düzgün konuşamıyorsun); kendini bir peygamber ismi olan Yahyâ ile künyelemişsin ve bir de malını israf ediyorsun.”[23] Suheyb, ona şu cevabı verdi: “Malımı israf etmem konusu, onu ancak hakkı olan yere infak ediyorum; Ebû Yahya ile künyelenmem konusu, Hz. Peygamber (s) beni Ebû Yahya ile künyelendirdi.[24]  Kendimi Araplara nispet etmeme gelince; Rumlar beni küçükken esir etti, ben de onların dillerini almış oldum.[25] Ben küçükken Musul’da esir edildim. Daha sonra ailemi ve soyumu tanıdım.”[26]
Bazı kaynaklarda Suheyb’in Rumlardan kaçtığında yanında çok mal olduğu ve Mekke’ye gelip, Abdullah b. Cud‘ân[27] ile hilf[28] yaptığından ona nispet edildiği rivayet edilmekte[29]ise de bunun doğru olması pek mümkün görünmemektedir. Zira Suheyb Rumlardan kaçmadı, köle olarak Kelb kabilesi tarafından satın alındı. Onlar tarafından Mekke’ye getirilen Suheyb’i, Abdullah b. Cud‘ân et-Teymî satın aldı ve onu azad etti.[30] Abdullah b. Cud‘ân’ın ölümüne kadar Mekke’de onunla beraber ikamet etti.[31] Ayrıca Rumlardan kaçarken yanında çok mal bulunduğu rivayetine gelince; bu da, diğer rivayetlere uymamaktadır. Suheyb Medine’ye hicret etmek isteyince Mekkeliler ona engel olmaya kalkmışlar, Mekke’ye fakir bir kimse olarak geldiğini, orada malının çoğaldığını, bunun için malıyla çekip gitmesine izin vermeyeceklerini söylemişlerdir.[32]
Suheyb’in Mekke’ye geliş hikâyesini ailesi ve çocukları daha farklı anlatırlar. Onların anlatımına göre Suheyb baliğ olduktan sonra Rumlardan kaçarak Mekke’ye gelmiş;[33] Abdullah b. Cud‘ân ile hilf yapmış ve onun ölümüne kadar onunla ikamet etmiştir.[34]
Suheyb’in Mekke’ye gelişiyle ilgili ikinci anlatımı doğru kabul etmek biraz zor görünüyor. Çünkü esaretten kaçan bir kişinin kendi memleketine gitmesi en doğrusudur. Mekke, yolu üzerinde bir yer değil ki oraya gidip ikamet etmiş olsun! Muhtemelen çocukları ve ahfadı başından kölelik geçtiğini unutturmak için böyle bir anlatımı tercih etmiş görünüyorlar.

A. Şemâili ve Künyesi
Suheyb, ten rengi kırmızı olan bir insandı. Lisânü’l-‘Arab’ta “SHB” maddesinde şöyle denmektedir: es-sahabu, ve’s-suhbetu; altında siyahlık, üstünde ise kırmızılık bulunan cildin saç ve sakalının kırmızı olması demektir. Rengi siyah olan deride saç ve sakalın kırmızı olması haline denir.[35] Suheyb’in kırmızılığı dikkat çekecek derecede fazlaydı. Suheyb’e bu ismin teninin kırmızılığından dolayı verildiği kanaatindeyiz.
Ne uzun ne de kısa boyluydu. Ama boyu kısaya yakındı. Kaşları bitişikti.[36] Çok sık saçlı idi. Saçlarını kına ve ketemle[37] boyardı.[38] İbn Hacer, Bağavî’nin bir naklini aktararak, Suheyb’in ten renginin kırmızı, saç renginin de aşırı derecede kırmızı ile karışık bir kızıllıkta olduğunu ifade eder.[39]
Belâzurî, Suheyb’in kırmızı tenli bir insan olduğunu ve bundan dolayı Rûmî olarak isimlendirildiğini ifade eder. Ayrıca Medâinî’nin Suheyb hakkında, Arap bir kişinin onu satın alıp Mekke’ye getirdiğini, kesinlikle Rum’a gitmediğini, kırmızılığından dolayı ona Rûmî denildiğini kaydeder.[40] Fakat diğer kaynaklarda zikredilen rivayetlere dayanarak biz bunun böyle olmadığını ve Suheyb’in küçükken Rumlar tarafından esir edilip orada bir süre kaldığından kendisine Rûmî denildiğini kabul ediyoruz.[41]
Suheyb’in künyesi “Ebû Yahya” idi.[42] Vakıdî, bazı ravilerin Suheyb’in daha çocuğu yokken, Hz. Peygamber (s) tarafından “Ebû Yahya” diye künyelendirildiğini ve başka künyesinin de olmadığını kaydeder.[43]

B. İslâm’a Girişi ve Mekke’deki Yaşamı
Suheyb ve Ammâr b. Yâsir aynı gün müslüman oldular. Ammâr b. Yâsir’in anlattığına göre Suheyb’le Dâru’l-Erkâm’ın[44] kapısında karşılaştılar. Birbirlerine orada ne için bulunduklarını sordular. İkisi de Hz. Peygamber’i (s) dinlemek amacıyla oraya gelmişlerdi. Hz. Peygamber (s) onlara İslâmiyet’i anlattı ve müslüman olmayı teklif etti. Onlar da kabul ettiler. Hz. Peygamber’in (s) yanında bir gece kaldıktan sonra oradan gizlice ayrıldılar.
