-Hayatı, Kişiliği ve
Faaliyetleri-*
Ömer SABUNCU*
Giriş
Suheyb
er-Rûmî, hayatının her safhasında önemli işler yapmış bir sahabîdir. Buna
rağmen yeteri kadar tanınmamıştır. Bu çalışma onun biyografisini ortaya koymayı
hedeflemektedir.
Tam adı
Suheyb[1] b. Sinân b. Mâlik[2] b. Abd ‘Amr b. ‘Ukayl
b. ‘Âmir b. Cendele[3]
b. Huzeyme b. Ka‘b b. Sa‘d b. Eslem b. Evs Menat b. en-Nemr b. Kâsıt b. Hinb b.
Efsa b. Du’mi b. Cedile b. Esed b. Rabi‘ b. Nizar’dır.[4]
Suheyb’in annesi Selmâ bint Kâ‘id b. Mehîd b. Huzâ‘î b. Mâzin b. Mâlik b. ‘Amr
b. Temîm’dir.[5]
Hanımının adı kaynaklarda yer almamaktadır. Çocukları Habib, Hamza, Sa‘d,
Sâlih, Sayfî ‘Abbâd, Osman, Muhammed[6]
ve ‘Umâre’dir.[7]
Kız kardeşi Umeyme’dir.[8]
Torunlarından Ziyâd b. Sayfi ile Ebû Huzeyfe’nin ismi bilinmektedir.[9] Ziyâd hadîs rivayet
ettiği için,[10]
Ebû Huzeyfe ise Suheyb’in vefatıyla ilgili bir rivayetinden dolayı
bilinmektedir.[11]
Suheyb’in, en-Nemr b. Kâsıt Araplarından olduğu Muhammed b. Sîrin’den de
rivayet edilmiştir.[12]
Kitabu’l-Ma‘ârif’te nesebinin Nemr b. Kâsıt’a
ulaştığının bütün Medinelilerce kabul edildiği geçmektedir.[13] Amcası yemin ederek Suheyb’in “Nemirî”, kendisinin de
“Seniye” kabilesinden olduğunu ifade etmiştir.[14]
Suheyb, Hz. Osman’ın kölesi olan Hurman b. Elân’ın amcası oğludur. Suheyb ve
Hurman’ın nesebi, Hâlid b. Abd ‘Amr’da birleşmektedir.[15]
Kendisine nispet edilen “Suheyb b. Sinân Bedrî” ve “Suheyb
er-Rûmî Bedrî” gibi başka isimler[16]
varsa da, kaynaklarda daha çok “Suheyb b. Sinân” ismi kullanılmıştır. Halk
arasında ise “Suheyb er-Rûmî ya da Suheyb-i Rûmî” olarak tanınmıştır.
I.
Suheyb er-Rûmî’nin Hayatı
Suheyb’in babası Sinân veya amcası, Kisrâ’nın[17] Ubulle valisiydi.[18] Bu, Suheyb’in
ailesinin, dolayısıyla Suheyb’in Sâsânî idare sisteminden haberdar olduğuna işaret
eder.
Suheyb’in ailesinin yaşadığı ev, Musul’daydı. Evlerinin
Cezire ile Musul arasında Fırat kıyısında[19]
bir köyde olduğu da kaynaklarda zikredilir. Rumlar bu bölgeye baskın yaparak küçük
bir çocuk olan Suheyb’i esir aldılar.[20]
Suheyb Rumların yanında büyüdü ve bu yüzden dili, aksanı
bozuldu, peltek gibi oldu.[21]
Suheyb’in dilindeki peltekliğin,
küçükken Ubulle’de sütanneye verilmesinden dolayı meydana geldiği de ifade
edilmektedir.[22]
Belki küçük yaştan beri İranlıların ve Rumların arasında kalmasından dolayı Arapça’yı
telaffuzda zorlandığı söylenebilir. Gerçekten Suheyb’in konuşmasında Acem tesirinin
etkisi büyüktü. Bununla ilgili olarak Zeyd b. Eslem’in, babasından bir
rivayetini zikretmekte fayda görüyoruz. “Hz. Ömer ile dışarı çıktık, Suheyb’in
yanına vardık. Suheyb Hz. Ömer’i görünce; “Yennas, yennas!” dedi. Hz. Ömer: “Ne
oluyor buna? Babası olmayasıca, insanları çağırıyor.” dedi. Ben de, “O, ismi
Yuhannes olan kölesini çağırıyor. Dilinde pelteklik olduğu için böyle
konuşuyor.” dedim. Bunun üzerine Hz. Ömer ona şöyle dedi: “Ey Suheyb! Sende
olan şu üç şeyden başka seni ayıplayacak bir şey göremiyorum. Eğer onlar sende
olmasaydı fazilette kimse senin önüne geçemezdi. Kendini Araba nispet ettiğini
görmekteyim. Hâlbuki senin dilin Acemcedir (Arapça’yı düzgün konuşamıyorsun);
kendini bir peygamber ismi olan Yahyâ ile künyelemişsin ve bir de malını israf
ediyorsun.”[23]
Suheyb, ona şu cevabı verdi: “Malımı israf etmem konusu, onu ancak hakkı olan
yere infak ediyorum; Ebû Yahya ile künyelenmem konusu, Hz. Peygamber (s) beni Ebû
Yahya ile künyelendirdi.[24]
Kendimi Araplara nispet etmeme gelince;
Rumlar beni küçükken esir etti, ben de onların dillerini almış oldum.[25] Ben küçükken
Musul’da esir edildim. Daha sonra ailemi ve soyumu tanıdım.”[26]
Bazı kaynaklarda Suheyb’in Rumlardan kaçtığında yanında çok
mal olduğu ve Mekke’ye gelip, Abdullah b. Cud‘ân[27]
ile hilf[28]
yaptığından ona nispet edildiği rivayet edilmekte[29]ise de bunun doğru
olması pek mümkün görünmemektedir. Zira Suheyb Rumlardan kaçmadı, köle olarak
Kelb kabilesi tarafından satın alındı. Onlar tarafından Mekke’ye getirilen
Suheyb’i, Abdullah b. Cud‘ân et-Teymî satın aldı ve onu azad etti.[30] Abdullah b. Cud‘ân’ın
ölümüne kadar Mekke’de onunla beraber ikamet etti.[31] Ayrıca Rumlardan
kaçarken yanında çok mal bulunduğu rivayetine gelince; bu da, diğer rivayetlere
uymamaktadır. Suheyb Medine’ye hicret etmek isteyince Mekkeliler ona engel
olmaya kalkmışlar, Mekke’ye fakir bir kimse olarak geldiğini, orada malının
çoğaldığını, bunun için malıyla çekip gitmesine izin vermeyeceklerini söylemişlerdir.[32]
Suheyb’in Mekke’ye geliş hikâyesini ailesi ve çocukları daha
farklı anlatırlar. Onların anlatımına göre Suheyb baliğ olduktan sonra Rumlardan
kaçarak Mekke’ye gelmiş;[33]
Abdullah b. Cud‘ân ile hilf yapmış ve onun ölümüne kadar onunla ikamet etmiştir.[34]
Suheyb’in Mekke’ye gelişiyle ilgili ikinci anlatımı doğru
kabul etmek biraz zor görünüyor. Çünkü esaretten kaçan bir kişinin kendi
memleketine gitmesi en doğrusudur. Mekke, yolu üzerinde bir yer değil ki oraya
gidip ikamet etmiş olsun! Muhtemelen çocukları ve ahfadı başından kölelik
geçtiğini unutturmak için böyle bir anlatımı tercih etmiş görünüyorlar.
A. Şemâili ve Künyesi
Suheyb, ten rengi kırmızı olan bir
insandı. Lisânü’l-‘Arab’ta “SHB” maddesinde şöyle
denmektedir: es-sahabu, ve’s-suhbetu; altında siyahlık, üstünde ise kırmızılık
bulunan cildin saç ve sakalının kırmızı olması demektir. Rengi siyah olan
deride saç ve sakalın kırmızı olması haline denir.[35] Suheyb’in
kırmızılığı dikkat çekecek derecede fazlaydı. Suheyb’e bu ismin teninin kırmızılığından
dolayı verildiği kanaatindeyiz.
Ne uzun ne de kısa boyluydu. Ama
boyu kısaya yakındı. Kaşları bitişikti.[36]
Çok sık saçlı idi. Saçlarını kına ve ketemle[37]
boyardı.[38]
İbn Hacer, Bağavî’nin bir naklini aktararak, Suheyb’in ten renginin kırmızı,
saç renginin de aşırı derecede kırmızı ile karışık bir kızıllıkta olduğunu
ifade eder.[39]
Belâzurî, Suheyb’in kırmızı tenli
bir insan olduğunu ve bundan dolayı Rûmî olarak isimlendirildiğini ifade eder.
Ayrıca Medâinî’nin Suheyb hakkında, Arap bir kişinin onu satın alıp Mekke’ye
getirdiğini, kesinlikle Rum’a gitmediğini, kırmızılığından dolayı ona Rûmî
denildiğini kaydeder.[40]
Fakat diğer kaynaklarda zikredilen rivayetlere dayanarak biz bunun böyle olmadığını
ve Suheyb’in küçükken Rumlar tarafından esir edilip orada bir süre kaldığından kendisine
Rûmî denildiğini kabul ediyoruz.[41]
Suheyb’in künyesi “Ebû Yahya” idi.[42] Vakıdî, bazı
ravilerin Suheyb’in daha çocuğu yokken, Hz. Peygamber (s) tarafından “Ebû
Yahya” diye künyelendirildiğini ve başka künyesinin de olmadığını kaydeder.[43]
B. İslâm’a Girişi ve
Mekke’deki Yaşamı
Suheyb ve Ammâr b. Yâsir aynı gün müslüman
oldular. Ammâr b. Yâsir’in anlattığına göre Suheyb’le Dâru’l-Erkâm’ın[44] kapısında
karşılaştılar. Birbirlerine orada ne için bulunduklarını sordular. İkisi de Hz.
Peygamber’i (s) dinlemek amacıyla oraya gelmişlerdi. Hz. Peygamber (s) onlara İslâmiyet’i
anlattı ve müslüman olmayı teklif etti. Onlar da kabul ettiler. Hz. Peygamber’in
(s) yanında bir gece kaldıktan sonra oradan gizlice ayrıldılar.
Suheyb, Hz. Peygamber’e (s) henüz Peygamberlik gelmeden önce onunla
arkadaşlık ediyor,[45]
sohbetinde bulunuyordu.[46]
Suheyb, Müslümanlığını açıklayan ilk yedi kişiden biridir.
Bunlar; Hz. Peygamber (s), Hz. Ebû Bekir, Bilâl, Suheyb, Habbâb b. Eret, ‘Ammâr
b. Yâsir ve ‘Ammâr’ın annesi Sümeyye idi.[47]
Hz. Peygamber (s)’i Allah, Hz. Ebû Bekir’i kavmi korudu. Diğerleri işkenceye
maruz kaldılar. Suheyb, Müslüman olduğunu açıkladıktan sonra Mekkeli
müşriklerin, şiddetli hücum ve işkencelerine mâruz kaldı. Müşrikler daha çok,
kimsesi olmayan zavallılara işkence ederlerdi. Suheyb, Mekke’de akrabası,
dayanağı olmayan bir kişi olduğu için, müşrikler kendisine çok zulmeder,
konuşamayacak hâle gelinceye kadar döverlerdi. Üzerlerine
demir zırhlar giydirilir ve güneşin altında bekletilerek kendisine işkence
edilirdi.[48]
Ayrıca Suheyb, ‘Ammâr ve Âmir b. Fuheyre ile sahabeden bir gruba ne
söylediklerini bilemeyecek bir duruma gelinceye kadar işkence edildiği ve onlar
hakkında şu ayetin nâzil olduğu rivayet edilir.[49]
“Şüphesiz Rabbin, eziyet
edildikten sonra hicret edip, ardından cihat ederek sabredenlerin
yardımcısıdır. Çünkü Rabbin, onların bu amellerinden sonra, elbette çok
bağışlayan ve rahmet edendir.”[50]
Kureyş müşrikleri, İslâm’ı
köleler, hizmetçiler ve benzerlerinden oluşan toplumun alt tabakalarının kabul
ettiğini söylüyorlardı; onlar: Bilâl, Ammâr, Suheyb, Habbâb gibi arkadaşları olduğu
için Hz. Peygamber (s)’i kınıyorlar ve alay ederek, “Bunlar mıdır Allah’ın
içimizden lâyık gördüğü (şerefli) kişiler?” diye soruyorlardı. Onların içinde
bulunduğu durumla eğlenmekle yetinmiyorlar ve yoksulluklarından dolayı onları hicvederek,
“Bugün mü’minlerin dindar grubunu oluşturan şu kişilerin bir de geçmişlerine
bakın” diyorlardı.[51]
Resûlullah (s)’a: “Biz, senin bize
hususi bir sohbet oturumu ayırmanı isteriz, tâ ki Araplar bizim üstünlüğümüzü
tanısınlar. Zira sana (her taraftaki) Araplardan (durmadan) heyetler geliyor.
Onların bizi bu (değersiz) köle bozuntularıyla beraber görmelerinden
utanıyoruz. Şu halde, her ne zaman biz sana gelirsek, onları yanından gönder.
Biz gidince, dilersen yine onlarla beraber ol!” dediler. Hz. Peygamber (s) de:
“Pekâlâ!” diye cevap verdi. Bunun üzerine onlar: “Bu teklifimizi bir yazı ile
de tevsik et” dediler.”(Habbâb) der ki: “Resûlullah, hemen bir kâğıt istedi ve yazması
için Ali’yi çağırdı. Biz hâlâ bir kenarda oturmuş duruyorduk. Derken Cibril şu
vahyi getirdi.[52]
“Sabah akşam Rablerinin
rızasını isteyerek O’na yalvaranları kovma. Onların hesabından sana bir
sorumluluk yoktur. Senin hesabından da onlara bir sorumluluk yoktur ki onları
kovarak zulmedenlerden olasın”[53]
Suheyb yanında
Habbâb b. Eret ve Ammâr b. Yâsir olduğu halde Kureyş müşriklerinin yanından
geçerken müşrikler: “Bunlar Muhammed’in arkadaşları” diyerek alay etmeye
başladılar. Suheyb, “Biz Allah’ın Nebisinin arkadaşlarıyız. Biz ona iman ettik
ve siz onu inkâr ettiniz. Biz onu tasdik ettik, siz onu yalanladınız. Müslüman
olan zelil olmaz, müşrik olan aziz olmaz.” dedi. Suheyb böyle söyleyince inanmayanlar üzerine saldırdılar. Suheyb’i
dövdüler. Öyle ki, konuşamayacak, ne söylediğini bilemeyecek hâle geldi. Arkadaşlarına
da vurup eziyet etmeye başladılar ve “Kala kala Allah, içimizden size mi ikram
etti?” dediler.[54]
Bu sözden dolayı şu ayetin nâzil olduğu rivayet edilir.[55]
“Böylece
“Allah içimizden bunlara mı lütufta bulundu?” demeleri için onlardan bazısını
bazısıyla denedik. Allah, şükredenleri daha iyi bilen değil mi?”[56]
C. Hicreti
Suheyb, hicrete
izin verildikten sonra, Mekke’de maruz kaldığı baskılardan kurtulmak için
Medine’ye hicret edenlerden birisiydi. Ancak o son hicret edenlerdendi.[57]
Son hicret eden kişilerin Hz. Ali ve Suheyb olduğu, Rebiulevvel ayının
ortalarında hicret ettiği, Hz. Peygamber (s)’in bu sırada Kubâ’da olduğu,[58]
yanında da Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in bulunduğu rivayet edilir.[59]
Bazı kitaplarda Suheyb’in, Talha b. Ubeydullah ile beraber hicret ettiğinden
söz edilmekteyse de,[60]
kaynaklarda Suheyb’in Hz. Ali ile beraber hicret ettiği ifade edilir.[61]
Suheyb hicret etmek isteyince Mekkeliler ona engel olarak,
Mekke’ye fakir bir kimse olarak geldiğini, orada malının arttığını, bunun için
malıyla çekip gitmesine izin vermeyeceklerini söylediler. Suheyb okluğunu
çıkararak, kendisinin iyi bir okçu olduğunu bütün oklarını onlara atacağını,
ardından da parçalanıncaya kadar kılıcıyla onlar üzerine saldıracağını söyledi
ve onlara şöyle bir teklifte bulundu: “Malımı bıraktığım takdirde gitmeme izin
verecek misiniz?” Müşrikler bunu kabul edince bütün malını onlara bırakarak
Medine’ye hicret etti. Hz. Peygamber (s) bu olanları duyunca, “Suheyb kazandı!