Suheyb, Hz. Peygamber’e  (s) henüz Peygamberlik gelmeden önce onunla arkadaşlık ediyor,[45] sohbetinde bulunuyordu.[46]
Suheyb, Müslümanlığını açıklayan ilk yedi kişiden biridir. Bunlar; Hz. Peygamber (s), Hz. Ebû Bekir, Bilâl, Suheyb, Habbâb b. Eret, ‘Ammâr b. Yâsir ve ‘Ammâr’ın annesi Sümeyye idi.[47] Hz. Peygamber (s)’i Allah, Hz. Ebû Bekir’i kavmi korudu. Diğerleri işkenceye maruz kaldılar. Suheyb, Müslüman olduğunu açıkladıktan sonra Mekkeli müşriklerin, şiddetli hücum ve işkencelerine mâruz kaldı. Müşrikler daha çok, kimsesi olmayan zavallılara işkence ederlerdi. Suheyb, Mekke’de akrabası, dayanağı olmayan bir kişi olduğu için, müşrikler kendisine çok zulmeder, konuşamayacak hâle gelinceye kadar döverlerdi. Üzerlerine demir zırhlar giydirilir ve güneşin altında bekletilerek kendisine işkence edilirdi.[48] Ayrıca Suheyb, ‘Ammâr ve Âmir b. Fuheyre ile sahabeden bir gruba ne söylediklerini bilemeyecek bir duruma gelinceye kadar işkence edildiği ve onlar hakkında şu ayetin nâzil olduğu rivayet edilir.[49] “Şüphesiz Rabbin, eziyet edildikten sonra hicret edip, ardından cihat ederek sabredenlerin yardımcısıdır. Çünkü Rabbin, onların bu amellerinden sonra, elbette çok bağışlayan ve rahmet edendir.”[50]
Kureyş müşrikleri, İslâm’ı köleler, hizmetçiler ve benzerlerinden oluşan toplumun alt tabakalarının kabul ettiğini söylüyorlardı; onlar: Bilâl, Ammâr, Suheyb, Habbâb gibi arkadaşları olduğu için Hz. Peygamber (s)’i kınıyorlar ve alay ederek, “Bunlar mıdır Allah’ın içimizden lâyık gördüğü (şerefli) kişiler?” diye soruyorlardı. Onların içinde bulunduğu durumla eğlenmekle yetinmiyorlar ve yoksulluklarından dolayı onları hicvederek, “Bugün mü’minlerin dindar grubunu oluşturan şu kişilerin bir de geçmişlerine bakın” diyorlardı.[51] Resûlullah (s)’a: “Biz, senin bize hususi bir sohbet oturumu ayırmanı isteriz, tâ ki Araplar bizim üstünlüğümüzü tanısınlar. Zira sana (her taraftaki) Araplardan (durmadan) heyetler geliyor. Onların bizi bu (değersiz) köle bozuntularıyla beraber görmelerinden utanıyoruz. Şu halde, her ne zaman biz sana gelirsek, onları yanından gönder. Biz gidince, dilersen yine onlarla beraber ol!” dediler. Hz. Peygamber (s) de: “Pekâlâ!” diye cevap verdi. Bunun üzerine onlar: “Bu teklifimizi bir yazı ile de tevsik et” dediler.”(Habbâb) der ki: “Resûlullah, hemen bir kâğıt istedi ve yazması için Ali’yi çağırdı. Biz hâlâ bir kenarda oturmuş duruyorduk. Derken Cibril şu vahyi getirdi.[52] “Sabah akşam Rablerinin rızasını isteyerek O’na yalvaranları kovma. Onların hesabından sana bir sorumluluk yoktur. Senin hesabından da onlara bir sorumluluk yoktur ki onları kovarak zulmedenlerden olasın”[53]
Suheyb yanında Habbâb b. Eret ve Ammâr b. Yâsir olduğu halde Kureyş müşriklerinin yanından geçerken müşrikler: “Bunlar Muhammed’in arkadaşları” diyerek alay etmeye başladılar. Suheyb, “Biz Allah’ın Nebisinin arkadaşlarıyız. Biz ona iman ettik ve siz onu inkâr ettiniz. Biz onu tasdik ettik, siz onu yalanladınız. Müslüman olan zelil olmaz, müşrik olan aziz olmaz.” dedi. Suheyb böyle söyleyince inanmayanlar üzerine saldırdılar. Suheyb’i dövdüler. Öyle ki, konuşamayacak, ne söylediğini bilemeyecek hâle geldi. Arkadaşlarına da vurup eziyet etmeye başladılar ve “Kala kala Allah, içimizden size mi ikram etti?” dediler.[54] Bu sözden dolayı şu ayetin nâzil olduğu rivayet edilir.[55] Böylece “Allah içimizden bunlara mı lütufta bulundu?” demeleri için onlardan bazısını bazısıyla denedik. Allah, şükredenleri daha iyi bilen değil mi?[56]

C. Hicreti
Suheyb, hicrete izin verildikten sonra, Mekke’de maruz kaldığı baskılardan kurtulmak için Medine’ye hicret edenlerden birisiydi. Ancak o son hicret edenlerdendi.[57] Son hicret eden kişilerin Hz. Ali ve Suheyb olduğu, Rebiulevvel ayının ortalarında hicret ettiği, Hz. Peygamber (s)’in bu sırada Kubâ’da olduğu,[58] yanında da Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in bulunduğu rivayet edilir.[59] Bazı kitaplarda Suheyb’in, Talha b. Ubeydullah ile beraber hicret ettiğinden söz edilmekteyse de,[60] kaynaklarda Suheyb’in Hz. Ali ile beraber hicret ettiği ifade edilir.[61]
Suheyb hicret etmek isteyince Mekkeliler ona engel olarak, Mekke’ye fakir bir kimse olarak geldiğini, orada malının arttığını, bunun için malıyla çekip gitmesine izin vermeyeceklerini söylediler. Suheyb okluğunu çıkararak, kendisinin iyi bir okçu olduğunu bütün oklarını onlara atacağını, ardından da parçalanıncaya kadar kılıcıyla onlar üzerine saldıracağını söyledi ve onlara şöyle bir teklifte bulundu: “Malımı bıraktığım takdirde gitmeme izin verecek misiniz?” Müşrikler bunu kabul edince bütün malını onlara bırakarak Medine’ye hicret etti. Hz. Peygamber (s) bu olanları duyunca, “Suheyb kazandı! Suheyb kazandı!” buyurdu.[62] Onunla ilgili olarak: “İnsanlardan öylesi vardır ki; kendisini Allah’ın rızasına satar. Ve Allah kullarına çok merhametlidir” [63] meâlindeki ayetin nâzil olduğu belirtilir.[64] 
Beyhaki, Suheyb’den naklederek Resûlullah’ın (s) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Hicret yurdunuz Harre’nin (iki kara taşlık) arasında, çorak bir yer olarak bana gösterildi. Orası ya Hecer ya da Yesrib olmalıdır.”[65]
Benzer rivayetler detayla ilgili farklılıklarla İslâm Tarihi kaynaklarında geçer.[66] Hz. Peygamber (s), kendi hicretleri öncesi, beraberce gitmesi için iki veya üç defa Hz. Hz. Ebû Bekir’i Suheyb’in yanına gönderdi. Hz. Ebû Bekir, Suheyb’in yanına her varışında onu namaz kılarken buldu. Namazını bozmak istemediğinden geri döndü ve durumu Hz. Peygamber (s)’e bildirdi. Hz. Peygamber (s) de, doğru yaptığını söyledi. Mekke’den yola çıktılar. Suheyb bu durumdan ancak sabahleyin haberdar oldu. Hz. Ebû Bekir’in eşi Ümmü Rumân, Suheyb’in evine geldi ve ona: “Seni burada görüyorum. Hâlbuki kardeşlerin çoktan yola çıktılar. Sana da azık koymuşlardı.” deyince Suheyb hicret için harekete geçti.[67]
Suheyb’in hicretiyle ilgili olarak Suheyb’ten nakledilen farklı bir rivayet şöyledir: “Resûlullah (s), Hz. Ebû Bekir’le beraber Medine’ye gitmek üzere yola çıktı. Ben de onlarla birlikte gitmek istediysem de bazı Kureyşli gençler bana engel oldular. Ben de bütün gece hiç oturmadan ayakta durdum. Gençler birbirlerine “Bunun karnı ağrıyor.” diyerek beni hasta sanıp yattılar. Hâlbuki hasta değildim. Gizlice oradan ayrılıp bir müddet gittim. Onlar da beni geri çevirmek için arkadan bana yetiştiler. Onlara, “Allah’a yemin ederim ki, benim sizden çok daha iyi ok atan bir kimse olduğumu bilmektesiniz. Yine Allah’a yemin ederim ki, önümdeki şu oklardan her biri ile sizlerden bir adamı öldürmedikçe beni ele geçiremezsiniz. Oklarım tükendikten sonra kılıcımla size karşı savaşır ve nihayet öldürülürüm. Eğer mal peşinde iseniz malımın yerini size söyleyeyim.[68] Benim birkaç yüz dirhem ağırlığında bir külçem var. Onu size versem benden vazgeçer misiniz?” dedim. Onlar da; “Evet” dediler. Bunun üzerine onlarla birlikte geri döndüm ve onlara: “Kapının alt pervazının altını kazın, benim külçem oradadır. Ayrıca falan kadına gidin, onda da iki tane cübbem vardır. Onlar da sizin olsun.” deyip yola çıktım. Hz. Peygamber (s) daha Kubâ’da iken kendisine yetiştim. Beni görünce: “ Ey Ebâ Yahya, alış verişin kârlı oldu.” dedi ve bunun üzerine Bakara Suresi 207. ayeti nâzil oldu.[69] Bunu tam üç defa tekrarladı.[70] Ben de: “ Ya Resûlallah, benden önce kimse senin yanına gelmemiştir. Bunu sana söyleyen Cibril’den başkası değildir.” dedim.[71] Allah Resûlü (s), Suheyb’in bu fedakarlığını örnek göstererek şöyle buyurdu: “Malı konusunda sağda solda böyle diyebilenden başkası cennete giremez.”[72]
Suheyb Hz. Peygamber (s)’e Ebvâ’dan Kubâ’ya kadar sadece iki avuç unu azık yaptığını ifade eder. Suheyb, Kubâ’ya ulaştığında bekâr olan diğer ashapla beraber Sa‘d b. Hayseme’nin evinde kaldı. Hz. Peygamber (s), Suheyb ile el-Hâris b. es-Summa’yı kardeş yaptı.[73] Daha sonra muhacirler Medine’de evlere yerleştirildi. Suheyb, Talha b. Ubeydullah’la beraber Hubeyb b. İsâf’ın yanında kaldı.[74] Bilahare Hz. Peygamber (s), Suheyb’e ev vermiştir.[75]

D. Medine Döneminde Suheyb
Hz. Peygamber (s)’in övgüyle söz ettiği ashâbından birisi olan Suheyb hakkında Hz. Peygamber (s), onun Rumların öncüsü olduğunu söylemiş,[76] başka bir hadîste de şöyle buyurmuştur: “Diğerlerini geçenler[77] dört kişidir. Ben Arapların geçeniyim; Suheyb Rumların, Selman İranlıların, Bilâl Habeşlilerin geçenidir.”[78] Bu hadîste Suheyb’in Rumlardan birisi olarak zikredilmesi onun Rumların arasında kalmasından dolayı şöhret bulmasından olmalıdır.
Başka bir rivayette de Resûlullah şöyle buyurur: “Suheyb Rumların öncüsüdür, Selman İranlıların, Bilâl de Habeşlilerin öncüsüdür.”[79] Ebû Nu‘aym Suheyb hakkında şöyle der: Bunlardan Allah yolunda hicret eden, yedirip doyuran, malının tamamını Allah yolunda sarfeden, dinini iyi bilen ve Yüce Rabbi için cihat eden, Allah ve Resûlüne en çabuk icabet edenlerden olan Suheyb b. Sinân b. Mâlik’tir.[80]
Suheyb faziletli, takvalı ve güzel ahlak sahibi olmasının yanı sıra çok da şakacı bir insandı.[81] Kubâ’da Hz. Peygamber (s)’in yanına geldiğinde orada Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer vardı. Önlerinde Gülsüm b. Hidm’in getirdiği yaş hurmalar bulunuyordu. Yolda Suheyb’in gözlerine ağrı girmişti. Ayrıca çok da açtı. Hurmaları yemeye başladı. Hz. Ömer dedi ki: “Ya Resûlallah, Suheyb’in gözleri ağrıdığı halde hurmaları nasıl yediğini görmüyor musun? Hz. Peygamber (s): “Gözlerin ağrıdığı halde hurmaları mı yiyorsun?” buyurunca Suheyb: “Ya Resûlallah, ben gözümün ağrımayan tarafıyla yiyorum.” deyince Efendimiz tebessüm etti.[82] Hatta Hz. Resûlullah’ın (s) azı dişleri gözükene kadar güldüğü rivayet edilmiştir.[83]
Kaynaklarda Suheyb ile Resûlullah arasında geçen şöyle bir olay nakledilir: “Resûlullah için bir yiyecek hazırlamıştım. Yiyeceği ona getirdiğimde, bir topluluğun arasında oturmakta idi. Ondan hayâ ettiğimden (buyur diyemeyip) ayağa kalktım ve yemesi için kendisine işaret ettim. O da bana, -etrafındakileri kastederek- “Bunlar da dahil mi?” dercesine imada bulundu. “Hayır” dedim. O, iki veya üç defa aynı şeyi yaptı. Bunun üzerine ben, “Evet” dedim, “Onlar da dahil”. Yaptığım şey, çok az idi. Çünkü yemeği sadece Hz. Peygamber için yapmıştım. O ve diğerleri yemeye geldiler, yediler. Sonra Resûlullah: “Allah’tan bir nimettir, elhamdülillah” dedi.[84]
Suheyb Hz. Peygamber (s)’le Bedir, Uhud, Hendek ve diğer bütün savaşlara, gaza ve seriyyelere katılmıştır.[85] Suheyb usta ve becerikli bir ok atıcısıydı. Bedir Gazvesine katılan, sayıları 313 kadar olan güzide sahabîlerden biriydi. Bunlara Ehl-i Bedir, Bedrî[86] gibi isimler verilmiştir. Ehl-i Bedir’den Kur’ân[87] ve hadîslerde övgü ile söz edilmiş, hepsinin cennetlik olduğuna dair kudsî ve merfu’ hadîsler kaynaklarda yer almıştır.[88]
Suheyb Hz. Peygamber (s)’den hiç ayrılmaz, nereye giderse beraberinde giderdi.[89] Humeydî ve Taberânî Suheyb’in şöyle dediğini aktarır: “Hz. Peygamber nerede bulunduysa ben de orada hazır idim. Hangi seriyyeye, hangi gazaya gittiyse ben de orada idim. Onlar ön cihetlerden korkarken ben önlerinde idim.  Arkalarından gelebilecek tehlikeye karşı durabilmek için arkalarında idim. Kesinlikle Hz. Peygamber’i vefat edinceye kadar hiçbir zaman kendimle düşman arasına (siper olarak) koymadım.[90]