Suheyb kazandı!” buyurdu.[62]
Onunla ilgili olarak: “İnsanlardan öylesi vardır ki; kendisini
Allah’ın rızasına satar. Ve Allah kullarına çok merhametlidir” [63] meâlindeki ayetin nâzil olduğu belirtilir.[64]
Beyhaki, Suheyb’den naklederek Resûlullah’ın
(s) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Hicret yurdunuz Harre’nin (iki kara
taşlık) arasında, çorak bir yer olarak bana gösterildi. Orası ya Hecer ya da
Yesrib olmalıdır.”[65]
Benzer rivayetler detayla ilgili
farklılıklarla İslâm Tarihi kaynaklarında geçer.[66]
Hz. Peygamber (s), kendi hicretleri öncesi, beraberce gitmesi için iki veya üç
defa Hz. Hz. Ebû Bekir’i Suheyb’in yanına gönderdi. Hz. Ebû Bekir, Suheyb’in
yanına her varışında onu namaz kılarken buldu. Namazını bozmak istemediğinden
geri döndü ve durumu Hz. Peygamber (s)’e bildirdi. Hz. Peygamber (s) de, doğru
yaptığını söyledi. Mekke’den yola çıktılar. Suheyb bu durumdan ancak sabahleyin
haberdar oldu. Hz. Ebû Bekir’in eşi Ümmü Rumân, Suheyb’in evine geldi ve ona:
“Seni burada görüyorum. Hâlbuki kardeşlerin çoktan yola çıktılar. Sana da azık
koymuşlardı.” deyince Suheyb hicret için harekete geçti.[67]
Suheyb’in hicretiyle ilgili olarak Suheyb’ten nakledilen farklı
bir rivayet şöyledir: “Resûlullah (s), Hz. Ebû Bekir’le beraber Medine’ye
gitmek üzere yola çıktı. Ben de onlarla birlikte gitmek istediysem de bazı
Kureyşli gençler bana engel oldular. Ben de bütün gece hiç oturmadan ayakta
durdum. Gençler birbirlerine “Bunun karnı ağrıyor.” diyerek beni hasta sanıp
yattılar. Hâlbuki hasta değildim. Gizlice oradan ayrılıp bir müddet gittim. Onlar
da beni geri çevirmek için arkadan bana yetiştiler. Onlara, “Allah’a yemin
ederim ki, benim sizden çok daha iyi ok atan bir kimse olduğumu bilmektesiniz.
Yine Allah’a yemin ederim ki, önümdeki şu oklardan her biri ile sizlerden bir
adamı öldürmedikçe beni ele geçiremezsiniz. Oklarım tükendikten sonra kılıcımla
size karşı savaşır ve nihayet öldürülürüm. Eğer mal peşinde iseniz malımın
yerini size söyleyeyim.[68]
Benim birkaç yüz dirhem ağırlığında bir külçem var. Onu size versem benden
vazgeçer misiniz?” dedim. Onlar da; “Evet” dediler. Bunun üzerine onlarla birlikte
geri döndüm ve onlara: “Kapının alt pervazının altını kazın, benim külçem
oradadır. Ayrıca falan kadına gidin, onda da iki tane cübbem vardır. Onlar da
sizin olsun.” deyip yola çıktım. Hz. Peygamber (s) daha Kubâ’da iken kendisine
yetiştim. Beni görünce: “ Ey Ebâ Yahya, alış verişin kârlı oldu.” dedi ve bunun
üzerine Bakara Suresi 207. ayeti nâzil oldu.[69]
Bunu tam üç defa tekrarladı.[70]
Ben de: “ Ya Resûlallah, benden önce kimse senin yanına gelmemiştir. Bunu sana
söyleyen Cibril’den başkası değildir.” dedim.[71]
Allah Resûlü (s), Suheyb’in bu fedakarlığını örnek göstererek şöyle buyurdu: “Malı konusunda sağda solda böyle
diyebilenden başkası cennete giremez.”[72]
Suheyb Hz. Peygamber (s)’e Ebvâ’dan Kubâ’ya kadar sadece iki
avuç unu azık yaptığını ifade eder. Suheyb, Kubâ’ya ulaştığında bekâr olan
diğer ashapla beraber Sa‘d b. Hayseme’nin evinde kaldı. Hz. Peygamber (s), Suheyb
ile el-Hâris b. es-Summa’yı kardeş yaptı.[73]
Daha sonra muhacirler Medine’de evlere yerleştirildi. Suheyb, Talha b.
Ubeydullah’la beraber Hubeyb b. İsâf’ın yanında kaldı.[74] Bilahare Hz. Peygamber
(s), Suheyb’e ev vermiştir.[75]
D. Medine Döneminde Suheyb
Hz. Peygamber (s)’in övgüyle söz ettiği ashâbından birisi
olan Suheyb hakkında Hz. Peygamber (s), onun Rumların öncüsü olduğunu söylemiş,[76] başka bir hadîste
de şöyle buyurmuştur: “Diğerlerini geçenler[77]
dört kişidir. Ben Arapların geçeniyim; Suheyb Rumların, Selman İranlıların, Bilâl
Habeşlilerin geçenidir.”[78]
Bu hadîste Suheyb’in Rumlardan birisi olarak zikredilmesi onun Rumların
arasında kalmasından dolayı şöhret bulmasından olmalıdır.
Başka bir rivayette de Resûlullah şöyle buyurur: “Suheyb
Rumların öncüsüdür, Selman İranlıların, Bilâl de Habeşlilerin öncüsüdür.”[79] Ebû Nu‘aym Suheyb
hakkında şöyle der: Bunlardan Allah yolunda hicret eden, yedirip doyuran,
malının tamamını Allah yolunda sarfeden, dinini iyi bilen ve Yüce Rabbi için
cihat eden, Allah ve Resûlüne en çabuk icabet edenlerden olan Suheyb b. Sinân
b. Mâlik’tir.[80]
Suheyb
faziletli, takvalı ve güzel ahlak sahibi olmasının yanı sıra çok da şakacı bir
insandı.[81]
Kubâ’da Hz. Peygamber (s)’in yanına geldiğinde orada Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer
vardı. Önlerinde Gülsüm b. Hidm’in getirdiği yaş hurmalar bulunuyordu. Yolda
Suheyb’in gözlerine ağrı girmişti. Ayrıca çok da açtı. Hurmaları yemeye
başladı. Hz. Ömer dedi ki: “Ya Resûlallah, Suheyb’in gözleri ağrıdığı halde
hurmaları nasıl yediğini görmüyor musun? Hz. Peygamber (s): “Gözlerin ağrıdığı
halde hurmaları mı yiyorsun?” buyurunca Suheyb: “Ya Resûlallah, ben gözümün
ağrımayan tarafıyla yiyorum.” deyince Efendimiz tebessüm etti.[82] Hatta Hz. Resûlullah’ın
(s) azı dişleri gözükene kadar güldüğü rivayet edilmiştir.[83]
Kaynaklarda Suheyb ile Resûlullah
arasında geçen şöyle bir olay nakledilir:
“Resûlullah için bir yiyecek hazırlamıştım. Yiyeceği ona getirdiğimde,
bir topluluğun arasında oturmakta idi. Ondan hayâ ettiğimden (buyur diyemeyip)
ayağa kalktım ve yemesi için kendisine işaret ettim. O da bana,
-etrafındakileri kastederek- “Bunlar da dahil mi?” dercesine imada bulundu.