Suheyb, sürekli Resûlullah’ın (s) yanındaydı ve hadîslerini muhafaza etmeye büyük önem verirdi. Fakat hata ederim endişesiyle hadîsleri nakletmezdi. Niçin hadîs nakletmiyorsun diyenlere: “İsterseniz gelin size Resûlullah’ın savaşlarını ve yanlarında bulunduğum sırada gördüğüm şeylerin hepsini anlatayım. Fakat “Peygamber şöyle buyurdu” demeye gelince, ben onu yapamam” derdi.[91]

E. Raşid Halifeler Döneminde Suheyb
Hz. Ömer, Suheyb’i çok sever ona hüsn-i zanda bulunurdu.[92] Hz. Ömer, Suheyb’in iyi ahlaklı, fazilet ve takva sahibi olduğunu ifade eder, ayrıca şakacı biri olduğunu da vurgulardı.[93] Hz. Ömer hançerlendiği zaman Suheyb, ağlayarak yanına geldiğinde hem ağlıyor, hem de: “Vay kardeşim, vay arkadaşım!” diyordu. Hz. Ömer : “Ey Suheyb, bana mı ağlıyorsun? Resûlullah: “Ölü, ehlinin kendi üzerine ağlaması sebebiyle azap görür” buyururdu!” dedi.[94]
Hz. Ömer vefat etmeden önce Suheyb’i namaz kıldırmak üzere vekil bıraktı.[95] Hz. Ömer’in cenaze namazı için Hz. Osman ve Hz. Ali öne doğru ilerlediler. Birisi başının ucunda, birisi de ayağının ucunda durup ikisi de Abdurrahman b. Avf’a ileri geçip namazı kıldırmasını söylediler. Hz. Abdurrahman ne kendisinin, ne de onların geçeceğini, ancak Suheyb’in geçmesi gerektiğini ve bunu Hz. Ömer’in istemiş olduğunu söyledi.[96] Orada bulunanlar da tasdik edince Suheyb çağrıldı. O da gelerek Hz. Ömer’in cenaze namazını kıldırdı.[97]
Cenazenin defninden sonra yeni halifenin seçimi için yapılan çalışmalar üç gün sürdü. Halife seçilinceye kadar namazı Suheyb kıldırdı. [98]  Halife seçilince halkın bey’at etmesi ikindiye kadar sürdü. Sabah ve öğle namazlarını yine Suheyb kıldırdı. İkindi namazını ise, bey’at tamamlandığından yeni halife Hz. Osman kıldırdı.[99] Diğer kaynaklarda da Hz. Ömer’in şûra ehline namazı Suheyb’in kıldırmasını istediği ve vefat ettiğinde namazı onun kıldırdığı zikredilir.[100] Hz. Ömer, şûra ehli anlaşana kadar Suheyb’in imamlık yapmasını istemiş ve Suheyb üç gün boyunca imamlık yapmıştır.[101]
Talha ile Zübeyr’in Hz. Ali’ye gönüllü olarak mı yoksa tehdit altında kaldıklarından dolayı mı bey’at ettikleri tartışıldığı zaman herkes susmuş, sadece Üsame b. Zeyd kalkıp: “Tehdit altında kaldıkları için Ali’ye bey’at ettiler.” diye cevap verdi. Bazıları ona hücum edip onu dövmek istemiş; ancak Suheyb ve birkaç kişi onu müdafaa ederek onların elinden kurtarmışlardır.[102]
Şevval 38/659[103] tarihinde Medine’de 70 yaşındayken vefat eden Suheyb er-Rûmî,[104] Bakî‘ kabristanına defnedilmiştir.[105]

II. Hz. Peygamber’den Rivayet Ettiği Hadîsler
Suheyb, Hz. Peygamber (s)’den 30 hadîs rivayet etmiştir.[106] Bu sayıya benzer rivayetler de dâhildir. Suheyb, Hz. Ömer’den hadîs nakletmiştir.[107] Kendisinden hadîs rivayet edenler arasında ise; sahabeden Abdullah b. Ömer; tabiinden ise, Abdurrahman b. Ebî Leylâ, Ka‘bu’l-Ahbâr, Ömer’in mevlâsı olan Eslem ve birkaç Medineli zikredilebilir.[108] Ayrıca ondan hadîs rivayet edenler arasında Câbiru’s-Sahâbi, Saîd b. Müseyyeb ile kendi oğulları Habib, Hamza, Sa‘d, Sâlih, Sayfî, ‘Abbâd, Osman, Muhammed ve torunu Ziyâd b. Sayfî vardır.[109] Sürekli olarak Hz. Peygamber (s)’in yanında bulunmasına rağmen az sayıda hadîs rivayet etmesi, hata yapma kaygısından olmalıdır. Bazıları birbirine yakın rivayetler olsa da, Suheyb’in rivayet ettiği hadîslerin bir arada görülmesi açısından bu hadîsleri zikretmenin faydalı olacağı kanaatindeyiz.

A. Suheyb Hakkında Rivayet Edilen Hadîsler:
1- “Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse, Suheyb’i, annenin çocuğunu sevdiği gibi sevsin.”[110]
2- “Suheyb’i, annenin çocuğunu sevdiği gibi seviniz.”[111]
3- “Suheyb’e kızmayınız.”[112]
4- Suheyb, hicret ederken Allah yolunda tüm malını feda etmişti. Bunun üzerine Resûlullah’ın (s) şöyle buyurduğunu yine Suheyb rivayet ediyor: “Malı konusunda sağda solda böyle diyebilenden (malını Allah yolunda feda edebilenden) başkası cennete giremez.”[113]

B. Suheyb’in Rivayet Ettiği Hadîsler:
1- “Cennetlikler cennete girince Allah Teâlâ: “Bir şey daha istiyorsanız söyleyin, onu da ilaveten vereyim!” buyurur. Cennetlikler: “Sen bizim yüzlerimizi ak etmedin mi? Sen bizi cennete koymadın mı? Sen bizi cehennemden kurtarmadın mı, daha ne isteyeceğiz?” derler. Bunun üzerine perde açılır. Onlara, yüce Rablerine bakmaktan daha sevimli bir şey verilmemiştir.”[114] Suheyb der ki: “Resûlullah bu sözlerinden sonra: “İyi iş, güzel amel yapanlara daha güzel iyilik, bir de ziyâde vardır[115] ayetini tilavet buyurdular.
2- Suheyb, Hz. Peygamber (s)’in şöyle dua ettiğini rivayet eder: “Ey Allah’ım! Sen ihdas ettiğimiz bir ilah ve icat ettiğimiz bir Rab değilsin. Senden önce bir ilah olmadı ki, Seni terk edelim; bizi yaratmana hiç kimse yardım etmedi ki, onu sana ortak koşalım. Ey Rabbimiz! Sen her şeyden münezzehsin, her şeyden yücesin.”[116]
3- Suheyb, başka bir rivayette de Hz. Peygamber (s)’in şöyle dua ettiğini rivayet eder: “Ey Allah’ım, düşmana senin sayende hücum ediyorum, sayende vuruşuyorum, yalnız senin yardımınla savaşıyorum.”[117]
4- “Tevrat’ta geçtiğine göre, Allah’ın nebisi Davud(a), namazı bitirdiğinde bu duayı yapıyordu: “Allah’ım, en önemli işim olan dinimi bana ıslah et. Maişetim için kıldığın dünyamı ıslah et! Buğzundan rızana sığınırım. Vereceğin cezadan affına sığınırım. Senden sana sığınırım. Verdiğin şeye mani yoktur. Menettiğin şeyi de verecek yoktur. Mal sahibinin malı kıyamet gününde ona fayda vermez.”
5- “Resûlullah (s), bir beldeye gireceği zaman şu duayı okurdu: “Göklerin ve göklerin gölgelediği yerin Rabbi! Yedi yerin ve içindekilerin Rabbi, şeytanların ve dalalete götürdüklerinin Rabbi, rüzgârların, uçurdukları ve ayırdıklarının Rabbi! Bu beldenin ve ehlinin hayrını senden diliyoruz. Onun, ehlinin ve içindekilerin şerrinden sana sığınırız.”[118]
6- “Muhacirler Cennete girme bakımından en baştadırlar. Şefaat ederler ve Rablerine karşı nazlıdırlar. Nefsim kudret elinde olan Allah’a kasem ederim ki, kıyamet gününde, silahları omuzlarında oldukları halde gelecekler ve cennetin bekçileri: “Siz kimsiniz?” diye sorduğunda onlar: “Biz muhacirleriz.” diye cevap vereceklerdir. Bunun üzerine bekçiler tekrar: “Muhasebe edildiniz mi?” diye sorduklarında diz çökecek, okluklarındakini atacak ve ellerindekini yükseltip: “Ey Rabbimiz, biz böyle mi hesaba çekileceğiz? Ant olsun ki, yurdumuzdan çıkarıldık, malımızı ve çoluk çocuğumuzu terk ettik!” diye seslenecekler. Bunun üzerine Allah onlara, yakut ve altınla süslenmiş kanatlar takacak, onlar da hemen uçup,  cennete gireceklerdir. Bu, Allah’ın şu sözünün anlatmak istediğidir: “Şöyle derler: Bizden tasayı gideren Allah’a hamd olsun. Gerçekten Rabbimiz çok bağışlayıcı, çok ihsan edicidir. Ki, fazl-u kereminden bizi ebedî durulacak bir yurda kondurdu. Burada bize hiçbir yorgunluk değmeyecek, burada bize hiçbir usanç dokunmayacaktır.[119] Resûlullah (s) devamla şöyle der: “Onların cennette, dünyadakilerden daha yüce evleri vardır.”[120]
7- “Allah Resûlü (s), Huneyn günlerinde sabah namazından sonra dudaklarını, daha önce yaptığını hiç görmediğimiz bir şekilde hareket ettiriyordu. Biz: “Ey Allah’ın Resulü, daha önce hiç yapmadığınız bir şeyi yaptığınızı görüyoruz. Dudaklarınızı böyle hareket ettiren şey nedir?” dedik. O da şöyle buyurdu: “Sizden önce ümmetinin çokluğu hoşuna giden bir peygamber vardı. “Bunlar bir şey istemez.” (Bunlara kimse karşı koyamaz) dedi. Cenâb-ı Hak: “Ümmetini şu üç şeyden birini seçmekle dene” buyurdu. “Ya onlara başka kavimlerden düşman musallat edeyim de onların canlarını mubah saysınlar, ya açlığı seçsinler ya da onlara ölüm göndereyim.” O peygamber de kavmiyle istişare etti. Dediler ki: “Düşman konusunda bizim onlara koyacak gücümüz yok. Açlık ise bizim o konuda sabrımız yok. Ölüme gelince…” O peygamber (ellerini açıp): “Rabbim, onlara ölüm gönder.” dedi. Bunun üzerine Allah onlara ölüm gönderdi. Üç gün içinde 70 bin kişi öldü. Hz. Peygamber (s) buyurdu ki: “Ben de ümmetimin çokluğunu gördüğüm şu anda diyorum ki: “Ey Allah’ım, düşmana seninle hücum ediyorum, senin sayende vuruşuyorum, yalnız senin yardımınla savaşıyorum.”[121]
8- “Kur’ân’ın haram kıldığı şeylerin helal olduğuna inanan (haramları helal sayan) kimse, Kur’ân’a iman etmemiştir.”[122]
9- “Mü’min kişinin durumu ne kadar şaşırtıcıdır! Zira her işi onun için bir hayırdır. Bu durum, sadece mü’mine hastır, başkasına değil: Ona memnun olacağı bir şey gelse şükreder, bu ise hayırdır; bir zarar gelse sabreder, bu da hayırdır”.[123]
10- “Her kim benim ağzımdan bile bile yalan söylerse (yalan hadîs uydurursa) ateşten (Cehennemde) yerine hazırlansın.”[124]
11- “Sizin en hayırlınız, başkasına yediren, ikrâm eden[125] ve selamı da iade edendir.”[126]
12- “Namaz kıldığı bir esnada Hz. Peygamber’in yanına uğradım ve kendisine selam verdim. O da (parmağıyla) işaret ederek selamımı aldı.”[127]
13- “Habbetü’s-Sevda’yı kullanın. Sam hariç her hastalık için onda şifa vardır.” “Sam nedir?” diye soruldu, “Ölümdür.” dedi. “Acve hurmasından yeyiniz. O her zehire karşı devâdır. Berrî, kırlarda otlayan develerin sütünü için. O süt her derde devâdır.”[128]
14- “Dikkat edin! Dünya ve ahirette içeceklerin efendisi sudur. Suyun en faydalısı da emilerek ve üç defa dinlenerek içilendir.”[129]
15- “Resûlullah normal hale gelinceye (harareti gidinceye) kadar sıcak yiyeceği yemeyi yasakladı.”[130]
16- “Size, başın kafa çukurundan kan aldırmayı tavsiye ederim. Zira bu, yetmiş iki derde devadır. Ayrıca beş hastalığa ilaçtır: Delilik, cüzam, abraşlık ve diş ağrısı.”[131]
17- “Sizlere yaş mantarı tavsiye ederim; zira o, ilahi bir kudretle kendiliğinden biten bir bitkidir. Suyu ise göz hastalığına karşı şifadır.”[132]
18- “Sizlere inek sütünü tavsiye ederim; zira ineğin sütü şifa, sütünden meydana gelen yağı devâ, (yaşlı ve zayıfların) eti ise derttir.”[133]
19- “Suheyb Rumların öncüsü, Selman Farisîlerin öncüsü, Bilâl ise Habeşlilerin öncüsüdür.”[134]
20- “Herhangi bir kadınla, vermeyi istemediği bir mehir üzere evlenen ve Allah adına kadını aldatıp, bâtıl yoldan ona sahip olan herhangi bir adam, kıyamet gününde Allah’ın karşısına zinakâr olarak çıkacaktır; yine ödemeyi istemediği bir borç alan ve alacaklıyı Allah adıyla aldatarak, malına haram yoldan sahip olan kimse de, kıyamet gününde Allah’ın karşısına hırsız olarak çıkacaktır.”[135]
21- Saîd b. el-Müseyyeb anlatıyor: “Hz. Ömer, Suheyb’e: “Niye parmağında altın yüzük görüyorum?” diye sordu. Suheyb: “Onu senden daha hayırlı olan da gördü, ama ayıplamadı” deyince, Hz. Ömer: “O da kimmiş?” dedi. Suheyb: “O, Resûlullah’tır” cevabını verdi.”[136]
22- “Üç şey vardır ki onlarda bereket vardır: “Belli bir vade ile olan satış, Mukâraza (karşılıklı, faizsiz ödünç para vermek), satmak için değil, ev için buğdayı arpayla karıştırmak.” [137]
Suheyb’in rivayet ettiği benzer hadislerle, çok uzun olan “Ashâb-ı Uhdûd” hadisinin geçtiği yerleri dipnotta belirtmeyi uygun gördük.[138]

Sonuç
Suheyb, hayatının her bölümü aktif geçen bir sahabîdir. Çocukken Rumlar tarafından esir edilmiş, sonra köle olarak satın alınıp azat edilmiştir. Hz. Peygamber (s) ile henüz peygamberlik gelmeden önce arkadaşlık yapmış, sürekli sohbetinde bulunmuştur. Bu arkadaşlığı Hz. Peygamber (s)’in vefatına kadar devam etmiştir.