“Hayır” dedim. O, iki veya üç defa aynı şeyi yaptı. Bunun üzerine ben, “Evet”
dedim, “Onlar da dahil”. Yaptığım şey, çok az idi. Çünkü yemeği sadece Hz. Peygamber
için yapmıştım. O ve diğerleri yemeye geldiler, yediler. Sonra Resûlullah: “Allah’tan
bir nimettir, elhamdülillah” dedi.[84]
Suheyb Hz. Peygamber
(s)’le Bedir, Uhud, Hendek ve diğer bütün savaşlara, gaza ve seriyyelere
katılmıştır.[85]
Suheyb usta ve becerikli bir ok atıcısıydı. Bedir Gazvesine katılan, sayıları
313 kadar olan güzide sahabîlerden biriydi. Bunlara Ehl-i Bedir, Bedrî[86] gibi isimler
verilmiştir. Ehl-i Bedir’den Kur’ân[87]
ve hadîslerde övgü ile söz edilmiş, hepsinin cennetlik olduğuna dair kudsî ve
merfu’ hadîsler kaynaklarda yer almıştır.[88]
Suheyb Hz. Peygamber (s)’den hiç ayrılmaz, nereye giderse
beraberinde giderdi.[89]
Humeydî ve Taberânî Suheyb’in şöyle dediğini aktarır: “Hz. Peygamber nerede
bulunduysa ben de orada hazır idim. Hangi seriyyeye, hangi gazaya gittiyse ben
de orada idim. Onlar ön cihetlerden korkarken ben önlerinde idim. Arkalarından gelebilecek tehlikeye karşı
durabilmek için arkalarında idim. Kesinlikle Hz. Peygamber’i vefat edinceye
kadar hiçbir zaman kendimle düşman arasına (siper olarak) koymadım.[90]
Suheyb, sürekli Resûlullah’ın
(s) yanındaydı ve hadîslerini muhafaza etmeye büyük önem verirdi. Fakat hata
ederim endişesiyle hadîsleri nakletmezdi. Niçin hadîs nakletmiyorsun diyenlere:
“İsterseniz gelin size Resûlullah’ın savaşlarını ve yanlarında bulunduğum
sırada gördüğüm şeylerin hepsini anlatayım. Fakat “Peygamber şöyle buyurdu”
demeye gelince, ben onu yapamam” derdi.[91]
E. Raşid Halifeler Döneminde
Suheyb
Hz. Ömer,
Suheyb’i çok sever ona hüsn-i zanda bulunurdu.[92]
Hz. Ömer, Suheyb’in iyi ahlaklı, fazilet ve takva sahibi olduğunu ifade eder, ayrıca
şakacı biri olduğunu da vurgulardı.[93]
Hz. Ömer hançerlendiği zaman Suheyb,
ağlayarak yanına geldiğinde hem ağlıyor, hem de: “Vay kardeşim, vay arkadaşım!”
diyordu. Hz. Ömer : “Ey Suheyb, bana mı ağlıyorsun? Resûlullah: “Ölü, ehlinin kendi üzerine ağlaması
sebebiyle azap görür” buyururdu!” dedi.[94]
Hz. Ömer vefat etmeden önce Suheyb’i namaz kıldırmak üzere
vekil bıraktı.[95]
Hz. Ömer’in cenaze namazı için Hz. Osman ve Hz. Ali öne doğru ilerlediler.
Birisi başının ucunda, birisi de ayağının ucunda durup ikisi de Abdurrahman b.
Avf’a ileri geçip namazı kıldırmasını söylediler. Hz. Abdurrahman ne kendisinin,
ne de onların geçeceğini, ancak Suheyb’in geçmesi gerektiğini ve bunu Hz. Ömer’in
istemiş olduğunu söyledi.[96]
Orada bulunanlar da tasdik edince Suheyb çağrıldı. O da gelerek Hz. Ömer’in
cenaze namazını kıldırdı.[97]
Cenazenin defninden sonra yeni halifenin seçimi için yapılan
çalışmalar üç gün sürdü. Halife seçilinceye kadar namazı Suheyb kıldırdı. [98] Halife seçilince halkın bey’at etmesi ikindiye
kadar sürdü. Sabah ve öğle namazlarını yine Suheyb kıldırdı. İkindi namazını
ise, bey’at tamamlandığından yeni halife Hz. Osman kıldırdı.[99] Diğer kaynaklarda
da Hz. Ömer’in şûra ehline namazı Suheyb’in kıldırmasını istediği ve vefat ettiğinde
namazı onun kıldırdığı zikredilir.[100]
Hz. Ömer, şûra ehli anlaşana kadar Suheyb’in imamlık yapmasını istemiş ve Suheyb
üç gün boyunca imamlık yapmıştır.[101]
Talha ile Zübeyr’in Hz. Ali’ye gönüllü olarak mı yoksa
tehdit altında kaldıklarından dolayı mı bey’at ettikleri tartışıldığı zaman
herkes susmuş, sadece Üsame b. Zeyd kalkıp: “Tehdit altında kaldıkları için
Ali’ye bey’at ettiler.” diye cevap verdi. Bazıları ona hücum edip onu dövmek
istemiş; ancak Suheyb ve birkaç kişi onu müdafaa ederek onların elinden kurtarmışlardır.[102]
Şevval 38/659[103]
tarihinde Medine’de 70 yaşındayken vefat eden Suheyb er-Rûmî,[104] Bakî‘
kabristanına defnedilmiştir.[105]
II. Hz. Peygamber’den
Rivayet Ettiği Hadîsler
Suheyb, Hz. Peygamber (s)’den 30 hadîs
rivayet etmiştir.[106]
Bu sayıya benzer rivayetler de dâhildir. Suheyb, Hz.
Ömer’den hadîs nakletmiştir.[107]
Kendisinden hadîs rivayet edenler arasında ise; sahabeden Abdullah b. Ömer;
tabiinden ise, Abdurrahman b. Ebî Leylâ, Ka‘bu’l-Ahbâr, Ömer’in mevlâsı olan
Eslem ve birkaç Medineli zikredilebilir.[108]
Ayrıca ondan hadîs rivayet edenler arasında Câbiru’s-Sahâbi, Saîd b. Müseyyeb
ile kendi oğulları Habib, Hamza, Sa‘d, Sâlih, Sayfî, ‘Abbâd, Osman, Muhammed ve
torunu Ziyâd b. Sayfî vardır.[109]
Sürekli
olarak Hz. Peygamber (s)’in yanında bulunmasına rağmen az sayıda hadîs rivayet
etmesi, hata yapma kaygısından olmalıdır. Bazıları birbirine yakın rivayetler
olsa da, Suheyb’in rivayet ettiği hadîslerin bir arada görülmesi açısından bu hadîsleri
zikretmenin faydalı olacağı kanaatindeyiz.
A. Suheyb
Hakkında Rivayet Edilen Hadîsler:
1- “Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse, Suheyb’i,
annenin çocuğunu sevdiği gibi sevsin.”[110]
2- “Suheyb’i, annenin çocuğunu sevdiği gibi seviniz.”[111]
3- “Suheyb’e kızmayınız.”[112]
4- Suheyb, hicret ederken Allah
yolunda tüm malını feda etmişti. Bunun üzerine Resûlullah’ın (s) şöyle buyurduğunu
yine Suheyb rivayet ediyor: “Malı
konusunda sağda solda böyle diyebilenden (malını Allah yolunda feda
edebilenden) başkası cennete giremez.”[113]
B. Suheyb’in
Rivayet Ettiği Hadîsler:
1- “Cennetlikler
cennete girince Allah Teâlâ: “Bir şey daha istiyorsanız söyleyin, onu da
ilaveten vereyim!” buyurur. Cennetlikler: “Sen bizim yüzlerimizi ak etmedin mi?