Müslümanlığını açıklayan ilk yedi kişiden biri Suheyb’tir. O, Mekke’de müşriklerin şiddetli işkencelerine maruz kalmıştır. Suheyb, hicret ederken Mekkeli müşrikler ona engel olmak isteyince bütün malı karşılığında serbest bırakılmasını sağlamış böylece Allah ve Resûlü’nün övgüsüne mazhar olmuştur. Suheyb, bütün savaşlarda bulunmuş, Hz. Peygamber (s)’in yanından hiç ayrılmamış ve âdeta kendisini Hz. Peygamber (s)’e siper etmiştir.
Suikasta uğrayan Hz. Ömer, Suheyb’in namazları kıldırmasını emretmiştir. Böylece o, Hz. Ömer vefat edip yeni halife seçilene kadar namazları kıldırmıştır.
İslâm’ın ilk asrında etkin bir konuma sahip olan, farklı kültür çevrelerini bilen bir sahabî özelliğini taşıyan Suheyb, İslâm Tarihindeki haklı yerini almıştır.




* Bu makale, İSTEM Dergisinin 2006 yılı, 7. Sayısında yayımlanmıştır.
* Yrd. Doç. Dr., Harran Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, İslâm Tarihi Ana Bilim Dalı. Assistant Professor, Harran University, Faculty of Theology, Department of Islamic History. Şanlıurfa/Turkey. (omersabuncu@harran.edu.tr). ORCID ID orcid.org/0000-0001-8424-8481
[1] Suheyb’in isminin Umeyre olduğu, Rumların onu Suheyb olarak isimlendirdiği, isminin Abdulmelik olduğunu söyleyenlerin ise yanlış bir tesbitte bulundukları zikredilir (Bk. İbn Hacer, Ebu’l-Fadl Ahmet b. Ali b. Hacer el-‘Askalânî eş-Şafi‘î (ö. 852/1448), el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, Beyrut 1421, III, 33-34).
[2] Vakıdî’de Suheyb’in nesebi “Suheyb b. Sinân b. Halid b. Abdamr b. ‘Ukayl b. Ka‘b b. Sa‘d” şeklinde, İbn İshak’ta ise “Suheyb b. Sinân b. Halid b. Abdamr b. Tufeyl b. Âmir b. Cendele b. Sa‘d b. Huzeyme b. Ka‘b” şeklinde verilmiştir (İbnu’l-Esîr, ‘İzzuddîn Ebu’l-Hasan Ali b. Ebi’l-Kerem Muhammed (ö. 630/1232), Üsdu’l-Ğâbe fî Ma‘rifeti’s-Sahâbe, Beyrut 1377, III, 36).
[3] İbn Sa‘d, Muhammed (ö. 230/844), et-Tabakâtu’l-Kübrâ, Beyrut 1418/1998, III, 169; Belâzurî ve İbnu’l-Esîr bu silsileyi “…Cendele b. Cezime b. Ka‘b…” farkıyla verir (el-Belâzurî, Ahmed b. Yahyâ b. Câbir (ö. 279/892), Ensâbu’l-Eşrâf, Thk.: Muhammed Hamidullah, Dâru’l-Ma‘ârif 1959, I, 180); İbnu’l-Esîr, III, 36.
[4] İbn Sa‘d, III, 170; ayrıca bk. İbn İshak “‘Ukayl” yerine “Tufeyl”i, “Cezîme” yerine de “Huzeyme”yi göstermiştir. İbnu’l-Esîr, sonuna “er-Rabii en-Nemrî” yi eklemiş ve Suheyb’in nesebinin “el-Kelbî” ve “Ebû Nu‘aym” olduğunu ifade etmiştir (İbnu’l-Esîr, III, 36). İbn Hacer ise, Suheyb’in nesebini “Suheyb b. Sinân b. Malik” ya da “Halid b. Amr b. ‘Ukayl” veya “Tufeyl ibn ‘Âmir b. Cendele b. Sa‘d b. Eslem b. Evs b. Zeyd Menat b. En-Nemr b. Kasıt en-Nemrî” olarak verir (İbn Hacer, III, 36).
[5] İbn Sa‘d, III, 170. Annesinin nesebi İbnu’l-Esîr’de şöyle verilmiştir: “Selma bt. Ka‘id b. Mahîs b. Huzaî b. Mazin b. Malik b. Amr b. Temîm” (İbnu’l-Esîr, III, 36).
[6] İbnu’l-Esîr, III, 35.
[7] İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim ed-Dîneverî (ö. 276/889) (el-Ma‘ârif, nşr.:Servet ‘Ukkâşe), Kahire 1992,  265.
[8] İbn Hacer, III, 34. Kız kardeşi Umeyme, amcaları Lebîd ve Zahr kendisini panayır mevsimlerinde şiirle anarlardı(İbn Hacer, III, 34).
[9] İbn Hacer, III, 35.
[10] Ebû Nu‘aym, Ahmed b. Abdullah el-İsfahânî (ö. 430/1038), Hilyetu’l-Evliyâ ve Tabakâtu’l-Asfiyâ, Beyrut 1421/2001, I, 148.
[11] Vakıdî, Suheyb’in evlatlarından olan Ebû Huzeyfe’nin babasından, onun da dedesinden rivayetine göre, Suheyb yetmiş yaşında olduğu halde, h. 38 yılında ve Şevvâl ayında vefat etmiştir, demektedir (İbn Hacer, III, 35).
[12] İbn Sa‘d, III, 170. İbn ‘Abdi’l-Berr, Suheyb’in Nemr kabilesi, Nemr b. Kasıt soyundan geldiği hakkında ihtilaf olmadığını söylemektedir (Bk. İbn ‘Abdi’l-Berr, Ebû Ömer Yûsuf b. Abdullah b. Muhammed (ö. 463/1071), el-İsti‘âb fî Ma’rifeti’l-Ashâb (nşr.: Ali Muhammed el-Becâvî), Kahire 1412/1992, II, 726).
[13] İbn Kuteybe, s. 264.
[14] İbn Sa‘d, III, 170.
[15] İbn ‘Abdi’l-Berr, II, 728.
[16] İbn Kuteybe, s. 264.
[17] Kisrâ, Araplar’ın Sâsânî hükümdarları için kullandıkları unvandır (Avcı, Casim, “Kisrâ”, DİA, Ankara 2002, XXVI, 71).
[18] İbn Sa‘d, III, 170.
[19] Ayrıca evlerinin Musul yakınlarında Dicle kenarında olduğu da söylenmiştir (İbnu’l-Esîr, III, 36).
[20] İbn Sa‘d, III, 170. Suheyb, er-Rumî olarak bilinir. Ona böyle denmesinin sebebi; Rumların onu küçük yaşta esir almalarından dolayıdır (İbn ‘Abdi’l-Berr, II, 726; İbnu’l-Esîr, III, 36; İbn Hacer, III, 36).
[21] İbn Sa‘d, III, 170.
[22] Bezzâr, VI, 10, 2085 No’lu Hadîs.
[23] Bununla ilgili başka bir rivayet şöyledir: “Hz. Ömer, Suheyb’e: "Senin oğlan çocuğun olmadığı halde niçin “Ebû Yahyâ” diye künye taşıyorsun?” diye sordu. Suheyb: “Beni, Ebû Yahyâ diye Resûlullah künyeledi” dedi.” (eş-Şeybânî, Abdurrahman b. Ali b. Deybe, (ö. 944/1537), Hadîs Ansiklopedisi: Kütüb-i Sitte: Teysîru’l-Vüsûl ila Câmi’i‘l-Usûl min Hadîsi’r-Resûl, terceme ve şerh eden: İbrahim Cânan, İstanbul 1988, XVII, 484).
[24] el-Bezzâr, Ebû Bekr Ahmed b. Amr b. Abdilhâlik (ö. 292/905), Müsnedü’l-Bezzâr, Thk.: Mahfuz er-Rahman, Beyrut 1409, VI, 26, 2089 No’lu Hadîs.
[25] İbn ‘Abdi’l-Berr, II, 730; İbnu’l-Esîr, III, 39; İbn Hacer, III, 34.
[26] Ebû Nu‘aym, I, 149; İbn Sa‘d, III, 171; Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855), Müsned, Thk.: Abdullah Muhammed ed-Derviş, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1411/1991. IX, 241. Bu konuyla ilgili rivayetler, cüzi farklılıklar da olsa benzerlik gösterir. Farklı olarak rivayetin sonunda şöyle bir ifade geçer: Suheyb, Nemr b. Kasıt’tan olduğunu ifade ettikten sonra, “Eğer bir hayvan pisliğinden de olsam ona nispet edilmekten utanmam” dedi (İbn ‘Abdi’l-Berr, II, 731; İbnu’l-Esîr, III, 39; İbn Hacer, III, 34-35).
[27] Abdullah b. Cud‘ân: Cahiliye devrinde mazlumları koruyan, zenginliği ve cömertliği ile tanınan ve Hilfü’l-Fudûl anlaşması ile ünlenen Kureyşlidir. Bkz. Fayda, Mustafa, “Abdullah b. Cud‘ân”, DİA, İstanbul 1998, I, 93-94.
[28] Hilf: Cahiliye döneminde Araplar arasında yapılan ittifak; dostluk ve dayanışma yeminine verilen isimdir. Bkz. Özkuyumcu, Nadir, “Hilf” DİA, İstanbul 1998, XVIII, 29-30.
[29] İbn ‘Abdi’l-Berr, II, 728.
[30] İbn Kuteybe, s. 264.
[31] İbn Sa‘d, III, 170.
[32] İbn Sa‘d, III, 171.
[33] İbn Sa‘d, III, 170; İbnu’l-Esîr, bu konuda Suheyb’in ailesi ve çocuklarından başka Mus‘ab b. Zubeyrî’nin de Suheyb’in kaçtığı şeklindeki görüşüne yer verir (İbnu’l-Esîr, III, 37).
[34] İbn Hişâm, Ebû Muhammed Abdülmelik (ö. 218/883), Sîret-i İbn-i Hişâm İslâm Tarihi, (trc.: Hasan Ege), İstanbul 2001, I, 348; İbn Sa‘d, III, 170; İbn Kuteybe, s. 264.
[35] İbn Manzûr, Muhammed b. Mükerrem el-İfrikî el-Mısrî (ö. 711/1311), Lisânu’l-‘Arab, Beyrut 1419/1999, VII, 426.
[36] İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ İsmâil (ö. 774/1372), el-Bidâye ve’n-Nihâye, Büyük İslâm Tarihi, (trc.: Mehmet Keskin), Çağrı Yayınları, İstanbul 1994, VII, 499.
[37] İbn Kuteybe, s. 265.
[38] İbn Sa‘d, III, 170.
[39] İbn Hacer, III, 34.
[40] Belâzurî, I, 180.
[41] İbn ‘Abdi’l-Berr, II, 726; İbnu’l-Esîr, III, 36; İbn Hacer, III, 36.
[42] İbn ‘Abdi’l-Berr, II, 728.
[43] Belâzurî, I, 180.
[44] Dâru’l-Erkâm: Hz. Peygamber’in (s) bi’setin ilk yıllarında Mekke’de İslâmiyet’i tebliğ ettiği, Ka‘be-i Muazzama’nın güneyinde, yüksekçe bir yerde bulunan Daru’l-İslâm olarak da bilinen ev. Bkz. Köksal, M.Asım, “Dâru’l-Erkâm”, DİA, İstanbul 1993, VII, 471.
[45] İbn Hacer, III, 34.
[46] er-Rûdânî, Muhammed b. Muhammed b. Süleyman (ö. 1094), Cem‘u’l-Fevâid min Câmi‘i’l-Usûl ve Mecmeu’z-Zevâid, Büyük Hadîs Külliyatı, Ter.: Naim Erdoğan, İstanbul 1996, V, 172.
[47] Şeybânî, XII, 510.
[48] İbnu’l-Esîr, III, 38.
[49] İbn Hacer, III, 34; Sabûnî, Muhammed Ali, (dt. 1930), Safvetu’t-Tefâsir, Tefsirlerin Özü, Çev.: Sadrettin Gümüş-Nedim Yılmaz, İstanbul 1995, III, 342.
[50] Nahl 16/110.
[51] Mevdûdi, Ebu’l-A‘la, Tefhimu’l-Kur’an, Kur’an’ın Anlamı ve Tefsiri, Çev.: Muhammed Han Kayanî - Yusuf Karaca - Nazife Şişman - İsmail Bosnalı - Ali Ünal - Hamdi Aktaş, İstanbul 1996, I, 553.
[52] İbn Kesîr, Tarih, I, 74; Şeybânî, XVII, 570.
[53] En‘âm 6/52.
[54] Belâzurî, I, 184.
[55] Belâzurî, I, 181.
[56] En‘âm 6/53.
[57] İbn Sa‘d, III, 172.
[58] İbnu’l-Esîr, III, 37; İbn Hacer, III, 34.
[59] Belâzurî, I, 182.
[60] Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, Haz.: Hakkı Dursun Yıldız, Çağ Yayınları, İstanbul 1992, I, 250.
[61] İbnu’l-Esîr, III, 37; İbn Hacer, III, 34.
[62] İbn Sa‘d, III, 171.
[63] Bakara 2/207.
[64] Ebû Nu‘aym, I, 147.
[65] İbn Kesîr, Tarih, III, 265.
[66] Belâzurî, I, 182; İbn ‘Abdi’l-Berr, II, 730; İbnu’l-Esîr, III, 37; İbn Hacer, III, 34.
[67] Ebû Nu‘aym, I, 148.
[68] İbn Kesîr, Tarih, VII, 499.
[69] Ebû Nu‘aym, I, 147; İbn Hacer, III, 34.
[70] Ebû Nu‘aym, I, 148.
[71] Ebû Nu‘aym, I, 148; İbn Kesîr, Tarih, III, 265-266.
[72] Ebû Nu‘aym, I, 148.
[73] İbn Sa‘d, III, 172.
[74] İbn Hişam, II, 141.