Sen bizi cennete koymadın mı? Sen bizi cehennemden kurtarmadın mı, daha ne
isteyeceğiz?” derler. Bunun üzerine perde açılır. Onlara, yüce Rablerine
bakmaktan daha sevimli bir şey verilmemiştir.”[114]
Suheyb der ki: “Resûlullah bu sözlerinden sonra: “İyi iş,
güzel amel yapanlara daha güzel iyilik, bir de ziyâde vardır”[115]
ayetini tilavet buyurdular.
2- Suheyb,
Hz. Peygamber (s)’in şöyle dua ettiğini rivayet eder: “Ey Allah’ım! Sen ihdas
ettiğimiz bir ilah ve icat ettiğimiz bir Rab değilsin. Senden önce bir ilah
olmadı ki, Seni terk edelim; bizi yaratmana hiç kimse yardım etmedi ki, onu
sana ortak koşalım. Ey Rabbimiz! Sen her şeyden münezzehsin, her şeyden
yücesin.”[116]
3- Suheyb, başka bir rivayette
de Hz. Peygamber (s)’in şöyle dua ettiğini rivayet eder: “Ey Allah’ım, düşmana
senin sayende hücum ediyorum, sayende vuruşuyorum, yalnız senin yardımınla
savaşıyorum.”[117]
4- “Tevrat’ta
geçtiğine göre, Allah’ın nebisi Davud(a), namazı bitirdiğinde bu duayı
yapıyordu: “Allah’ım, en önemli işim olan dinimi bana ıslah et. Maişetim için
kıldığın dünyamı ıslah et! Buğzundan rızana sığınırım. Vereceğin cezadan affına
sığınırım. Senden sana sığınırım. Verdiğin şeye mani yoktur. Menettiğin şeyi de
verecek yoktur. Mal sahibinin malı kıyamet gününde ona fayda vermez.”
5- “Resûlullah
(s), bir beldeye gireceği zaman şu duayı okurdu: “Göklerin ve göklerin
gölgelediği yerin Rabbi! Yedi yerin ve içindekilerin Rabbi, şeytanların ve
dalalete götürdüklerinin Rabbi, rüzgârların, uçurdukları ve ayırdıklarının Rabbi!
Bu beldenin ve ehlinin hayrını senden diliyoruz. Onun, ehlinin ve içindekilerin
şerrinden sana sığınırız.”[118]
6- “Muhacirler Cennete girme
bakımından en baştadırlar. Şefaat ederler ve Rablerine karşı nazlıdırlar.
Nefsim kudret elinde olan Allah’a kasem ederim ki, kıyamet gününde, silahları
omuzlarında oldukları halde gelecekler ve cennetin bekçileri: “Siz kimsiniz?”
diye sorduğunda onlar: “Biz muhacirleriz.” diye cevap vereceklerdir. Bunun üzerine bekçiler tekrar: “Muhasebe
edildiniz mi?” diye sorduklarında diz çökecek, okluklarındakini atacak ve
ellerindekini yükseltip: “Ey Rabbimiz, biz böyle mi hesaba çekileceğiz? Ant
olsun ki, yurdumuzdan çıkarıldık, malımızı ve çoluk çocuğumuzu terk ettik!”
diye seslenecekler. Bunun üzerine Allah onlara, yakut ve altınla süslenmiş
kanatlar takacak, onlar da hemen uçup,
cennete gireceklerdir. Bu, Allah’ın şu sözünün anlatmak istediğidir:
“Şöyle derler: “Bizden tasayı gideren Allah’a hamd olsun.
Gerçekten Rabbimiz çok bağışlayıcı, çok ihsan edicidir. Ki, fazl-u kereminden
bizi ebedî durulacak bir yurda kondurdu. Burada bize hiçbir yorgunluk
değmeyecek, burada bize hiçbir usanç dokunmayacaktır.”[119] Resûlullah (s) devamla şöyle der:
“Onların cennette, dünyadakilerden
daha yüce evleri vardır.”[120]
7- “Allah Resûlü
(s), Huneyn günlerinde sabah namazından sonra dudaklarını, daha önce yaptığını
hiç görmediğimiz bir şekilde hareket ettiriyordu. Biz: “Ey Allah’ın Resulü,
daha önce hiç yapmadığınız bir şeyi yaptığınızı görüyoruz. Dudaklarınızı böyle
hareket ettiren şey nedir?” dedik. O da şöyle buyurdu: “Sizden önce ümmetinin
çokluğu hoşuna giden bir peygamber vardı. “Bunlar bir şey istemez.” (Bunlara
kimse karşı koyamaz) dedi. Cenâb-ı Hak: “Ümmetini şu üç şeyden birini seçmekle
dene” buyurdu. “Ya onlara başka kavimlerden düşman musallat edeyim de onların
canlarını mubah saysınlar, ya açlığı seçsinler ya da onlara ölüm göndereyim.” O
peygamber de kavmiyle istişare etti. Dediler ki: “Düşman konusunda bizim onlara
koyacak gücümüz yok. Açlık ise bizim o konuda sabrımız yok. Ölüme gelince…” O
peygamber (ellerini açıp): “Rabbim, onlara ölüm gönder.” dedi. Bunun üzerine
Allah onlara ölüm gönderdi. Üç gün içinde 70 bin kişi öldü. Hz. Peygamber (s)
buyurdu ki: “Ben de ümmetimin çokluğunu gördüğüm şu anda diyorum ki: “Ey Allah’ım,
düşmana seninle hücum ediyorum, senin sayende vuruşuyorum, yalnız senin
yardımınla savaşıyorum.”[121]
8- “Kur’ân’ın haram kıldığı şeylerin helal olduğuna inanan
(haramları helal sayan) kimse, Kur’ân’a iman etmemiştir.”[122]
9- “Mü’min
kişinin durumu ne kadar şaşırtıcıdır! Zira her işi onun için bir hayırdır. Bu
durum, sadece mü’mine hastır, başkasına değil: Ona memnun olacağı bir şey gelse
şükreder, bu ise hayırdır; bir zarar gelse sabreder, bu da hayırdır”.[123]
10- “Her kim
benim ağzımdan bile bile yalan söylerse (yalan hadîs uydurursa) ateşten (Cehennemde)
yerine hazırlansın.”[124]
12- “Namaz kıldığı bir esnada Hz. Peygamber’in yanına
uğradım ve kendisine selam verdim. O da (parmağıyla) işaret ederek selamımı
aldı.”[127]
13- “Habbetü’s-Sevda’yı kullanın.
Sam hariç her hastalık için onda şifa vardır.” “Sam nedir?” diye soruldu,
“Ölümdür.” dedi. “Acve hurmasından yeyiniz. O her zehire karşı devâdır. Berrî,
kırlarda otlayan develerin sütünü için. O süt her derde devâdır.”[128]
14- “Dikkat edin! Dünya ve
ahirette içeceklerin efendisi sudur. Suyun en faydalısı da emilerek ve üç defa
dinlenerek içilendir.”[129]
15- “Resûlullah normal hale
gelinceye (harareti gidinceye) kadar sıcak yiyeceği yemeyi yasakladı.”[130]
16- “Size, başın kafa çukurundan
kan aldırmayı tavsiye ederim. Zira bu, yetmiş iki derde devadır. Ayrıca beş
hastalığa ilaçtır: Delilik, cüzam, abraşlık ve diş ağrısı.”[131]
17- “Sizlere yaş mantarı tavsiye
ederim; zira o, ilahi bir kudretle kendiliğinden biten bir bitkidir. Suyu ise
göz hastalığına karşı şifadır.”[132]
18- “Sizlere inek sütünü tavsiye
ederim; zira ineğin sütü şifa, sütünden meydana gelen yağı devâ, (yaşlı ve
zayıfların) eti ise derttir.”[133]
19- “Suheyb
Rumların öncüsü, Selman Farisîlerin öncüsü, Bilâl ise Habeşlilerin öncüsüdür.”[134]
20- “Herhangi bir kadınla,
vermeyi istemediği bir mehir üzere evlenen ve Allah adına kadını aldatıp, bâtıl
yoldan ona sahip olan herhangi bir adam, kıyamet gününde Allah’ın karşısına
zinakâr olarak çıkacaktır; yine ödemeyi istemediği bir borç alan ve alacaklıyı
Allah adıyla aldatarak, malına haram yoldan sahip olan kimse de, kıyamet
gününde Allah’ın karşısına hırsız olarak çıkacaktır.”[135]
21- Saîd b. el-Müseyyeb anlatıyor: “Hz. Ömer, Suheyb’e:
“Niye parmağında altın yüzük görüyorum?” diye sordu. Suheyb: “Onu senden daha
hayırlı olan da gördü, ama ayıplamadı” deyince, Hz. Ömer: “O da kimmiş?” dedi. Suheyb:
“O, Resûlullah’tır” cevabını verdi.”[136]
22- “Üç şey vardır ki onlarda bereket vardır: “Belli bir
vade ile olan satış, Mukâraza (karşılıklı, faizsiz ödünç para vermek), satmak
için değil, ev için buğdayı arpayla karıştırmak.” [137]
Suheyb’in rivayet ettiği benzer
hadislerle, çok uzun olan “Ashâb-ı Uhdûd” hadisinin geçtiği yerleri dipnotta belirtmeyi
uygun gördük.[138]
Sonuç
Suheyb, hayatının her bölümü aktif geçen
bir sahabîdir. Çocukken Rumlar tarafından esir edilmiş, sonra köle olarak satın
alınıp azat edilmiştir. Hz. Peygamber (s) ile henüz peygamberlik gelmeden önce
arkadaşlık yapmış, sürekli sohbetinde bulunmuştur. Bu arkadaşlığı Hz. Peygamber
(s)’in vefatına kadar devam etmiştir.
Müslümanlığını açıklayan ilk yedi kişiden
biri Suheyb’tir. O, Mekke’de müşriklerin şiddetli işkencelerine maruz
kalmıştır. Suheyb, hicret ederken Mekkeli müşrikler ona engel olmak isteyince bütün
malı karşılığında serbest bırakılmasını sağlamış böylece Allah ve Resûlü’nün
övgüsüne mazhar olmuştur. Suheyb, bütün savaşlarda bulunmuş, Hz. Peygamber (s)’in
yanından hiç ayrılmamış ve âdeta kendisini Hz. Peygamber (s)’e siper etmiştir.
Suikasta uğrayan Hz. Ömer, Suheyb’in namazları
kıldırmasını emretmiştir. Böylece o, Hz. Ömer vefat edip yeni halife seçilene
kadar namazları kıldırmıştır.
İslâm’ın ilk asrında etkin bir konuma
sahip olan, farklı kültür çevrelerini bilen bir sahabî özelliğini taşıyan
Suheyb, İslâm Tarihindeki haklı yerini almıştır.
* Yrd. Doç. Dr., Harran
Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, İslâm Tarihi Ana Bilim Dalı. Assistant
Professor, Harran University, Faculty of
Theology, Department
of Islamic History. Şanlıurfa/Turkey. (omersabuncu@harran.edu.tr). ORCID ID orcid.org/0000-0001-8424-8481
[1] Suheyb’in
isminin Umeyre olduğu, Rumların onu Suheyb olarak isimlendirdiği, isminin
Abdulmelik olduğunu söyleyenlerin ise yanlış bir tesbitte bulundukları
zikredilir (Bk. İbn Hacer, Ebu’l-Fadl Ahmet b. Ali b. Hacer el-‘Askalânî
eş-Şafi‘î (ö. 852/1448), el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, Beyrut 1421, III,
33-34).
[2] Vakıdî’de Suheyb’in nesebi “Suheyb b. Sinân b. Halid
b. Abdamr b. ‘Ukayl b. Ka‘b b. Sa‘d” şeklinde, İbn İshak’ta ise “Suheyb b. Sinân
b. Halid b. Abdamr b. Tufeyl b. Âmir b. Cendele b. Sa‘d b. Huzeyme b. Ka‘b”
şeklinde verilmiştir (İbnu’l-Esîr, ‘İzzuddîn Ebu’l-Hasan Ali b. Ebi’l-Kerem
Muhammed (ö. 630/1232), Üsdu’l-Ğâbe fî Ma‘rifeti’s-Sahâbe, Beyrut 1377, III, 36).
[3] İbn Sa‘d, Muhammed (ö. 230/844), et-Tabakâtu’l-Kübrâ, Beyrut 1418/1998, III, 169; Belâzurî ve
İbnu’l-Esîr bu silsileyi “…Cendele b. Cezime b. Ka‘b…” farkıyla verir
(el-Belâzurî, Ahmed b. Yahyâ b. Câbir (ö. 279/892), Ensâbu’l-Eşrâf, Thk.: Muhammed Hamidullah, Dâru’l-Ma‘ârif 1959,
I, 180); İbnu’l-Esîr, III, 36.
[4] İbn Sa‘d, III, 170; ayrıca bk. İbn İshak
“‘Ukayl” yerine “Tufeyl”i, “Cezîme” yerine de “Huzeyme”yi göstermiştir.
İbnu’l-Esîr, sonuna “er-Rabii en-Nemrî” yi eklemiş ve Suheyb’in nesebinin
“el-Kelbî” ve “Ebû Nu‘aym” olduğunu ifade etmiştir (İbnu’l-Esîr, III, 36). İbn
Hacer ise, Suheyb’in nesebini “Suheyb b. Sinân b. Malik” ya da “Halid b. Amr b.
‘Ukayl” veya “Tufeyl ibn ‘Âmir b. Cendele b. Sa‘d b. Eslem b. Evs b. Zeyd Menat
b. En-Nemr b. Kasıt en-Nemrî” olarak verir (İbn Hacer, III, 36).
[5] İbn Sa‘d, III, 170. Annesinin nesebi
İbnu’l-Esîr’de şöyle verilmiştir: “Selma bt. Ka‘id b. Mahîs b. Huzaî b. Mazin
b. Malik b. Amr b. Temîm” (İbnu’l-Esîr, III, 36).
[6] İbnu’l-Esîr, III, 35.
[7] İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim
ed-Dîneverî (ö. 276/889) (el-Ma‘ârif, nşr.:Servet ‘Ukkâşe), Kahire 1992,
265.
[8] İbn Hacer, III, 34. Kız kardeşi Umeyme,
amcaları Lebîd ve Zahr kendisini panayır mevsimlerinde şiirle anarlardı(İbn
Hacer, III, 34).
[9] İbn Hacer, III, 35.
[10] Ebû Nu‘aym, Ahmed b. Abdullah el-İsfahânî (ö. 430/1038),
Hilyetu’l-Evliyâ
ve Tabakâtu’l-Asfiyâ, Beyrut
1421/2001, I, 148.
[11] Vakıdî, Suheyb’in evlatlarından olan Ebû
Huzeyfe’nin babasından, onun da dedesinden rivayetine göre, Suheyb yetmiş
yaşında olduğu halde, h. 38 yılında ve Şevvâl ayında vefat etmiştir, demektedir
(İbn Hacer, III, 35).
[12]
İbn Sa‘d, III, 170. İbn ‘Abdi’l-Berr, Suheyb’in Nemr kabilesi, Nemr b. Kasıt
soyundan geldiği hakkında ihtilaf olmadığını söylemektedir (Bk. İbn
‘Abdi’l-Berr, Ebû Ömer Yûsuf b. Abdullah b. Muhammed (ö. 463/1071), el-İsti‘âb fî
Ma’rifeti’l-Ashâb (nşr.: Ali Muhammed el-Becâvî), Kahire
1412/1992, II, 726).
[13] İbn Kuteybe, s. 264.
[14] İbn Sa‘d, III, 170.
[15] İbn ‘Abdi’l-Berr, II, 728.
[16] İbn Kuteybe, s. 264.
[17] Kisrâ, Araplar’ın Sâsânî hükümdarları
için kullandıkları unvandır (Avcı, Casim, “Kisrâ”, DİA, Ankara 2002,
XXVI, 71).
[18] İbn Sa‘d, III, 170.
[19] Ayrıca evlerinin Musul yakınlarında
Dicle kenarında olduğu da söylenmiştir (İbnu’l-Esîr, III, 36).
[20] İbn Sa‘d, III, 170. Suheyb, er-Rumî
olarak bilinir. Ona böyle denmesinin sebebi; Rumların onu küçük yaşta esir
almalarından dolayıdır (İbn ‘Abdi’l-Berr, II, 726; İbnu’l-Esîr, III, 36; İbn
Hacer, III, 36).
[21] İbn Sa‘d, III, 170.
[22] Bezzâr, VI, 10, 2085 No’lu Hadîs.
[23]
Bununla ilgili başka bir rivayet şöyledir: “Hz. Ömer, Suheyb’e: "Senin oğlan çocuğun
olmadığı halde niçin “Ebû Yahyâ” diye künye taşıyorsun?” diye sordu. Suheyb:
“Beni, Ebû Yahyâ diye Resûlullah künyeledi” dedi.” (eş-Şeybânî, Abdurrahman b. Ali b. Deybe, (ö. 944/1537),
Hadîs
Ansiklopedisi: Kütüb-i Sitte:
Teysîru’l-Vüsûl ila Câmi’i‘l-Usûl min Hadîsi’r-Resûl, terceme ve şerh eden: İbrahim Cânan, İstanbul
1988, XVII, 484).
[24] el-Bezzâr, Ebû Bekr Ahmed b. Amr b.
Abdilhâlik (ö. 292/905), Müsnedü’l-Bezzâr,
Thk.: Mahfuz er-Rahman, Beyrut 1409, VI, 26, 2089 No’lu Hadîs.
[25] İbn ‘Abdi’l-Berr, II, 730; İbnu’l-Esîr,
III, 39; İbn Hacer, III, 34.
[26] Ebû Nu‘aym, I, 149; İbn Sa‘d, III, 171;
Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855), Müsned, Thk.: Abdullah Muhammed ed-Derviş,
Dâru’l-Fikr, Beyrut 1411/1991. IX, 241. Bu konuyla ilgili rivayetler, cüzi
farklılıklar da olsa benzerlik gösterir. Farklı olarak rivayetin sonunda şöyle
bir ifade geçer: Suheyb, Nemr b. Kasıt’tan olduğunu ifade ettikten sonra, “Eğer
bir hayvan pisliğinden de olsam ona nispet edilmekten utanmam” dedi (İbn
‘Abdi’l-Berr, II, 731; İbnu’l-Esîr, III, 39; İbn Hacer, III, 34-35).
[27] Abdullah b. Cud‘ân: Cahiliye devrinde mazlumları koruyan, zenginliği
ve cömertliği ile tanınan ve Hilfü’l-Fudûl anlaşması ile ünlenen Kureyşlidir.
Bkz. Fayda, Mustafa, “Abdullah b. Cud‘ân”, DİA, İstanbul 1998, I, 93-94.
[28] Hilf: Cahiliye döneminde Araplar arasında yapılan
ittifak; dostluk ve dayanışma yeminine verilen isimdir. Bkz. Özkuyumcu, Nadir,
“Hilf” DİA,
İstanbul 1998, XVIII, 29-30.
[29] İbn ‘Abdi’l-Berr, II, 728.
[30] İbn Kuteybe, s. 264.
[31] İbn Sa‘d, III, 170.
[32] İbn Sa‘d, III, 171.
[33] İbn Sa‘d, III, 170; İbnu’l-Esîr, bu
konuda Suheyb’in ailesi ve çocuklarından başka Mus‘ab b. Zubeyrî’nin de
Suheyb’in kaçtığı şeklindeki görüşüne yer verir (İbnu’l-Esîr, III, 37).
[34]
İbn Hişâm, Ebû Muhammed Abdülmelik (ö. 218/883), Sîret-i İbn-i Hişâm İslâm Tarihi,
(trc.: Hasan Ege), İstanbul 2001, I, 348; İbn Sa‘d, III, 170; İbn Kuteybe, s.
264.
[35] İbn Manzûr, Muhammed b. Mükerrem el-İfrikî
el-Mısrî (ö. 711/1311), Lisânu’l-‘Arab,
Beyrut 1419/1999, VII, 426.
[36]
İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ İsmâil (ö. 774/1372), el-Bidâye ve’n-Nihâye, Büyük İslâm Tarihi,
(trc.: Mehmet Keskin), Çağrı Yayınları, İstanbul 1994, VII, 499.
[37] İbn Kuteybe, s. 265.
[38] İbn Sa‘d, III, 170.
[39] İbn Hacer, III, 34.
[40] Belâzurî, I, 180.
[41] İbn ‘Abdi’l-Berr, II, 726; İbnu’l-Esîr,
III, 36; İbn Hacer, III, 36.
[42] İbn ‘Abdi’l-Berr, II, 728.
[43] Belâzurî, I, 180.
[44] Dâru’l-Erkâm: Hz. Peygamber’in (s)
bi’setin ilk yıllarında Mekke’de İslâmiyet’i tebliğ ettiği, Ka‘be-i Muazzama’nın güneyinde, yüksekçe bir
yerde bulunan Daru’l-İslâm olarak da bilinen ev. Bkz. Köksal, M.Asım,
“Dâru’l-Erkâm”, DİA, İstanbul 1993, VII, 471.
[45] İbn Hacer, III, 34.
[46] er-Rûdânî, Muhammed b. Muhammed b.
Süleyman (ö. 1094), Cem‘u’l-Fevâid min Câmi‘i’l-Usûl ve Mecmeu’z-Zevâid,
Büyük Hadîs Külliyatı, Ter.: Naim Erdoğan, İstanbul 1996, V, 172.
[47] Şeybânî, XII, 510.
[48] İbnu’l-Esîr, III, 38.
[49]
İbn Hacer, III, 34; Sabûnî, Muhammed Ali, (dt. 1930), Safvetu’t-Tefâsir,
Tefsirlerin Özü, Çev.: Sadrettin Gümüş-Nedim Yılmaz, İstanbul 1995, III,
342.
[50] Nahl 16/110.
[51]
Mevdûdi, Ebu’l-A‘la, Tefhimu’l-Kur’an, Kur’an’ın Anlamı ve Tefsiri,
Çev.: Muhammed Han Kayanî - Yusuf Karaca - Nazife Şişman - İsmail Bosnalı - Ali
Ünal - Hamdi Aktaş, İstanbul 1996, I, 553.
[52] İbn Kesîr, Tarih, I, 74; Şeybânî, XVII, 570.
[53] En‘âm 6/52.
[54] Belâzurî, I, 184.
[55] Belâzurî, I, 181.
[56] En‘âm 6/53.
[57] İbn Sa‘d, III, 172.
[58] İbnu’l-Esîr, III, 37; İbn Hacer, III,
34.
[59] Belâzurî, I, 182.
[60] Doğuştan
Günümüze Büyük İslâm Tarihi, Haz.: Hakkı Dursun Yıldız, Çağ Yayınları,
İstanbul 1992, I, 250.
[61] İbnu’l-Esîr, III, 37; İbn Hacer, III,
34.
[62] İbn Sa‘d, III, 171.
[63] Bakara 2/207.
[64] Ebû Nu‘aym, I, 147.
[65] İbn Kesîr, Tarih, III, 265.
[66] Belâzurî, I, 182; İbn ‘Abdi’l-Berr, II,
730; İbnu’l-Esîr, III, 37; İbn Hacer, III, 34.
[67] Ebû Nu‘aym, I, 148.
[68] İbn Kesîr, Tarih, VII, 499.
[69] Ebû Nu‘aym, I, 147; İbn Hacer, III, 34.
[70] Ebû Nu‘aym, I, 148.
[71] Ebû Nu‘aym, I, 148; İbn Kesîr, Tarih,
III, 265-266.
[72] Ebû Nu‘aym, I, 148.
[73] İbn Sa‘d, III, 172.
[74] İbn Hişam, II, 141.
[75] Abdullah b. Ubeydillah b. Ebî Müleyke anlatıyor:
“Benî Suheyb, Mervan nezdinde, iki ev ve bir odanın kendilerine ait olduğunu,
bunları (babaları) Suheyb’e Resûlullah’ın (s) verdiğini iddia ettiler. Mervan:
“Söylediğiniz şeye şahidiniz var mı?” dedi. Onlar: “Ömer!” dediler. Mervan,
İbnu Ömer'i çağırdı. O, Resûlullah’ın (s) Suheyb’e iki ev ve bir oda verdiğini
söyledi. Mervan sadece onun şehadetiyle onlar lehine hükmetti.” (Şeybânî, XIV,
104).
[76] İbn Sa‘d, III, 170.
[77] es-Subbâk;
İslâm’a önce giren, ilk giren anlamlarına gelmektedir. Lisânu’l ‘Arab’ta
bu hadîs örnek gösterilmiştir (İbn Manzûr, VI, 160-161).
[78] İbnu’l-Esîr, III, 37.
[79] İbn ‘Abdi’l-Berr, II, 729.
[80] Ebû Nu‘aym, I, 147.
[81] İbn ‘Abdi’l-Berr, II, 732.
[82] İbn Sa‘d, III, 172.
[83] Bezzâr, VI, 28, 2095 No’lu Hadîs; İbn
‘Abdi’l-Berr, II, 732; İbnu’l-Esîr, III, 39.
[84] Ebû Nu‘aym, I, 149-150.
[85] İbn Sa‘d, III, 172; Belâzurî, I, 183.
[86] İbn Kuteybe, s. 264.
[87] Âl-i İmran 3/123.
[88] Aydınlı, X, 498.
[89] Ebû Nu‘aym, I, 147.
[90] Ebû Nu‘aym, I, 148; İbn Hacer, III, 35.
[91] İbn Sa‘d, III, 172-173.
[92] İbnu’l-Esîr, III, 39.
[93] İbn ‘Abdi’l-Berr, II, 732; İbnu’l-Esîr,
III, 38.
[94] Şeybânî, XV, 248.
[95] İbn Sa‘d, III, 173.
[96] İbn Kesîr, Tarih, VII, 239.
[97]
Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr (ö. 310/922), Tarih-i Taberi,
Çev.: M.Faruk Gürtuna, İstanbul, t.y., III, 552.
[98] İbn Hacer, III, 35.
[99] Taberî, III, 552.
[100] Belâzurî, I, 183.
[101] İbn ‘Abdi’l-Berr, II, 732; İbnu’l-Esîr,
III, 37.
[102] İbn Kesîr, Tarih, VII, 376.
[103] Suheyb’in h. 39 yılında vefat ettiği
ayrıca 73 yaşında vefat ettiği de gelen rivayetler arasındadır (İbnu’l-Esîr,
III, 39).
[104] Bazı rivayetlerde ise 90 yaşında vefat
ettiğine rastlasak ta bunun 70 olması gerektiği kanaatindeyiz (İbn
‘Abdi’l-Berr, II, 733).
[105] İbn Sa‘d, III, 173.
[106] Nevevî, Ebû Zekeriya Yahyâ b. Şeref (ö. 676/1277), Riyazü’s-Sâlihin Terceme ve Şerhi,
Çev.: İhsan Özkes, İstanbul 1991, VI,
369.
[107] İbn Sa‘d, III, 173.
[108] İbn ‘Abdi’l-Berr, II, 733.
[109] İbn Hacer, III, 35.
[110] Bezzâr, VI, 32, 2102 No’lu Hadîs.
[111] eş-Şevkânî, Muhammed b. Ali, (ö. 1250), Dürrü’s-Sahâbe
fî Menâkibi’l-Karâbeti ves’Sahâbe,
Thk.:Hüseyn b. Abdullah el-‘Umerî, Dımeşk 1404/1984, s. 372.
[112] eş-Şevkânî, s. 372
[113] Ebû Nu‘aym, I, 148.
[114] Ahmed b. Hanbel, IV, 504; eş-Şâşî, Ebû
Said el-Heysem (ö. 335/946), el-Müsnedü’l-Kebîr, Thk.: Ebû Mahfuz
er-Rahman, Medîne 1410, II, 389, 991 No’lu Hadîs. ; Şeybânî, XIV, 474.
[115] Yûnus 10/26.
[116] Ebû Nu‘aym, I, 151.
[117] Şâşî, II, 389, 992 No’lu Hadîs.
[118] Bezzâr, VI, 23, 2093 No’lu Hadîs; Şâşî,
II, 395, 997 No’lu Hadîs.
[119] Fâtır 35/34-35.
[120] Ebû Nu‘aym, I, 151-152.
[121] Ahmed b. Hanbel, VI, 503, 505; IX, 241;
Bezzâr, VI, 16, 2089 No’lu Hadîs; Ebû Nu‘aym, I, 150.
[122] Bezzâr, VI, 9, 2084 No’lu Hadîs; Şâşî,
II, 390, 993 No’lu Hadîs.
[123] Ahmed b. Hanbel, VI, 503, 505, IX, 240;
Şeybânî, II, 208.
[124] Bezzâr, VI, 31, 2100 No’lu Hadîs
[125] Ahmed b. Hanbel, IX, 241.
[126] Ahmed b. Hanbel, IV, 333; VI, 16.
[127] Ahmed b. Hanbel, VI, 503; Bezzâr, VI, 7,
2083 No’lu Hadîs; Şâşî, II, 383, 984 No’lu Hadîs; İbnu’l-Esîr, III, 38.
[128] Bezzâr, VI, 29, 2096 No’lu Hadîs.
[129] eş-Şâmî, Şemsuddîn Ebû Abdillah Muhammed
b. Yusuf b. Ali b. Yusuf es-Sâlihî ed-Dimaşkî, (ö. 942/1536), Peygamber Külliyatı, Ter.: Halil İbrahim
Kaçar, XII, 124 (Bu hadîs mütercimin tespitine göre Beyhakî’nin, Şuâbu’l-İman, adlı eserinin 5912.
sayfasında yer almaktadır).
[130] Şâmî, XII, 143 (Bu hadîs, mütercimin
tespitine göre Hâkim’in Müstedrek
adlı eserinin IV. cilt, 138. sayfasında yer almaktadır).
[131] Şâmî, XII, 167 (Bu hadîs, mütercimin
tespitine göre Taberânî’nin Mu‘cemü’l-Kebîr
adlı eserinde güvenilir ravilerle Suheyb’ten nakledilmiştir).
[132] Şâmî, XII, 198 (Bu hadîs, mütercimin
tespitine göre el-Menhecü’s-Seviy,
adlı eserin 335. sayfasında yer almaktadır).
[133] Şâmî, XII, 233.
[134] İbn ‘Abdi’l-Berr, II, 730.
[135] Ahmed b. Hanbel, VI, 503; Şâşî, II, 392,
994 No’lu Hadîs; Ebû Nu‘aym, I, 150.
[136] Şeybânî, VII, 472.
[137] Şeybânî, XVII, 262.
[138] Ahmed b. Hanbel, IX, 242-243; Bezzâr,
VI, 18, 2090 No’lu Hadîs; İbn Kesîr, Tarih, II, 215-218; Şeybânî, XIV,
233.
0 yorum:
Yorum Gönder