[75] Abdullah b. Ubeydillah b. Ebî Müleyke anlatıyor: “Benî Suheyb, Mervan nezdinde, iki ev ve bir odanın kendilerine ait olduğunu, bunları (babaları) Suheyb’e Resûlullah’ın (s) verdiğini iddia ettiler. Mervan: “Söylediğiniz şeye şahidiniz var mı?” dedi. Onlar: “Ömer!” dediler. Mervan, İbnu Ömer'i çağırdı. O, Resûlullah’ın (s) Suheyb’e iki ev ve bir oda verdiğini söyledi. Mervan sadece onun şehadetiyle onlar lehine hükmetti.” (Şeybânî, XIV, 104).
[76] İbn Sa‘d, III, 170.
[77] es-Subbâk; İslâm’a önce giren, ilk giren anlamlarına gelmektedir. Lisânu’l ‘Arab’ta bu hadîs örnek gösterilmiştir (İbn Manzûr, VI, 160-161).
[78] İbnu’l-Esîr, III, 37.
[79] İbn ‘Abdi’l-Berr, II, 729.
[80] Ebû Nu‘aym, I, 147.
[81] İbn ‘Abdi’l-Berr, II, 732.
[82] İbn Sa‘d, III, 172.
[83] Bezzâr, VI, 28, 2095 No’lu Hadîs; İbn ‘Abdi’l-Berr, II, 732; İbnu’l-Esîr, III, 39.
[84] Ebû Nu‘aym, I, 149-150.
[85] İbn Sa‘d, III, 172; Belâzurî, I, 183.
[86] İbn Kuteybe, s. 264.
[87] Âl-i İmran 3/123.
[88] Aydınlı, X, 498.
[89] Ebû Nu‘aym, I, 147.
[90] Ebû Nu‘aym, I, 148; İbn Hacer, III, 35.
[91] İbn Sa‘d, III, 172-173.
[92] İbnu’l-Esîr, III, 39.
[93] İbn ‘Abdi’l-Berr, II, 732; İbnu’l-Esîr, III, 38.
[94] Şeybânî, XV, 248.
[95] İbn Sa‘d, III, 173.                                                       
[96] İbn Kesîr, Tarih, VII, 239.
[97] Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr (ö. 310/922), Tarih-i Taberi, Çev.: M.Faruk Gürtuna, İstanbul, t.y., III, 552.
[98] İbn Hacer, III, 35.
[99] Taberî, III, 552.
[100] Belâzurî, I, 183.
[101] İbn ‘Abdi’l-Berr, II, 732; İbnu’l-Esîr, III, 37.
[102] İbn Kesîr, Tarih, VII, 376.
[103] Suheyb’in h. 39 yılında vefat ettiği ayrıca 73 yaşında vefat ettiği de gelen rivayetler arasındadır (İbnu’l-Esîr, III, 39).
[104] Bazı rivayetlerde ise 90 yaşında vefat ettiğine rastlasak ta bunun 70 olması gerektiği kanaatindeyiz (İbn ‘Abdi’l-Berr, II, 733).
[105] İbn Sa‘d, III, 173.
[106] Nevevî, Ebû Zekeriya Yahyâ b. Şeref (ö. 676/1277), Riyazü’s-Sâlihin Terceme ve Şerhi, Çev.: İhsan Özkes, İstanbul 1991, VI, 369.
[107] İbn Sa‘d, III, 173.
[108] İbn ‘Abdi’l-Berr, II, 733.
[109] İbn Hacer, III, 35.
[110] Bezzâr, VI, 32, 2102 No’lu Hadîs.
[111] eş-Şevkânî, Muhammed b. Ali, (ö. 1250), Dürrü’s-Sahâbe fî Menâkibi’l-Karâbeti ves’Sahâbe, Thk.:Hüseyn b. Abdullah el-‘Umerî, Dımeşk 1404/1984, s. 372.
[112] eş-Şevkânî, s. 372
[113] Ebû Nu‘aym, I, 148.
[114] Ahmed b. Hanbel, IV, 504; eş-Şâşî, Ebû Said el-Heysem (ö. 335/946), el-Müsnedü’l-Kebîr, Thk.: Ebû Mahfuz er-Rahman, Medîne 1410, II, 389, 991 No’lu Hadîs. ; Şeybânî, XIV, 474.
[115] Yûnus 10/26.
[116] Ebû Nu‘aym, I, 151.
[117] Şâşî, II, 389, 992 No’lu Hadîs.
[118] Bezzâr, VI, 23, 2093 No’lu Hadîs; Şâşî, II, 395, 997 No’lu Hadîs.
[119] Fâtır 35/34-35.
[120] Ebû Nu‘aym, I, 151-152.
[121] Ahmed b. Hanbel, VI, 503, 505; IX, 241; Bezzâr, VI, 16, 2089 No’lu Hadîs; Ebû Nu‘aym, I, 150.
[122] Bezzâr, VI, 9, 2084 No’lu Hadîs; Şâşî, II, 390, 993 No’lu Hadîs.
[123] Ahmed b. Hanbel, VI, 503, 505, IX, 240; Şeybânî, II, 208.
[124] Bezzâr, VI, 31, 2100 No’lu Hadîs
[125] Ahmed b. Hanbel, IX, 241.
[126] Ahmed b. Hanbel, IV, 333; VI, 16.
[127] Ahmed b. Hanbel, VI, 503; Bezzâr, VI, 7, 2083 No’lu Hadîs; Şâşî, II, 383, 984 No’lu Hadîs; İbnu’l-Esîr, III, 38.
[128] Bezzâr, VI, 29, 2096 No’lu Hadîs.
[129] eş-Şâmî, Şemsuddîn Ebû Abdillah Muhammed b. Yusuf b. Ali b. Yusuf es-Sâlihî ed-Dimaşkî, (ö. 942/1536), Peygamber Külliyatı, Ter.: Halil İbrahim Kaçar, XII, 124 (Bu hadîs mütercimin tespitine göre Beyhakî’nin, Şuâbu’l-İman, adlı eserinin 5912. sayfasında yer almaktadır).
[130] Şâmî, XII, 143 (Bu hadîs, mütercimin tespitine göre Hâkim’in Müstedrek adlı eserinin IV. cilt, 138. sayfasında yer almaktadır).
[131] Şâmî, XII, 167 (Bu hadîs, mütercimin tespitine göre Taberânî’nin Mu‘cemü’l-Kebîr adlı eserinde güvenilir ravilerle Suheyb’ten nakledilmiştir).
[132] Şâmî, XII, 198 (Bu hadîs, mütercimin tespitine göre el-Menhecü’s-Seviy, adlı eserin 335. sayfasında yer almaktadır).
[133] Şâmî, XII, 233.
[134] İbn ‘Abdi’l-Berr, II, 730.
[135] Ahmed b. Hanbel, VI, 503; Şâşî, II, 392, 994 No’lu Hadîs; Ebû Nu‘aym, I, 150.
[136] Şeybânî, VII, 472.
[137] Şeybânî, XVII, 262.
[138] Ahmed b. Hanbel, IX, 242-243; Bezzâr, VI, 18, 2090 No’lu Hadîs; İbn Kesîr, Tarih, II, 215-218; Şeybânî, XIV, 233.

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar